31 Aralık 2014 Çarşamba

KEŞAN BELEDİYESİNİN İŞÇİSİNE YILBAŞI İKRAMİYESİ: 40 KÜSUR İŞÇİ KAPI DIŞARI...

   
   2015 yılının ilk köşe yazısını, Keşanlı duyarlı vatandaşlardan gelen talepler doğrultusunda yeni yılın ilk saatlerinde yazmak durumunda kaldım...

   Saatler 00.00’ı gösterdiğinde Keşan Belediyesi tarafından ard arda atılan havai fişeklerden sonra benim ihbar hattı yine durmadı!.. Bugün meğer Keşan Belediyesinin 40 küsur işçisi, işten çıkarılmış... 6 aydır maaş alamayan 40 küsur işçiye yılbaşında Keşan Belediyesinin ikramiyesi vurmuş ve işlerine son verilmiş... Ne kadar duyarlı bir belediyemiz var değil mi... Yeni yılda insanlar mutlu olur ya da yeni yılın heyecanı ile kendini mutlu hisseder, birbirlerine hediye alırlar ve yeni yıllarını kutlarlar... Peki bizim Keşan Belediyemiz yeni yıla girmeye saatler kala ne yaptı? 40 küsur işçisini kapı dışarı attı!.. Yerel belediyecilik örneği sergiledi!.. Hangi işi yüzüne gözüne bulaştırmadı ki, işçisine hayrı dokunsun... Bir de marifetmiş gibi saat 00.00’ı gösterdiğinde Cumhuriyet Meydanı’nda ard arda havai fişekler atıp, Keşan halkına hava attı!.. Sen işçinin maaşını ödeme, üstüne üstlük kapı dışarı at, ondan sonra da havai fişekle paraları havaya saç!.. Yeni yıl kutlamanızı; şahsım adına, o işçilerin gözyaşları adına, maaşlarını alamayan garibanlar adına kabul etmiyorum Belediye yetkilileri... İşçileri, eğer tasarruf adına işten çıkarıyor ve maaşlarını ödeyemiyorsanız, eğlence için de paraları sokağa atamazsınız... Buna ne Allah razı gösterir ne de kullar anlayış... Aklınızı başınıza devşirmeniz ve artık idareciliği öğrenmeniz dileğiyle... Saygılar... 

İPSALA TAAHHÜDÜ YERİNE GETİRDİ, BİZİMKİLER DE BİZE TİYATRO SEYRETTİRDİ!..



   İpsala’da doğal gaz getirilmesi ile ilgili katkı bedeli yatırılması istenilen abone sayısı, başvurusu süresi sona eren bugün tamamlandı... Merkez nüfusu 8 bin olan İpsala’da katkı bedelini yatırma şartı konulan abone sayısı 750 idi... Bugün İpsala Belediyesi’nden yapılan açıklamaya göre; 335 TL’lik katkı bedeli yatıran abone sayısı 768 oldu ve 18 fazla abone ile İpsala’da istenilen taahhüt fazlasıyla yerine getirildi... Ve İpsala’da doğal gaz katkı bedelinin yatırılması için tanınan süre 1 aydan daha kısa bir süreydi... Ne diyelim; İpsalalı yönetici ve İpsalalı vatandaşları kutluyoruz...
   Peki Keşan’da ne oldu... 60 bin küsur nüfuslu ilçede doğal gaz katkı bedelinin yatırılması için daha 1 yıl öncesinden çalışmalar başladı ve 4 bin 500 abonenin katkı bedelini yatırması gerekiyordu... Ancak son gün olan bugün itibarı ile 1.404 abone katkı bedelini yatırdı... Buna karşılık; AK Parti Keşan İlçe Başkanı Mustafa Mercan, geçtiğimiz hafta içinde yaptığı açıklamada, Keşan’a öyle ya da böyle doğal gaz geleceğini açıkladı... Bu açıklamanın üzerine Keşan Belediye Başkanı Sayın Mehmet Özcan, 4 aydır içinde tuttuğu gizemli sihri bozdu ve Mercan’dan alta kalmayarak, doğal gazın geleceğini kendisinin de bildiğini belirtti ve ‘neden bize bu tiyatroyu oynattılar?’ diye sordu... E be Başkanım, neden bu tiyatronun içinde oynadınız ve bize de türlü türlü name yaktınız!.. Hadi siz oynadınız, 4 ay da içinizde sakladınız ancak vatandaşı da saf mı sandınız?!.. Siz nasıl oynadıysanız, ben ve benim gibi birçok vatandaşta oyundan haberdardı ve bu oyunda rol almamak için katkı bedelini yatırmadı... Ve oyununuz dramla noktalandı!.. İstenilen abone sayısına ulaşılamadı ve bu sorumluluğun büyük bir kısmı Keşan Belediyesinin sırtına yüklendi... Halbuki kartları açık oynasaydınız, belki vatandaş duyduğu kuşkudan kurtulacak ve katkı bedelini yatırma gayretinde olacaktı... Lakin, bundan sonra tiyatro senaryosunu hazırlarken dikkatli olmanızı ve rol alacaksanız da rolünüzün hakkını sonuna kadar vermenizi temenni etmekten başka dileğimiz olamaz... Saygılarımla...
                                                           
                                                          ***
   Sayın Başkanım, siz nasıl aylar öncesinden doğal gazın zaten geleceğini biliyorsanız, ben de biliyordum... 12 Ekim 2014 tarihinde yayımladığım bu köşe yazımda da bunu ifade ettim... Anlayacağınız, oynadığınız tiyatroyu keyifle izledim!..

12 Ekim 2014 Pazar
GAZIN ANTRENMANI BİLE FAYDA SAĞLAR!.. 
  Evet, Keşan’a gelmesi hayal edilen doğal gazın gündemde tuttuğu yer oldukça can sıkmaya başladı... Önce akil adamlar toplantılar düzenledi, olmadı -akil adamlar ile aklı başında olanlar- bir araya getirildi ama yine olmadı ve bundan da verim alınamayınca haftalık rutin toplantılara devam edildi... Ancak bu toplantılar da tırt çıkınca, son çare olarak mahalle toplantıları düzenlenmesi kararına varıldı... Bu kadar bir araya gelindi, diller döküldü, afişler hazırlandı ama başvuru sayısı 400’ü bile bulmadı... Hadi geçmişte yapılan toplantı vs.leri gözardı edersek, 2 ayda yapılan çalışmalarda, başvurması gereken 4 bin 500 kişiden ancak 312’si ikna edilebildi... Başvuru süresinin dolması için de sadece 1 buçuk ay kaldı... Yani Kasım ayı sonunda 4 bin 500 kişi başvurdu başvurdu, başvuramazsa doğal gaz hayali sona erecek... Sizce 1 buçuk aylık sürede 4 bin küsur kişi başvuruda bulanacak mı? Bence; hayır... Niyetleri olsaydı zaten bugüne kadar başvururlardı... Lakin başvurmasalar da, bu 4 bin küsur kişinin abonelik başvurusu bir şekilde yapılacak ve ödemeleri gereken 335 TL’lik başvuru bedelleri yatırılacak... Çünkü bu sayıya ulaşılmaz ise, bizim akil adamların insan içine çıkacak yüzü kalmayacak!.. 30 bin küsur aboneden 4 bin 500 aboneyi ikna edemiyorsan, adama ‘git darağacına kendini as!’ derler... Anlayacağınız o ya da bu şekilde bu 4 bin 500 abonenin başvurusu tamamlanacak ve Keşan’a doğal gaz gelmesi için ilk adım atılacak... Haa.. gelmesi en az 3-5 sene... Peki bu 3-5 sene içinde biz neler yapmalıyız? Bence doğal gazla ısınma antrenmanı yapmak en akıllıca fikir olsa gerek... Mesela; hava buz gibi ve eksi derecelerde seyrederken, kaloriferleri haldır haldır yakıp, cam kapı açacağımıza ve askılı giysilerle dolaşacağımıza; ısı derecesini daha düşük tutup, kış mevsimine uygun giysiler giyerek, hem ekonomimize hem de hava kirliliğinin aza indirilmesine katkı yapabiliriz... Böyle davrandığımız takdirde evimizden dışarı çıkarken az da olsa dışarıdaki havanın da soğukluğunu farkedip, kolsuz ya da kısa kollu giysimizin üzerine giyeceğimiz mont, vs. yerine, hava şartlarına göre giyinerek, soğuk algınlıkları gibi ani hava değişimi ile yakalanacağımız hastalıkların da önüne geçmiş; hem doktor parasından kurtulmuş hem de hastalıklardan korunmuş oluruz... Bu şekilde davranırsak; hem yarın öbür gün Keşan’a gelmesi hayal edilen(!) doğal gazın evimizde vereceği ısıya kendimizi alıştırmış hem de bu süreçte gereğinden fazla kömür tüketiminin önüne geçerek, hava kirliliğinin azalmasına da katkı sağlamış oluruz...
  Evimiz sobalı iken ben, kış mevsimi boyunca sırtımdan yelek, ayağımdan çetiği çıkarmazdım... Ancak ve ancak ne zaman evimiz kaloriferli oldu, rahmetli anneciğimin ördüğü yelekleri bir kere sırtıma takamadım, çetikleri bir kere ayağıma geçiremedim... Dışarıda lapa lapa kar yağarken pencere açık oturduk evimizde... Hatta kızım bir keresinde kalorifer peteğinde kestane bile pişirmişti!.. Anlayacağınız gereğinden fazla, fütursuzca sarfettiğimiz yakıt yüzünden Keşan’ı kendi ellerimizle kirlettik... Şimdi de temizlemeye çalışıyoruz... Geçmişi bir hatırlayıp, eski kış gecelerimizi bir hatırlasak ve geçmişten biraz ders alabilsek, doğal gaz gelene kadar hem hava kirliliğini azaltmakta epey bir mesafe katetmiş oluruz hem de doğal gaz geldiğinde ısınmak için zahmet çekmeyiz... Akil adamlar vatandaşı bu yönde bilgilendirirse, hem nostalji yaparlar hem de vatandaşın daha rahat algılamasını sağlarlar... Hem de doğal gaz psikolojisinden biraz olsun kurtulup rahatlarlar!.. Saygılarımla...


30 Aralık 2014 Salı

KOCASI ONU SATACAKMIŞ AMA ŞAKA YAPMIŞ!..


   Sağ olduğumuz sürece daha neler göreceğiz, nelere şahit olacağız belli değil!.. Dün gece İnternet sitelerinde dolaşırken, birden Sözcü gazetesinin İnternet sitesindeki bir haber ilişti gözüme... Daha haberin başında, ‘Edirne’nin Keşan ilçesinde...’ diye de belirtilince, ‘çıksa çıksa böyle şaşkınlar bizim memleketten çıkar!’ dedim kendi kendime... Gerçi bu haber gözüme ilişmeden de önce, birkaç vatandaşım arayıp böyle bir haberin İnternet'te dolaştığını ve doğru olup olmadığı yönünde fikrimi sormuştu bana... Haberi ve haber kaynağını inceledim, polis soruşturma açtığına ve haber ulusal basında yer aldığına göre doğruluk payı yüksekti bana göre... Ancak haberin kahramanlarını ve verdiği ifadeleri de irdelemek gerekir diye düşündüm kendimce...
   Habere göre; evli ve bir çocuk annesi bir kadın, arkadaşlarına şaka yapmak amacıyla cep telefonunda, ‘Benim kocam beni çalıştırıyor’ diye SMS gönderiyor ve her ne hikmetse bu SMS, arkadaşları yerine 155 Polis İmdat Hattı’na gidiyor... İhbarı değerlendiren polis de, bu kadının evine gidiyor ancak kadın, mesajı arkadaşlarına şaka yapmak için yazdığını ve yanlışlıkla 155’e gönderdiğini söylüyor... Kocasından da şikayetçi ve davacı olmadığını belirtiyor... Lakin polis, kadının bu ifadesine rağmen kocasını aramaya başlayıp, hakkında da ‘Fuhşa teşvik, aracılık ve zorlama’ suçundan işlem başlatıyor...
   Bu haberi algılayabilmem doğrusu kolay olmadı... Önce şunu düşündüm; ‘benim kocam beni çalıştırıyor’ ifadesinden neden ‘fuhuş’ konusu düşünüldü? Çünkü çalıştırmak denildiğinde benim ilk aklıma gelen, ev işinde; temizlik, yemek vs. gibi işlerde kocası tarafından baskı yapılıp, gereğinden daha fazla iş yapmasını istemesi oldu... Çünkü, haberin devamını okuduğumda ve kadının ‘arkadaşlarıma şaka yapmak için’ şeklindeki ifadesinden sonra, ancak benim anladığım gibi olabilirdi... Hani, ‘sizin kocalarınız size el bebek gül bebek bakıyor ancak benimkisi çok çalıştırıyor’ gibi... Hatta haberin içinde bile kadının bu şekilde bir ifadesi dahi yer almalıydı... Ancak yoktu... Olmayınca haberi birkaç kez okudum... Yine taşları yerine oturtamadım, bi daha bi daha okudum...
   Sonra dedim ki kendi kendime; ‘Neşe cahil cahil yapma kendini yine!’... Kadın şaka yapmak istese, üç tuşa basar mıydı sence!.. Üstüne birde yanlışlıkla 155’e gönderdiğini söylemesini demek ki polis de yemedi ve ‘fuhşa teşvik, aracılık ve zorlama’ suçundan kocasına işlem başlattı... Peki kadın, gerçekten kocası tarafından fuhuş yapmaya zorlanıyorsa neden ifadesini geri çekti ve şikayetinden vazgeçti...
   1) Acaba karısının bu mesajı 155’e göndermesi ve kocasına da gönderdiğini söylemesinin ardından kadının kocası, fuhuş yaptırmak istediği konusunda şaka yaptığını mı söyledi!..
   2) Acaba karı koca kavgasının boyutu oldukça büyüdü ve bir anlık gaflete kapılan kadın tehdidi yanlış kanala mı yaptı!..
   3) Acaba kadının kocası bu mesajın ardından karısını tehdit etti ve bunun bir yanlışlık olduğunu mu söylemesini istedi...
   Tabii ki olasılıkları çoğaltmamız mümkün... Ancak... Eğer gerçekten evli ve bir çocuk annesi bu kadın, kocası tarafından fuhuş yapmaya zorlandıysa hatta bunu ifade eden bir cümleye dahi maruz kaldı ise yapacağı tek şey vardı; çocuğunu da alıp evi terk etmek, o adamla yollarını tamamen ayırmak ve bir daha affetmemek... Bu işin şakası olmaz hanımefendi... Çünkü şakası bile mide bulandırıcı... Eğer sen bu şakayı kaldırabiliyorsan ya da bunu şaka olarak algılayabiliyorsan, sana; geçmiş olsun!.. Saygılarımla...



29 Aralık 2014 Pazartesi

SIKI DURUN; CHP’LİLER...

   
   7 Kasım 2014 tarihinde yazdığım “SIKI DURUN BELEDİYE BAŞKANI İCRAATLARINI ANLATACAK-MIŞ!..” başlıklı köşe yazımda, yerel gazetelerde çıkan bir habere dikkat çekmiş ve bu haberde de Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan tarafından 30 Mart yerel seçimlerinden bu yana Keşan Belediyesi tarafından yapılan icraatların detaylı bir şekilde anlatacağını açıkladığını, hatta Sayın Özcan’ın bir icraat konusunda -rekor!- diye de zikrettiğini belirtmiştim.... O günden bu yana icraatlar ha bugün ha yarın anlatılır diye de bekledim... Malumunuz ay sonuna değil yılsonuna; bu geceyi saymazsak, gazetelerin yeni yıldan önce 31 Aralık’ta son baskısını yapacağını düşünürsek, geriye sadece 1 gün kalıyor... Yani Sayın Özcan, yarın -rekor!- diye zikrettiği icraatları anlattı anlattı, anlatamazsa geçmiş olsun!.. Halbuki ben de ne merak etmiştim; bizim bilmediğimiz(!), gözümüzle göremediğimiz(!), dokunamadığımız ya da hissedemediğimiz(!), farkına varamadığımız(!) bu icraatlar neler acaba diye... Hatta Sayın Özcan, üzerinde yürürken üç boyutlu sinema seyrettiğimizi hissettiğimiz kilitli parke taşı döşemelerinden de -rekor- icraat olarak bahsetmiş ve 100 bin metrekare döşendiğini belirtmişti... Asıl benim merakım, bundan sonra daha da depreşti!.. Üzerinde yürüyen gebe kadınların bebeklerini ha çıkardım ha çıkaracağım dediği, alkol parası bulamayan sarhoşların kafa bulmak için turladığı, 100 bin metrekare taştan yarısının içeride yarısı dışarıda gezdiği icraattan -rekor- diye bahsediyorsa, acaba kuyruğunda(!) -rekor- olmayan icraatlar hangileriydi!..
   Malumunuz Keşan’ın parke taşı olmayan kaldırımları... Keşan’ın en merkezi yerindekiler de dahil olmak üzere göz kamaştırıyor vallahi... Kırılan ya da zarar gören bölüme yama yapılıyor ancak ne hikmetse renk ve desen bir türlü tutturulamıyor... Hatta yeri geliyor, bir parça sıvayla kapatılıp şaheserler yaratılıyor!.. Yüksekliklerini yine hiç sormayın... Neye göre yapılıyor, nasıl planlanıyor bir türlü çözemedim... Her boyuttan mevcut Keşan’ımızda... Yükseklikleri ve genişlikleri ihaleyi alan firmanın ruh haline göre değişiyor besbelli!.. Birbirine denk iki kaldırım bulanı Keşan’da, mutlaka ödüllendirmeli yeni yılda!.. Peki ya yollarımıza ne demeli... Ben de böbrek taşı kalmadı, sizinkiler acep ne alemde de ki!.. Bana sorarsanız; ne doktor masrafı, ne tedavi ne de operasyon!.. Yollarımızdaki çukurlardan Allah razı olsun, sağlığıma kavuştum çok!.. Ya parklarımız... Sizin halk parkınız var mı? Gittiğinizde, birinin ‘ne içersiniz?’ diye kafanıza dikilmediği açıklar mısınız? Trafik sorununu yine hiç sormayın... Çukur yollardan geçen araçlar için yeni yılda bir müze açıp, ‘Keşan’da seyir halindeki araçların ruh hali!’ diye görücüye çıkarmalı herkese!... Tabii icraatları çok çeşitlendirebiliriz hatta bir Roman yazıp ‘Keşan Belediyesinin ruhani icraatları’ diye satışa çıkarıp -rekor- kazanca imza atarız vallah!..
   Ama... Keşan Belediyesi’nin bu ve benzeri -rekor- icraatlarına, Keşan halkı doğal gaz katkı bedeline gösterdiği hassasiyetle (dışarıda nefes alamayacak halde bir hava kirliliği mevcut iken) cevabını verdi galiba... Ancak anlayana!... Eee, ne demiş atalarımız; anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!..
   2014 yılının sonuna, yeni bir yılın başına yaklaştığımız şu günlerde; Keşan Belediyesi’nin -rekor- icraatlarının ceremesini, bundan sonraki dönemdeki Cumhuriyet Halk Partili siyasilerin çekmemesi ve cezalandırılmaması dileğimle... Sıkı durun; CHP’liler... Saygılarımla...







27 Aralık 2014 Cumartesi

KEŞANLI EV KADINLARI, YAKINDA UZAYDA!


   Breh breh... Aşmışız kendimizi... Görmeyeli kadınlarımız pek bir modernleşmiş! Kültürel faaliyetleri arttırmışlar, sosyalleşme yolunda da epey bir yol katetmişler...
Çalışan kadın ‘eve az vakit ayırabiliyorum, ev işine zor yetişiyorum’ diye parçalasın kendini, ev hanımları da vakit bolluğundan şaşırmış besbelli!
15 gündür iş hayatından uzaktayım ve evimde istirahattaydım... Çalışmayınca da ev hanımları ile bol bol vakit harcadım!.. Biraz da geçmiş günleri yad edeyim dedim ama nerdee... Eski ev hanımlarından eser kalmamış, yenileri ise pek bir modernleşmiş... Bir kap hamur yoğurmaktan, bir kek çırpmaktan acizleşmiş!.. Nasıl mı? Anlatayım...
Bir ev kadını bir gün sonra misafir kabul edecek diye; kuaföre gidiyor, tırnaklarını törpülüyor, giyim mağazasına uğrayıp kendine yeni kıyafetler alıyor... Şaşırıyorum ama misafirini bakımlı karşılamak adına yapılmış bir davranış olacağı düşüncesi ile de yadırgayamıyorum... Ertesi gün, o bir gün sonra geliyor ve o kadını öğle saatlerinde evinde çıkarken görünce de ister istemez ‘hayrola bir aksilik mi oldu, bugün misafir kabul günündü’ diye sorma gevezeliğinde bulunuyorum... Bu gevezeliğime karşı ise o kadın, ‘Yooo, ne aksilik olsun’ cevabını verip, misafirlerini çarşı merkezinde bulunan bir mekanda kabul edeceğini belirtiyor!.. ‘Eviniz dar mı geldi!’ demek istiyorum ama çenemi tutmak zorunda olduğumu hissedip, sadece ‘iyi eğlenceler’ demekle yetiniyorum... Sonra da kabul gününün sona ermesini ve günün yorumunu dinlemek için o kadının evine dönmesini sabırsızlıkla bekliyorum... O anda çatıp geliyor ve ben, çalışmayan kadının çalışan kadından daha çok tükettiğinin bilincine varıyorum...
   Eskiden kadının çalışanı da çalışmayanı da misafirini evinde kabul eder, ikram edeceği yiyeceklerin imkanı ölçüsünde en iyisini hazırlar, evinin temizliğini de her zamankinden biraz daha özen göstererek daha bir titizlikle yapardı... Öyle 5-10 kişilik de değildi bu kabul günleri... En az 40 kişi gelir, kanepeler dolar, sandalyeler komşulardan takviye yapılır, mutfak da dahil bütün odalar misafirle dolup taşlardı... Bu kabul günleri 90’lı yılların ortalarına kadar da hep bu şekilde devam etti... 2000’li yıllarla birlikte misafir kabul günlerinde daha bir seçicilik, daha bir gruplaşma, sayıda da azalma görülmeye başlandı... Taş çatlasın 15 kişiyi geçmiyordu kabul günlerindeki kadın sayısı... Aynı zamanda yarıştırmada başlamıştı!.. Önce süs eşyaları ile başlayan yenilikler, küçük mobilya çeşitlerindeki yenilenmeler ile devam etti... Perde, halı değişikliği derken, yeni kabul günü için mobilya değiştirenleri bile duymaya başladık! Bu modayı da kocası çok çalışan ev hanımları icat etti!.. Bir süre de bu furya devam etti... Artık; kriz mi desek, dağ taş mı dayanmadı desek, kovalaklığa(!) doyuldu mu desek ne desek bilemiyorum ama bu saltanat döneminde de çöküş yaşanmaya başladı... Ancak... Evde sadece tüketici vazifesi gören kadının yaratıcı gücü biter mi? Bitmemiş... Evinde yeniliğe doymuş, şimdilerde misafirlerini dışarıda ağırlamaya başlamış!.. Belki bizim bilmediğimiz, çözemediğimiz esrarengiz bir durum vardır kabul günlerinin dışarıda yapılmasında... Dedikodunun ev ortamı dışında yapılması belki daha iç açıcı geliyordur kendilerine!.. Ya da bir pasta tabağı hazırlamak, bir bardak çay dökmenin ezikliği vardır içlerinde!.. Ohh.. Ne rahat... Garson getir tabağı, dök çayı, topla masayı!.. Kadınlar da bir peçete ile ağzını silip, bitirsinler işi!.. Eee.. Buna da doymayacaklar mı sanıyorsunuz... Tabii ki doyacaklar... Ondan sonra hangi modayı mı çıkaracaklar? Avrupa’ya açılacaklar, kabul günlerini orada yapacaklar!.. Ona da doyacaklar... Korkarım ki, uzayda ilk kabul günü yapanlar da Keşanlı ev kadınları olacaklar!.. Aylaklık başa bela, savurganlık yeni moda, illaki kaliteli(!) tüketeceğim dersen; dünyayı aşıp çıkarsın uzaya!.. Allah gani gani versin kaliteli tüketen kadınların kocalarına!.. Yoksa ne dağ dayanır ne de taş bu saltanata... Kalın sağlıcakla...

HUYLU HUYUNDAN VAZGEÇER Mİ?!


      Hay Allah... Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken, CHP’li Keşan Belediyesi’ni neden bombardımana tutuyormuşum... Tek taraflı eleştiri yaparak CHP’ye zarar veriyormuşum, AKP’nin yaptıklarını ise görmezden geliyormuşum... Baksanıza bir kere, kabahatli de oldum!..
CHP’liler kendileri birbirlerini yedi, Genel Merkezi’nden yereline kadar partiye verdikleri zararı cümle alem gördü ancak faturaya gelince bana kesildi... Acep ne yapmam bekleniyordu? Bozuk yolları görmezden gelip ‘yollarımız kaymak gibi!’ mi yazmalıydım, vatandaşım su kesintisinden yakınırken, ben akmayan suları mı şarıldatsaydım, toplanmayan çöplerin üstüne basıp geçerek, ‘şehrimiz tertemiz’ mi deseydim, maaşları ödenmeyen işçilerin hesaplarını sihirbazlık yapıp doldursa mıydım?! Hadi CHP’lileri mutlu edecektim de, vatandaşımın yüzüne nasıl bakacaktım...
   Birbirinizi çekiştiren yine birbirinizsiniz, kamuoyu önünde hırlaşıp duruyorsunuz, kendi çalışanınızı mağdur ediyorsunuz, sarı-mavi diye ayrılıyorsunuz, ama ben dillendirdim mi hemen ‘suçlu sensin’ diye fişliyorsunuz... Beni suçlu ilan edeceğinize neden kendinize çekidüzen vermeyi denemiyorsunuz? Aslında siz, ipi boynunuza kendiniz atıyorsunuz... Hazır atılı ipi çekmeye ne olacak ki? Benim yazdıklarımı zaten cümle alem biliyor... Belki biraz yüzünüz kızarır da kendinize çeki düzen verirsiniz diye yazmam konusunda ısrar ediyor... Hatta ara ara da bana, ‘utandılar mı, bir tepki var mı?!’ diye soruyor... Nerdee... Huylu huyundan vazgeçer mi?! Huyunuzdan vazgeçmediğiniz sürece de, elbet eleştiriler olacaktır size... Hem benim eleştirim CHP’ye değil, CHP’nin rozetini taşıyıp, o rozeti haketmediğine inandığım kişilere... CHP’linin sarısı, mavisi olmaz... CHP’linin Mehmetçisi, Ufukçucu, Şenolcusu, Mustafacısı, Aladdincisi olmaz... CHP’nin Vedatçısı, Erdoğancısı olmaz... Ya CHP’lisindir ya da değilsindir... CHP’yi kişilerin partisi yapamazsınız... CHP, halkın partisidir ve halk da CHP’nin çatısı altında bulunan yöneticilerden hizmet beklemektedir... CHP’li Belediyeyi başkalarına kaptırmak istememektedir... Bunun için gördükleri yanlışları, gördüğüm yanlışları yazarım ve vatandaşımla birlikte uyarıda bulunurum... İş işten geçtikten sonra uyarıda bulunmanın bir anlamı yok, gerçi ‘dediğim dedik, bildiğim bildik’ anlayışına sahip bir yapıyla da bir sonuç çıkacağından umudum yok... Önce siz kamuoyunda sempati uyandırıp hizmetlerinizle gündeme gelin, sonrası zaten kendiliğinden gelir... Ne vatandaşım şikayet eder ne de benim kaleme almama gerek kalır... Anlayacağınız iş ben de değil, sizde bitiyor... Batırın iğneyi kendinize, kenetlenin birbirinizle, gözlerinizi açıp da gezin ilçemizde... Kapalı gözle ve sağır kulakla gezinirseniz, birbirinizin kuyusunu kazmaktan hizmete odaklanamazsanız, sürekli reyting yaparsınız böyle!.. Saygılarımla... 


26 Aralık 2014 Cuma

CHP’Lİ KADINLAR BİRBİRLERİNİ YEDİ, PARTİ BİNASINA AMBULANS GELDİ!..

   
   Yazıma nereden ve nasıl başlayacağım konusunda ilk defa bu kadar kararsızlık yaşadım... Türkiye’nin hali ortada... Yolsuzluklar almış başını gidiyor, işsizlik had safhada, çiftçinin hali perişan, yandaşlar beğendiği yerden götürüyor, ayakkabı kutularından çıkan paraların faizleri ödeniyor(!)... Peki bütün bunlara karşın Keşan’da muhalefet tarafından nasıl bir rüzgar esiyor... Vallah rüzgar çok kuvvetli!.. CHP’li kadınlar birbirlerini yiyor, ülkeyi kimlerin yediği umurlarında görünmüyor!.. Bizim gibi onlardan medet umanlar da bütün bu ortalıkta dolaşan dedikodular yüzünden hayal kırıklığına uğruyor, umutsuzluğa kapılıyor...
   15 Aralık 2014 Pazartesi günü CHP Kadın Kolları Marmara Sorumlusu MYK Üyesi Gülay Tülüş’ün de katılımı ile CHP Keşan İlçe Başkanlığı Toplantı Salonu’nda bir araya gelindi hatırlarsanız... Bu toplantının bir basına açık bir de basına kapalı kısmı vardı... Basına açık olan kısmını zaten yerel basından takip ettiniz... Ya basına kapalı kısmında neler oldu dersiniz? Keşan’da cumhuriyet tarihinde bir ilk yaşattı CHP’li kadınlar... İki kadın birbirine girdi, parti binasına ambulans geldi, bir partili kadın hastaneye götürüldü... Neden? Sen çalışmıyorsun, ben çalışıyorum... Peki Allah aşkına, sizler kim ve ne için çalışıyorsunuz? Parti için mi birliktesiniz, yoksa kişisel çıkarlarınız için mi bir araya geliyorsunuz? CHP Kadın Kolları İlçe Başkanlığına atanan Sayın Ürfet Ürkmez Hanımın çalışmadığını iddia edip, yerine kimi getirmeye çalışıyorsunuz? Ürfet Hanıma bu kadar yüklenmenizin altında yatan sebep ne? Hepiniz aynı partili değil misiniz? Hedefleriniz ortak değil mi? Siz kendi içinizde çekişirken, bizler size nasıl güveneceğiz ve sizin arkanızdan yürüyeceğiz? Çok güzel giyiniyorsunuz, hava atmaya gelince etrafta toz bırakmıyorsunuz, fotoğraflarda çok objektif görünüyorsunuz ama birbirinizi yerken de sizi uzaktan izleyip aranızdan kopanları göremiyorsunuz... Sizler bu kafayla gider ve First Lady saltanatını sürdürmeye devam ederseniz, sizden ne köy olur ne de kasaba bilesiniz...
 Gelelim, CHP’li Meclis üyelerinin yakınlarını Keşan Belediyesi’nin kadrosuna alma girişimlerine... Yahu ne çabuk unutuldu verilen sözler... Düne kadar ‘çevremden ve çocuklarımdan hiç kimseyi Belediyede çalıştırmayacağım’ diyen meclis üyeleri, ne oldu da bu fikrinden vazgeçti... Hem Keşan Belediyesi, meclis üyelerinin çiftliği mi? Biz sizleri Keşan’a faydalı olasınız diye mi göreve seçtik yoksa yakınlarınızı işe yerleştirin diye mi?
  Sizler; AKP’lileri yandaşlarına kıyak geçiyor diye eleştirenler değil misiniz? Peki; bu ne perhiz bu ne lahana turşusu... Sizlerin yaptığı da onların yaptığının bir başka versiyonu... Keşan Belediyesi mevcut işçilerinin maaşlarını ödeyemezken, belediye meclisi üyesinin yakınını işe yerleştirmeye çalışmak Allah’tan revamı... Yanlış üstüne yanlış yapmak sizlere yakışır mı?..
  Keşan’da Cumhuriyet Halk Partililer kaça bölündü belli değil...  Bunun sorumlusu da kişisel menfaatlerini ön plana çıkaran partililerdir... Bugün ülke menfaatini düşünen partililerinizin de sizden ümidi kesme noktasına gelmiştir... Ya uyanın ya da bu davadan vazgeçip, koltuklarınızı ve siyaseti ülke menfaatine çalışacak partililerinize bırakın... Kişisel siyasete devam ettiğiniz sürece, sizler iktidar olmayı kulağınız arkasında bile göremezsiniz bunu da unutmayın!.. Saygılarımla... 

25 Aralık 2014 Perşembe

KEŞAN’IN YÖNETİCİLERİNE BENDEN DOĞAL GAZ BESTESİ!


   Vallah sesim güzel olsa idi bir klip çekip yayımlardım ama bu yeteneğim olmadığı için şiir olarak sunacağım siz çok kıymetli vatandaşlarıma... Ancak bu şiiri okurken Candan Erçetin’in ‘Git’ isimli şarkısını hayal edin, bizim yöneticilerimizi de derinden hissedin!.. Saygılarımla...

KİM?..

Facebook sayfamı açtım
Koca bir afişle karşılaştım
Afişte ‘Durum Vahim!’ diyor
Zehir soluyormuşuz...
Kirlilik oranında ise ülkede nam salıyoruz!

Bugün ayın 25’i, geriye 6 gün vakit kaldı
4 bin 500 aboneye ulaşamazsak
Desenize bir bir öleceğiz...

Kimmm?...
Bunun sorumlusu kim?
Bilmiyorsanız anlatayım....
Birlikte öğrenelim, onlara hayır dua edelim
Bizzz.....

Bundan 1 yıl öncesiydi
Her yerde en kirli ilçe; ‘Keşan’ diye lanse edildi
Peki bizim idareciler
Bu sürede neyledi...

Biri çiftlik ve meyve bahçesi dolaştı
Keçilerle ve armutlarla boy boy poz yaptı!
‘Keşan’da neler oluyor’ diye sorduğumuzda
Hayvanlar ile meyveleri anlattı...

Birinin hayali vardı Belediye Başkanı olacaktı
4 rakibini alt etti, Başkanlık koltuğuna yerleşti
Bu hayali gerçekleşince yeni düşlere daldı
Hava kirliymiş kim takar
O milletvekili olma hayaline kapıldı....

Kimmm?..
Hava kirliliğinin sorumlusu kim?
Bilmiyorsanız anlatayım
Birlikte öğrenelim, onlara hayır dua edelim....
Bizzz.....

Uzunköprü Kaymakamı elinde pos makinesiyle geziyor
İpsala Belediye Başkanı tek tek kapı çalıyor
Bizimkiler ise son 6 günü sayıyor!...

Keşan’ı ve Keşanlıları düşünen kim,
Bana gazel okumayın
1 yılda aldığınız sonuç ortada
Süreyi uzatmak için gidin Vali Bey’e yalvarın....

Şimdi gelelim ‘Durum Vahim!’ afişine
Ve bu afişi, sayfama gönderenlere...

Zehir soluduğumuzu cümle alem biliyor
İnsanlar nefes alamadığı için sokağa çıkamıyor
Elbir’deki başarınızı
Dörbin beşyüze taşısaydınız
Bir faydalı iş yapıp
Bizi zehirden kurtarsaydınız...

Kimmm?
Hava kirliliğinin sorumlusu kim?
Neden böyle oldu ilçemiz
Anlatayım da öğrenelim hepimiz...

Keşan’a kötü kömürü sokmasaydınız
Sıkı denetim yapsaydınız
Yaptırım uygulasaydınız
Şimdi bu kirliliği yaşamazdık...

Keşan’ı boklayana kadar
Ne mümkünse yaptınız
Bir temiz havamız kalmıştı
Onun da içine ettiniz!
SİZ....


24 Aralık 2014 Çarşamba

KEŞAN’DA CHP’NİN OYUNU, ANCAK KURTLAR YAPAR BUNU!..

   
   CHP Edirne İl Başkanlığının isteği ve CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK)’nun onayı ile 8 Mayıs 2014 Perşembe günü CHP Keşan İlçe Başkanlığı’na atanan Erdoğan Gümülcineli’nin istifa edeceğine yönelik dedikodular dolaşıyor etrafta... Çok bile durdu vallah!.. Neyse ki şanslıymış Sayın Gümülcineli ki, -milletvekili adayı olacağım- diye sıyıracak kendini!.. Ee.. ne de olsa İlçe Başkanlığı yapmak öyle kolay değil, kesenin ağzını açacaksın, bol bol dağıtacaksın... Eğer parti kasası da borçlu konumdaysa, en güzeli -milletvekili adayı olacağım- deyip, tereyağından kıl çeker gibi sıyrılacaksın!.. Gerçi hoş; var mıydınız yok muydunuz o da tartışılır!.. Ne siyaset yaptınız, muhalefette ise sınıfta kaldınız... Bakalım -milletvekili adaylığından- şaşmazsanız(!), bundan sonraki gelişmelere hep birlikte tanık olacağız...
   Gelelim CHP Genel Merkezi ayağına... İki kelam onlara da etmeden olmaz vallah!.. Sen seçimle gelenleri kenara at, kafana göre kayyum yap, ondan sonra da -demoktarız- diye hava at!.. Tepeden tırnağa oyunlar yap, ondan sonra da partililerini bölüp, ülkeyi AKP’nin yönetimine at... Bu kafayla giderseniz, Cumhuriyet Halk Partisi’ni de kökten bitireceksiniz...
   Asıl bomba ise her zaman kalır sona... Hadi Gümülcineli istifa etti, peki yerine kim gelecek? Acaba eski ilçe başkanlarından Salim Yatıkçı olabilir mi dersiniz... Olur olur bal gibi olur, Sayın Belediye Başkanımız Mehmet Özcan’a Yatıkçı deyince akan sular durur!.. Canına minnet olur... Milletvekilliğine adaylığını koyar, Ankara’ya gider, hem orayı hem de Keşan’ı idare eder!.. Eee ne de olsa ilçe başkanının oyu önemli... Bunu bütün partililer çok iyi hesap eder... Özcan koltuğu bırakmasına bırakır da, yerine güdeceği adamı koyar, gönlü ferah bir şekilde Ankara’ya kaçar!.. Bu kadar ince hesapları da ancak yıllardır Keşan’ı yönettiğini sanan ancak yüzüne gözüne bulaştıran siyasiler yapar!.. Biz de salaktık ya yuttuk!.. Sayın Gümülcineli’nin neden istifa edeceğini, Salim Yatıkçı’nın neden yerine getirileceğini, Sayın Özcan’ın milletvekili olup da Keşan sevdasını çözemedik!.. Keşan’da CHP’nin oyunu, ancak kurtlar yapar bunu!.. Hepinizin siyasi kariyer geleceği hayırlı olsun!.. Umarım partililerinizin aklı başına gelir, ayakları suya erer de sizi de okkalı bir şamar atar!.. Saygılarımla...



AYLAKLIK ZOR ZANAAT!..

   Hay Allah... Ne kadar da çok aylak varmış memleketimizde... İşi gücü bırakmışlar, elalemin işine burnunu sokmaya başlamışlar... Bugünlerde benimle de uğraşmaya başlamışlar... nesetosun.blogspot.com adresimin şifresini kırıp, ele geçirmeye çalışmışlar hatta geçirip kafalarına göre yönetmeye başlamışlar... Yazılarımın üzerinde oynayıp, karalama yapmışlar... Akılları sıra beni faka düşürecekler, kendileri de eğlenecekler... Eee.. çekirge bir sıçrar iki sıçrar üçüncü de ele geçer!.. Bir vatandaşımın farketmesi üzerine ben de haberdar oldum, blogspotumun şifresine altın anahtar koydum!..
   Aylaklık zor zanaat anlayacağınız... Hükümetimizin aylaklara iş bulması ve böyle boş işlerle uğraştırmaması dileğimle... Saygılar...


23 Aralık 2014 Salı

BORSA YÖNETİCİLERİ YİNE BEN; GULYABANİ!..


   3 Aralık 2014 Çarşamba günü yayımladığım “TÜKÜRÜĞÜNÜZ HAYIRLI OLSUN KEŞAN TİCARET BORSASI YÖNETİMİ!..” başlıklı köşe yazımda, Keşan Dörtyol Kavşağı yakınlarında Borsa’ya ait 90 dönümlük arazinin akıbetini sormuş, eski yönetim tarafından Türkmall Şirketi’ne ihale yoluyla satış sözleşmesinin, yeni yani şu anki mevcut yönetim tarafından fesih edilmesi ve yeniden Keşan ya da Keşanlılara kazandırılması ile ilgili hedeflerinin ne aşamada olduğunu sorgulaşmıştım... Hatta bir dönem gazetelerde çarşaf çarşaf sadece bu arazi ile ilgili haberler yer alırken ve türlü türlü eleştiriler yapılırken, uzun süredir Keşan Ticaret Borsası Yönetimi tarafından bu arazi ile ilgili herhangi bir açıklama yapılmamasının altında yatan sebebi de merak ettiğimi belirtmiştim... Ancak ne hikmetse hâlâ Keşan Ticaret Borsası Yönetimi’nden -tık- yok... Onlarda -tık- yok diye eli kalem tutanların sessizliğe bürünecek hali de yok tabii ki... Bir açıklama gelmediği sürece, altına üstüne birer taş koyup örtmek yerine, ‘Borsa Yöneticileri yine ben; Gulyabani!..’ deyip, hatırlatacağım kendilerine... Ayda 51 bin TL faiz ödeyecek ve Borsa’yı yılda 600 milyar TL zararın altına sokacaksınız, ondan sonra da altına üstüne birer taş koyup örtbas etmeye çalışacaksınız... Yok öyle yağma efendim... Arazi, Türkmall Şirketi’ne satıldığında ortalığı ayağa kaldırmış, yeniden Keşanlılara kazandırdığınızı sandığınızda da ak bayram sanmıştınız!.. Ancak duyduğuma göre köşeye fena sıkışmış ve bu aralar Ankara’yı mesken tutmuşsunuz!.. Aman ağa babanızın elini ayağını öpün, kendinizi değil ama Borsa’yı bataktan kurtarmak için gerekirse ağa babanızın her yerini sıvazlayın!.. Lakin bankalar ile iş şakaya gelmez... 1953 yılında kurulan ve 61 yıllık geçmişi olan Borsa’yı ya bu çıkmazdan kurtarın ya da kamuoyuna açıklama yapın ve akil adamların bilgisine başvurun... Ne de olsa zararın neresinden dönülürse kârdır... Borsa elden gitmeden de çaresine bakılır... Saygılarımla; Gulyabani!..

22 Aralık 2014 Pazartesi

TREPAŞ, YAPAMADIĞI TAHSİLATLARININ ACISINI TRAKYALI VATANDAŞTAN ÇIKARIYOR!..

   
   Bildiğiniz üzere, Trakya Elektrik Dağıtım A.Ş. (TREDAŞ), 2 yıldır özel sektörün elinde ve Trakya Elektrik Perakende Satış A.Ş. (TREPAŞ) olarak isim değişikliğine uğradı... 2039 yılına kadar da, yapılan sözleşmeye göre özel şirket tarafından yönetilecek... Daha 25 yıl yani... Kim öle kim kala... Yeniden devlet kurumu olarak işletimine dönülür mü, yoksa bu işleyişle devam eder mi bilinmez... Ancak birçoğumuz bunun akıbetini göremeden, ebedi yolculuğumuzda yerimizi almış olacağız!.. Kalan sağlara gayret ve kuvvet dilemekten başka çaremiz yok anlayacağınız!..
   Şimdi gelelim, TREPAŞ’ın Trakya bölgesindeki sahillerde başlattığı daha doğrusu bugüne kadar alışık olmadığımız yeni uygulamasına... Bilirsiniz, sahil kesimlerinde yazlıkların elektrik sayaçları yaz sezonunda TREDAŞ yetkilileri tarafından 2 ya da 3 kez okunur ve faturalandırılır, yazlıkçı vatandaşlar da faturalarını yaz sezonunda öder, eğer sayacın okunmasından 1 hafta ya da 10 gün yazlıklarında kalmış iseler de, bir dahaki yaza gelmek üzere kapılarını kilitler ve faturaya yansımayan kilovatı da gelecek yıl yansıyan faturalarında öderlerdi... Bütün yazlıkçılar fatura borçlarını ödemiş olmanın rahatlığı ile yazlıklarını terk eder, bir sonraki yıl yazlıklarına geldiklerinde, aynı uygulama ile yazın keyfini çıkarırlardı... Çok az bir kesim hariç (birkaç emekli aile) büyük çoğunluk 9 ay boyunca yazlıklarına uğramazlardı...
   Peki ya şimdi; TREPAŞ yetkilileri yazlıkları kolaçan etmeye başlamış... Kapısı kilitli ve sayacını okuyamadığı (yazlıklarda hemen hemen bütün evlerde elektrik sayaçları giriş kapısının hemen yanındadır ve bu bölüm de tel örgü ya da camekan ile kapalıdır) yazlıklara elektrik faturasını iliştirerek, ruhlar aracılığı(!) ile yazlık sahiplerine haber yollamış!.. Bölgemizdeki sahillerden birinde yazlığı olan ve kendisi Trabzon’da ikamet eden vatandaşımız, ruhtan değil de, yazlığa tesadüf giden bir komşusu tarafından Aralık ayında elektrik faturası geldiğini öğrenince cin gibi olmuş!.. Nasıl olmasın ki... Yazlığını Eylül de terk ediyor, bir daha hiç uğramıyor ama Aralık ayında elektrik faturanız geldi diye haber alıyor... Yüzlerce insan var bu vatandaşımız gibi, yazlığı sahillerimizde ancak kendileri Türkiye’nin bir ucunda ve kilometrelerce uzakta ikamet edip, seneden seneye memleketimize gelen... Bu durum karşısında bir araştırma yaptım ve en azından kendi yazlığımızın bulunduğu sahildeki evlerin hepsinin sayaçlarının TREPAŞ yetkilileri tarafından faturalandırıldığını öğrendim... Ve işin ilginci de bundan böyle yazlık kesimdeki evlerin sayaçları her ay okunacak (sayaçlar kilitli alanda olduğu için okunmadan rastgele yazılacak!) ve faturalandırılacak... Ve yine 2 ay üst üste giden ve elektrik fatura bedelinin yatırılmadığını farkeden TREPAŞ yetkilisi elektriği kesecek!.. Bu durumdan haberdar olmayan yazlıkçı ise, önümüzdeki yaz sezonunda yazlığına geldiğinde elektriğinin kesik olduğunu görecek, durumu bir şekilde öğrenecek ve hiç kullanmadığı elektriğini açtırmak için de -açma-kapama bedelini- tıkır tıkır ödeyecek!.. Anlayacağınız önümüzdeki yaz sezonu başında TREPAŞ köşeyi dönecek!.. Doğu’daki vatandaşımdan tahsilat yapamayan, yapmaya kalktığında trafo binalarına kapatılan, sopalar taşlarla karşılaşan ve arkasına bakmadan kaçan TREPAŞ yetkilileri, anlaşılacağı o ki bütün bunların acısını yine her zamanki gibi Trakyalı vatandaşımdan çıkaracak!.. Eee... Ne de olsa zamanında devlet elindeyken de Türkiye’nin elektrik yükünü İç Anadolu, Akdeniz, Karadeniz, Ege ve Marmara bölgelerindeki vatandaşlarımız taşımıyor muydu... Özelleşince iş değişir sanıldı, bu bölgeler dışında yaşayan vatandaşlarımızdan da elektrik bedeli alınacağı varsayıldı... Ama varsayımlar tutmadı, çünkü devlet kanadı onları pek rahata alıştırdı!.. Ekmek elden su gölden, elektrik devletten, ödemesi; İç Anadolu, Akdeniz, Karadeniz, Ege ve Marmara bölgesinde yaşayan vatandaştan!.. Özel sektörde anlaşılan taktik değiştirdi ve tahsilat yapamadığı faturaları -açma-kapama bedeli- altında yazlıkçılardan çıkarma kararı aldı... Ya da bankalarla anlaştı ve vatandaşın 12 ay boyunca bankada parasını bağlama stratejisi uygulama yoluna geçti... Elektrik faturanı otomatik ödeme talimatı yap, bankaya bir miktar paranı yatır, sen istersen evine hiç uğrama ve elektriğini kullanma... Nasıl olsa yazlıkçıda para bol!..
   Neyse, sözü fazla uzatmayayım... Bu durumdan haberdar olmayan ve sahillerde yazlığı bulunan vatandaşlarımızı da uyarmış olayım... Ancak... Son uyarımı da TREPAŞ yetkililerine yapayım... Doğu’da trafo binalarına kapatıldınız, taşlandınız, sopalandınız... Gelecek yaz sezonunda yazlıkçı vatandaşlar sahillerindeki evlerine gelir ve elektriklerinin kesik olduğunu farkeder, yol boyunca tatil yapma hayallerinin evinin kapısını açmasıyla son bulduğunda, aman ola ki yazlık bölgelerden uzak durun... Ne de olsa deniz suyu, ne trafo binasına benzer, ne taşa ne de sopaya, adamı boğdurtturur vallah!.. Saygılarımla...


MEKANIN CENNET OLSUN!


   Tarhan Yapı Malzemeleri Ltd. Şti. Sahibi, hayırsever iş adamı, değerli büyüğümüz Sadettin Amca’yı (Tarhan), 22 Aralık 2013 Pazar günü kaybettik. Zaman zaman bir araya gelip sohbet ettiğimiz, kendi kadar fikirleri de değerli olan Sadettin Amca’nın vefatı nedeniyle büyük üzüntü duydum. En son, bundan yaklaşık 1,5 ay önce ofisinde bir araya gelmiş ve benimle Kurban Bayramı’nda, Keşan Ticaret Borsası Mezbaha İşletmeciliği’nde yaşadığı bir durumu paylaşmıştı... Oldukça da üzgündü... Mezbahada, kurban edilen hayvanların çırpınışları ona büyük üzüntü vermiş ve o merhametli yüreğine acısı işlemişti... Zaman zaman Keşan’da yaşadığı olumsuzlukları paylaşan ve olumlu yöne çevirmek için maddi, manevi katkı veren Sadettin Amca, mezbahadaki bu kötü manzarayı iyiye çevirmek için yapılabilecek bir şey olabilir mi düşüncesiyle benimle paylaşmıştı... Kendiside bu konuda araştırma yapmış, modern bir raylı sistemden bahsetmişti bana... Bu raylı sistemde de kurbanlıkların kurban edilinceye kadar çektikleri ızdırabı göstermeyecek bir sistemdi bu anlattığına göre... Bu konuşmamız sırasında bu sistemin maliyetinden bahsetmiş ve acaba Belediye ya da Borsa’nın bu maliyeti karşılayıp karşılayamayacağını sorgulamıştık... Sonra kendisine ‘Belki bir hayırsever üstlenir’ demiştim... O anda gözleri ışıl ışıl olmuştu Sadettin Amca’nın, ‘ben üstlenirim’ demişti büyük bir sevinçle, yeter ki o hayvanların yaşadığı ızdıraba şahit olunulmasındı ona göre... Bu sohbetimizin sonunda, Sadettin Amca’nın yüzü gülüyordu, çok mutlu olmuştu... Hayır işlemek onun o merhametli yüreğine işlemişti... Gazeteye geri döndüğümde ise mezbahanın tadilat işlemlerine başlandığı ve kesim yerinin yeniden dizayn edileceği haberiyle karşılaşmıştım... Sanki Sadettin Amca bunu o kadar yürekten istemişti ki, isteği onun bir emek sarf etmesine gerek kalmadan yerine geldi... Bu arada Sadettin Amca’nın da rahatsızlığı artmış ve İstanbul’da tedavi altına alınmıştı... Rahatsızlığı nedeniyle bu konuyla ilgilenememek belki de onu çok üzecekti ama Allah bu iyi yürekli insanın dualarını kabul etti ve mezbaha onun tam istediği gibi olmasa da tadilattan geçirildi... Ama geçirilmesiydi de Sadettin Amca, bunu için elinden geleni yapmaya hazırdı...
   Ruhun şad olsun Sadettin Amca, nur içinde yat... Her zaman seni minnetle anacağız... Umarım benim köşe yazılarımı kesip sakladığın o dosyana, bu yazım da kesilip konulur... Mekanın cennet olsun!


21 Aralık 2014 Pazar

GÜZİN ABLA DEĞİLİM Kİ...

     Bu sefer köşe yazımda bir değişiklik yapıp, toplumsal olayları değil, kişisel bir olayı yani kendi sıkıntımı dile getireceğim...
     Saygıdeğer okurlarım, öncelikle şunu belirtmek isterim ki, benim asıl görevim muhabirlik... Ancak bunun yanı sıra gözlemlediğim yanlışları köşe yazılarımda da dile getirerek, sizlerin de sıkıntılarına tercümanlık etmeye çalışıyorum...
     Ve yine köşe yazılarımda toplumsallık içeren yazılara yer verdiğim halde, 1 ya da 2 tane de yardıma ihtiyacı olduğuna inandığım kişiler için, devlet elinin uzanması amacıyla yazdığım yazılarım oldu. Gazetemize gelen bir kişinin de sıkıntısını kaleme almadan direkt ilgili kurumları araya sokarak, derdine çare olduk...
     Ancak abartısız ifade ediyorum ki, son günlerde; boyacı ile anlaşıp parasını ödeyen ancak hâlâ evini boyatamayan kişilerden, evine gelen tamircisiyle ilgili ya da tamamen ikili ilişkiler içeren konularda derdini anlatan, hatta bu derdini anlatmak için gün içini bırakın, gecenin ilerleyen saatlerinde bile telefonuma ulaşarak saatlerce kendisini dinlememi isteyen vatandaşlarımız artmaya başladı...
    Kimseyi kırmadan, gücendirmeden, üzmeden, sabırla dinlemeye çalışıyorum ve sonunda derdine çarenin kalemim olmayacağını söylüyorum amaaa... ne çare...
Kırılan da oluyor, gücenen de, üzülen de... Benim boşa geçirdiğim vakit ise kimin umurunda... Herkesin derdi ‘bir tane’ ve kendine göre çok önemli... Saatlerce anlatmak ve dinlenilmek istiyor... İyi de ben de herkes gibi etten ve kemikten yaratıldım... Robot değilim... Sabahın 7’sinde evden çıkıp, eğer kaza vb. gibi olaylar yaşanmazsa saat 22.00 gibi evime giriyorum... Ve yine sabaha kadar mutlaka birkaç kez haber kovalamak için evimden çıktığım oluyor... Ve yine Keşan dışında yaşayan ve benim için her şeyden değerli olan kızıma gün içinde en fazla 10 dakika, akşam saatlerinde de 20 dakika yani günde yarım saat telefonla vakit ayırabiliyorum... Yine aynı evi paylaştığım babamla ise 24 saat içinde abartısız sadece 15 dakika birbirimizi görüp, konuşabiliyoruz... Anlayacağınız en özel ve değer verdiğim 2 kişiye işim dışında ayırabildiğim vakit sadece 45 dakika... Neticede ben de insanım; yemek, içmek zorundayım... Arada da arkadaşlarıma vakit ayırmak... Bunları da kaptı kaçtı yapıyorum işte...
    Tabii ki tüm bunlara işimi çok seviyor olmam nedeniyle katlanıyorum ve zor da gelmiyor... Ancak kişisel sorunlarınıza çare ben değilim... Toplumsallık içeren her olaya seve seve yememden, içmemden vakit çalar, zaman ayırırım, elimden ne gelirse yaparım... Ancak boyacınız size kazık attıysa(!), ben boyacınızı kovalayamam... Tamirciniz tamirini iyi yapmadıysa(!), ona hesap soramam... Komşunuz üst katta halı silkiyor ve siz bundan rahatsız oluyorsanız(!), ben komşunuza kuralları öğretemem... Bunlar ikili ilişkiler ve aranızda çözeceğiniz konular... Eğer çözemiyorsanız da polis var, mahkeme var... Yaparsınız şikayetinizi, beklersiniz sonucunu...
    Zaten toplumsal olayları benimle paylaşan okurlarımın çoğu bana maille ulaşıyor ya da bizzat gazetemize gelerek bilgi aktarıyor... Gelen maillere, okurlarımın yazdığı kadar uzun olmasa da kısa bir cevap yazarak, hemen olmasa da en kısa sürede ilgileneceğimi söylüyorum...
    Anlayacağınız ben Güzin Abla değil, her şeyden önce muhabirim... Beni anlayışla karşılayacağınızı umuyor ve saygılarımı sunuyorum...


YAŞANMIŞ ALDATMALAR...

   
     Çok enteresan... Ne zaman aldatma ile ilgili köşe yazısı yazsam, bayanlardan çok erkeklerin ilgisini çekiyor ve bana telefonla ulaşıyorlar tebrik etmek adına... Çok iyi alt ediyorlar ya(!), bir de ‘çok doğru, tebrik ediyoruz’ demeyi ihmal etmiyorlar...     Ayrıca erkeğin her türlü durumundaki sorumlusunun da kadın olduğu görüşüne katılıyorlar... Anlayacağınız kendilerini ‘vezir de rezil de edenin’ kadın olduğunun bilincindeler... Bu yönde yeni bir yazı yazmama ise dün kulağıma fısıldayan bir beyefendi vesile oldu... Usulca bana, ‘Neşe Hanım şu aldatma ve kadınların erkekler üzerindeki etkisiyle ilgili arayı uzatmadan bir yazı daha karalasanız’ dedi... Ve ‘erkekler bayılıyorlar okumaya, çok hoşlarına gidiyor’ diye ekledi...      Aslında bundan aylar önce yine bir beyefendi de ‘Neşe Hanım, hep erkeklerin aldattığını yazıyorsunuz, sanki bayanlar hiç mi aldatmıyor, bunu niye kaleme almıyorsunuz?’ demişti... Ve yine bu beyefendi, ‘Çok biliyorum internetlerden tanışıp, adamları yollara döken kadınları, hem de evli olduklarını’ diye eklemişti...
     Bense kadınların aldatmasını köşemde konu etmeye, ‘akıllı aldatmaca(!)’ inancım nedeniyle yer vermedim... ‘Akıllı aldatmaca nedir’ mi?... Tüm kadınların çok zeki olduğu ve işini bildiğidir(!)... Kadın aldatıyorsa eğer, mutlaka bir sebebi vardır aldatmaya değer... Ancak bu sözümden gerçek manayı çıkarabilecek erkek bulmak da, deveye hendek atlatmaya benzer... O nedenle de erkekler boynuzlanmayı hak eder... Ve kadın aldatıyorsa eğer, erkek gibi yüzüne gözüne bulaştırmadan keser...    Ve seçer... Her önüne geleni dost yapmaz... İnce eler, sık dokur, cüzdanı bol(!), aklı kısa olanını bulur... Ne servetini döker, ne çoluk çocuğunun rızkını keser, ne de yuvasını terk eder... Adamı söğüşleyip, yolunmuş kaza çevirir, kısa süreli saltanatını sürer... Yakasından silkip atmak istiyorsa da bıçak gibi keser... Bir ihtimal aşık olduysa da eğer, mertçe dikilir kocasının karşısına ‘boşanıyoruz’ der...
     Ya erkekler... Farkında olmadan bir kadının gözü dalsa, olta atar, kendini nimetten sayar... T.C’si pembe ise gerisi önemli değildir... Erkekten dönme olsa vız gelir(!)... İlk yalanında fire verir... Tadında bırakmayı bilmez, illa ki yüzüne gözüne bulaştırır... ‘Erkek ya, aldatıyor ya’ davul tutup, cümle aleme anlatır, yaptığının bir marifet olduğunu sanır... Aldattığı mutlaka evdekinden bir kalite aşağıdadır... Maksat para yedirecek ya, yolunacak ya, sürünecek ya, yuvasını dağıtacak ya, bunun için epey bir uğraşır... Kürkçü dükkânına geri döneceğini bile bile, hem kendini hem ailesini maskara yapmayı çok iyi becerir... Şansına güzel mi güzel, cazibeli mi cazibeli, cilveli mi cilveli bir hatun denk geldi miydi de servetini serer ayaklarına... Hanlar, hamamlar, yatlar, katlar... derken, kendini bulur b.k çukurunda...
      İşte böyle geçer aldatmacalarda günler... Kim ‘aldatıyorum’ derse eğer, esas aldanan ‘kendisidir’ ama bunu yolun sonunda fark eder...


20 Aralık 2014 Cumartesi

MAHSULLER, GURBETÇİ GÜBRESİ İLE BEREKETLENİR İNŞALLAH!..


   İpsala-Keşan kara yolunda yaşanan araç yoğunluğunu, yerel basının 30 Ağustos 2013 Cuma günkü sayılarında okumuşsunuzdur... Yaklaşık 15 kilometrelik bir kuyruk oluşturdu 3 sıra halinde gurbetçilerin araçları... Yoğunluk aynı şekilde dün de devam etti, aldığım bilgiye göre... Bu sefer sadece telefonla bilgi aldım, ilk günkü gibi bizzat gidip o yoğunluğun içine girme cesaretini gösteremedim... Çünkü gurbetçilerle birlikte ben de yaklaşık 4 saat mahsur kaldım o yoğunlukta... Gerçi, gurbetçilerin mahsur kaldığı saatler dikkate alındığında benimkisi devede kulak kalır yanında...
   Şimdi biz dönelim esas filmlik konuya! İlk gün 4 saat süreli mahsur kalışım var ya, ne çarpıcı manzaralara şahit oldum sorma!
Gurbetçi erkekler yüksek sesle dillendirdi, ‘hadi biz çalı arasına giriyoruz da bu kadınlar ne yapacak?’ şeklinde ama, onlar dillendire dursun 8-9 saattir kuyrukta bekleyenlerin dışkısı kapıya dayanmış durur mu?! Baktım 3’erli 5’erli kadınlar, kızlar, çocuklar tarlalara yöneliyor... Baştan işi anlayamadım ama biraz yakın izleyince hemen çözdüm! Delik tutturamama problemi de yoktu burada, her yer delik oldu, her yer gurbetçi gübresi doldu bir anda...
   İpsala Kaymakamı Mehmet Ali Gürbüz’e gurbetçiler, ‘seyyar tuvalet istiyoruz’ diye diretseler de, gurbetçilerin büyük çoğunluğu mahsullü tuvaleti tercih etti sabrı tükenince! Hoş Kaymakam Bey de, ‘tamam seyyar tuvalet işiniz çözülecek’ diye vaatte bulundu ama benim aklım hiç basmadı buna! Yıllardır 70 bin misafiri ağırlayan Saros Körfezi’ndeki sahillerimize, 10 seyyar tuvalet konulması becerilemezken bölgemizde, bu işi Kaymakam Bey nasıl çözülecekti 1-2 saat içinde!
   Velhasıl bu gurbetçi yoğunluğu sayesinde; Keşan-İpsala kara yolu arasında ne kadar arazi varsa, adamakıllı gurbetçi gübresi aldı 2 günde! Kısmetse seneye yetişen mahsuller de, gurbetçilerin de katkısı olacak biline! Geçirdikleri tatil süresince Türkiye’nin değişik yerleşim birimlerine döviz bırakan gurbetçilerden bizim nasibimize de b.k’ları düştü bu sene! Tabii ki bu ayıp gurbetçilerin değil, bizim ayıbımız biline! En az 10 saat süre ile 38 derece altında kalıp, su tüketen ve sıkıntıdan habire bir şeyler atıştıran gurbetçiler, elbette ki zamanı gelince atacaklardı bir yere! İşte bu yerlerin kısmetlisi de Keşan-İpsala kara yolundaki tarlalık alanlar oldu... Ne diyelim; belki gurbetçilerin b.k’ları çiftçiye şans getirir, ürünlerinin değeri bilinir de, haklarını alır... Hani Hükümet’in Avrupa Birliği sevdası var ya... Ne de olsa Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan yurttaşlarımızın b.k’ları bunlar!..



000 NEŞE İHBAR HATTI, BÜTÜN HATLARI SOLLADI!

  
   Geçtiğimiz günlerde bir haber yer almıştı gazetemizde, polis ve jandarma yetkililerinden vatandaşa uyarı mahiyetinde...
   Ücretsiz olan ve 24 saat hizmet veren 155 Polis İmdat ve 156 Jandarma İmdat hatlarına, vatandaşın şüphe duyduğu konularda ihbarda bulunulması istenmişti... Bunun hem ilçe hem de vatandaş güvenliği açısından önemli olduğu belirtilmiş, bu konuda destek istemişti yetkililer...     Bu arada bu hatlara da günde ortalama 25’er ihbar geldiği belirtilip, ihbarların da büyük çoğunluğunun gürültü, trafik ve hırsızlık olayları ile ilgili olduğunu söylenmişti...
   Ücretsiz olan hatlara, günde 25’er ihbar... Çoğunluğu da gürültü, trafik ve hırsızlık...
   Bu bilgilerden sonra bir de benim hattı düşündüm! 24 saat açık ama ücretli! Hem de cep telefonu... Ayrıca arayan benim operatörden değilse, hele hele de sabit telefondan arıyorsa yandığının resmidir! Lakin buna rağmen benim hatta, günde 30-35 arası ihbar geliyor... Bu arada hattın sahibinin yani benim, bağlantısız görüşmelerim de hariç... Onları da hesaba katarsak neredeyse 50’yi buluyor!
   Gelelim ihbar ve şikayet konularına: canlısı, cansızı, huylusu, huysuzu, hırlısı, hırsızı, ayyaşı, berduşu, genci, ihtiyarı, çoluğu çocuğu, çapkını, hovardası ne ararsan var ihbar ve şikayetlerde...
   Bütün bunları dile getirmemdeki sebep mi? Dün gelen bir ihbar nedeniyle... Beni kopardı gülmekten, siz de gülün de neşeniz yerine gelsin diye...
   İşsiz olan bir vatandaşım, çıkacakmış bir evin tepesine, gidip fotoğrafını çekeymişim de, yer vereymişim gazetemizde... ‘Tamam geliyorum, polise de haber vereyim’ dediğimde, ‘gerek yok abla, gel sen çek yarın çıksın gazetede’ şeklinde cevap verince, ‘nasıl yani anlayamadım, sen evin tepesine çıkacaksın, ben seni fotoğraflayacağım, derdini dinleyeceğim ve aşağı ineceksin, benden hem gazetecilik hem polislik yapmamı isteyip, bir de üstüne psikolojik danışmanlık hizmeti alacaksın, ertesi gün gazetede haber çıkacak, sen de işe kavuşacaksın, öyle mi’ dedim... Cevap: ‘he ya abla çok kafan çalışıyor valla!’ oldu...
   Yani bu vatandaşım bizzat kendini ihbar ediyor ve beni de dolandırıcılığına alet etmek istiyordu... Ama dolandırıcılığı tutmadı, 155 ve 156 hatlarının aksine benim hattan öyle bir zılgıt yedi ki, dayanamayıp telefonu yüzüme kapadı... Anlayacağınız durum odur ki; 000 Neşe İhbar Hattı, bütün hatları solladı! Saygılarımla...


19 Aralık 2014 Cuma

SANAYİ KAVŞAĞI’NDAKİ DÜMENDEN -TIK- YOK!..

  
 Hatırlarsanız, 6 Aralık 2014 Cumartesi günü yayımladığım “SANAYİ KAVŞAĞI’NDA DÖNEN DÜMEN NE!..” başlıklı köşe yazımda, kavşaktaki proje değişikliğine değinmiş ve daha önce köprülü olarak düzenleneceği açıklanan kavşakta üst geçidin iptal edildiğini ve sadece genişletme çalışması yapılacağını duyurmuştum... Ben konuyu dile getirene kadar da bu konuda basında herhangi bir haber yer almamıştı ve birçok vatandaşın da (sade vatandaşın!) proje değişikliğinden haberi yoktu... Yetkililerin haberdar olmaması ihtimalini yazmıyorum çünkü kendimin inanmadığı bir şeye sizi nasıl inandırayım... Ortada bir dümen döndüğü kesin ve bu kuvvetli bir dümen ki, hâlâ yanlıştan dönülmesi konusunda kimseden -ses- çıkmadı... Tövbe... Şahsıma bazı hükümet kanadından yetkili kişiler tarafından araştırılıp konunun üzerine gidileceği ve yanlıştan dönülmesi için çaba sarfedileceği belirtildi ama yerel basında -yanlıştan dönülme çabası içine girileceği- konusunda herhangi bir haber yer almadı... Anlayacağınız Sanayi Kavşağı’ndaki dümenden -tık- yok!.. Sadece tek bir eleştiri haberi de bugün yerel gazetelerden birinde yer aldı... MHP Keşan İlçe Başkanı Erkan Gege verdiği demecinde Sanayi Kavşağı’nın köprülü olması gerektiğine işaret etmiş ve bu konuda iktidar partililere neden sessiz kaldıklarını sormuş... Gege, yol yakınken yanlıştan dönülmesine dikkat çekmiş ve diğer kavşaklarda yapılan çalışmaların bu kavşakta üst geçit yapılmayacak olması nedeniyle önemini yitireceğini ve birkaç yıl sonra bu kavşakta üst geçit yapılmasının şart olduğunun görüleceğini belirtmiş...
   Sayın Erkan Gege’nin açıklamalarına katılıyor ve vatandaşımın daha rahat anlayabileceği sade bir dille ilave yapmak istiyorum... Düşünün Malkara’dan Destek Kıtaları Kavşağı’na kadar olan güzergahtaki bütün kavşaklar köprülü oluyor... Sadece Sanayi Sitesi Kavşağı hariç... Malkara’dan Keşan yönüne gelen araçlar, hiçbir trafiğe takılmadan çift şeritli yolda ilerlerken ve akış Gelibolu’ya kadar devam edecekken, Sanayi Kavşağı’nda kilitlenme olacak... Hele hele yaz aylarını ve hafta sonlarını düşündüğümüzde... Trafiğe takılmayan ve hızlı bir akışla Sanayi Kavşağı’na kadar gelen araçlar ışıklara takıldığında, arkalarında oluşacak kuyruğu düşünebiliyor musunuz? Yine en çok Efes Yolu’nda karşılaşılan yaya kazaları, karşıdan karşıya yaya geçidine imkan tanıyacak bir Sanayi Kavşağı noktası kalınca, yaşanabilecek ölümlü kaza ihtimallerini ise hiç düşünmek istemiyorum... Ama düşünmemek istememek, olacakları engellemiyor tabii ki...
   İşin yetkilileri ya da ilgilileri harekete geçirmeme sebebine gelince... Onları analar doğurdu ama bizi ve bizim gibi sade vatandaşları kimler doğurdu belli değil!.. Biz ölüm saçan yollardan eskort eşliğinde, güvenlik önlemi içinde geçmiyoruz... Bizler için trafik akışı durdurulmuyor ya da her köşe başına birkaç polis dikilmiyor... Yetkililer, seçilmişlere ayrıcalıklı davranıldığı için onlar yanlışları göremiyor... Yanlışı anlatmaya çalışsan da ikna olmuyor... Olamaz çünkü yaşamıyor... Tok açın halinden anlar mı? Anlamaz... İşte onlar da ne zaman kendilerini sade bir vatandaş yerine koyup, aynı şartlarda yaşamaya mecbur edilirlerse, o zaman belki sade vatandaşın çilesini ve sitemini anlarlar... Başbakan Davutoğlu dün akşam yaptığı açıklamada; tasarruf amaçlı, kamu kurumlarında plaket ve hediye verilmesinin yasaklandığını açıkladı... Hazır tasarrufa niyetlendiler(!) şu bir seçilmişin arkasından refakat eden onlarca polis ve vs. araçlarını da yasaklasınlar da Hanya’yı Konya’yı görsünler!.. İşte o zaman hepimizi anlar doğurur!.. Saygılarımla...


SAVCI’YA GEL SAVCI’YA!...

   Savcı, ceza yargılamasında iddia makamı olarak adalete hizmet eden kişidir. Savcı, suç haberinin kendisine ulaşmasıyla birlikte devlet adına araştırma ve soruşturma faaliyetinde bulunmak, kamu davasının açılmasını gerektiren şartlar oluştuğunda dava açmak ve yürütmek, mahkemelerin verdiği kararları yerine getirmek ve kanunla kendisine verilen diğer görevleri yapmak durumunda olan ve yürütme organı içinde yer alan devlet memurudur.
   Polis de, kamu düzenini ve yurttaşların canı, malı ve temel hak ve özgürlüklerini korumakla görevli, yasa uygulayıcı bir çeşit kamu görevlisidir.
   Bu açıklamayı yapmamdaki amacı birazdan anlayacaksınız... Bugün ilçemizde uyuşturucu operasyonunun bir ayağı daha doğrusu son ayağı gerçekleştirildi...      Uzunköprü eski savcısı C.K, polis memurluğundan atılan S.K. ve diğer şüpheliler, 161 kilo 243 gram toz esrar maddesi ve 13 kilo 225 gram eroin maddesi olmak üzere toplam 174 kilo 468 gram uyuşturucu madde ile birlikte ele geçirilmelerinden dolayı Keşan’da adli makamlara sevk edildi... (Operasyon ile ilgili ayrıntıları haber sitelerinden takip edebilirsiniz.)
   Uzunköprü Cumhuriyet Savcısı iken bir iş adamından rüşvet almaya teşebbüs ettiği iddiası ile gözaltına alınan ve çıkarıldığı adli makamlarca 5 yıl hapis cezasına çarptırılan eski savcı C.K’nın, yetkilerini kullanması da 5 yıl yasaklanmış ve cezasının onanması durumunda da 5 yıl hapis yatacakmış... Yine eski polis memuru S.K. da, Van Emniyet Müdürlüğü’nde görevliyken uyuşturucu kaçakçılığı ilgili bir soruşturma kapsamında görevden alınmış... Her iki devlet memurunun da sicili oldukça temiz anlayacağınız!..
   Ne de olsa biri araştırma, soruşturma ve dava açmakla yükümlü, diğeri de can, mal ve temel hak ve özgürlükleri korumakla görevli!.. Desenize, bunlar böyle yaparsa aç insan ne eylemeli!.. Ve bu iki zat-ı muhteremin kurumlarına ve meslektaşlarına verdiği lekeye ne demeli... Vatandaş, ‘imam böyle yaparsa cemaat ne yapmaz!’ demez mi? ‘Toklar böyle yaparsa açlara ne kalmış!’ diye söylenmez mi, ‘Savcıya ve polise güvenemeyeceksek kime güveneceğiz’ diye sorgulamaz mı, ‘ülkenin çivisi çıkmış’ diye feveran etmez mi, ‘evlatlarımızı zehirleyenlerin başı adli yargı ve emniyet güçleri’ diye kahrolmaz mı, ‘adli yargıya ve emniyete nasıl güveneceğiz’ diye güvenleri sarsılmaz mı? Der, söylenir, sorgular, feveran eden, kahrolur, güveni sarsılır... Tabii ki, 2 kişinin yanlışını, hatasını, suçunu iki kurumda görevli tüm memurlara yüklemek, onları zan altında bırakmak, onlara güvensiz yaklaşmak olmaz ama maalesef ki bu iki kişi, bu iki kurumun içine de kurt düşürdü!.. Malumunuz ülkedeki adalet sisteminin nasıl işlediği gözler önünde... Bundan 1 yıl önce ayakkabı kutuları içinde gizlenen milyar dolarlara şahit olmuş, Cumhuriyet tarihinin en büyük ‘yolsuzluk ve rüşvet’ operasyonu olarak nitelendirilmişti... Ancak bundan birkaç gün önce dosya kapatıldı ve Türk halkı üzerine bir bardak soğuk su içti!..
   Şimdi ben de uyuşturucu operasyonu kapsamında ele geçirilen bu biri eski savcı biri eski polis olan zat-ı muhteremlere ağzıma ne gelirse söylemek istiyorum ama, ‘tut çeneni Neşe’ demekle yetiniyorum... Neme lazım, iki masum insana hakaretten beni içeri atarlar(!), delil yetersizliğinden de bakarsınız onları azat ederler!.. Ülkemde adaletin terazisi o kadar dengesizleşti ki, suçsuzlar ağır basıyor, suçlular da böyle elini kolunu sallaya sallaya zehir saçıyor!.. Saygılarımla...




18 Aralık 2014 Perşembe

TİLKİNİN DÖNÜP DOLAŞIP GELECEĞİ YER KÜRKÇÜ DÜKKÂNI…

   
   Keşan’da geçtiğimiz yıl içinde kayda geçen 52 şiddet olayı yaşandı… 2010’da ise ilçemizde yaşanan şiddet olayı sayısı 74’tü… Tabii bu rakamlar sadece kayda geçenleri yansıtıyor… Ya geçmeyenler… Onları ne siz sorun ne ben söyleyeyim…
    Geçtiğimiz yıl aile içi şiddet olaylarından 2 tanesine yakinen tanık oldum…
Bir tanesi eşler arası kavga, diğeri ise ayrıldığı eşinin kapısına dayanan alkolik koca…
    İlki, aldatıldığından dolayı eşiyle tartışan kadının intihara teşebbüsü… İkincisi eşini başka kadın için boşayan ancak sonra kafasını taşlara vurup, şişe şişe götüren, ardından da ‘beni affet’ diye yalvaran koca…
   İlk olayda biraz hüzünlendim… Çünkü kadının intihara teşebbüsü sadece kocasını kendine bağlamak adına planlanmış bir adımdı… Kendisine ilgisi azalan ve evden uzaklaşan eşini, bağırıp çağırmayla eve döndüremeyen eş, intihar planını seçmiş ancak bunda da başarılı olamayınca yaptığı davranışın ezikliğini hissetmişti… Hem bu bayan öyle cahil biri de değildi… Tahsilli, elinde mesleği olan, hoş bir bayandı… Sen tahsilli olsan, makine gibi para bassan, güzel olsan ne yazar… Senin adam dangalağın tekiyse gözü hiçbirini görmez zaten… Görür görür de iş işten geçtiği zaman… O zaman da sen onu tanımazsın ve onun için döktüğün gözyaşlarına, yolunu gözlediğin gecelere yanarsın…
   İkinci olayda ise vakti zamanında eşini başka kadınla aldatan ve bu kadınla daha rahat vakit geçirmek için karısını ve çocuklarını kenara atan ancak ayakları yere bastığında da eski karısına ve çocuklarına duyduğu özlemle içip içip kapılara dayanan adam…
   Ve bu adamı artık gözü görmeyen, içine ihaneti sindiremeyip, kendisini ve çocuklarını bu adamdan uzaklaştıran kadın…
Her iki olayda da erkeğin kadına ihaneti söz konusu… İlki henüz ihaneti sindirirken, ikincisi çoktan kendi yolunu çizmiş…
   Bunları yakinen gözlemlememle birlikte, benzer birçok olayı da uzaktan takip ettim… Hemen hemen hepsinde erkek önce ihanet ediyor, sonra da içip içip eski karısının ya da hâlâ nikahlı olduğu halde kendisini dışlayan karısının kapısına dayanarak, affetmesi için yalvarıyor…
   Anlayacağınız, tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer yine kürkçü dükkânı oluyor… İyi de bu tilkileri adam etmenin bir yolu yok mudur…
  Eğer yoksa adam etmenin yolu, o zaman salacaksın gitsin tilkileri… Kürklerin modası nasılsa eskidendi(!)


17 Aralık 2014 Çarşamba

'YOLSUZLUK VE RÜŞVET' OPERASYONUNUN YIL DÖNÜMÜ VE İNTİKAMI KUTLU OLSUN!..


   17 Aralık ‘yolsuzluk ve rüşvet’ operasyonu... Bugün itibarı ile üzerinden tam 1 yıl geçti... Para sayma makineleri, para kasaları, bakan çocukları, bürokratlar ve İranlı iş adamı... Peki, bu kadar ses getiren, Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu olarak da dillendirilen bu operasyonun ardından geçen 1 yıllık süreç nasıl işledi? Gelin hep beraber bir anımsayalım...
   Operasyondan 24 saat sonra yani 18 Aralık’ta, aralarında operasyonu gerçekleştirenlerin de bulunduğu beş şube müdürü görevden alındı... 19 Aralık’ta İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın merkez valiliğine atandı... 20 Aralık’ta Emniyet’teki görevden almalar yayıldı ve 6 Ocak’ta Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde gece yarısı büyük çapta görev değişikliği yapıldı... 350 polisin yeri değiştirildi... 8 Ocak’ta bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı ile 15 ilin emniyet müdürleri görevden alındı... 24 ile de yeni emniyet müdürü atandı... 22 Ocak’ta Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde 470 amir, müdür yardımcısı ve memurun görev yeri değiştirildi... Bu tarihten sonra da görev değişiklikleri devam etti... 17 Aralık’tan sonra yaklaşık 6 bin emniyet mensubunun yeri değiştirildi...
   Yine operasyon adli yargıya da sıçradı! 17 Aralık soruşturması, 29 Ocak 2014′te Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç’in elinden alındı... Celal Kara, İstanbul 45. Asliye Ceza Mahkemesi’ne duruşma savcısı olarak atandı... Kara daha sonra Afyonkarahisar Cumhuriyet Savcılığı’na atandı... Mehmet Yüzgeç, İstanbul 1. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’ne duruşma savcısı oldu... Yüzgeç, Haziran ayında ise Kahramanmaraş Cumhuriyet Savcısı olarak atandı...
   ‘Yolsuzluk ve rüşvet’ operasyonunun şüphelileri ayağında ise gelişmeler şöyle oldu: O dönemdeki İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, iş adamları Ali Ağaoğlu, Rıza Sarraf ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in de aralarında yer aldığı 89 kişi gözaltına alındı... Bakan çocukları Barış Güler ve Salih Kaan Çağlayan, iş adamı Rıza Sarraf ve Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın da aralarında bulunduğu 26 kişi tutuklandı... Bakan Bayraktar’ın oğlu, iş adamı Ali Ağaoğlu ve Fatih Belediye Başkanı Demir’in de aralarında olduğu diğer şüpheliler ise ayrı ayrı dönemlerde serbest bırakıldı... Rıza Sarraf, Barış Güler, Salih Kaan Çağlayan 28 Şubat’ta salıverildi...
   Ve... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yaklaşık 11 ay süren incelemenin ardından, 17 Ekim 2014′te dosyayla ilgili takipsizlik kararı verdi... 17 Aralık soruşturmasına yönelik takipsizlik kararına yapılan itiraz iki gün önce yani 15 Aralık 2014′te reddedildi... Böylelikle Cumhuriyet tarihinin en büyük ‘operasyonu’ bir yılı doldurmasına 48 saat kala resmen sona erdirildi...
                                                           ***
   Tüh ya... Zavallı 89 şüphelinin günahına girildi!.. Gözaltına alındılar, hatta kimileri bir süre tutuklu kaldı!.. Bak gördünüz mü, adalet yerini buldu ve 17 Aralık soruşturması fos çıktı!.. Vallahi gördüğümüz o ayakkabı kutuları, içindeki dövizler, para sayma makineleri hepsi hayaldi!.. Ne milletiz ya; gözümüzle gördüğümüz, aklımızın erdiği, kafamızın bastığı her şeye inanıyor(!), zavallı masum insanlara iftira atıyoruz!.. Şahsen ben, 17 Aralık operasyonundan bu güne dek yaşanan gelişmeleri an ve an takip ettim... Medyanın bu hayali haberi bu kadar abartmasını ve yankı uyandırtmasını bir türlü anlayamadım!.. Gördüler işte; -adalet yerini buldu!- ve yaptıkları yanlı haberler fos çıktı!.. Eğer gerçeklik payı olsaydı, Cumhuriyet tarihinin en büyük ‘yolsuzluk ve rüşvet operasyonu’ sona erdirilir miydi?! Bakın şimdi adalet yerini buluyor... 17 Aralık operasyonunun perde arkası çözülüyor!.. Yeni bir operasyon ülke gündemine oturdu ve paralelcilere adalet uygulanıyor!.. Eee ne demişler, etme bulma dünyası!.. Yakarsan canımı, alırım intikamımı!..
   Sizlere iyi gözlem, takip ve analizler... Benden bu kadar yeter... Can yakanın peşini bırakmayıp, intikam alıyor bu zalimler!.. Ne bakan kızıyım ne bürokratım ne de iş kadınıyım ne de paralelciyim ama gazeteci ve onlar için en tehlikelisi olan Cumhuriyet kadınıyım... Eğer benden de intikam almaya kalkarlarsa, vallah kodeste soluğu alırım!.. Yine de içimde tutamayacağım; 'yolsuzluk ve rüşvet' operasyonunun yıl dönümü ve intikamı hayırlı olsun!.. Saygılarımla...


16 Aralık 2014 Salı

“KİM 500 MİLYAR İSTER” YARIŞMA PROGRAMINDA YANLIŞ SORU!

   Kenan Işık tarafından sunulan ve atv’de yayınlanan “Kim 500 Milyar İster” yarışma programını birçoğunuz izliyorsunuzdur. Doğrusu ben, televizyon izleme alışkanlığım olmadığı için ne o programı ne de diğer programların hiçbirini izlemiyorum. Ancak 14 Mart 2013 Perşembe akşamı sosyal paylaşım sitelerinden Facebook’ta dolaşırken ne görsem... “Kim 500 Milyar İster” yarışma programında sorulan soru ve cevap şıkları...
   Sorulan soru aynen şöyle: “Sevdiği zaman adam gibi seven, sevdiğini aldatmayan, sevdiğini üzmeyen ondan başkasını gözü görmeyen, sadık, dürüst, namuslu, neşeli erkekler hangi ilimizdedir?”
Cevap şıkları da şu şekilde:
A: TEKİRDAĞ
B: ÇANAKKALE
C: KIRKLARELİ,
D: EDİRNE
   Buraya kadar anladım da doğru şık konusunda şaşkına döndüm bir anda. Yeşil ışık, “D” şıkkı olan “EDİRNE”nin üzerinde yanmıyor mu?!
   Hemen soruyu tekrar okudum, acaba yanlış mı anladım diye kendi kendimi sorguladım. Tekrar da yetmedi, üj bej kere daha okudum! Yanılma payı yok... ‘Sevdiği zaman adam gibi seven ve aldatmayan’ erkekler Edirne’deymiş!
   Edirne yazınca ben hemen, Keşan erkeklerini hayal ettim birden!.. Keşan, Edirne’nin en büyük ilçesi değil mi? Böyle olunca da, mutlaka Keşan erkeklerinin de kastedileceği kafamda yer etti... Ve “Kim 500 Milyar İster” yarışma programında sorunun belki ‘doğru’ ama cevabın ‘yanlış’ olduğunun aksine hiç kimse ikna edemez beni...
   Eğer soru, “İçtiği zaman herkesi seven, mekanlardaki sevgililere servetleri döken, karısına Pazar parası bırakana kadar illallah dedirten, 2 dilim kavun, bir dilim beyaz peynir ve iki duble rakıyla neşelenen, bir 70’liği devirdi mi yine sokaktan toplanan erkekler hangi ilimizin ilçesindedir?” şeklinde sorulsaydı ve cevabı da “EDİRNE/KEŞAN” olsaydı, işte o zaman “Kim 500 Milyar İster” yarışma programında sorulan soru ve cevap cuk diye otururdu!..