27 Haziran 2013 Perşembe

KARIMDAN ŞÜPHELENİYORUM!


Ayol bu şüphe ile yaşanılır mı? Boşa durma hemen... Nasılsa yenisini alırsın sen! Öyle 50’sine gelip de 3’üncüyü almayı Allah herkese nasip de eylemez!
Vatandaşım yazmış... 3’üncü karısının gözü dışarıdaymış!
18’inde ilk evliliğini yapmış, 23’ünde kaçırtmış! Trakyalı erkeğe, Ege’nin kızı katlanamamış! Ancak hiç de vakit kaybetmemiş... Daha 24’üne gelmeden yenisiyle evlenmiş... Mutlu bir hayat sürmüşler tam 19 yıl... Fakat bu sefer de kader yazısı, elim bir kaza sonucu kaybetmiş 2’inci eşini... 5 yıl evlenmemiş, matem tutmuş, ancak çocuklarını göz baş edince, yalnızlık canına tak etmiş... 48’ine geldiğinde de yine arayışa geçmiş... Geçmiş ama kararını bilememiş! Birden gözü dönmüş, dolduruşa gelip, kendine 26 yaşında eş seçmiş... 1’inci yıl her şey çok güzelmiş... Çıtır eşini gezdirmiş, tozdurmuş, eğlendirmiş... Tempo ağır gelip, yavaşlamaya geçmek istediğinde, çıtır eş, ‘gezdir beni, eğlendir beni’ diye tepinmiş!
Eşinin; kar yağarken gezinme kutkusu adamı zatürre yapmış, yağmur altında yürüme tutkusu nedeniyle bronşit olmuş, 38 derecede güneşlenmekten ishale tutulmuş, diskolarda zıplamaktan romatizmaya karmış, çenesinin düşüklüğünden migrene yakalanmış... Ancak bu aralar korkusu felç inmesi ya da kalp krizi geçirecek olmasındanmış!
Bir türlü enerjisi tükenmeyen çıtır eşinin istekleri artık ağır gelmeye başlamış... Ne ‘yeter’den ne de ‘dur’dan anlarmış... Biraz derin uykuya dalsa, çıtır eş balkona fırlarmış! Arabaya atladı mı da 3-4 saat ortalıktan kaybolur, üstüne üstlük telefonunu da kapatırmış! Bizim ihtiyar delikanlının içine de kurt düşmüş... Ne yapsın ne etsin bilememiş... Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyıkmış... 40 yaşını geçmiş ve aklı başındayken böyle bir evliliğe niyet ettiğinde kimseye danışmamış ama, şimdi ne yapacağını sormak aklına gelmiş! Hem de benden akıl istemiş!
Al sana akıl... Boşa hemen, nasılsa akıllanmazsın sen! 4’üncüyü de 15’lik alırsın, kartopu oynarken donma; yağmur altındayken buzlanma; 38 derece altında köpürme; diskoda ateşlenme tehlikesi geçirir, ağlamaya ya da konuşmaya başlayınca da çeker silahı işini bitirir, ‘5’inciye kısmet’ dersin!

 

 

SAHTE SEVGİYE SAHTE ŞABA!


Gazetemizin bugünkü sayısının 3. sayfasında yer alan “Müşterinin taktığı 200 TL’yi harcarken, jandarmaya yakalandı” başlıklı haberi okumuşsunuzdur...
Bu haberi yaparken hem haberimi yazdım hem de köşe yazımın hayalini canlandırdım... Öyle de keyif aldım ki sormayın...
Oryantel kızımıza 200 TL sahte para asılmış... Eh maşallah müşterinin eli de pek açıkmış! Sahte 50’lik de asabilirdi ama seni kıymetli bulup, 200’ünden asmış! Desenize bizim erkeklerde paranın gerçeği tükenmiş!
Ne evler, ne arabalar, ne arsalar gitti oryanteller için memleketimizde... Trilyonluk cirolar döndü bir gecede... Yıkılan yuvaların sayısını ise hiç sormayın... Ya bu dünyadan göçenler, elini kana bulayanlar, cezaevlerine düşenler... Maddi kadar manevi ciroda büyük ve geri dönüşü yok hiçbir şekilde...
Kimileri mezara girdi, kimileri cezaevine düştü, kimileri iflas etti, kimileri yola geldi, kimileri de hâlâ ‘git-gel’lerde... Gidecek parası yok ama kopamıyor işte alışmış bir kere... Parasız da girilmiyor bu yerlere... Hele hele işin ucunda kadın varsa, cebe koyacaksın tomarla akçe! İşte o akçeler tükendiyse, yerine bulacaksın sahte! Bizim hovardalar da yapmış öyle! Doldurmuşlar sahte akçeleri cebe, çalmışlar felekten bir gece... Akçeler de sahte olunca, basmışlar şabaları 200’er, 200’er TL. O anda kıvırtan oryantel nereden anlayacak basılanların ‘sahte mi gerçek mi?’ olacağını, 200’er TL’leri görünce adamakıllı kıvırmış kalçalarını! Hem kıvırmış hem de nerede harcayacağının hesabını yapmış! Ancak evdeki hesap çarşıya uymamış! Sahte parayla alışveriş kısa sürmüş, gece boyunca kalçasını kıvırttığına yanmış!
Sonunda bizim erkekler doğru yolu yanlıştan bulmuş! Sahte para astıkları ve bir nevi suç işledikleri için onları kutlayacak ya da takdir edecek halim yok ama bir şeyi hatırlatmak isterim...
Hani size ‘aşkım, sevgilim, seni çok seviyorum, sen benim her şeyimsin’ diyenlere astınız ya gerçek liraları... İşte bu hareketle çıkardınız sahteliğin acısını...
Bu seferde onlar size iyi ve içten kıvırttı ama, karşılığını yıllarca size sarf ettikleri sevgi sözleri gibi sahtesinden buldu!

 

 

 

 

 

24 Haziran 2013 Pazartesi

MÜJDE DAĞA KAÇTI!


 Bundan birkaç ay önceydi, Keşan Köy ve Mahalle Muhtarları Derneği Başkanı Abdullah Kemik, İl Genel Meclisi üyeleri ve birkaç muhtarımızla birlikte Edirne Valisi Hasan Duruer’i makamında ziyaret etti.
Bu ziyaretten haberdar olmamız üzerine, ziyaret bitiminde kendilerini arayıp, ‘ziyaretin amacı ve sonucu’ hakkında bilgi aldım... Daha dün gibi hatırlıyorum Sayın Kemik’in telefondaki heyecan ve mutluluk dolu ifadelerini... ‘Müjde’ demişti, Keşan’a bağlı tüm köylerin halklarına hitaben... Sayın Duruer, söz vermişti onlara, ‘çevre düzenlemesi için 150 bin TL ödenek’ konusunda... Hatta bu müjdeli haberin basında yer almasının ardından teşekkürler yağdı Sayın Valimiz Hasan Duruer’e...
Ancak geçtiğimiz günlerde birkaç köyden çevre düzenlemesi ile ilgili şikayetler alınca, şaşırdım birden ben de... ‘Hayrola’ dedim, ‘Daha dün 150 bin TL ödenek geldi, sizin de ne bitmez çevre düzenlemeniz varmış, paraya doymuyorsunuz’ diye de ekledim... ‘Ne parası, sözde kaldı o para’ demesin mi... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (25 Haziran 2013 Salı) sayısında...>

22 Haziran 2013 Cumartesi

KARIMDAN ŞÜPHELENİYORUM!


Ayol bu şüphe ile yaşanılır mı? Boşa durma hemen... Nasılsa yenisini alırsın sen! Öyle 50’sine gelip de 3’üncüyü almayı Allah herkese nasip de eylemez!
Vatandaşım yazmış... 3’üncü karısının gözü dışarıdaymış!
18’inde ilk evliliğini yapmış, 23’ünde kaçırtmış! Trakyalı erkeğe, Ege’nin kızı katlanamamış! Ancak hiç de vakit kaybetmemiş... Daha 24’üne gelmeden yenisiyle evlenmiş... Mutlu bir hayat sürmüşler tam 19 yıl... Fakat bu sefer de kader yazısı, elim bir kaza sonucu kaybetmiş 2’inci eşini... 5 yıl evlenmemiş, matem tutmuş, ancak çocuklarını göz baş edince, yalnızlık canına tak etmiş... 48’ine geldiğinde de yine arayışa geçmiş... Geçmiş ama kararını bilememiş! Birden gözü dönmüş, dolduruşa gelip, kendine 26 yaşında eş seçmiş... 1’inci yıl her şey çok güzelmiş... Çıtır eşini gezdirmiş, tozdurmuş, eğlendirmiş... Tempo ağır gelip, yavaşlamaya geçmek istediğinde, çıtır eş, ‘gezdir beni, eğlendir beni’ diye tepinmiş! <Devamı Önder gazetesinin 24 Haziran 2013 Pazartesi günkü sayısında...>

155’İ ARADIM AMA KOŞ SEN DE GEL!


21 Haziran 2013 Cuma. Saat 00.10’u gösteriyor... Aslında Cuma günü bitti, Cumartesi gününe bismillah dedik. Telefonum deli gibi çalıyor... Ben de o arada dışarıda ve Muammer Aksoy Caddesi’nde seyir halindeyim... Bir arkadaşım arıyor, ‘Enez Kavşağı felç. 155’i aradım ama koş sen de gel.’ diye. Yazlığa gitmek için yola çıkmış, Keşan’dan Erikli Sahili’ne gitmek için Enez Kavşağı’nı kullanmaya kalkınca, seyahati daha baştan aksamış... Kırmızı ışığa denk geldi diye, bir sigara molası yaparım demiş, bu arada işi çözememiş... Ne zaman ki Keşan-Gelibolu istikametine gidenler vızır vızır geçiyor, ancak karşı istikamettiler yerinden kıpırdamıyor, o zaman Hanya’yı Konya’yı anlamış... Arkasında duran araç, kornayı deli gibi basmaya başlayınca da fıttırmış! ‘Ben canımı pazarda bulmadım, sende çok varsa geç ağabey’ deyip, arkasındaki araca yol vermiş... Ancak kornayı çalarken yerinden çıkacak sürücü, Kavşağın ortasına geldiğin de az daha ikiye biçilip, çok fazla gördüğü canından bir tanesi gidiyormuş... <Devamı Önder gazetesinin 24 Haziran 2013 Pazartesi günkü sayısında...>

19 Haziran 2013 Çarşamba

CEZALAR ARTTI, SÜRÜCÜLER BUHARLAŞMAYA BAŞLADI!


Minareyi çalan kılıfını hazırlar! Oh ne âlâ... Hem içerim, hem kaza yaparım hem de buharlaşırım... Bu da yeni moda!
Son bir yıldır trafikte üst üste gelen ceza oranlarındaki artış nedeniyle, bizim sürücüler de taktik değiştirdi... Tabiî ki bunda kaskonun da etkisi var... Aracını kasko yap, şişenin dibini görene kadar iç, sonra aracına bin, götürsün seni rüzgârın estiği yere! İster ağaca bin, ister tabelayı yık, ister takla at, ne yaparsan yap... Ama bütün bunları yaptıktan sonra da ‘şoför ben değilim, kaçtı!’ de! <Devamı Önder gazetesinin yarınki (20 Haziran 2013 Perşembe) sayısında...>

YAZLIK KİRAYA, BİZ BODRUM’A TATİLE!


Çok yaşa sen emi Keşanlı hemşehrim... Hem eline hem diline sağlık... Yaz sezonun hayırlı olsun! Allah kazadan beladan korusun, sağlık, temizlik, afiyet nasip eylesin!
Hemşehrim e-mail yazmış ve önce kâğıda yazdığı için ‘mektup’ olarak kabul etmemi istemiş... ‘Mektubun da hakkını vermek için hem kağıda hem de elektronik posta adresine döşeniyorum!’ demiş... Hatta cep telefonundan mektubunun fotoğrafını çekip, ‘mektuba kanıt’ diye de eklemiş... Saydım gitti ben de mektuptan bu e-maili...
Bakın neler döktürmüş benim hemşehrim, ballandıra ballandıra anlatmış gördüklerini... Muhteşem başlamış yaz sezonuna... Bu sezon bolluk bereket olacak inşallah!
‘Neşe Hanım’ demiş, Erikli Sahili’ne gitmek üzere yola çıktık Keşan’dan çoluk çocukla birlikte... Maşallah Erikli-Keşan yolu duble yol olmuş! Çift şerit işliyor... Hani her yıl gördüğümüz, tehlike saçan o kamyonlar da yok... Trafik akışı mükemmel! Ne kadar huzurlu ve mutlu bir yolculuk yaptık Erikli Sahili’ne yazmakla bitiremem! Sahile geldiğimizde ise olağanüstü bir manzara ile karşılaştık... Her yer pırıl pırıl, sanki temizlik diyarı bir sahile gelmiş gibi hissettik kendimizi... Nerede o eski Erikli! Taksim Gezi Parkı’nda sıkılan tazyikli sular buraya kadar işlemiş, bütün çeri çöpü alıp, ‘bal dök yala’ haline getirmiş! Keyifle girdik evimize... Hava da güzel olunca, attık kendimizi sahile... Şaşırdık... Seyyar simitçi, mısırcı aradık, bulamadık! Hiç g.t.ümüze de bira şişesi batmadı! Pırıl pırıl maşallah sahilimiz! Çöp konteynerleri de bomboş bu arada! İnşaat pisliğiymiş, artıkmış hiç yok! Buzlar gibi sahilimiz maşallah!
Son 6 yıldır, ne vaatler verildi biz yazlıkçılara... ‘Gelecek sezona her şey tamam olacaktı’ güya... Keşanlı idareciler konuşmaktan öteye gitmez mi Allah aşkına... Anladık ki icraat ancak rüyada!
Keşan’dan Erikli’ye varana kadar, eşim hatim indirdi, çocuklar Fatiha okudu, ben de salavat getirdim sürekli! ‘Ha bir kamyonun altına girdik, ha gireceğiz’ diye yüreğimiz ağzımızda geldik sahile! 50 kilometre hızın üstüne çıkamadık, çok şükür güneşlenmeye gerek kalmadan arabada bronzlaştık! Çevre kirliliğinden evimizin yolunu bulana kadar da 3 tur attık! Bu stresi denizde atalım dedik... Bismillah kuma serildik, bir bira şişesinin darbesiyle irkildik!
Öyle güzel bir giriş yaptık ki sezona, kısa bir kritikten sonra karar verdik; yazlığımızı kiraya, biz Bodrum’a tatil yapmaya!

 

 

KÖPEKLER BİLE DİRENİŞE GEÇTİ!


Taksim Gezi Parkı’nda devam eden eylemin 19. günü, polisin gruplara müdahale etmesi nedeniyle, Keşan’da ara verilen eylem yeniden başlatıldı.
16 Haziran 2013 Pazar günü eski itfaiye binası önünde toplanan grup, Cumhuriyet Meydanı’na kadar yürüdü... Ancak bu yürüyüşün ilginç konukları da oldu... Öyle toplama falan değil, çok gönüllü görünüyorlardı yürüyüş yaparlarken... Slogan atamıyorlardı diğerleri gibi ama gözlerinden belliydi söylemek istedikleri... Ben, okudum gözlerinden düşüncelerini...
Biri siyah, diğeri alacalıydı... Birbirlerinden de pek ayrılmadı... İnsan değildiler ama onlar da bizler gibi canlıydı... Siyah ve alacalı bu iki köpek, güzergâh boyunca kortejden ayrılmadı, direnişe katkı sağladı!
Benim görüntü aldığımı fark eden bir Roman vatandaşım ise aman ne güzel de saydırdı!
Roman vatandaşımın dilinden şu nağmeler aktı:‘A be Başbakanım Recep Tayyip Erdoğan... Taksim direnişi ülkenin dört bir yanını sardı... A be bizim küpecikler bile direniş başlattı! Baktı gördüler insanları saymaz, adam yerine koymazsın; ‘Belki bizi hayvan yerine sayar da anlar!’ diye direnişe destek verdi! A be bizim küpecikler bile Atatürkçü, Cumhuriyetçi, demokrasiden yanadır... A be saldırmazlar kadınlara, çocuklara, gençlere... A be himayeniz altına aldığınız polislerin eğittiği küpeklere benzemez bizim küpecikler... A be bizim küpekler Trakyalı, Edirneli, Keşanlı... A be insanın halinden anlar onlar, (h)avlamaz bizlere!’

Yaa... gördünüz mü bizim köpekleri... Gezi Parkı direnişine verdikleri destek nedeniyle köşemi fethetti... Trakya’nın köpeği bile bir başka beya! Havlamasını bilirler ama ısırmazlar durduk yere... Copa, tazyikli suya falan da gerek yok kovalamak için, ‘çü be!’ dersen gider hemen öteye... Bizim köpeklerimiz bile özgürlükten, doğrudan, demokrasiden yana be, halktan yana; çünkü onlar bizim köpekler...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HEM ÖYLE YAKARIM HEM DE BÖYLE!


Trakya Elektrik Dağıtım A.Ş. Tahsilat Veznesi’nin sıcağı, elektrik faturasından daha çok yakmaya başladı!
Dün elektrik faturasını vezneye ödemeye giden vatandaşım, soluğu gazetemizde aldı... Bir de öyle hiddetli bir giriş yaptı ki, sanki ateşi ben salmışım veznenin içine! ‘Yandık Neşe Hanım yandık’ diye feryat etti, bir de faturasını masamın üzerine attı... ‘Hayrola bu hiddet, bu şiddet nedir?’ bile dememe kalmadan, sıraladı da sıraladı... Trakya Elektrik Dağıtım A.Ş. Tahsilat Veznesi’nin kliması yokmuş, insanlar içeride baygınlık geçiriyormuş, hamamdan farksızmış, parayı almaya biliyorlarmış ama hizmet sıfırmış mış- mış ta mış mış... ‘Koş fotoğraf çek!’
Gittim bende koşa koşa fotoğraf çekmeye... Lakin fotoğraf makinesi değil kese almam gerekirmiş giderken vezneye! İki kol da çalgı! Tamam hamam havası vardı doğrusu! Hamama girenler bayılma tehlikesi yaşıyor, kendini soluksuz atıyor dışarı! Faturasının ödeme tarihi son gün olmasına karşın, içerideki havayı teneffüs edemeyip, ödemekten vazgeçiyor...
Bir vatandaşım mıkırdanıyor, ‘faturası ayrı yakar, veznesi ayrı!’ diye...
Yakacak, yakacak, hem de daha çok yakacak... Hem faturası hem veznesi... Artık elektriğimiz yok... Devletin elektriği yok... Özel sektör bakar mı gözünün yaşına... Öyle ‘hizmetin iyisini sunayım da müşteri çekeyim, müşteri memnuniyeti’ diye bir kaygısı yok... Elin mahkum, tıpış tıpış gelecek, bırak klimayı içeride ateş de yaksa girip faturanı ödeyecek, elektriğini de paşa paşa kullanacaksın... Kapısına ‘bana para ödeyen .... dır’ diye hakaret etse de elektriğin kesildiği anda gireceksin o kapıdan... Var mı başka çaren... Faturana istediği eklemeleri yapsa da, canı istediği zaman zammını koysa da, ceza şeklini genişletse de o vezneye gidecek; maddi manevi yanacaksın! Fatura maddi yanmana, veznenin sıcağı da manevi yanmana sebep olacak! Anlayacağınız tek yol: yanmak!
Yıllardır yanan sokak lambalarınızı söndürdüler, sesinizi çıkarabildiniz mi? Şikayetçi oldunuz tabiî ki ama netice? Siz şikayetinizle kaldınız, biz yazdığımızla... Ama onlar bildiği yoldan şaşmadılar... Özel sektör bu tasarruf yapıyor işte... Sizi klimayla serinletecek hali yok ya... Aman sesiniz fazla çıkarmayın, neme lazım bir kızar öyle bir tasarrufa girer de ‘evlerinize de kısıtlı enerji vereceğiz’ der mi... Paramızla sefil oluruz alimallah... O yüzden sesinizi çıkarmayın, faturanızı ödeyeceğiniz zaman kendinizi hamamda hayal edin... Çünkü artık elektrik ‘bizim’ değil!..

 

 

 

 

 

ALDATMAYAYIM DA NE YAPAYIM?!


Vay benim hemşehrime... Bulmuş kolayını... Karısı geziyor diye, kendine yapmış bir bahane... Karım gezmeğe, ben sevgilime!
Evet, hemşehrimin paylaştıklarına geçmeden önce Sayın Kaymakamımız Bekir Dınkırcı’ya bir mesaj göndermek istiyorum bu vesileyle... Hemen hemen bütün konuşmalarında vurguladığı okumanın önemi... Hani falanca ülke bu kadar okurmuş, filanca ülke şu kadar okurmuş, Türkler de bu kadar okurmuş! Türkler ne kadar okur, kaçı okur, neyi okur, gözleri mi okur beyni mi okur, uykuda mı uyanık mı okur bilemem ama Keşanlılar okuyor Sayın Kaymakamım... Okuduğu gibi şimdi yazmaya bile başladı... Günümüz teknolojisinde, internet üzerinden saniyelik e-mail ve birçok haberleşme yolu varken, mektup bile yazmaya başladı Keşanlı hemşehrim... Bazıları posta yoluyla gönderirken, bazıları da pulunu da kendi yapıp(!), atıyor gazetemizin eşiğinden!
Dönelim şimdi gelen mektuba yeniden... ‘Hep erkekleri yazıyorsun güzel kardeşim, benim karımı da yazsana bir köşene’ demiş Keşanlı hemşehrim... ‘Sakın ha, ismimi yazıp da rezil etme beni elaleme!’ diye de eklemiş... Bir bana açık rezilliği yani bu hemşehrimin!
Karısı çok gezermiş... Hele hele kapı muhabbetleri de hiç bitmezmiş... Dışarıdan evin önüne kadar beraber gelseler de karısı ondan yarım saat sonra eve girermiş... Eve girdiği gibi de ‘ay çok yoruldum’ deyip, koltuğa devrilir, arkasından da ‘atsana şu pikeyi üzerime titreme geldi’ diyerek, 1-2 saat kestirirmiş... Ya yorgunluğunu attıktan sonra da ne dese beğenirsiniz bu hemşehrimin karısı kendine... Aynen şöyle: ‘Kocacığım, akşama günümüz var, ben yemek yemeyeceğim, yemek de yapmadım misafirliğe gideceğim için, kırayım sana 3 yumurta, omlet mi olsun sade mi istersin söyle!’
Bu önerinin karşısında tabiî ki hemşehrimin sinir katsayısı fırlıyormuş tepeye... Bir de bu mazeret haftada en az 3 kere... Hemşehrim haftada 3X3=9 yumurta yemekten başlamış neredeyse gıdaklamaya! Bakmış bu iş iyiye gitmiyor, karısı gezmeye o meyhaneye! Sarı, beyaz renk çeşidi burada da devam etmiş bir süre... Yumurtanın sarı beyazı, rakı-peynir ve kavun çeşidiyle renk değiştirmemiş... Sadece gecelik 1 TL olan masraf, 50 kat artmış! Hemşehrim beyaz-sarı renkten sıkılmış ve gecesini biraz daha renklendirmek istemiş... Cıvıl cıvıl bir hatun bulmuş, rengarenk olmuş! Eve de çok geç gidip, karısının geç kalmasından şüphelenip, kendine gelmesini beklemiş... Hem de ne çok beklemiş! Aksine karısı, ‘kocam da dışarı çıkmaya alıştı, eve de geç geliyor’ deyip, misafirliğinin süresini daha da uzatmış! Aman pek de rahatlamış!
Bütün gelişmeler böyle onunca da hemşehrim bana, ‘aldatmayayım da ne yapayım?’ diye yazmış...
Benim aklımla işler düzene girecekse eğer, işte sana tavsiyem; 9 yumurtaya devam et... 9 yumurta üstüne renkli hayat bozar seni; rakı, peynir ve kavunun sarı beyazı; yumurtanın üstüne yapar gazı! Aldatmanın tadına varmışsın, tadı damağında bırak da maskara olmayasın! Bir daha dünyaya gelirsen de çok gezen değil, kendine az gezen hatunu eş yaparsın!..

 

 

 

15 Haziran 2013 Cumartesi

ALDATMAYAYIM DA NE YAPAYIM?!


Vay benim hemşehrime... Bulmuş kolayını... Karısı geziyor diye, kendine yapmış bir bahane... Karım gezmeğe, ben sevgilime!
Evet, hemşehrimin paylaştıklarına geçmeden önce Sayın Kaymakamımız Bekir Dınkırcı’ya bir mesaj göndermek istiyorum bu vesileyle... Hemen hemen bütün konuşmalarında vurguladığı okumanın önemi... Hani falanca ülke bu kadar okurmuş, filanca ülke şu kadar okurmuş, Türkler de bu kadar okurmuş! Türkler ne kadar okur, kaçı okur, neyi okur, gözleri mi okur beyni mi okur, uykuda mı uyanık mı okur bilemem ama Keşanlılar okuyor Sayın Kaymakamım... Okuduğu gibi şimdi yazmaya bile başladı... Günümüz teknolojisinde, internet üzerinden saniyelik e-mail ve birçok haberleşme yolu varken, mektup bile yazmaya başladı Keşanlı hemşehrim... Bazıları posta yoluyla gönderirken, bazıları da pulunu da kendi yapıp(!), atıyor gazetemizin eşiğinden!
Dönelim şimdi gelen mektuba yeniden... ‘Hep erkekleri yazıyorsun güzel kardeşim, benim karımı da yazsana bir köşene’ demiş Keşanlı hemşehrim... ‘Sakın ha, ismimi yazıp da rezil etme beni elaleme!’ diye de eklemiş... Bir bana açık rezilliği yani bu hemşehrimin!
Karısı çok gezermiş... Hele hele kapı muhabbetleri de hiç bitmezmiş... Dışarıdan evin önüne kadar beraber gelseler de karısı ondan yarım saat sonra eve girermiş... Eve girdiği gibi de ‘ay çok yoruldum’ deyip, koltuğa devrilir, arkasından da ‘atsana şu pikeyi üzerime titreme geldi’ diyerek, 1-2 saat kestirirmiş... Ya yorgunluğunu attıktan sonra da ne dese beğenirsiniz bu hemşehrimin karısı kendisine... <Devamı Önder gazetesinin 17 Haziran 2013 Pazartesi günkü sayısında...>

KARNEMİ YENİLESENE ABLA!


Teknoloji ilerleyeli meğer mertlik bozulmuş, sahtekârlıklar artmış, kandırmaca başlamış!
Evet, sevgili anne babalar, Keşan’da karne notu değişimi yapan kişiler ve öğrenciler...
Şimdi hepinize birden dün yaşadım bir olayı anlatacağım...
2012-2013 eğitim öğretim yılı sona erdi ve öğrenciler karnelerini aldı. Öğle saatiydi ve bilgisayarımın başında haber yazmakla meşguldüm... Hatta gazetemizde bir de misafirimiz vardı... Bir öğrenci girdi telaşla içeri ve yanımda aldı soluğu aniden... Çünkü bilgisayar başında ve gazetemizde misafirimiz harici başka yoktu kimse... Kafası cin(!) gibi çalışan bu öğrenci, işini yapsa yapsa bana yaptıracaktı! Hiç zorlanmadan, sıkılmadan, çekinmeden bir kerede bana ‘abla değiştiriverelim hemen şu karne notlarını’ dedi... İlk önce algılayamadım ve karne heyecanı ile ne anlatmak istediğini ifade edemediğini düşündüm... ‘Dur bakalım, hele sakinleş ve ne istediğini tane tane anlat bana’ dedim... ‘Notları be abla’ dedi, ‘Notları yükseltip, bir karne çıkışı alıver bana, bizimkilere(!) göstereceğim de’ diye ekledi...
Aramızda geçen konuşma diyalogu devamında şöyle gelişti:
- (Öğrenci) Düşük olan notları birer not yükselteceksin işte.
- (Ben) Sen benden sana sahte karne hazırlamamı mı istiyorsun?
- (Öğrenci) Evet abla, hemen hazırlar mısın? Acelem var da.
- (Ben) Hayırdır, acelen ne?
- (Öğrenci) Bizimkilere götüreceğim, hediyeyi kapacağım!

- (Ben) Peki sonra ne olacak? Bu yaptığım ortaya çıkmayacak mı?
- (Öğrenci) Ben hediyeyi alayım da sonra çıksın farketmez!
- (Ben) Daha önce böyle bir şey yaptın mı peki?
- (Öğrenci) Yaptık be abla, arkadaşlarım da yaptı!
- (Ben) Bunda ciddi misin? Sahte karneyi mi ailenize gösteriyorsunuz?
- (Öğrenci) Evet abla ya hadi yap şunu...
- (Ben) Kusura bakma. Ben sana sahte karne falan hazırlayamam. Ancak senden yarın yine bu gazeteye gelmeni, ama mutlaka gelmeni ve ücretsiz 2 adet gazete alıp, birini kendin okumanı, diğerini de ailene götürmeni istiyorum...
- (Öğrenci) Tamam.
Öğrenci, aramızda geçen bu diyalogun ardından apar topar gazetemizden çıktı ve muhtemelen sahte karne hazırlayacak kapı aradı kendine...
Bu beklenmedik gelişme, bir sürü farklı düşünceyi geliştirdi bende... Çünkü gördüğüm karnede zayıf not yoktu... 2 tane 3 (üç), 3 tane 4 (dört) ve diğerleri de 5 (beş)ti... Mükemmel olmasa da kötü sayılabilecek bir karne de değildi bana göre... Ancak bu öğrencinin ailesi, karnesinin mükemmel olması yönünde ne vaatte bulunduysa, bu vaat ona yarardan çok zarar sağlamıştı görüldüğü üzere... Sınıfını geçen, belki de teşekkür belgesi alan bu öğrenci, ailesinin ondan kapasitesinin üzerinde bir şey istemesi ve bunun karşılığında da ödüllendireceğini belirtmesi üzerine, sahtekârlığa sürüklenmişti bu çocuk boş yere... Mükâfatın karşılığı, ‘yalan’ olmuştu...
Bu madalyonun bir yüzü... Peki ya diğer tarafı... Bu öğrencinin söylediğine göre, sahte karne düzenleyen kişiler vardı... Daha önce de yapılmıştı, dün de yapılacaktı... Acaba bu kişilerin evlatları yok mu? Annelik babalık hissini yaşamamışlar mı? Hadi yaşamadılar diyelim... Peki hiç mi kardeş, yeğen, kuzen, arkadaş sevgisi yaşamadı bu kişiler? Üç kuruş para kazanmak uğruna öğrenciyi yalancılığa, sahtekârlığa itmek hangi vicdana sığar?
Bu yaşadığım olaydan sonra, daha önce inandığım ‘mükâfat başarıya bir araçtır’ düşüncesi tamamen kayboldu bende... Demek ki, mükâfat, ödül, vaat... Bazen yanlışa, yalana, sahtekârlığa da itebiliyor insanları... Hele hele daha gelişme çağında olan, hayatın cilveleri ile henüz tanışmayan, gencecik bir filizin bu davranışı, doğrusu aldı gitti bu inancımı...
O yüzden bırakın çocuklarınız zayıf not getirsin, istediği kadar çalışsın... Ya da çocuğunuza alacağınız bir şey varsa ve maddi imkanınız elveriyorsa, karşılığını beklemeden alın... Bazen beklediğiniz karşılık böyle kötü sonuçlar da doğurabilir... Tabiî ki herkes bir olacak değil ama bir gün sizin başınıza da gelmeyeceği belli değil... Saygılarımla...

 

 

 

 

11 Haziran 2013 Salı

SON DAKİKA GOLÜ İÇİN UYANIK DURUYORUM!


Benim uykumun kâhyası mısınız Allah aşkına?.. Sordukları soruya da bak, ‘ben hiç uyumazmışım mı?’... Uyurum, uyumam size ne! Uyku benim değil mi? Sizin karışmaya hakkınız var mı bir kere...
Sizin tahmin bile edemediğiniz, aklınızın ucuna gelmeyen bir sebep var belki uyumamam için... Neden, sabahın köründe ya da gece yarısı sokakta gördüğünüzde ‘uyku’ hesabı sorarsınız bilip bilmeden bana... Sanki ben uyumayınca, sizin uykudan mı kesiliyor yarısı!
Ha... Sakın ‘ölüm korkusu’ nedeniyle uyumadığımı falan düşünmeyin, hani uyursam da sabah cesedim bulunur korkusuyla!
Ya da ‘evime hırsız falan girer neme lazım uyanık olayım da hırsızı kıskıvrak ele geçireyim’ düşüncesinde olduğumu...
Periyle, cinle, ruhla yine hiç işim olmaz ve korkutmaz beni onlar, alimallah şeytan gibiyim onlar benden korkar!
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Bu arada ülkeyi idare edenlerin hepsi ama hepsi uykusuz beklemekte... Ben ve benim gibiler için ‘ah şu uykusuzları da bir uyutabilsek!’ diye dört göz bekliyor, Türkiye Cumhuriyeti’ni dönüştürmek için nöbet tutuyorlar ve gözleri açık bekliyorlar her gece...
Bu ve bundan önceki zamanlarda olduğu üzere, bundan sonra da uyanık duracağım hepimizin yerine... ‘Ne mutluyuz Türk’üz, Atatürkçüyüz, uyanığız ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini ilelebet ayakta tutacağız’ demek ve ülkemize sahip çıkmak üzere... Saygılarımla... <Köşe yazımın tam metni, Önder gazetesinin yarınki (12 Haziran 2013 Çarşamba) sayısında...>

9 Haziran 2013 Pazar

‘TACİZ’LE, ‘TECAVÜZ’Ü AYIRAMAYAN GENÇLİK!


Neye niyet, neye kısmet! Güne başlarken hatta bazen geceden yarınki köşe yazımın konusunu belirler, kapıda dökmesem de beynimde kurarım yazacaklarımı... Ancak öğle saatlerine doğru konu değişir ister istemez, çünkü akşamki ya da sabahki konuyu bastıracak farklı bir olay cereyan eder gözümün önünde... Yine kaleme almamışımdır çünkü daha ‘köşe yazısı’ için vakit ayırma zamanım gelmemiştir... Genelde bütün haberler biter, sayfalar düzene girer, köşem ayrıldığı için son 10 dakikaya bırakırım yazmayı... İçimden geldiği gibi...
8 Haziran Cumartesi günü de en az 8 kere değişti köşe yazımın konusu... Başlığı bile hazırken köşe yazımın, saat 21.00 sıralarında gazetemize gelen 3 genç nedeniyle değişti birden yine...
Bu 3 genç kardeşimiz, gazetemizin 8 Haziran 2013 tarihinde “16 yaşındaki kıza tacizde bulunup bıçaklayan kişi aranıyor” haberinin gerçeği yansıtmadığını söyledi... Abla ‘taciz yok’ dedi... Çokta sakin ve samimiydi bu gençler... İşin içinde bir iş olduğunu anlayıp, uysalca açıklama yaptım onlara... Çünkü olayın ilk duyulduğu andan gelişimine kadar oradaydım ve bizzat ilgililerinden almıştım bilgiyi... Ve bu gençlere ‘taciz var çocuklar’ dedim... Dedim ya, gençler sessiz, sakin... Bulsalar ağlayacaklar... ‘Yok’ diyorlar ısrarla... Ben de ‘var’ olduğuna eminim... Ne yapacağız, ben bu çocukları nasıl ikna edeceğim şimdi... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (10 Haziran 2013 Pazartesi) sayısında...>



8 Haziran 2013 Cumartesi

BEN BU CHP’LİLERİ ALNINDAN ÖPERİM!-köşe yazımın tam metni...


CHP Keşan İlçe Başkanlığı tarafından düzenlenen “Dayanışma ve İktidara Yürüyüş Yemeği” ve yemekte yaşanan gelişmeleri bugünkü yerel gazetelerden okumuşsunuzdur.
Şimdi bir de benden özetini dinleyin!
Her şey muhteşem... Yemek yapılan alan tıklım tıklım partili... CHP’nin yemeği olduğu 500 metre ileriden, açılan pankart ve yemek alanına asılan bayraklardan belli... Muhteşem olduğu kadar nezih bir ortam da aynı zamanda... Hiç öyle alanını doldurmak hesabı, çevre belde ve köylerden ithal partili de yok yemekte... Hepsi yerli malı, hepsi bizden, hepsi Türk malı...
CHP Grup Başkan Vekili Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin yemek alanına gelmesiyle beraber de gece başladı.
Doğrusu bu tür organizasyonlarda yapılan konuşmaların sonunu düşünmek beni hep tedirgin etmiştir... Hani şu teypleri koyarken çok rahat da bir de onları çözüp haberleştirme düşüncesinden dolayı... Ne yalan söyleyeyim kahrolurum teybimi kürsüye koyduğum andan itibaren ve hep dakikadadır gözüm, ‘aman fazla uzatmasınlar’ diye... Çünkü bu tür organizasyonlarda konuşmacıların sayısı fazla olur... En az 5 davet yapılsa 20’şer dakikadan eder 100 dakika... Doğal olarak 20 dakikadan sonra dikkat de dağılınca, bırakırız teybi konuşanla baş başa! Çözerken de ‘aman yanlış yapmayayım’ diye sar da sar başa! Anlayacağınız sonu işkenceden beter olur ara ara!
Ancak bu yemekte CHP Keşan İlçe Başkanı Ufuk Kanışkan ve Edirne milletvekilleri Recep Gürkan ile Kemal Değirmendereli’nin konuşmalarının toplamı 12 dakika tuttu. Ortalama kişi başı 4’er dakika... Bir gazeteci için harika!
Ve mikrofona davet edilen gecenin konuğu Sayın Muharrem İnce... İnanın saatlerce konuşsa hiç sıkılmadan dinleyebilirdim kendisini... Bu kadar mı akıcı bir dil ve öz Türkçe ile konuşur insan... Ve konuşmasına mizahı da katarak... Kendisini dinleme fırsatı bulanları şanslı sayıyorum, çünkü gerçekten dinlemeye değerdi... Hatta bir ara ‘şimdi burada AK Parti’li olacaktı ki, özlerine dönmelerine bir şans doğacaktı’ diye de geçirdim içimden... Az çok CHP’liler arasında sağır sultanın bile duyduğu şu ikiye bölünme durumunu da değerlendirip kendi kendime, ‘bu konuşmanın ardından alırlar artık akıllarını başlarına’ diye de hayal kurdum bir de... Bir taraftan Sayın İnce’nin konuşmalarıyla mest olur, bir taraftan da CHP’lilerin birlik beraberlik hayalini kurarken, yıldırım düştü tepeme!
Konuşma bitti, sıra hatıra fotoğrafı çekilmeye geldi... O arada Sayın İnce’nin başı kalabalık, protokolün etrafı partili çevrili... Bir grup genç ‘Mehmet Özcan’ sloganı atarak, salonu terk ediyor... Bu konuşmanın üstüne bu hareket... Vallahi CHP’lileri tutup alnından öpmek gerek de, bu öpüşü mükafat(!) olarak değerlendirebilecekleri için... yok gerek...
Ah bu meret... Şişede durduğu gibi dursa olmayacak bir şeyde durmuyor işte lanet... Ancak çok gereksizdi bu hareket... Eğer bu kadar anlamlı ve samimi konuşmanın hemen arkasından yapıldıysa bu hareket... Şüphe ederim ben bunların birlik ve beraberliğinden elbet...
Şimdi tarafsız bir gazeteci gözüyle, benden kısa bir nasihat size: Sayın Belediye Başkanımız Mehmet Özcan’a da, Sayın İlçe Başkanımız Ufuk Kanışkan’a da şahsi olarak ne kinim, ne de garezim var... Aksine ikisi de sevdiğim ve değer verdiğim kişiler... Eleştiri yaparım ama bunu ters niyetle düşünmesinler...
Keşke, Sayın Kanışkan, Sayın Özcan’a konuşma teklifini samimiyet çerçevesinde değil de, protokol çerçevesinde yapsaydı... Belki o zaman bu yanlış anlaşılma da ortadan kalkardı... Çok afedersiniz ama o üç sözde partilinin geceye gölge düşürmesine fırsat tanınmamış, kamuoyu da çalkalanmamış olurdu... Başkan Özcan mikrofona davet edilir, zaten konuşma gereğini hissetmediği için protokol masasında ayağa kalkıp, selamını verir ve nezaketini gösterirdi...
Bundan sonraki organizasyonlarda en ince ayrıntıların dahi düşünülmesi ve bu şekilde tepkiye sebebiyet veren olayların yaşanmaması dileğiyle, küçük ve samimi bir tavsiyeydi benimkisi...
Haa... bu arada fotoğraf çekmek için de çok sahnede kalamadım... İki kare fotoğraf alıp, hemen sahneden ayrıldım... Belki niye ikide bir alandan uzaklaştığımın dikkatini çekenlere de cevabım: alkol o kadar etrafa yayılmıştı ki, içmeden sarhoş oldum vallahi!

7 Haziran 2013 Cuma

BEN BU CHP’LİLERİ ALNINDAN ÖPERİM!


CHP Keşan İlçe Başkanlığı tarafından düzenlenen “Dayanışma ve İktidara Yürüyüş Yemeği” ve yemekte yaşanan gelişmeleri bugünkü yerel gazetelerden okumuşsunuzdur.
Şimdi bir de benden özetini dinleyin!
Her şey muhteşem... Yemek yapılan alan tıklım tıklım partili... CHP’nin yemeği olduğu 500 metre ileriden, açılan pankart ve yemek alanına asılan bayraklardan belli... Muhteşem olduğu kadar nezih bir ortam da aynı zamanda... Hiç öyle alanını doldurmak hesabı, çevre belde ve köylerden ithal partili de yok yemekte... Hepsi yerli malı, hepsi bizden, hepsi Türk malı...
CHP Grup Başkan Vekili Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin yemek alanına gelmesiyle beraber de gece başladı.
Doğrusu bu tür organizasyonlarda yapılan konuşmaların sonunu düşünmek beni hep tedirgin etmiştir... Hani şu teypleri koyarken çok rahat da bir de onları çözüp haberleştirme düşüncesinden dolayı... Ne yalan söyleyeyim kahrolurum teybimi kürsüye koyduğum andan itibaren ve hep dakikadadır gözüm, ‘aman fazla uzatmasınlar’ diye... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (8 Haziran 2013 Cumartesi) sayısında...>

2 Haziran 2013 Pazar

HIRSIMI ALAMADIM BÖYLE OLDU!

Evet, bugün bir değişiklik yaparak, iki ayrı olayı konu alan 2 köşe yazısı yazma gerekliliği duydum... Çünkü hırsımı da hızımı da alamadım! Sanırım ara ara böyle çıkışlarım olacak... Çünkü ülkemin vatandaşları uyandı, iktidar partisi haddini aştı!
Geçtiğimiz Cuma günüden bu yana Taksim Gezi Parkı’nda yaşanan olayları kısmen takip ettiniz... Kısmen diyorum çünkü görsel ve yaygın basını hakimiyeti altına alan Hükümet nedeniyle, ancak sayılı yaygın basında olaylar tüm çıplaklığı ve gerçek yüzüyle kamuoyuna yansıtılabiliyor... Ve, bu tarafsızlığı sergileyen yaygın gazeteler de ‘yok’ satıyor...
Tarih: 5 Haziran 2012 Salı
Olay: Köşe yazısı
Yazan: Neşe Tosun
Köşe Yazısı Başlığı: “BEN UYANDIM, TÜM TÜRKİYE’NİN DE UYANMASI DİLEĞİYLE…”
Bu köşe yazımdan sonra Türkiye genelinde bir uyanışa şahit olamamıştım... Bu beni derinden üzüyordu... Nasıl olurdu da Türk halkı vatan topraklarının satılmasına, adaletsizliğe, zulme, yolsuzluğa, yoksulluğa, sömürülmeye sessiz kalabilirdi... Ülkenin ve halkın hali ortada iken, bu nasıl göz ardı edilir ve ‘uyanışa’ geçilmezdi... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (3 Haziran 2013 Pazartesi) sayısında...>

BU DUBALARI İCAT EDENİ DE!!


Bereketle başladım yine geçtiğimiz Cumartesi gününe... Saat 08.00 sıraları... Paşayiğit Caddesi katliamı!.. Şehitlik Parkı arkasında kalan Paşayiğit Caddesi... Malum Keşan’ın cumartesi pazarı... Her yer araç parkı... Turladım turladım aracımı park etmek için yer yok her zamanki gibi... Gazetemize 5 kilometre uzaklıkta(!) yer bulmak mümkün ama bir vaka meydana gelirse ve araçla gitmem gerekirse nasıl yetişeceğim hesabı var bende... Son şans turumu atarken, Şehitlik Parkı arkasında kalan Paşayiğit Caddesi’nde Belediyemiz tarafından çizilen park yerlerinde park etmiş araçların arasında bir boşluk fark ettim birden... Hemen park etmek için yol aldım ve boş olan iki çizgi arasına yanaşacaktım ki, iki dubanın yerleştirilmiş olduğunu gördüm... Sakin bir şekilde aracımdan indim, dubaları kenara çektim ve parkımı yaptım... Aracımı kilitleyip uzaklaşacakken, bir alışveriş mağazasından çıkan beyefendinin ‘Dubaları görmediniz mi?’ ifadesiyle irkildim... Henüz sinir kat sayım artmamıştı... ‘Gördüm ve kenara çektim. Çünkü sizin mağazanıza ait araç şu anda mal indiriyor ve bir yeri işgal etmişsiniz’ şeklinde cevap verdim... Beyefendi, mırıldanmaya devam edince, ‘Pardon, Belediye yetkilileri bu çizgileri çizerken, tapusunu da size mi verdi? Varsa böyle bir şey bilelim, ona göre tedbirimizi alalım’ dedim... Sesi kesildi bu beyefendinin... Ancak ben hırsımı alamadım... Ve bu yaşadığım gelişmeyi köşe yazısına taşıdım... <Devamı Önder gazetesinin yarınl, (3 Haziran 2013 Pazartesi) sayısında...>