29 Kasım 2011 Salı

YEREL YÖNETİM SÜMEN ALTI MI YAPIYOR?

Aylardır yazıp çizerim, ‘Keşan aldı başını gidiyor, bizim idareciler uyuyor’ diye… Alkollü ve müzikli eğlence yerlerinin Keşan’ımıza getireceği yaralara dikkat çekmek istedim bunca zaman… Öyle boşa da konuşmadım… Konunun üstüne ısrarla gittim ancak yerel yönetim ayağı hep sessizliği tercih etti…

Keşan İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan çalışmaları takip ettim ve sonucun nereye varacağını sabırla bekledim… Yapılan operasyonlara kulak misafiri olduğum halde, işin akıbetini beklemeyi tercih ettim… Bu arada günah keçileri de belirlendi… Hiçbir şey yapmadığı öne sürülen emniyet mensuplarının alelacele tayinleri çıktı ve damgayı yiyerek, Keşan’dan uzaklaştırıldı… Bu arada bizim yerel yöneticiler derin bir nefes aldı; ‘Suçlular bulundu(!), biz paçayı yırttık’ diye… Önüne getirilen her dosyayı sümen altı yaptı, kesilen cezaları affetti; işin açıkçası, ‘Sizin arkanızdayız, durmak yok ileri!’ dedi… Sahnede başrolü oynamalarına karşın, perdeleri hep çekiliydi(!)

Şimdi şöyle bir yaptığım araştırma ve istatistikleri gözden geçirelim…

Tarih 16 Nisan 2011: Operasyon yapılan bir restoran ve bir erkek şüpheli.

Tarih 18 Nisan 2011: Operasyon yapılan yer geniş bir bahçe(!) ve 1 kadın şüpheli.

Tarih 10 Haziran 2011: Operasyon yapılan bir ev ve 1 erkek şüpheli.

Tarih 7 Temmuz 2011: Operasyon yapılan yer bir ev ve 1’i kadın 3’ü erkek toplam 4 şüpheli.

Tarih 22 Ağustos 2011: Operasyon yapılan bir ev ve 2 erkek şüpheli.

Tarih 26 Eylül 2011: Operasyon yapılan bir restoran ve 1 erkek şüpheli.

Tarih 18 Ekim 2011: Operasyon yapılan bir restoran ve 1 erkek şüpheli.

Tarih 27 Ekim 2011: Operasyon yapılan iki bar ve 2 erkek şüpheli.

Tarih 1 Kasım 2011: Operasyon yapılan bir restoran ve 2 erkek şüpheli.

Tarih 6 Kasım 2011: Operasyon yapılan bir restoran ve 2 erkek şüpheli.

Tarih 4 Kasım 2011: Operasyon yapılan iki meyhane ve 1’i kadın, 3’ü erkek toplam 4 şüpheli.

Tarih 4 Kasım 2011: Operasyon yapılan bir bar ve bir meyhane, 2 erkek şüpheli.

Yapılan bu operasyonları uzaktan izledim, takip ettim… İş yerlerinde fuhuş yapıldığı ispatlandığı halde, hâlâ ruhsatlarının iptal edilip edilmeyeceğini merakla bekledim… Şu ana kadar da herhangi bir gelişme göremedim…

Keşan’da alkol ve eğlencenin sonu yukarıda belirttiğim gibi fuhuşu tetiklemekte… Bu tür mekanların gittikçe artmasına neden olan yerel yönetim de bana göre suça ortak olmakta… Onlara göre ‘Polisin işi ne, takip etsin, yakalasın, ortaya çıkarsın…’ İşte size ispatlı, delilli suç örnekleri… Polis takip etti, yakaladı, ortaya çıkardı… Artık top sizde… Bakalım bundan sonra ne yapacak ve suç işlendiği tespit edilen mekanların kapatılması için girişimde bulunacak mısınız? Yoksa yine dosyaları sümen altı yapıp, ‘aynı hamam aynı tas’ devam edilmesine müsaade edecek ve tereyağından kıl çeker gibi, suçu başkalarına mı atacaksınız… Şunu da unutmayın ki; çekirge bir sıçrar, iki sıçrar ama üçüncüsünde kendisi de yakalanır(!)

27 Kasım 2011 Pazar

İDARECİLERİMİZ DE İŞİN MEDYATİK(LİK) TARAFINA KAÇIYOR…

Medyatik olma merakı bu aralar bizim idarecileri de fazla(sıyla) sardı… Basın mensupları olarak, bir yerde görüntü mü alınacak, hemen davet ediliyoruz… Ancak bilgi istemeye kalktığımızda ise neredeyse silah zoruyla işi kıvırıyoruz… İstediğimizi tam alamayınca da oradan buradan derleyip, okurlarımıza sunmaya çalışıyoruz… Ne kadar sağlıklı, ne kadar sağlıksız olduğu konusunda ise yorumu, kamuoyuna bırakıyoruz…

Şunun da bilinmesini isterim ki… Gerçek okur-yazarlar gazetelerimizde bilgi, anlam bütünlüğü, imla kuralı ve doğru kullanılmış (Türk Dil Kurumu’na uygun) Türkçe ararlarken; aklı bir karış havada olanlar da fotoğraflarda teselli buluyorlar… Onun için de bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da güdülmeyi hak ediyorlar…

‘Yazın, yazın’ demeyi sadece kendilerine ödev edineler ve sahnenin arkasında figüranlık yapanlar da bu filmde rol almadıkları sürece, Keşan’da taş üstüne taş konulmayacağını çok iyi bilsinler…

Ne sorduk, nasıl cevap aldık…

- Trafik sorunu ne zaman çözülecek?

Cevap: Kırmızı kar yağdığı zaman…

- Mekancıları şehir dışına taşımayı düşünüyor musunuz?

     Cevap: Karıştırma şimdi, bırak ne güzel alemdeyiz işte(!)

- Kaldırımlar yapılıyor ama yeterli genişlikte değil, çözüm düşünüyor musunuz?

Cevap: Bu sene böyle kullanın da, seneye söker yenisini yaparız…

- Kömürler denetlenmiyormuş, Keşan halkını bile bile mi zehirliyorsunuz?

Cevap: Sizin için, seçimlerde kullandığımız para babalarını mı hiçe sayacağız(!)

- Festival bütçesinde hâlâ net bir açıklama yapılmadı, ne zaman yapmayı düşünüyorsunuz?

Cevap: Yedik içtik eğendik… Geçmişi irdelemeye ne gerek var… Kısmetse gelecek festivale(!)

- Stratejik toplantıların sonu ne zaman gelecek?

Cevap: Ne güzel toplanıyoruz işte… Artık bir toplantı masamız da var… Amiriyle, memuruyla bir aradayız… Güzel bir aile portresi sergiliyoruz… Daha ne istiyorsunuz ki…
Aldığımız cevapların tam karşılığı tam böyle olmasa da, aşağı yukarı bunu demek istiyor idarecilerimiz… İşlerine geldiğinde poz poz fotoğraf verip, manşetlere taşınırlarken; esas kamuoyunu ilgilendiren sorulara da ya kaçamak cevap veriyor, ya da sessiz kalıyorlar…

HADİ BAKALIM HAYIRLISI… YAKIN ZAMANDA(!) KISA SÜREDE(!)

Bizim siyasetçi ve bürokratlar, uzun süredir basma kalıp kullandıkları “yakın zamanda” veya “kısa sürede” kelimelerinden bakalım ne zaman vazgeçecekler merak ediyorum…
Hiç abartısız söylüyorum, siyasi ya da bürokratlara sorduğumuz soruların veya verdikleri demeçlerin hemen hemen hepsinde söyledikleri standart kelime: “yakın zamanda…”; olmadı “kısa sürede…”
Soruyorum:
- Keşan’ın trafiği ne zaman düzelecek? Cevap: En kısa sürede…
- TOKİ Konutlarına müracaatlar ne zaman alınacak? Cevap: En yakın zamanda…
- Keşan’a yurt açılacak mı? Cevap: En kısa zamanda…
- Köy yolları ne zaman yapılacak? En yakın sürede…
- Yeni hastanemiz ne zaman yapılacak? En yakın zamanda…
- Sahillerimize ne zaman çeki düzen verilecek? En en en kısa sürede…
Soruları çeşitlendirmek mümkün… Soru çok… Ama cevap… hep aynı…
Keşan’da bürokrat ve siyasiler ben kendimi bildim bileli sorduğumuz 5 sorudan 4’üne ya da verdikleri demeçlerden 3’ünden 2’sine ya “yakın zamanda” ya da “kısa sürede” diye açıklama getirirler… O nedenle de Keşan yıllardır sorunlarıyla yerinde saymaya devam eder…
Ancak ben de siyasi ve bürokratlara, Keşanlı bir vatandaş olarak şunu söylemek istiyorum: “Keşan’da trafik yakın zamanda(!) düzelmezse, ortalıkta ne hasarsız araba, ne de yarasız vatandaş(!) kalacak… TOKİ Konutlarına müracaatı 5 ay daha uzatırsanız, siyasilere ve bürokratlara çok az olan güvenimiz de hiç kalmayacak… Keşan’a bir an önce yüksek öğrenim yurdu açılmazsa, bir dahaki yıla Keşan’ı tercih edecek öğrenci bulunamayacak… Köy yolları bu yıl da yapılmazsa, arabalar tarihe karışacak, at arabaları ile yolculuk başlayacak… Yeni hastaneden ziyade donanımlı hastane yapılmazsa, Keşan, tarihi boyunca en çok sevk yapan ilçe unvanına sahip olacak… Sahillerimize gelecek yıl da çeki düzen vermezsek, ya Ramazan Bayramı tatilinde olduğu gibi ‘rezil’ olacağız; ya da elin gavuru alıp adam edecek, bizler de ‘karşıdan’ bakacağız…”
Sevgili ve çok değerli Keşanlı hemşehrilerim… Bana ‘yaz yaz’ diyorsunuz, ben de yazıyorum… ‘Arkandayız’ diyorsunuz, yazmaya devam ediyorum… Ancak biraz da siz sesinizi yükseltin… Arka planda kaldığınız sürece çookk beklersiniz “yakın zamanda” ve “kısa sürede”leri…



GAZANIZ ŞİMDİDEN MÜBAREK OLSUN!


Uzun süredir yazıp çiziyorum… Yönetici, mekancı ve erkeklere çatıyorum… ‘Keşan elden gidiyor, kılınızı kıpırdatmıyorsunuz’ diyorum…
Keşan halkı tedirgin… ‘Böyle giderse 1 yıl sonra ne olur’un hesabını yapıyor… Ancak 6 ayda 12 ruhsat veriliyor… Sonra da ‘yapın denetimi’ deniliyor…
Eli kalem tutanlar yazıyor, tutmayanlar sözlü ifade ediyor. Yöneticiler okuyor, düşünüyor, anlam çıkarmaya çalışıyor, hiç üstüne alınmıyor, gözlerini kapatıyor, film çeviriyor…
Bu arada Keşan’da her ortamda boy gösteren, siyasiler geldiğinde el pençe divan duran, çeşitli aktiviteler düzenleyen bizim sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri de filme figüran olarak dahi katılmıyor…
Çok saygıdeğer sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri; bilmem kaç bin tane üyeniz var. Aileleri, eş dost ve akrabalarını dikkate alırsanız, konuyla en çok ilgilenmesi ve üstüne gitmesi gereken kişilerin de sizler olduğunu idrak edebilirsiniz. Bizim esnaf kepenk kapatıyor, kriz Keşan’dan teğet geçiyor, Saros Körfezi de anlatıla anlatıla bitirilemiyor!
Bugün yoldan geçen herhangi bir vatandaşı çevirseniz, basında yer alan demeçleri ezbere anlatırlar…
Hangi sivil toplum kuruluşunun temsilcisi gidip Kaymakamımıza ya da Belediye Başkanımıza umuma açık alkollü ve eğlenceli iş yerlerinin gelecekte Keşan’a ve dolayısı ile topluma yaratacağı tehdidi anlattı ve çözüm önerdi? Ya da bunu basında dile getirdi… Bugüne kadar eğer gözümden kaçmadıysa bir Tanju Şapçı, bir de Mustafa Kabakçılı konuyu dillendirdi... Ve her ikisi de sivil toplum kuruluşu temsilcisi olmadığı halde… Ya olanlar, yoksa onlar hâlâ TOKİ arazisinin geleceğinin ne olacağının hesabını mı yapıyorlar!
Bırakalım bu işleri de önce Keşan’ı tehdit eden, ileride altından kalkamayacağımız vakaların önüne geçmek için çaba gösterelim… Öncülük edip bir imza kampanyası mı başlatırsınız… Ya da Edirne’yi çok seven ve merkez sınırları dışına adımını atmayan(!), köylerin kanalizasyon arızalarına köylerde yaşayan hayvanlar sebebiyet verdiği için maliyeti muhtarlara çıkaran(!) çok değerli Sayın Valimize konuyu iletir ve yardım istersiniz… Veya yıllardır olduğu gibi aktiviteler, bağışlar, fuarlar, geziler ve yardımlarla görev sürenizi tamamlar, kenara çekilirsiniz…
Yıllarca uğraştınız Keşan Satır Eti Ağrı Dağı’na çıkardınız, tescilleyip marka yaptınız… Keşan Satır Eti ile anılsın diye… Saros Körfezi adına dergiler, broşürler ve tanıtım fuarları derken, Türkiye’nin dörtte biri haberdar oldu…

BİZİMKİLER ‘NEREDE ALEME AKARIZ’IN HESABINDAYMIŞLAR!

Uzun süredir e-maillerime bakmaya fırsatım olmamıştı. Köşemde verdiğim e-mail adresi günlük kullandığım adresim değil açıkçası. O nedenle köşe yazılarıma gelen yorumları da yaklaşık 1 aydır kaçırmışım.
Ancak ara ara tüm yazılanlara yer verip, sizlerin de düşüncelerini paylaşacağım köşemde.
1986 yılında Keşan’a gelen bir vatandaşım yazmış. O zamanlar toplu konut olarak bir Çamlıkent varmış. Aradan 26 yıl geçmesine rağmen TOKİ ve Belkoop haricinde Keşan’da ne değişmiş…
Ve vatandaşım eklemiş, ‘Keşan'ın bugün İpsala'dan ya da çevredeki diğer ilçelerden daha gelişmiş olması sizin yabancı olarak tabir ettiğiniz (Lazlar veya Kürtler) insanların yatırımları, ameleliği ve müteahhitliği ile olmuştur.’ diye…
Keşan Ticaret Borsası’nın TOKİ’den aldığı İstasyon Mahallesi’ndeki 100 dönümlük arazi için Keşan’ın önde gelen saygıdeğer beyefendilerinin de Keşan için ne katkıda bulunduklarını sormuş… Ve devam etmiş vatandaşım; “Bugün 100 dönümlük arazi için de kılını kımıldatacak adam yok gibi görünüyor. Yarın yine yabancı olarak tabir ettiğiniz vatandaşlardan biri çıkıp da araziyi aldığı zaman kimse bağrınmayacak. Yabancı olarak gördüğünüz bu insanlar neredeyse günlerinin 16 saatini çalışmakla geçirirken, Keşanlı arkadaşlar saat 16.00’dan sonra ‘nerede aleme akarız’ın hesabını yapıyor. ‘Şu kadar içerim bana bir şey olmaz’larla övünüyor. Bu yabancı muhabbetinden 25 senedir bıktım. Artık çevremde ben çalışırken yatanlardan, daha sonra bir şeylere sahip olduğumda ‘buraya geldiler adam oldular’ gibi cümleler duymaktan sıkıldım. Adam olsaydılar da onların da bir şeyleri olsaydı. Keşan'dan bir yabancıdan saygılar.”
Ne diyeyim, yerden göğe kadar haklı vatandaşım... Ancak benim de yabancılara bir garezim yok… Garezim önce birlik olmayıp, sonra yabancılara kaptıranlara, sizin de dediğiniz gibi arkasından da bağrınıp, konuşanlara…
Ne yapalım, bizimkiler öyledir… Bir almaya meraklı, bir de satmaya… Kendileri alamazsa, alanlara sataşmaya, karalamaya, önlerine engel koymaya… Yok öyle bizde birlik beraberlik… Var var da vatandaşımın dediğiniz gibi alemlere aktıklarında… İşin kötüsü de o alemlerin sabahını hatırlayamamalarında…
Ne mi yapacağız? 2014’e 2 buçuk sene kaldı… Artık 2 buçuk yıl kaderimize küsüp oturacağız, sonra yönetimi erkeklerden alıp, onları bir hücreye kapatacağız… Bu hücreyi de mümkün olduğunca Keşan’dan uzak tutacağız… Kadın eliyle Keşan’ı şöyle bir ele alıp yoğuracağız. Öyle çok değil, 1 yılda güllük gülistanlık yapacağız ve Keşanlı kadınların marifetlerini bizim gözü dışarıda olan erkeklere göstereceğiz… Bunun için de bir ziyafet masası hazırlayacağız, rakıları koyacağız, kutlamayı yapacağız… Keşan’ı kadın eliyle kısa sürede baştan yaratacağız… Bu işi erkeklere bırakırsak eğer bavulları toplayıp Keşan’dan ayrılacağız, mekancılarla bizim idarecileri de baş başa bırakacağız! ‘Keşan’ınız mübarek olsun, hayrını görün’ deyip, başka memleketler arayacağız…

CEMİYETLER BİTTİ, DAVULLAR BAŞLADI!


Keşan, gürültü kirliliğinden bir türlü kurtulamayacak… Ramazan ayı girene kadar Keşan halkı 155 Polis İmdat Hattı’nı aramaya, polis ekipleri de sokak düğünlerini sonlandırmaya bıkmıştı… Tam bir ‘oh’ çekmeye hazırlanıyorduk ki, bu sefer de Ramazan davulcuları yakamızı bırakmadı…
Yıl 2011… Keşan; Avrupa’ya açılan medeniyet kapısı… Güya! Ancak biz hâlâ Ramazan davulcuları ile sahur yapılmayacağını idrak edemedik… Anlarım; gelenektir, görenektir, örf ve adettir... Tabii ki geleneklerimizi yaşatacağız… Ancak saat 04.12’de biten imsak vakti için 02.15’te davul sesiyle uyanarak mı? Hangimiz sahur sofrasında 2 saat oyalanıyoruz? Samimi olalım ve örf ve geleneklerimize sığınmayalım…
Zaten hava sıcaklığı normalin üzerinde seyrediyor ve Ramazan ayında oruç tutan vatandaşlarımızın birçoğu sıcaktan uyuyamadıkları için geç saatlere kadar oturuyor, yemeğini yiyor, ertesi gün mesai yapacağı için yatarak, uykusunu almak istiyor. Ancak saat 02.15’te başlayıp 04.00’e kadar sokaklarda gezen davulun sesinden de uyuyamıyor…
Daha erken yatıp, saatini 03.15’e kuran vatandaşlar ise yine malum davul sesi nedeniyle 1 saat önce uyanmak zorunda kalıyor ve sinir harbi yaşıyor. Çünkü bu vatandaşlarım da ertesi gün mesai yapacak ve 1 saat fazla uyumaları hem sağlık, hem de mesai yapıyor olmalarından dolayı önem arz ediyor… Oruç tutmayan ya da tutamayanlar içinse davulun sesi ‘Azrail geldi… Aç kapıyı’ gibi bir şey oluyor…
Bu yazımı ‘Müslümanlık bitmiş’, ‘Ramazan’a saygı kalmamış’ gibi algılayanlar olursa hiiiç umurumda değil… Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış… Keşan’da 54 bin nüfus varsa, onu bunu bilmem ama en az 40 bini benim gibi düşünüyor…
Eskidenmiş o davulcularla sahura kalkmak. O zamanlar daha çalar saat bile icat edilmemiş… Edilmişse bile bizim memlekete yolu düşmemiş… Ailenin 6 ferdinden 5’i de sabah işe gitmiyormuş… Yokluk, yoksulluk, sefalet diz boyu değilmiş… Evin reisi çalıştı mı, ailesini geçindirirmiş… O devirler kapandı artık… Şimdi 5 kişilik aileden 4’ü çalışıyor ve sabah erken kalkıp, yol alıyor. 3 gün üst üste geç kalırsa da kapının önüne koyuluyor…
Bu Ramazan ayına da böyle başladık, bu saatten sonra da bir şey yapılacağını beklemiyorum. Zaten hangi soruna çare bulundu ki, buna da bulunsun! Vatandaş da kim oluyor… Üç beş kişi karar veriyor, arkadan sürüler otlayıp duruyor.
Türkiye’de 73 milyon koyun! Keşan’da 54 bin! Var mı fark? Tabii ki yok… Güdülelim bakalım nereye kadar…
Çok zor ya bu işleri yoluna koymak… Dünya meselesi! Alt tarafı alırsın davulcuları karşına ‘vatandaş şikayetçi’ dersin, ‘sizin Ramazan hasılatınız nedir?’ diye sorarsın. Hatta gönüllü vatandaşlar bile ‘biz bahşişimizi peşin verelim, yeter ki gürültü kirliliğinden mağdur olmayalım’ diyeceklerdir.
Ama zor bu işler beya… 30 davulcuyu toplayacaksın, karşına alıp konuşacaksın, izahını yapacaksın… Ne gerek var… Güdüyoruz bizim koyuncukları, düzen bozulur mu şimdi!

BENİM, DOĞUDAKİ VATANDAŞIMDAN NE FARKIM VAR…


Bizim Romanlar dobra insanlar… İçleri dışında… Geldi yine geçenlerde bir Roman kızı gazetemize… İş arıyormuş kendine… ‘Ticaret Lisesi mezunuyum ama iş bulamıyorum’ diye dert yandı… Roman kızımız bizi ziyarete gelmişken, bir iki laflamadan salar mıyım hiç… Başladık muhabbete…
Roman kızı: Şengül abama (ablama) süledim (söyledim) ama vermedi Erikli’den küçücük bir yer bana. Em (hem) aylarca gezdim peşlerinden, tabanlarım şişti gezerkene…
- Erikli’de yeri ne yapacaktın?
Roman kızı: İnci boncuk yaparım. Satacaktım, alacaktım üj bej kuruş.
- Boşver beya… Hadi gene TOKİ konutlarınız başladı, hızla da ilerliyor, yakında apartmanda oturacaksınız.
Roman kızı: Aman be abam kim oturur orada. Dağ başına gider miyiz hiç. Kim verecek onun kalorifer parasını. Biz alışmışız düz ayak evlerimize girmeye, hem hayvanlarımız ne olacak? Boşuna yaparlar onları, oturamaz bizim Romanlarımız. Apartman katı vereceklerine, versinler bir arsa da yapalım bildiğimiz gibi evlerimizi. Temizimiz var, pisimiz var. İç (hiç) ben girer miyim erkesin (herkesin) arasına…
- Boşuna mı yapılıyor yani bu evler, bize kalacak galiba sizin TOKİ’ler.
Roman kızı: Aman alın tepe tepe oturun, biz istemeyiz oralardan evcik. Gitmez bizim kızancıklar oraya. Alışmışız biz kapı önlerinde yaygı yaymaya… Küpeklerimiz (köpeklerimiz) var, atlarımız var, eşeklerimiz var. E ne olacak bu hayvancıklar? Olmaz abam o iş, boşuna uğraşır ustacıklar…
Roman kızımız, kendisi gibi birçok Roman vatandaşın bu evlere gitmeyeceğini belirtti ifadesinde. Peki kime yapılıyor bu Roman konutları? Roman konutları bir yandan, sosyal konutlar bir yandan yükselip duruyor. Ancak kimin ya da kimlerin oturacağı belli değil…
Doğu’dan ve Güneydoğu’dan mı birileri gelip oturacak bizim konutlara… Tamam anlarım, onlar da bizim vatandaşlarımız, canlarımız ama Anadolu topraklarında bizim evlatlarımız haince öldürülüyorsa, şehit ediliyorsa, analarının, babalarının, eşlerinin, evlatlarının gözünden yaş eksilmiyorsa, biz de sesimizi yükseltmek zorundayız…
Bu ayrımcılık değil, bu bölücülük değil. Bu; sesimizi yükseltme… Bu; şehit düşen evlatlarımızı kabirlerinde rahat uyutma… Bu; ben Şırnak’ta, Hakkari’de, Kars’ta ne kadar rahat gezebiliyorsam; Şırnaklının da, Hakkarilinin de, Karslının da benim memleketimde o kadar rahat gezebilmesi… Madem kardeşiz, madem hepimiz Türk’üz, madem aynı bayrağın altındayız, o zaman ben Şemdinli’ye ne şartlarda gidip, ne şartlarda kalabiliyor ve yaşayabiliyorsam; Şemdinlili bir vatandaş da benim memleketime aynı şartlarda gelip, aynı şartlarda kalıp, aynı şartlarda yaşayabilmeli…
Ben vergimi vereceğim, benim maaşım elime geçmeden devlete bütün kesintiler yapılacak, ben elektrik faturamı zamanında ödeyeceğim, faturam çok gelmesin diye fişi prize her taktığımda düşüneceğim ama Doğu’daki vatandaşım sabahtan akşama kadar fişi prizden çıkarmayacak, fatura derdi olmayacak…
Ülkede adalet var! Hak var! Hukuk var! Peki, benim Doğu’daki vatandaşımdan ne farkım var…

25 Kasım 2011 Cuma

ALLAH İNSANI ŞAŞIRTMASIN…

Son 1 hafta içinde yerel basında çıkan kaza ve hırsızlık haberlerini mutlaka okumuşsunuzdur ve birçoğunuzun hafızalarında yer etmiştir.

Önder Caddesi’nde meydana gelen 2 ayrı kazada; biri manav, biri de konfeksiyon dükkanına olmak üzere 2 araç iş yerlerine misafir oldu(!)

Keşan’ın o meşhur çukurlu, yamalı, engebeli caddelerinden de değil Önder Caddesi… Kaldırımları da yerden 20 santimetre yüksekte…

Hani araçların tekeri kayıp yan dönsün, çukura girip takla atsın, kaldırım düşük olsun yukarı çıksın hesabı…

Ancak gecenin bir vakti kafayı bulan vatandaş, ‘şişenin içinde durduğu gibi durmayan’ o alkol yüzünden araçlarını kafasının estiği yöne çeviriyor… Kendine verdiği zarar yetmiyormuş gibi, bir de hiç günahı olmayan, belki de o saatte bilmem kaçıncı uykusunda olan vatandaşı da ayağa dikip, hasar gören dükkanının başında sabaha kadar nöbete mahkum ediyor...

Alkol yüzünden kaza yapıp, hayatını kaybedenler için ise ‘Su testisi su yolunda kırılır’ demekten başka bir şey aklıma gelmiyor...

Bizim idareciler ne yapıyor... Mekanları artırabilmenin yollarını ve püf noktalarını arıyor(!) Önlerini kapatmak ve engel olmak yerine, ‘hodri meydan, meydan bizim-sizin’ diyor...

Bu arada hırsızlık olaylarının yine artıp, işin çığırından çıktığını basın mensupları olarak gözlemlemekteyiz... Bunu daha önce de bir başka yazımda belirtmiştim… Ancak aynı çocukların, benzer suçları sürekli işlemeleri ve yakalanmalarına rağmen ıslah edilmelerine yönelik bir şey yapılmaması rahatsızlık verici… Bir çocuk düşünün; hakkında 140 dosya var ve hepsinde hırsızlık yaptığı yüzde yüz kanıtlanmış... Ancak çıkarıldığı bütün mahkemelerde, yaşı küçük olduğu için ‘serbest’ bırakılmış... Evet, ‘çocuktur, küçüktür, ana kuzusudur, hapiste mi çürüsün’ diye düşünebilirsiniz… Ancak bu tip çocuklar için yapılmış “Çocuk Islah Evleri” var… Eğer bir çocuk 140 kere benzer suçlardan dolayı ele geçirilmiş ve suçu ispatlanmışsa, bu çocuğun yeri ‘meydanlar’ mı yoksa ‘Çocuk Islah Evi’ midir? Takdiri yargıya ve kamuoyuna bırakıyorum...

ADRES ASRİ MEZARLIK ÇIKTI!

Keşan’ın stratejik planı hazırlanırken, bir yandan da 2023 yılında nasıl bir Keşan hayal ediliyor çalışması yapılıyor cümbür cemaat.

Devletimin memuru başını kaldıramaz oldu, toplantıya davet gönderilerini dağıtmaktan.

Hatta bir yetmedi, iki makam şoförü birden görevlendirildi gönderileri dağıtmak üzere…

Şimdi merak ediyorsunuz değil mi, sonu kime dokunacak bu köşe yazısının diye...

Daire amirleri, yerel yönetim temsilcileri, sivil toplum kuruluşu ve dernek temsilcileri, iş adamları, öğretim görevlileri derken ... katılımcılar da her geçen gün biraz daha çeşitlendiriliyor, Keşan’ın stratejik planlamasında daha verimli sonuç alınması adına...

Geçen gün de cep telefonum çaldı, bilgi alınmak üzere Keşan Kaymakamlığından aranıyordum.

Telefondaki ses “Neşe Hanım, Keşanlı gazeteci Tevfik Işık’ın adresi ya da telefonu var mıdır sizde, kendisine ulaşmamız lazım da...” dedi.

Biraz duraksadım ve “Hayrola, ne için gerekliydi?” diye sordum.

“Toplantıya davet edeceğiz de, o nedenle adresi ya da telefonu gerekiyor” cevabı verildi.

Ciddiyetimi bozmadan yapıştırdım cevabı; “Zat-ı alileri yaklaşık 5-6 yıldır Asri Mezarlık’ta ikamet ederler.” diye.

Karşı taraftan bir süre ses gelmedi ya da espri yapıyorum diye algılandı. Ancak ben ve gazetedeki mesai arkadaşlarım, telefonu kapatır kapatmaz kahkahayı patlattık bir anda, “Adres Asri Mezarlık çıktı” diye.

Ulaşmaya çalıştıkları merhum gazeteci ağabeyimiz hakkın rahmetine kavuşalı epey bir zaman olmuştu.

Sonra kendi kendime düşündüm ve Kaymakam Bey’e de hak verdim merhumlara ulaşmak istemesi fikrinde!

Kaymakam Bey sanırım ümidi kesti memurumdan; “Artık merhumlarla Keşan’ın stratejisini hazırlamaya karar verdim” dedi kendi kendine…

Haksız da değil hani, bunca yıl Keşan’da görev yapıp, Kaymakamlık katında hizmet eden ve Keşan’da az sayıda bulunan gazetecilerin yaşayıp yaşamadığını bilmeyen memurum olursa; Kaymakam Bey’in tabii ki ihtiyaç duyması normal merhumlara...

Bu arada merhum ağabeyimiz Tevfik Işık da anılmak istiyormuş ve vesile oldu Kaymakamımız da.

Nur içinde yat Tevfik ağabey; mekanın cennet olsun.



                                               ********

Bu arada bugün kutlanacak Hersekzade Ahmet Paşa Camii’nin 500. yıl dönümü nedeniyle, ben davet gönderdim merhum Ahmet Paşa’ya haberiniz ola, adres bulmakta zorluk çekilmemesi anlamında!

                                            ********

Vatandaşımız da; bugün daire amirleri ile bir işi veya imzası varsa, bütün daire amirlerinin kutlama nedeniyle çevrimdışı olduklarını unutmasa!..

OTA-B.KA 155 POLİS İMDAT…

Son günlerde vatandaşlar, 155 Polis İmdat Hattı’nı aramayı kendine ödev edindi sanıyorum… Ne kadar bu hattı doğru kullanan vatandaşlarımız varsa, bir o kadar da gereksiz yere meşgul eden vatandaşlarımızın bulunduğu aşikar...

Hatta bu vatandaşların yakında ‘tüpüm bitti(!), yağım kalmadı(!), şeker lazım(!), çocuğumun bezi tükendi(!)’ diye de arayacağından korkmuyor değilim…

Alt tarafı iki çocuk gazete tutuşturuyor, bizim vatandaş da ‘yangın var’ deyip, ortalığı ayağa kaldırıyor. Yangın olduğu belirtilen yere polis ve itfaiye ekipleri ivedilikle geliyor… Bir bardak suyla söndürülebilecek ateş için ‘kıyamet kopmuş gibi’ telaş ediliyor…

Devletin arabaları su yakıyor ya… vatandaş da bu suyla yangının söndürüleceğini zannediyor(!) O nedenle de ‘ota, b.ka 155 Polis İmdat’ diyor…




‘ÇILGIN PROJEM’ TUTAR MI?

Keşan 2023’e hazırlıyor kendini Stratejik Alan Arama Toplantıları ile… Çeşitli gruplar katıldı ve Keşan’ın gelişmesi için ortak akılla neler yapılması gerektiği masaya yatırıldı.

Bugün de engelli vatandaşlarımızın katılımı ile arama toplantılarını tamamlamış olacağız.

18 Nisan’da başlayan toplantılarda sadece birkaç ankete katıldım değerlendirme yapmak üzere. Ancak görüş belirtmek üzere söz almadım. O nedenle de görüşümü yazılı olarak ifade etmek istedim.

Keşan’ı 2023’e nasıl mı hazırlarız? Mevcut haliyle hazırlarız dersek; kendimizi kandırırız. O zaman ne yapalım bana göre…

Keşan’ı baştan sona yıkalım. Tam merkez noktaya ofset bir makine (para basma makinesi) yerleştirelim. Kuzeyine eğitim ve sosyal alanlarını; güneyine tarım alanlarını; doğusuna kültür ve turizm alanlarını; batısına da sosyal konut ve sağlık komplekslerini projelendirelim. Ofsetten bastığımız paralarla da projeleri hayata geçirelim.

Bu arada batı bölüme de Keşan Ticaret Borsası’nın hayali Kongre ve Fuar Merkezi’ni yerleştirmeyi unutmayalım!

Yine kuzey batı kısmına kamu binalarını; güney doğusuna da spor komplekslerini inşa edelim. Keşan merkeze de dört noktadan ayrı ulaşım verelim. Her şey tamam mı; tamam.

Sıra geldi zulaya. Para basma makinemizden epey bir miktar para basıp, kenara zula yapalım ve makinenin yerine de Saros Körfezi’nden kanal projesi ile denizi getirelim. Ve bir sahil kenti yaratalım. Sonra da basıp zula yaptığımız o paralarla sahil kenarını Keşan halkının nefes alacağı, trafikten uzak ve her türlü sosyal imkandan faydalanacağı bir alan haline getirelim. ‘Çılgın projem’ nasıl; tutar mı sizce…

DEVLETİN AVUKATI ‘ALTIN’DAN;

Vatandaşım duydu ‘af’fı… Yararlanmak için de ‘af’çılarda aldı soluğu… Önce TREDAŞ’ın merdivenlerini tırmandı; elinde üç icra kağıdı ile… 312 TL, 350 TL ve 29O TL olmak üzere toplam 952 TL’lik borcuna taksit uygulatmak istedi. Bir kerede ödeme imkanı olmadığı için ‘af’ ona bayram geldi. Memur baktı vatandaşımın yüzüne… Ve dedi ki vatandaşıma; ‘312 TL’ye karşılık 190 TL; 350 TL’ye karşılık 213 TL; 290 TL’ye karşılık da 175 TL; yani toplam 578 TL’yi git öde avukata; sonra gel taksitlendirme yapalım 952 TL’ye’

Vatandaşım heyecanla çıktığı merdivenleri bu sefer dalgın dalgın inmeye başladı, kafası karıştı ama daha ödenmemiş başka kurum faturaları da vardı cebinde… ‘Belki ben anlamadım’ dedi kendi kendine.

Bu sefer Türk Telekom’a geçti… Yine icraya düşmüş 153 TL’lik faturasından kurtulup, taksitlendirme yapmak üzere. Bu memur diğerinden daha da insafsız çıktı ve ‘önce 200 TL’yi öde avukata, sonra gel taksitlendirme yapalım 153 TL’ye’ şeklinde karşılık verdi vatandaşıma. Biçare vatandaşımın kalbi durdu duracak… Borçtan kurtulma hayalleri ile başladığı yolculuğunun, hüsranla sona ermesinin burukluğu çöktü içine…

Halbuki borcu bu kadar da değildi… Daha Belediyeye ödemediği 2 bin TL’lik su faturası elinde kalakalmıştı. Bu borcuna karşılık avukata kaç para ödemesi gerekeceğinin hesabını yaparken, buldu kendine Belediye kapısında…

Başkan Yardımcılarından bir tanesi kapıda hazır bekliyordu, vatandaşa yol göstermek adına… Korka korka uzattığı borç kağıdını vatandaşım Başkan Yardımcısına… Sonuç mu? Başkan Yardımcısı dedi ki vatandaşıma; ‘2 bin TL’lik faizli borcuna af geldiği için 900 TL’ye düştü. Ancak 33 TL avukat bedeli var. Borcun olan 900 TL’ye de taksitlendirme yapılacak’

Vatandaşım ilk önce inanamadı… Tekrar izah etmesini istedi Başkan Yardımcısından. Lakin ikinci kere de aynı rakamların telafuz edildiğini duyunca, bastı ‘oyu’nu vatandaştan yana…

Sonra mırıldandı kendi kendine, ‘devletin avukatı altından; belediyenin ki gümüşten!’ diye…




8 YIL DA BİR ŞEY Mİ!

Geçtiğimiz günlerde yapılacak bir etkinliği beklerken arkadaşlarla daldık sohbete. Gündemdeki konuları irdelerken, laf döndü dolaştı geldi Keşan’a… O arada yoğun trafik akışı ve araçların yoldaki çukurlar nedeniyle dans edişi çekti dikkatimizi… Sohbetimizin ana teması bir anda yol ve trafik sorunu oldu. Herkes ne biliyor ve görüyorsa döktü içini. Hemen yanı başımızda, Keşan’dan taş çatlasın 60 kilometre mesafedeki Yunanistan köylerine geldi konu. Köylerde bile trafik ışığının bulunduğu belirtildi ve Keşan ile kıyaslama yapıldı.

Biri fısıldadı ‘Bırakın köyleri, Keşan’ın merkezini; şu merkez çıkışlarındaki ana arterlerdeki trafik ışıklarına bir ayar yapsalar da sürücüler kırmızı ışıkla yeşil ışık arasındaki süreye kendini ayarlasa’ diye. Süre belirtilmemesinin ne kadar tehlike arz ettiği ve sürücülerin kontrolde zorlandığı ifade edildi.

Bu muhabbetin ortasına devletimin bir memuru girdi ve ‘Ah be abla, geldim gidiyorum, bu yolların hali hep aynı. Arabamı yaptırmaya bıktım. Maaşımın sekizde biri araba bakımına gitti her yıl.’ dedi. ‘Kaç yıldır görev yapıyorsunuz Keşan’da’ diye sorduğumda ise ‘8 yıldır’ cevabını verdi.

Gülümsedim ve şöyle dedim devletimin memuruna: “Ben doğdum, yolun yarısını geçtim, ölüm yaklaştı hâlâ bir şey göremedim. 8 yıl da ne ki!”


İŞİMİ BAŞKASINDAN MI ÖĞRENECEĞİM…

Bu aralar herkes gazetecilik mesleğine özenir oldu. ‘Bak falanca yerde bir şey olmuş’, ‘Kaza oldu haberin var mı?’, ‘Binaya bak cadde üzerinde kaç katlı, yarısı kaçak yazsana’, ‘Ambulans geçiyor, görmüyor musun?’, ‘İstanbul 1 lira olmuş habere bak!’… Örnekleri çoğaltmak mümkün tabii ki… Vatandaşım gazetecilere yardımcı olmak adına ne duyarsa, bilgi vermeye çalışıyor tüm iyi niyetiyle… ‘Haber benden, sen git yap araştırmanı’ diyor, doğru ve etik bir şekilde… Hepsine de teşekkürler; yanımızda olduklarını bildiğimiz düşüncesiyle…

Ancak geçtiğimiz günlerde bir olay yerinde fotoğraf çekmeye çalışırken, jandarma tarafından yapılan bir açıklama tüm sinirimi tepeme çıkardı.

Daha önce de aynı durumla karşılaşmıştım ama bizzat karşılıklı görüşerek, yapılan davranışın yanlışlığını izah etmiştim kendilerine…

Kusur bende diyorum. Çünkü izahatta kusur edip, hatalarını tam anlatamamışım sayın jandarma ekiplerine...

Olay yerine giden ve olayın başından sonuna kadar takip eden bir gazeteciye; “Sizin fotoğraf almanıza gerek yok! Yarın gelin istediğiniz kadar fotoğraf verelim size…” ifadesi kullanmak, bana göre; “Siz bu işi yapamıyorsunuz, makinanızı bırakın…” demektir…

Sayın jandarma ekipleri, biz işimizi zekamız ve bilgimiz elverdiği ölçüde yapıyoruz. 

Severek, canı gönülden, her şeyi göze alarak, doğru bildiğimiz yoldan şaşmadan yapıyoruz işimizi… Fotoğraf çekerken; jandarma şapkasını takmış mı, takmamış mı, yeleğini giymiş mi, giymemiş mi? takıntılarıyla ilgilenmiyoruz. Olay anını ve olayın özündeki kişileri en iyi şekilde görüntülemeye çalışıyoruz… Siz şapkanızı ve yeleğinizi eğer şart olup giymemişseniz, bu; “Bir gazetecinin olay yerine fotoğraf makinesiz; bir doktorun ameliyata neştersiz, bir öğrencinin okula kitap-deftersiz; bir avukatın davaya dosyasız” gitmesine benzer… İşimi nasıl ve ne şekilde yapacağımı sizden öğrenecek değilim… İlginiz için teşekkür eder; şapkalı ve yelekli günler dilerim!

KEŞAN’I ZEHİRLEYENLER KİM?

Kış geldi… Keşan’daki hava kirliliği yine baş gösterdi… Keşan Belediyesi uyarıyor: “Kalorifer kazanlarınızı falanca saatler arasında ateşleyin…”

Ben de Keşan Belediyesi yetkililerine soruyorum: Keşan’da yaşanan hava kirliliği neden Malkara’da, Gelibolu’da, Şarköy’de yok? Neden bu kirlilik en çok Keşan’da görülüyor?”

Keşan’da olmadığı gibi Malkara’da, Gelibolu’da, Şarköy’de de doğal gaz yok… Onlar da kömürle ısınıyorlar… Ancak bu ilçelerde hava kirli değil… O halde bunun bir sebebi olmalı…

Keşan’a giren kömürlerin kontrolü gerektiği şekilde yapılmıyor mu? Keşan’a kömür nereden ve kimlerden geliyor? Yoksa kömürümüzün içine de başka ilişkiler mi girdi(!)

Cumhuriyet Halk Partili bir Belediye… Halkın yanında, işçinin yanında, biçarenin yanında olan Belediyemiz… Keşan’ı zehirleyenler kim? Keşan’a doğal gazın gelmesi bilerek mi engelleniyor ya da konunun üzerine mi gidilmiyor?

Keşan halkına sesleniyorum: Arayın kömürle ısınan çevre ilçeleri ve hava kirliliği hakkında bilgi alın. O zaman doğal gazı ısrarla istememize ve bugünkü şartlarda altından kalkamayacağımız bir maliyetin altına girmemize de gerek kalmaz… Keşan’ı zehirleyenleri ortaya çıkarmama destek verin ve benim gibi konunun üstüne ısrarla gidin… Bakalım altından neler çıkacak hep beraber görelim(!)

24 Kasım 2011 Perşembe

KAHRAMANLAR HEP AYNI…

Keşan’da gün geçmiyor ki silahlı ya da bıçaklı yaralama olayları yaşanmasın… Hemen hemen her gece bir olaya tanık oluyoruz. Tabii ki birçoğuna da gazetemizde yer vermiyoruz. Yer vermeye kalksak, asayiş olaylarından başka haberleri okumanız mümkün olmaz…
Hoş, yer versek ne olur ki… Kahramanlar hep aynı… En fazla 3 ya da 5’i sahneden ayrılıp, kısa süreliğine yok oluyorlar… Aynı yerler, aynı kişiler ve aynı kahramanlarla film çevriliyor bu şirin ilçemizde…
Sorumlusu kim? Şişede durup da midede uslu durmayan ‘Alkol’… ‘Babamdan ben böyle gördüm’(!) misali...
Keşan’da alkol kullanımında yaş sınırı iyice aşağılara düştü… Dolayısı ile suç işleyenlerin yaş ortalamasına bakıldığında 20’li yaşlarda seyrediyor… Ancak orta yaş ve üzeri alkol bağımlıları kendilerini frenlerken; ergenlik çağındaki gençlerin freni tutmuyor...
Geçtiğimiz hafta içinde saat 02.00 sıralarında bir silahlı yaralama olayı meydana geldi ilçemizde. Hem de Keşan’ın tam merkezinde… Birkaç saat önce de bir genç annesini yaralamıştı bıçakla… Ondan önceki ve sonraki gecelerde de yaşanmıştı yaralamalı olaylar…
Faili meçhul deseniz değil… Bütün olayların failleri hem de aynı gece belli oluyor… Ancak birçoğu ertesi gün çıkarıldığı mahkemece ya yaşı küçük olduğu için, ya da ‘öldürmediği(!)’ için serbest bırakılıyor… Daha doğrusu kanunlar öyle emrediyor…
Onu bunu bilmem ama kanunlar daha bu şekilde emrederse; devletin parası daha çook boşa gider… Suçluları yakalayan polislerin aldığı maaşı, araçlarda kullandığı benzini, sarf ettiği emeği bir düşünsenize… Madem ki suçlu olmak bu kadar basite indiriliyor, o zaman bırakın herkes alsın eline tabancayı rastgele ateş etsin, kim kimi bıçaklamak istiyorsa bıçaklasın… Boş yere ne devletin parası çöpe atılsın, ne de kulun emeği hiçe sayılsın…

YA 1 DEĞİL, 2 VALİZ OLSAYDI!

Geçen hafta içinde bir vatandaş tarafından çöpe atılan ancak büyük ihtimal başka bir vatandaş tarafından da kullanılabilir vaziyette olduğu görülen lacivert renkli valiz, polisi harekete geçirdi.
Vatandaşın can güvenliği için geniş güvenlik tedbiri alan polis, yine güvenliği için emek sarf ettiği vatandaşa da 2 saat boyunca hesap verdi…
Bizim insanımız zeka özürlü mü, algılama yeteneği mi yok, yoksa olayları hafife mi alıyor, anlamadım gitti… Her ne olursa olsun, Tugay lojmanlarının tam karşısındaki durakta çok da eski olmadığı görülen sahipsiz bir valiz… Çoğunuz bu boş valizlerin ne gibi sonuçlar yarattığını televizyonlarda izlemiş, basında okumuş ya da bir şekilde duymuşsunuzdur… Gerçi bizim aklımızda filmlerde yaşanan evliliklerdeki aldatma sahneleri, zengin aile yaşantıları, kavgalar, dövüşler kalıyor… Böyle ders verici, her an hepimizin karşılaşması olası durumları siler geçeriz hafızalarımızdan… Silip geçtiğimiz için de ‘alt tarafı valiz işte’ der, ne kapanmış ve güvenlik önlemi alınmış yol tanırız, ne de polis…
O gün yaklaşık 10 polis memurunun tedbir aldığı o saatlerde en çok da Tugay lojmanlarında oturan bayanların tedbir alınan alana girmek istemeleri de ayrı bir muamma(!) İhbarı yapan sizin personel, valiz sizin oturduğunuz lojmanın karşısındaki durağa konmuş, ortalığı siz ayağa kaldırdınız, bir de sıkılmadan ‘5 dakikada evimize gireriz’ diyorsunuz… Pes doğrusu... İlköğretim çağındaki çocukların dahi yapmayacağı davranışta bulunmaları biraz düşündürücü geldi bana… Hatta bir polis memuru dayanamayıp ‘Asker eşisiniz siz bari yapmayın’ dedi… Aslında az bile dedi…
Bu arada 2 saat boyunca yolun trafik akış yönünün değiştirilmesi, Keşan’ın alternatif yol ihtiyacını da bir kez daha ortaya çıkardı. Kazara aynı saatlerde şüpheli 1 değil, farklı noktalarda 2 valiz ihbarı olsaydı ve o bölge de trafiğe kapatılsaydı, Keşan’ın hali nice olurdu…
Ne öğrenciler okula, ne de vatandaş işine gidebilirdi…
Artık ne yapıp edin de şu Kasım ayı meclis toplantısında trafik konusunu gündeme getirip, bu işi kökten çözün… Sadece otopark sorununu çözmekle bu iş bitmez, alternatif yolları da bir an önce düzenlemeniz gerekiyor… 1 valiz, 100 metre ve 2 saat güvenlik tedbiri, iki katına çıkarsa vay Keşan’ın haline derim…

BAŞBAKANIM ‘AKIL VERGİSİ’ DE TOPLAMAYA BAŞLAYIN

Hükümet’ten zam üstüne zam… Akaryakıta zam; çok gezmeyin, görmeyin(!) Tütün mahmullerine ve alkole zam; içmeyin, sağlıklı yaşayın(!) Gıda maddelerine zam; yemeyin, diyet yapın(!) Yakacağa zam; ısınmayın, uyuşmayın(!)
Vatandaş gezmesin, görmesin, içmesin, yemesin, ısınmasın…
Siz gezin, görün, yeyin, için, ısının… Sonra da gariban vatandaşımla istediğiniz gibi oynayın…
Şimdiye kadar vatandaşım yarı açtı ve istediğiniz gibi idare ettiniz… Bir torba kömüre, bir poşet kuru erzağa, iki üç parça partala oyunu satın aldınız… Ancak o zamanlarda vatandaşım henüz akli dengesi yerinde ve oy pusulasındaki partileri ayırt edebilecek konumdaydı…
Bundan sonraki seçimde ise ne yapsanız kâr etmeyecek… Vatandaşımın %80’i kafayı sıyırmış, %10’u yatalak, %10’u da bitkisel hayatta olacak… Kafayı sıyıran %80’lik kesim de eğer amblemlere göre oyunu kullanırsa, ki büyük ihtimal öyle olacak, o zaman da aç karnını doyurmak için ya DSP’yi ya da LDP’yi seçecek… Ne de olsa birinde kuş, birinde yunus var…
Sayın Başbakanım; zamlar geliyor, vergiler vatandaşımın sırtına yükleniyor… Bir de ‘Akıl Vergisi’ adı altında vergi toplamaya başlasanız nasıl olur? Hiç olmazsa o zaman zenginler ve üst tabaka bürokratlar da vergisini ödemiş olurlar… Hiçbirinin vergiden kaçıp kendisine ‘Ben geri zekalıyım’ dedirtecek hali yok ya… Biraz akıllı geçinen kesimin de vergilerinin tadına varın… Belki iyi gelir de vatandaşıma yüklediğiniz vergilerden vazgeçer; bundan sonra asıl vermesi gerekenlerden toplama düşüncesine giderseniz…
*
Ankara’dan zam rüzgarları eserken; bizim Keşan’da ise kızancıklar donuyormuş… Baksanıza hava sıcaklığı 5 dereceye kadar inerken, Anafartalar İlköğretim Okulu’nda öğrenciler soğuktan titreyip, dişlerini bile kırmış(!) Meğer okulda kullanılır vaziyette bir kalorifer kazanı bile yokmuş… Günaydın sayın idareciler, günaydın… Kış mı erken geldi, siz mi beklemiyordunuz? Bu telefon dolandırıcılığı şebekesi fena çarptı galiba bizim idarecileri… Kendi dertlerinden, okulların ve öğrencilerin halini sormayı unuttular mı acaba?
Bu arada haydi hayırlısı… Bizim mekancılara yer bulunmuş duyduğuma göre… Keşan merkezden uzak olan Zahireciler Sitesi onlar için uygun görülmüş… Doğrusu kim düşündüyse de, iyi düşünmüş… Vatandaş rahat, malları da garantide olsun. Kimse ‘Bu gece benim kapımın önündeki arabaya mı toslayacaklar acaba’ diye düşünüp durmasın…

TOKİ KONUTLARINA ZAYIFLAR MÜRACAAT ETSİN!

Keşanlılar büyük bir özlemle TOKİ konutları için bir an önce müracaatların alınmasını bekliyor… Herkesin düşüncesinde, umudunda ‘ev sahibi olma’ hayali yatıyor… Vatandaş gördüğü yerde ‘var mı müracaatlarla ilgili hayır-haber’ deyip, yolumuzu kesiyor…
Var… Ben veriyorum size bir haber… Aman kilolular müracaattan kaçının(!) Aklınızı başınıza toplayın… Geçtiğimiz cumartesi günü gezdim, gördüm… Bloklar yükselmiş, işçiler harıl harıl çalışıyor… Az daha gayret etseler 2 ayda oturulacak konuma gelir… Ancak katların arasındaki beton yüksekliğini karışımla ölçtüm… Bir karış… Durum böyle olunca da hemen hayal gücümü kullanıp, kendimce bir senaryo yazdım… Konusu da ‘Bu konutlarda kimler oturabilir?’ oldu…
Bana göre; 0-45 kilo arası, en fazla hanede 3 kişi, zorunlu ev eşyaları harici fazladan bir şey olmaması, sakin, yumuşak huylu insanlar…
Eğer; 45 kilonun üzerinde olur ve hane sayısı 3’ü geçerse, kendinizi her an bir alt katta bulma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirsiniz… Yine ev eşyanız fazla ise 1 karış beton kaldırmaz ve alt kata misafirliğe kısa yoldan inersiniz… Ve yine sert karaktere sahip, kavgacı bir yapınız varsa ve aile içi şiddet uygulanırsa, o binalar ne sesi, ne gürültüyü, ne de kavgayı kaldırmaz ve konu komşuya rezil olursunuz…
Anlayacağınız; çok fazla heves etmeyin… Bize, ne devletten, ne yerel yönetimden fayda yok… TOKİ konutlarını gördüm, Belkoop sakinlerinden gelen şikayetler de bugünkü gazetemizde yer aldı…
Biz yine kaldık müteahhitlerin eline… İnşallah bizim müteahhitler de Yalova ve Gölcük’tekilerine benzemez!

VATANDAŞ, ÇÖZÜMÜ GAZETECİLERDE ARAMAYA BAŞLADI…

Keşan Kaymakamı Ahmet Narinoğlu, gün içinde mesaisinin büyük bir bölümünü Keşan’ın stratejik planlamasına ayırıyor. Etrafına topladığı 5-10 memuru da stratejik planın içine gömüyor.
Planlarda benim garip köylümün çeltik ekim alanlarına sınırlama getiriliyor; alkollü eğlence alanlarının genişletmesine göz yumuluyor(!)
O halde stratejik planın uygulanmasında en büyük rolü çeltik ağaları ile mekancılar oynuyor…
Sonra da gazetecilere kafa tutulup, ‘Neden tartışma konusu yapıldı?’ deniliyor… Gazeteciler, üzerinde eksiklik ya da yanlış gördüğü konuları tartışmaya açar… 3-5 kişinin değil, çoğunluğun ve mantıklı olanın kararına bakar… Nasıl köy muhtarlıkları tarafından yürütülen içme suyu ve kullanma suyu işlerinin Keşan Köylere Hizmet Götürme Birliğine devredilmesi konusunu gündeme taşıyıp, zoraki bir uygulamaya boyun eğmeye engel olmada büyük rol aldıysa, çeltik ekiminin yasaklanmasında da köylünün yanında oynar…
Suyla, çeltikle oynayacağınıza, Keşan’ın merkezinde bulunan eksiklikleri gidermeye çalışın… Sürekli rapor tutup kağıt harcayacağınıza, yazılanları uygulamaya sokun…
Vatandaş artık dişi ağrısa gazetecilere dert yanar oldu… Devletin ve yerel yönetimin başaramadığını, basın yoluyla çözmeye çalışmaya başladı…
TOKİ konutlarına başvurular ‘gazetelere’ sorulur… Vatandaş aç ve çaresiz kalır ‘gazetecilerden’ yardım ister… Vatandaş gittiği kurumun müdürünü bulamaz ‘gazetecilere’ dert yanar… Öğrencisinin öğretmeni alınan veli yine derdine ‘gazetelerde’ derman arar… O bunu beğenmez, şu onu beğenmez… Ama hep çözüm gazetelerde aranır…
Eskiden böyle miydi? Tabii ki değildi… Herkes işini bilir, vatandaş derdinin çaresi neresiyse çözümü orada arardı…
Bugün Keşan’ın 89. kurtuluş yıl dönümü kutlanıyor… Bizim Keşan’da hâlâ yayalar yollarda, arabalar kaldırımlarda dolaşıyor! Esnaf, kaldırımları dükkan, dükkanın önündeki yolu da kendi malı gibi parselleyip işgal ediyor… Keşan’ın çöpünü toplayan çöp kamyonunun sorumlusu da gelip bana ‘Niye fotoğraf çektin?’ diye kafa tutuyor.
Nerede görülmüş çöp kamyonunun yolun kenarındaki konteynerden çöpü almak için yolun göbeğine park edip trafiği kilitlediği… Hem de her noktada… Mahalle arasında da ana caddede de aynı hikaye… Çöp kamyonunu nerede görsem, arkasında dizilmiş araç konvoyu… Bir gün manşet olacaksınız ama bakalım hangi güne denk gele…





DEPREM TOPLANTISINA KALBİM DAYANMADI(!)

Dün, Keşan Kaymakamımız Ahmet Narinoğlu başkanlığında, Keşan Yusuf Çapraz Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu Konferans Salonu’nda İlçe Afet ve Acil Yardım Planı Toplantısı yapıldı.
Toplantıya da ilgili kurum ve kuruluşların tüm yetkilileri katıldı… Biz basın mensupları genelde ön bir açıklama ile toplantılardan uğurlanırken; bu toplantıda aksine çıkmamız için hiçbir uyarı yapılmadı… Ama bu sefer de benim kalbim dayanmadı(!) Toplantı öyle bir koordineli başladı ve yaklaşık 25 dakika aynı şekilde devam etti ki(!) baktım kalp krizi geçireceğim, deprem öldürmez, idareciler öldürür(!) hesabı bu sefer de ben ayrıldım…
Maazallah o an deprem olur da önce muhtarlar kaçar(!); müdürler nerede toplanılacağını hatırlamaz(!); Keşan’ın kaç mahallesi ve köyü olduğu sorulur(!) diye… toplantıyı önce ben terk ettim…
Bir Afet ve Acil Yardım Planı Toplantısı’nda bu kadar mı koordinesizlik olur… Allah korusun bir deprem olursa, sakın ola acil kriz masası falan oluşturulacak, falanca tedbirler alınacak, vatandaş kurtarılacak diye hiç beklemeyin… Başınızın çaresine bakın; kimseden medet ummayın…
Acil kriz masası oluşturulana kadar Keşan’da taş üstünde taş kalmaz; ölen vatandaşın 40’ı çoktan okunmuş olur; yaralıların da yaraları iyileşir… Müteahhitler biraz acele ederse, yıkılanların yerine yenileri bile yapılır… Kalın sağlıcakla…

ALLAH SONUMUZU HAYIR ETSİN…

Bugüne kadar yazdığım köşe yazılarımda en çok Keşan’daki ‘umuma açık alkollü ve eğlenceli’ yerleri yani halk diliyle ‘mekancılar’ diye tabir edilen kesimi dile getirmeye çalıştım… Hatta 8 Ağustos 2011 tarihinde yazdığım “Keşan’da İşler Sözde Yürüyor!” başlıklı köşe yazımın bir paragrafında “Keşan bizim Keşan… Arkadan gelecek nesile böyle bir Keşan mı teslim edeceğiz? Kaymakam, görevi dolar alıp başını gider; Belediye Başkanı 2,5 yıl sonra süresi biter koltuğu devreder; mekancılar Keşan’ı fetheder; Keşanlı erkekler bastıkları paraların, batırdıkları mülklerinin tımarhanede hesabını yapar; geriye kalanlar da Keşan’ın girişine asılan ‘Pavyonlar Kenti Keşan’ tabelasına bakıp bakıp durur…” demiştim.
Son günlerde aldığım duyumlara göre, Keşan Belediyesi tarafından, umuma açık alkollü ve eğlenceli yerlerle ilgili alanların genişletilmesi öngörülüyormuş… Yani anlayacağınız birçok kişi bu iş yerlerinden rahatsızken; Belediyemiz tarafından bu tür iş yerlerinin daha da fazlalaştırılmasına çanak tutuluyor… Sonra mı? Sonrası Allah kerim… Yabancı firmalar, mekancılar, yabancı uyruklu hayat kadınları derken… Keşan’ı kuşatacaklar tamamen… Bize de kalacak seçenek; Keşan’a veda etmek…
Keşan’da zaten kısa süre sonra esnafın işi bitecek, yerini yabancı firmalara bırakacak… Bunalıma giren esnaf, soluğu mekancılarda alacak… Mekancılardan çıkanlar, hayat kadınlarında teselliyi arayacak(!) Hayat kadınları teselli verirken, gonore (belsoğukluğu) hastalığını da sürpriz hediye(!) olarak bırakacak… Anlayacağınız zaten bir süre sonra Keşan’dan ne köy, ne de kasaba olacak… Kolluk kuvvetleri ilçemizi basacak, alkolik ve hayat kadınları ile mücadelede yeni bir devir yaşanacak…
Bu arada bana ‘Uğraşma bunlarla, başın belaya girer’ diyenlere de şöyle bir cevabım olacak: “Bana hep beceriksiz Azrailler denk geliyor… Kaza yaptım burnum kanamadı… Yıldırım evime girdi; yandan geçti(!)… Yüksekten düştüm, ertesi gün koştum… Anlayacağınız Allah’ın verdiği canı Allah’tan başka kimse alamaz… Ne mekancıdan korkarım; ne de başkasından… Sadece korkum Allah’tan…”
Allah sonumuzu hayır etsin…

KADININ DİLSİZİNDEN BİLE KORKUN!

Keşan’ın sorunlarını yazdık, yazdık… ama hepsi satırlarda ve akıllarda kaldı… Bizim idareciler öyle geniş ki, sorunların üstüne gidip çözmeyi hiç denemedi… Mülki amirimiz strateji peşinde, Başkanımız cümbüşte…
Doğal olarak biz Keşanlılar da sorunlarla yüz yüze…
Anlayacağınız erkekler hiçbir işin üstesinden gelememekte… Onlara vereceksin alkolü, karşısına da bir hatun, bütün dünya onların(!) Ancak hatunların da boş(!) olanı… cahili… pasifi… boyalı güzeli…
Ama ya akıllısı… Aktifi… Boyasız güzeli… İşte onlarla baş etmek hiçbir erkeğin haddi değil…
Geçenlerde bir arkadaşla sohbet ediyorduk… Birden sohbetimize el kol hareketleriyle sağır ve dilsiz olan arkadaşımız ortak oldu… Bu arkadaşımızın eşi de sağır ve dilsizdi… Yaka silkti birden ve eşinden yakındı… Eşi için ‘başımın etini yiyor(!)’ dedi… Birden duraksadım… ‘Vay be’ dedim… Adam sağır ve dilsiz, kadın sağır ve dilsiz… Ama sağır ve dilsiz bir kadın, yine sağır ve dilsiz olan adamın beynini yemeyi becerebiliyor… Anlayacağınız kadın eğer kadınsa dilsizinden bile korkun! Adamın başını da yer, canını da yer, beynini de yer, parasını da yer ama… her işi de çözer…
O nedenle de bir an önce Keşan’daki idareyi erkeklerden alıp, kadınlara geçirmeliyiz... A partiye, B partiye gerek yok… kadınlar olsun yeter…
Yoksa çevre ilçelere de kötü örnek olmaya başlamışız… Uzunköprü’deki meyhaneler de ayaklanmış, hepsi kendilerine birer hatun yapmış… ‘Bizim erkekler de Keşan’a kayıyor, paraları oraya bırakıyor’ diye, Uzunköprülüler de strateji(!) geliştirip, cümbüşe(!) başlamış…

ŞİMDİKİ ZAMANIN ÖĞRENCİLERİ…


Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü… Öncelikle emekli öğretmen babam Salih Tosun olmak üzere, tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutluyorum… Aslında yazımda öğretmenler gününden ziyade, bugünün öğrencilerine dikkat çekmek istiyorum…

Hani anasının kuzusu, babasının bir tanesi, kıymetlisi öğrenciler… Bir öğretmeni tokat atsa kıyameti koparan, okuluna mini etek, boyalı saç ve makyajla giden öğrenciler… Ancak bu öğrencilerin her yaptığının arkasında duran veliler… ‘Benim çocuğum bunu hak etmiyor, benim çocuğuma bir öğretmen nasıl bağırır, benim çocuğum şöyle, benim çocuğum böyle, benim çocuğum da benim çocuğum’ diye tutturan aileler…

Evet… Sizin çocuklarınız, bizim çocuklarımız, geleceğin nesilleri…

Bütün çocuklar mı… Hayır ama abartısız yüzde sekseni…

Şöyle bir okul giriş ve çıkış saatlerinde herhangi bir okulun kapısında seyredin öğrencileri… Kaç kız öğrencinin saçı toplu, kaç erkek öğrencinin saçı olması gereken kısalıkta… Hani tek çocuklu aileler utanmasalar toka bile takacaklar erkek çocuklarına(!) Abartı yok inanın… Sadece birkaç gün takip etmeniz yeterli, benim gözlemlediğim noktaları görebilmeniz için… En son 19 Kasım Keşan’ın Kurtuluş Bayramı törenlerinde geçit yapan öğrencileri görmüşsünüzdür birçoğunuz… Ki eskiden törenlerde en çok öğrencilerin kılık kıyafeti ile saçına özen gösterilirdi… Şimdikiler kuaförden çıkıp, törene geliyorlar(!)

Kabahati öğretmenlerimizde bulmuyorum, çünkü artık öğrenciye yüksek sesle konuşsa, öğretmen ‘suç’ işlemiş sayılıyor; tokat atsa ‘mahkemelik’ oluyor; kılık kıyafetine, saçına başına karışsa ‘kusur’ işliyor… Okulları Aile Birlikleri yönetiyor, canı istediği öğretmeni yerinden ediyor, o nedenle de bizim öğretmenlere ‘susmak’ düşüyor…

Bizim zamanımızda böyle miydi? Hiç unutmam, eski adıyla Zafer İlköğretim Okulu, şimdiki adıyla Ahmet Yenice İlköğretim Okulu… Babamın o okulun girişinde bir odası vardı… Keşan İlköğretim Müdürü olarak görev yapıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam Aralık ayı sonlarıydı… Keşan’da gece yağmaya başlayan kar, sabah saatlerinde yarım metreyi bulmuştu… Bizim ev de yokuş aşağı olduğu için kar yığılma yapmış, kalınlık neredeyse bir metreyi geçmişti… Yollar kapanmış, okullar tatil edilecekti… Babam evden çıkmadan önce Edirne’yle görüşmüş ve okulların tatil edilmesi onayını almıştı… Aynı saatlerde ben de okula gitme telaşındaydım… Telefonu duyan rahmetli annem bana ‘Hazırlanma, okullar tatil, gitmiyorsun’ dedi… Ancak babam ‘Okulun tatil olduğunu öğretmeninden öğrenecek ve okuluna gidip, geri dönecek’ dedi… Annem her ne kadar ‘Hasta olacak, ne gerek var gitmesine’ dediyse de babam o soğuk ve karlı havada beni okula göndermişti… Ben okula gidene kadar ne kadar arkadaşım varsa hepsine müjdeyi vermiş ve geri çevirmiş; ancak ‘tatil’ haberini okula varıp, okul idaresinden almıştım… İşte eskiden veliler böyleydi… Sadece babam mı… Hayır… Tüm veliler böyleydi… Bizler ve bizim zamanın öncesi öğrenciler, hâlâ bir öğretmenini görse ceketinin önü açıksa ilikler, selam vermeden yanından geçmezler… Yakın dönemin mezunları da eski öğretmenlerini gördüklerinde ‘Ne haber be aretlik’ derler… Tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü kutlu olsun, iyi ki varsınız…

23 Kasım 2011 Çarşamba

İÇİMİZ DIŞIMIZ PROJE OLDU…


Keşan Kaymakamı Ahmet Narinoğlu, toplantılarını sürekli proje üzerine yapıyor. Vallahi sayısını ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Zaten yapılan toplantıların sayısını söylemek mümkün değil. Yakında GİNESS Rekorlar kitabına gireceğiz gibi görünüyor.
Geçen hafta içerisinde de Kaymakam Narinoğlu uyardı basını ve <Toplantıların sonucunu yazın; kamuoyunu yormayın ve oyalamayın> dedi. Ancak işin <Merak!> kısmını gözden kaçırdı Sayın Kaymakamımız.
Biz günü birlik yaşayan bir toplumuz, öyle 3-5 ay beklemeye tahammülümüz yok ki. Bu kadar toplantı, bu kadar biraradalık, doğal olarak da merak ediyoruz, neler olup bitiyor diye.
Konuş, konuş nereye kadar, bağlayalım artık bu projeleri bir sonuca. İçimiz dışımız proje oldu ama elle tutulur somut bir şeyler de görmek istiyoruz artık. Bu kadar ağır giderse sonucu görmek, diyeceğiz o zaman <Torunlara kısmet>

GOOGLE ÖRT (EARTH)’LE İLK TANIŞMAM!

Haftaya başlarken bu sefer bir değişiklik yapıp, yaşanmış bir hayat hikayemi sizlerle paylaşmak istedim. Haftaya keyifli başlayıp, tüm hafta boyunca gülümsemeniz için…
Tam tarih veremeyeceğim ama sanıyorum bundan 4-5 yıl önce, Google Earth’le henüz tanışmamıştım ve ne olduğunu da bilmiyordum. Daha yeni yeni hortlamaya başladığı zamanlardı ve ben bir yaz akşamı tanıştım Google Earth’le. Teyzemin kızıyla gece ilerleyen saatlerde MSN’de yazışıyoruz. Teyze kızı da Elazığ’da ikamet ediyor o zamanlarda, eşinin görevi gereği. Yazışırken bir ara bana ‘Neşe, Erkan (teyze kızının eşi) Google Earth’ü yüklemiş PC’ye, valla özledikçe seyrediyorum memleketimi’ dedi. Benim ‘Ne o beya ben de yükleyeyim’ dememe kalmadan teyze kızı ‘Şu anda sizin eve yaklaşıyorum, görmek üzereyim’ falan derken, ben hemen MSN’de ‘Balkona çıkıp, ışığı yakıyorum, daha net görürsün’ yazıp, karşılığını beklemeden fırladım PC başından. Önce balkonun ışığını yaktım, sonra yukarı doğru bakmaya başladım, bu arada el sallamayı da ihmal etmiyorum tabii ki… Birkaç dakika da teyze kızı beni görsün diye bekledim balkonda…
Sonra tekrar PC başına geldim ve bir şey yazmış mı diye baktım. Evet bir şey yazılmıştı; “nnnnnnnneeee”. Aynen böyle ve başka bir şey yoktu. Bu sefer telefona sarıldım, eşi Erkan açtı telefonu ve Nazan’ın çevrimdışı olduğunu söyledi gülerek. ‘Hayrola, görmedi beni hâlâ’ dedim.
Erkan da ‘Neşe sen balkona çıkıyorum dediğin anda Nazan koptu ve sandalyeden yere yığıldı gülmekten, hâlâ da kendine gelemedi, normale dönsün arayacak seni’ diye cevap verdi.
10-15 dakika geçince konuşmuş ve Google Earth’ün Türkçesini öğrenmiştim! Ama bu yaşanmış hikaye de güzel bir anı olarak kaldı hafızalarımızda; güzel bir hafta geçirmeniz dileğiyle, kalın sağlıcakla...

YAZIYORUZ DA TINLAYAN MI VAR!

Bu aralar moda mı oldu, yoksa bu moda hep vardı da benim mi yeni haberim oldu anlamadım gitti.
Vatandaş şikayetçi, memur şikayetçi, seçilmiş şikayetçi…
Herkes şikayetçi de şikayetlerini itiraf etmeye nedense iyice bir çekinir oldular.
Devletimin memurunu anlarım, 657’ye tabi, konuşursa yer sicili..
Seçilmişlerin konuşamaması da bu ara moda oldu, istem dışı…
Peki vatandaşı susturan kim?
Pazar günleri inşaat gürültüsünden rahatsızız! ‘yazın’; falanca sokak aldı başını gidiyor, evler satılığa çıktı, yerel yönetim uyuyor! ‘yazın’; Meydan düzenlemesi başlamış, ilk güzellik de bankamatiğimiz oldu! ‘yazın’; Cuma namazları paralıya dönüyor! ‘yazın’; yollar köstebek yuvası gibi! ‘yazın’; yağmur yağdı seller aldı! ‘yazın’; esnaf kaldırımı işgal etmiş, zabıta volta atıyor! ‘yazın’; hastanede vatandaşa işkence çektiriyorlar! ‘yazın’; TREDAŞ kazığı attıkça atıyor! ‘yazın’; PTT dağıtımcıları kendini gezdireceğine, biraz da gönderileri vaktinde ulaştırsa! ‘yazın’; yazın da yazın…
‘Gel vatandaş söyle adını, anlat şikayetini, ver kimliğini’ dedik mi de: ‘Aman eyleme, yanlış anlaşılır, sen yaz bir hele, kimliğimi verme!’
Kırmıyoruz, yazıyoruz… Yazıyoruz da var mı tınlayan yazdıklarımızın muhataplarında… Bir sayın bakalım bu ay içinde kaç şikayet olmuş yerel basında…
Susun bakalım, kalın sessiz daha ne kadar kalmayı düşünüyorsanız. Bir gün şu Tekel Meydanı’nın göbeğine çarmıha gerili Hz. İsa’yı da yerleştirirlerse, ‘isim vermeden yazın’ diyeceğinizden korkmuyor da değilim haa…

OYUM ÜRYAMDA (RÜYAMDA) GÖRDÜĞÜME!

Geçenlerde şöyle bir yolculuk yaptım bizim Roman mahallelerinden birine. Hem ne var ne yok gözlemlemek; hem de seçim sürecinde bir yoklama yapmak üzere…
Yolda rastladım reşit olan bir Roman kızımıza, başladık konuşmaya…
-         Seçimler yaklaşıyor, oyun kimedir?
Roman kızımız:
   - Abe abam, oyum herkesedir.
   - Nasıl yani, sen parti tutmaz mısın?
Roman kızımız:
   - Abe abam tutarım (h)iç tutmaz olur muyum…
-         E söyle bakalım kimi tutarsın?
Roman kızımız:
   - Onu, bunu, şunu, ötekini, kıramam iç birini…
-         Kimdir bunlar, onlar, şunlar, ötekiler?
Roman kızımız:
    - Abe abacım, takım elbiseli, kravatlı abicikler gelecek, paraları saçacak… Biz de cebe indireceyiz, dümbelekleri çalacayız, gübekleri atacayız…
    - Eee sonra ne olacak?
Roman kızımız:
-         Paraları alacağız, sıcak sıcak yatacağız, gece ürya göreceğiz, kimi görmüş isek onu sandığa basıp, vekilimiz yapacağız…
Roman kızımızla sohbetimiz bu kadarla kalmadı tabii ki. Rüyasının ardından A’dan Z’ye başladı siyaseti ezbere okumaya… Dinledikçe Roman kızımızı; kendi kendime dedim ‘çözmüş siyasetin anasını.’
Öyle üç beş kuruşa ne partisini satar, ne bildiğinden vazgeçer. Ancak üryasındaki (rüyasındaki) gibi vekil adaylarını da yolunacak kaz yapar. Zaten sözünü esirgemedi de son cümlesinde Roman kızımız ve dedi ki; “Bizi seçimden seçime (h)atırlarlar, seçim gecesi mahallelerimizde sabahlarlar, üj bej kuruşa bizi satın aldıklarını sanırlar. Biz de yutar görünürüz… Onlara ders olsun diye paralarını alırız ama bildiğimizi de yaparız…”