29 Aralık 2013 Pazar

YANDAŞ BASIN ORTAYA GEL!

Keşan EMEK ve Demokrasi Platformu tarafından ülke gündemine bomba gibi düşen rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ile ilgili, birçoğumuzun bildiği üzere eylem yapıldı.
3. günü yapılan eylemde, AK Parti İlçe Binası önünden geçen eylemciler, “Din iman dediniz, memleketi yediniz!”;İlçe Emniyet Binası önünden geçerken ise “Emniyet uyuma, hırsızlar soygunda...” sloganları attı. Bu eylemciler bana göre asıl sloganı bilerek ya da bilmeyerek atmayı unuttu... O slogan da şuydu: “Yandaş basın ortaya gel!”
29 Aralık 2013 Pazar... Saat 13.00 sıraları... Bilgisayarımı açıyorum ve haber sitelerinde gezinirken, birden “Oğlu ölen annenin feryadı:Üzerini örtün, ıslanmasın” başlığı altında bir haberle karşılaşıyorum... Ve o anda, daha haberi açıp okumadan, defalarca karşılaştığım kazalarda yol ortasında yatan cesetleri gözümün önüne getiriyorum... Hani şu nöbetçi ilgililerine ulaşmakta veya uyandırmakta güçlük çekip de, cesedin, saatlerce yol ortasında incelenmesini bekleyen vakalar geliyor gözümün önüne... Bununla ilgili köşe yazısı dahi yazdığım, ancak ilgililerinden kusurlarını kamuoyuyla paylaştığım için büyük tepki aldığım olaylar... Tabii ki kusur ve dolayısı ile tepki onların ama yılmamak da benim görevim... Çünkü ben ‘yandaş basın’ değilim...
İnternet sitesinde gözüme çarpan haber ise Antalya'nın Alanya İlçesi'nde, ehliyetsiz sürücünün kullandığı otomobile çarpan motosikletteki 23 yaşındaki Fetih Çakmak’ın yaşamını yitirmesi ve Çakmak'ın annesi Hatice Çakmak’ın oğlunun yağmur altında cansız bedenini görünce, "Üzerini örtün, ıslanmasın" diye feryat etmesi... Kim bilir bu anne oğlunun cansız bedenine yağan yağmuru ne kadar süre ile acı içinde izledi... Nihayetinde bir anne ve yerde yatan oğlunun cansız bedeni de olsa, o cansız beden bu yağmuru hissetmese de, annelik psikolojisinin o anda bunu anlamasımümkün değil... Anlatamazsınız, anlatmaya çalışmayın da... Yapılacak tek birşey vardır, ilgililerin bir an önce olay yerine gelmesi ve cansız bedenin olay yerinden kaldırılmasıdır...
Yandaşbasın demişken... Yine 26 Aralık 2013 Perşembe gününü 27 Aralık 2013 Cuma gününe bağlayan gece saat 01.00 sıralarında Efes Yolu’nda, Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan’ın eşi Şengül Özcan’a ait olan 34 VMV 10 plakalı otomobil kaza yapmış ve Özcançiftinin oğulları Recep Özcanyaralanmıştır. Keşan’da 4 yerel gazete olmak üzere, haberleri ‘dakikası dakikasına!’ paylaşan ve reklama olunca ‘en taze haberler bizde!’diyen çuvalla İnternet habercisi varken, bu haberi, -bırakın dakikası dakikasına paylaşılmayı-, hiç yer bile verilmemiştir... Sayın Belediye Başkanımızın oğlu kaza geçiriyor, yaralanıyor ve Keşan’da sadece 2 gazete haber yapıyor... Bu düşündürücüdür bana göre... Çünkü şu anda Sayın Başkanımız Keşan’da yerel yönetimin en üst makamında bulunan <Devamı Önder gazetesinin yarınki (30 Aralık 2013 Pazartesi) sayısında...>

13 Aralık 2013 Cuma

ALEYKÜM SELAM SAYIN BAŞBAKANIM!


Artık sabırlar tükenmiş!.. Vatandaşımı uyku tutmaz olmuş, gecenin bir vakti uyanıp, “Başbakan’ın, Keşan’a verdiği 700 kişilik İmam Hatip Lisesi sözü hakkında bir şey yazmadınız” diye mektup yazmış... Yazmamam mümkün müdür sizce... Sadece bekledim, Başbakan’ın bu sözü iyice yerleşsin diye beyinlere... Önce vatandaş yapsın kendi içinde yorumunu, sonra ben de harmanlayıp aksettireyim topunu!
                                                                ***
Keşanlı sevgili kardeşimiz Şefika Nur Debreli, 8 Aralık 2013 Pazar günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a sesini duyurmuş, mektubunu ve telefon numarasını da vererek, konuşmaya nail olmuş... Ve bu kardeşimiz Başbakan’a, mevcut İmam Hatip Lisesindeki koşulların yetersizliğini anlatıp, Keşan’a uygun koşullarda İmam Hatip Lisesi binası kazandırılmasını istemiş...
Telefon konuşmasında Başbakan Erdoğan tarafından bu kızımıza, okuduğum haberlere göre aynen şu sözler sarf edilmiş: “Ben bu duruma çok üzüldüm, hemen bir hayırsevere talimat veriyorum, en kısa süre içerisinde 700 kişilik imam hatibinizi yaptırıyoruz inşallah. Şöyle gözünün önüne bir getir: 24 şubelik, 700 kişilik bir imam hatip lisesi, ortaokul bölümü, büyük bir bahçe, kız-erkek yurtları sence nasıl, Keşan’a fazla mı?”
Başbakan Erdoğan’ın bu sözleri üzerine kızımızın cevabı ise, “Sayın Başbakanım yeter ki mevkisi düzgün, okulu güzel, eğitimi kaliteli olsun, 700 kişilik okul yetmez bile.” olmuş...
Bir de bu kızımız Başbakan’a, kendisini üst üste rüyasında gördüğünü de söylemiş...
                                                           ***
Hatırlarsanız geçtiğimiz günlerde KPSS’de başarı gösteremeyen bir kızımız daha bana mektup yazmış ve çare istemişti! Ben de kendisine tesettürlü bir fotoğraf çekilmesini, giriş belgesine yapıştırmasını, ilk gerçekleşecek sınava da tesettürlü gitmesi tavsiyesinde bulunmuş, devletin bütün kapılarının kendisine açılacağını belirtmiştim...
                                                         ***
Miting sırasında, başında eşarp olan ve Başbakan Erdoğan’a sesini duyuran bu kardeşimizin olumlu bu talebinden sonra ben de mektup yazmaya karar verdim Başbakan’ımıza...
7 gece nedir ki, ben 11 senedir hemen hemen her gece Başbakan’ımızı görüyorum rüyamda! Hem bunlar öyle bir rüya ki, sonu hep bitiyor Sırat Köprüsü’nün ucunda! ... Sol tarafımda Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk duruyor, sağ tarafımda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yer alıyor... Köprünün öbür ucunda da bu vatan için kanlarını döken şehitlerimiz bulunuyor... Her rüyamda da bu şehitlerin sayısı artıyor... İlk rüyamda Başbakan’ımızın ....<Devamı Önder gazetesinin yarınki (14 Aralık 2013) Vatandaş Mektubu köşesinde...>

12 Aralık 2013 Perşembe

AK PARTİ ‘AT’I ALDI, CHP’YE ‘CEKET’ KALDI!


Yerel seçime şunun şurasında 3 buçuk aylık bir süre kaldı... AK Parti Keşan’da Belediye Başkan adayını belirleyerek çalışmalarına başlarken, CHP’de henüz ses seda yok... Ses seda derken, içte kopan fırtınalardan sağır sultan dahi haberdar oldu da Genel Merkezleri tarafından ‘resmi’ açıklama yapılmıyor sadece...
Şöyle bir düşündüğümüzde... CHP’nin aday adaylığı açıklamasını Şenol Yalı 25 Temmuz’da, Aladdin Öztürk 28 Temmuz’da, Mustafa Bezbaş 29 Temmuz’da, Ufuk Kanışkan 18 Ağustos’ta, Mehmet Özcan’da 2 Eylül’de yapmış... Yani ilk aday adayının açıklama yapmasından bu yana 142 gün (neredeyse 5 ay) geçmiş... Ve aday adaylarının hepsi neredeyse peş peşe açıklamalarını yaparak, kamuoyuyla paylaşmışlar, partilerine resmi başvurusunu yapmışlar... Oysa CHP bugün adayını belirlese, geriye 106 gün (30 Mart yerel seçimine) kalıyor...
142 gün dile kolay... Her gün sanki adaymış gibi çalışan, kucak kucak paraları akıtan, işini gücünü bir kenara bırakan aday adaylarına, 142 gün sonra ‘güle güle’ denirse, maazallah kalpten gider insan vallah!
Öte yandan, Genel Merkez tarafından ‘anket’ sonuçlarına göre aday belirleneceği ilan edilse de, şu anda durum onu gösteriyor ki, anketler gitti çöpe! Bana göre ‘anket’ler dikkate alınmış olsaydı, çoktan ‘Keşan’da CHP’nin adayı falanca’ denilip, sonucu açıklanırdı... Bütün aday adayları da Ankara’nın yollarını arşınlamazdı!
Bir de işin halk yanı var... Vatandaş merakta... Acaba CHP kimi aday gösterecek diye bekleyişte... Partililer kısmı çokta önemli değil aslında... CHP’ye kayıtlı 2.700 üye olduğu düşünülürse, esas seçimin sonucunu belirleyecek olanın herhangi bir partiye kayıtlı olmayan ve evinde oturup; adayın becerisi, kabiliyeti, yeteneği, yakışıklılığı(!), oluşturacağı Meclise göre oy verecek vatandaş olduğu bilinmekte... Bu da yaklaşık 45 bin seçmene tekabül etmekte...
Bütün bunlara karşın CHP Genel Merkezi, ‘Keşan’da nasılsa ceketimizi koysak kazanırız’ diye gerilmekte... Hiç telaş yapmayın canım, ‘hele bir yılbaşını atlatalım, Ocak ayı su gibi geçer, Şubat çarşafa dolanır, Mart başı uğursuzluktur’ deyip, açıklayın adayınızı 29 Mart gecesinde!.. Seçim arifesinde davul zurna tutar, bizim adayımız ‘falanca’ diyerek, duyurursunuz cümle aleme!... Meclisi de artık <Devamı Önder gazetesinin yarınki (13 Aralık 2013) Neşe'nin Kaleminden köşesin
de...>

11 Aralık 2013 Çarşamba

BAŞI BOYNU ALTINDA KALSIN BÖYLE BABALARIN...


Çoktandır fırsat bulamadığım dost ziyaretleri ile ilgili dün bir kaçamak yaptım. Hem hoş sohbet hem de yorgunluk kahvesi içmek için bir ahbabıma uğradım. Sohbetimizin ortasında, bir başka ahbabımız katıldı aramıza. Oradan buradan derken, laf açıldı hayırlı babalardan! Aramıza sonradan katılan ahbabımız, o sıcak muhabbet arasında döktü içini bize... 10 yaşında iken babasının evden ayrılıp kendilerini terk edişini ve yaşadığı acı günleri paylaştı yaşlı gözlerle... Tam muhabbetin sonuna gelmiştik ki, bir arkadaşımız daha katıldı aramıza... Muhabbetin başına değil sonuna yetiştiği için, ‘affet babanı’ dedi bu kardeşimize... Herkesin hata işleyebileceğini, affetmenin büyüklük olduğunu ve kendisine göre doğru davranışın bu olacağını söyledi yumuşak bir dille...
Bu kardeşimiz ısrarlı bu tavrın üstüne, sesini biraz da yükselterek ‘ben 20 senedir zeytin yemiyorum, yemediğim gibi zeytinden de kaçıyorum’ dedi... 3 sene boyunca annesi ve kardeşleri ile birlikte karınlarını zeytin ekmekle doyuran bu kardeşimizin, zeytin hayatında öyle bir yer etmişti ki, o günleri hatırlamamak için bir daha ne zeytin yemiş ne de evine zeytin sokmuştu... Annesi ev temizliklerine gidip eve ekmek parası getirsin diye, o kardeşlerine bakmış ve tahsilini yarıda bırakmıştı... Bayram olduğunda herkes babasının elini öperken, elini tutup gezerken, o bir mezar bile bulamamıştı babasını ziyaret edebileceği! Evlerinde hiç ışık yanmamıştı 2 sene, karanlık odasında sabah olmasını beklemişti karanlıktan kurtulmak için bu kardeşimiz... Kapılarının tokmağı vursun da, bir komşusu bir tabak yemek bıraksın diye hep kapının yanına yakın bir yerde oturmuştu senelerce... Çok acı, çok üzüntü, yokluk, açlık çekmiş annesi ve 2 kardeşi ile birlikte ama 10 senenin sonunda ermişler muratlarına... Çalışmışlar, çabalamışlar, didinmişler ve ondan sonrasında kimseye muhtaç olmadan kendilerini geçindirmişler... Ve 25 sene sonra anne ve 3 çocuğuna bunları yaşatan hayırsız baba, karşılarına çıkmak ve hallerini hatırlarını sorup, yardımcı olmak istemiş onlara...
Ve bu kardeşimiz selam göndermiş babasına, kısa yazdığı şu mektubuyla: “Çok şükür halimiz vaktimiz iyi. Ben 10 yaşındaydım, bir kardeşim 7, diğeri de annemin 3 aylık karnındaydı bizi terk ettiğinde... Şimdi benim 16 ve 14 yaşlarında iki evladım, kardeşlerimin de 3’er çocukları var... Bize baba bundan 25 yıl önce lazımdı. Babalık çağımız geçti, ben çoktan baba, kardeşlerim de anne oldular... Sana şimdi evlat lazım olduysa, bizi terk ederken aklın kimde ise, git ondan evlat iste!”
Dün yaptığımız bu acı hatıralarla dolu sohbette, ben aramıza katılan arkadaşın iyi niyetine onay vermeyip, aksine ‘affetme’ dedim kardeşime...
Sen de affetme, benim kızım da affetmesin hayırsız babasını...
Sen: 3 yıl boyunca seni, <Devamı Önder gazetesinin yarınki (12 Aralık 2013) Neşe'nin Kaleminden köşesinde>

BELEDİYENİN TAKVİMİ KARŞIMDA DURUYOR, BAKTIKÇA GÖZYAŞINA BOĞUYOR!


Vatandaşım bana kızmış... Başbakan’a takmışım... Keşan Belediyesini es geçip, bastırdığı 7.500 adet takvim için yorum yapmamışım... Doğrusu haklı vatandaşım... Halbuki takvim karşımda duruyor, baktıkça beni gözyaşına boğuyor! Hele hele sayfaları çevirip, methiyeleri okudukça, kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor!
İsterseniz şöyle yazılanları bir hatırlatayım, altına da yorumlarımı yapıştırayım...
                                    * * *
“Türkiye’de TOKİ’siz sadece belediyenin yaptığı tek konutlar...”
Evet, çok şükür öyle... Almayan pişman, alan bin pişman! 2 senede boyaları döküldü, kalorifer boruları patladı, bodrumları su bastı... Baş edemeyen ev sahipleri de ya sattı ya da kiraya verdi...
“Keşan daha modern, daha temiz bir balık haline kavuştu!”
Kavuştu kavuşmasına da bizim köşeler boşalmadı... Her köşe başında seyyar balık satıcıları hem trafiği aksatmaya, hem balık sularını akıtmaya hem de çevre kirliliği yaratmaya devam etti... Anlayacağınız Balık Hali tertemiz ama şehir merkezi balık kokusundan geçilmiyor, adamın sokak ortasında masa kurup, rakı-balık yapası geliyor!
“Çok amaçlı Pazaryeri Kompleksi”
İnşaata başlanmasıyla birlikte ulusal basına yansıdık, yağma olayları ile nam saldık! Pazarcı esnafının yer dağılımında denge kuramayınca da birbirlerine düşman yaptık... Fiyaskoyla başlayan işin sonu umarım güzel neticelenir de rezillik örtülür iş bitince!
170 km. kanalizasyon ve büz döşemesi gerçekleştirdik”
Aman gerçekleştirmez olaydınız... Ne zaman yerin altına girmeye kalksanız yüzünüze gözünüze bulaştırdınız! <Devamı Önder gazetesinin yarınki (12 Aralık 2013) Vatandaş Mektubu köşesinde...>

10 Aralık 2013 Salı

ÇOK FENA KURTLANMIŞIM!...


Breh breh... Bir Başbakan geldi ilçemize, kurtlanmadık yer kalmadı içimde!... Yazıyorum, yazıyorum, kurtların hepsi düşmüyor bir kerede...
Vatandaşım ise serzenişte, ki ne serzenişte... Güvenlik önlemleri ve üst araması illallah dedirtmiş hepsine!.. Peki, ben ne demeliyim sizce... Boynumda, Edirne Valiliği İl Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünden onaylı basın kartım var, gireceğimiz demir kapı belli, elimde fotoğraf makinesi ve kayıt cihazımı alacak kadar bir çanta ancak arandık da arandık boydan boya... Breh kafamın ta tepesinden başladılar sopayı sürtmeye, ayak tabanıma kadar gezdirdiler vücudumun her yerinde... Nereme sürttüyseler o sopayı, öttüm de öttüm habire(!) Bayan polis sopayı başımda gezdiriyor, ötüyor; göğsümde gezdiriyor, ötüyor, belimde gezdiriyor, ötüyor; ayak bileğimde gezdiriyor yine ötüyor... Çantamda da nereye sürtse, bağırttırdım sopayı(!)... ‘Aman’ dedim kendi kendime, ‘Yedin ayvayı Neşe... Çeneni tutmaya niyetlendin ama bedenin öttü çenen yerine!’ Bu kadar ötünce de, bayan polis elleriyle başladı vücudumda gezinmeye! Vallah korktum striptiz yaptırıp, beni orta yerde soymasından!.. Bir hamleyle kulağına eğildim; ‘Yok içimde kuşlu bomba!’ dedim... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (11 Aralık 2013 Çarşamba) sayısında...>

9 Aralık 2013 Pazartesi

GÖZ ALTIDAN KORKTUM, GELİP-GİDENE KADAR YAĞLADIM!


Mutlaka hepimiz dile getirmişizdir, ‘Allah korkusu bir şeye benzemez’ diye... Ve her Müslüman’ın Allah korkusu vardır içinde... Kimimiz de ‘Allah’tan başka kimseden korkum yoktur’ diye defalarca söyleyip, dile getirmişizdir mutlaka... Ancak... Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 8 Aralık 2013 Pazar günü Keşan’a yaptığı ziyarette anladım ki, en çok Trakyalı korkusu varmış içinde!.. Madem bu kadar korkuyordun da ne diye bu zahmeti yaşattın bize...
Geleceksin diye herkesin paçası tutuştu, geçiş güzergahında onarılmadık yer bırakılmadı, ancak bir gece öncesinden neredeyse ilçede sıkı yönetim ilan edildi... Yollar trafiğe kapatıldı, vatandaş evine gidebilmek için 3 katı fazla yakıt harcadı... Hemen öncesinde akaryakıta yapılan zam da vatandaşa ‘kazık’ olarak yansıdı... Başbakan ilçemizi ziyaret edecek, çevre il ve ilçelerden vatandaşlarımız gelip, piyasamızda da bir hareketlenme olacak beklerken, yapılan sıkı yönetim nedeniyle esnaf sinek avladı, Keşan’ın yerlisi bile bariyerleri aşıp alışverişini yapamadı!
Basının hali ise tam bir curcunaydı... Soktular bizi 2 metre genişliğinde bariyerlerin içine, sahneden başka bir yeri görmek ve çevreyi gözlemlemek için sıkıysa git öteye beriye!
Ya, Sayın Başbakanımızın dile getirdiği bazı ifadelere ne demeli sizce...
Başbakanımız sağlıkta yapılan yatırımların ortada olduğunu söyledi ve “Artık istediğiniz hastaneye gidiyor musunuz? İstediğiniz eczaneden ilacınızı alıyor musunuz?” diye sordu... Miting alanında bir korumanın enseme yapışmasından korktuğum(!) için cevabımı sakladım yine köşeme... Evet Başbakanım, çok şükür istediğimiz özel hastaneye gidiyoruz, eczaneden her ilaç almaya gittiğimizde de ‘şu kadar borcunuz var’ diye bir faturayla karşılaşıyoruz! Devlet hastanelerine ise hiç uğramıyoruz... Uğrasak da doktor bulamıyoruz... Çok şükür hallerinden çok memnunlar, onun için sürü sürü özel hastanelere geçmekteler!
Gelelim Sayın Başbakanımızın AK Parti hükümetinden önceki hükümetlere serzenişine... Başbakanımız dedi ki; “Bankaları bize 46 milyar dolar borçla bıraktılar. Ziraat Bankası %59 faizle benim çiftçi kardeşime kredi veriyordu, şimdi 0-7 aralığında. Nereden nereye. Aradaki o faiz farkı benim çiftçimin, vatandaşımın cebinde kaldı. Onlar faizle sömürdüler, biz ise faizi vatandaşın cebinde bıraktık.” İşi biliyorsunuz be Başbakanım, o nedenle de kuşandınız gani gani, çok şükür devletin kalmadı satılmadık hiçbir şeyi!
Çiftçi kardeşim %59 faiz öderken, cebinde tomarla parayla geziyordu, beyler gibi yaşayıp, ekonomiyi de ayakta tutuyordu... Çok şükür şimdi sürecek tarlası, besleyecek hayvanı kalmadı, bankalardan 0 ile 7 arasında aldığı faizi bile ödeyemediği için varı yoğu icrayla satıldı...
Camiler inşa ettiniz, yollar yaptınız, öğrencilere burslar verdiniz, ücretsiz kitaplar dağıttınız, neler yapmadınız ki, saymakla bitmez vallah! Türk Telekom, TREDAŞ, Tekel <Devamı Önder gazetesinin yarınki (11 Aralık 2013 salı) sayısında...>

8 Aralık 2013 Pazar

BAŞBAKAN KEŞAN’DAN BORÇLU AYRILDI!


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan... 8 Aralık 2013 Pazar günü yani dün ilçemize geldi... Basın camiasının acı günüydü... Çünkü biz de meslektaşımızı, arkadaşımızı, kardeşimizi, ağabeyimizi, can dostumuzu kaybetmiştik... Volkan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni sevgili Cumhur Birsel’i toprağa vermiş, acımız büyük de olsa, üzüntülü de olsak, Sayın Başbakanın Keşan’ımıza gelmesi dolayısı ile kendisini karşılamış, vazifemizi yerine getirmiştik...
Başbakan Erdoğan’ın konuşmasının başından sonuna kadar pür dikkat dinleyip, gözünün içine baktım acımızı paylaşması için... Ancak, Başbakan Erdoğan beni hayal kırıklığına uğrattı... Konuşmasının 1 dakikasını; sevgili meslektaşımıza rahmet, ailesi ve basın mensuplarına da başsağlığı dilemek için ayırmadı...
Kendisine bu konudan bilgi verilmemiş miydi yoksa verilmiş de kendisi mi atlamıştı... Bunu bilmiyorum... Ancak verilmediyse bu Keşanlı partililerinin kusuru, eğer verilmiş ve zikretmemişse de bu, Sayın Başbakanımızın ayıbıydı...
Emniyet’ten aldığımız bilgiye göre mitinge yaklaşık 12 bin kişi katılmıştı... Bana göre ise, taş çatlasın 2 bin Keşanlı ya vardı ya da yoktu miting alanında... Ne şekilde geldiler, içten mi, göstermelik mi bilmiyorum ama o gelenler de illallah çekti korumalar ve güvenlik anlamında...
Ancak sevgili meslektaşımız, yüreği temiz, gönlü bol, seveni çok olan Cumhur Birsel’in cenaze töreninde kimse zorla getirilmemiş, hiçbirinin çıkarı yoktu ve hepsi ona olan sevgi ve saygısından dolayı oradaydılar... Tek bir koruması da yoktu ve sevenleri doldurmuştu cenaze törenini...
Biz dostumuzu, meslektaşımızı, o yüreği güzel insanı, büyük acıyla toprağa verdik...
Nur içinde yat sevgili Cumhur Birsel... Mekanın cennet olsun... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu davranışı da sana ve sevenlerine borcu olarak kalsın...

 


1 Aralık 2013 Pazar

OCAĞINA DÜŞMEK İÇİN DUAYA BAŞLADIM DOKTOR HANIM!


Öncelikle; Hipokrat yeminine bağlı, geçmişten bugüne şifa dağıtan doktorlarımız ve sağlık alanında çalışanlarımıza minnet sunuyor; köşe yazıma başlamadan önce de Hipokrat Yemini’ni yayımlayarak, köşeme konu olan ilgili doktora, mesleğine başlarken bu Andı acaba okutmadılar mı diye de sormak istiyorum!

                                                HİPOKRAT YEMİNİ
Hekimlik mesleği üyeleri arasına katıldığım şu anda, hayatımı insanlık yoluna adayacağımı açıkça bildiriyor ve söz veriyorum.
Hocalarıma saygı ve gönül borcumu her zaman koruyacağıma, sanatımı vicdanımın buyrukları doğrultusunda dikkat ve özenle yerine getireceğime, hasta ve toplumun sağlığını baş görev sayacağıma, benden hizmet bekleyen kimselerin sırlarına saygılı olacağıma ve onları saklayacağıma, hekimlik mesleğinin onurunu ve temiz töresini sürdüreceğime, meslektaşlarımı kardeş bileceğime, Din, Milliyet, Irk, siyasi eğilim ya da toplumsal sınıf ayrımlarının görevimle hastam arasına girmesine izin vermeyeceğime, İnsan hayatına kesinlikle saygı göstereceğime, baskı altında kalsam bile tıp bilgilerimi insanlık değer ve yasalarına karşı kullanmayacağıma, açıkça, özgürce ve namusum üzerine and içerim.

                 OCAĞINA DÜŞMEK İÇİN DUAYA BAŞLADIM DOKTOR HANIM!
Evet, hatırlarsanız gazetemizin 16 Kasım 2013 Cumartesi günkü sayısında,
“Ben donları dışarıda topladım, meğer arkamdan flaşlar patlamış!” başlıklı köşe yazımda, sağlık sorunum nedeniyle gittiğim Keşan Devlet Hastanesinde yaşadığım bir gelişmeyi paylaşmıştım... Kısaca özetlersem; doktor ve kapıdaki hastaları bekletmemek adına yaptığım telaş ve akşam eve gidip sosyal paylaşım sitelerine göz attığımda ise görev aşkıyla yanıp tutuştuğunu sandığım doktorun, benden sonraki hastayı muayenesi sırasında verdiği pozları görmem...  Ve bu konuyla ilgili yazımı da “Ah be Neşe sen telaştan dışarıda topladın donlarını boş yere!.. Millet, içeride pozlar vermiş, meğer dışarıda bekleyen hastaların kimse umurunda değilmiş!..” şeklinde bir ifadeyle; devlet kurumunda görev yapan herkesi ciddiyete davet ederek, sağlıkta vakit kaybı ve eğlencenin telafisi olmayan büyük bir hata olduğuna da dikkat çekip, noktalamıştım...
Ancak... Geçtiğimiz Cuma akşamı ayaküstü yaptığım bir sohbette, bir vatandaşım bana demesin mi, ‘Neşe Hanım fena basmışınız doktor hanımın damarına!’ diye... İnanın o anda hiç hatırlamadım bile ve ‘Hayırdır, ne alâka kimsenin damarına basmadım’ demem üzerine ise bu vatandaşımdan ‘Olur mu? Gazetenizle doktor hanım çıktı dışarı. Bir daha bu kadın gelirse almayın içeri diye kükredi! Öfkesinden küplere binmişti! Gazete katlanmıştı ve köşe yazınız olan kısmı masaya patlattı!’ karşılığını almayayım mı... Önce sordum bu vatandaşıma, ‘emin misin?’ diye, ‘vallahi Neşe Hanım eminim, hatta çok merak ettim ne yazdınız?’ dedi... Kendisinden başka kimsenin olup olmadığını sorduğumda ise, salonun baştan başa hastayla dolu olduğunu söyledi...
Vatandaşımla yaptığım bu ayaküstü sohbetin ardından, ben de Kükremiş aslan(!) gibi gittim eve hemen... Bilgisayarımı açarken paralayacaktım(!), bir an önce içimi dökmeden rahatlayamazdım... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (2 Aralık 2013 Pazartesi) sayısında...>

5 Kasım 2013 Salı

TRAFO BİNASI MI, İHTİYAÇ ARKASI MI?


İlyas Bey Caddesi’nde bulunan TREDAŞ’a ait trafo binası... Bina TREDAŞ’a ait, binanın çevresi ise bütün ihtiyaç sahiplerine yönelik!
Gazı gelen oraya koşuyor(!), küçük suyunu dökmek isteyen soluğu orada alıyor(!), sevgilisiyle oynaşmak isteyen(!) kuytu köşe diye orasını tercih ediyor, madde bağımlıları orada birleşiyor ve bir köpek de bütün bu kötü davranışları trafonun arkasındaki yuvasından izliyor!
Anlayacağınız çok amaçlı bir trafo binası olmuş orası!.. <Devamı Önder gazetesinin yarınki (6 Kasım 2013 Çarşamba) sayısında...>

4 Kasım 2013 Pazartesi

AYNA AYNA SÖYLE BANA; BENDEN DAHA İYİ YÖNETECEK ADAY VAR MI KEŞAN’DA!


Kraliçe: Ayna ayna dile gel, söyle bana kim daha güzel.
Ayna: Bundan kuşku duyan var mıdır bilmem, tabii ki en güzel sizsiniz kraliçem.
Ayna: Bunu nasıl söyleyeceğim bilemem ama Pamuk Prenses sizden güzel kraliçem.


 
 
Pamuk Prenses ve 7 cüceler... Bu hikâyeyi neredeyse bilmeyenimiz hatta filmini izlemeyenimiz yoktur... Yine de köşe yazıma geçmeden önce hikâyedeki karakterleri hatırlatmak istiyorum sizlere... Pamuk Prenses, prensesin annesinin ölümünden sonra babası ile ikinci evliliği yapan ve kendisini dünyanın en güzeli sanan kraliçe, avcı, 7 tane cüce, prens ve kraliçenin aynası...
Yok canım, size hikâyeyi anlatacak değilim... Sadece kısa bir uyarlama yapmak istedim... Doğrusu Keşan’daki siyaset rüzgârını, ‘kraliçe ve aynasına’ benzetmeye başladım... Hâl böyle olunca da siyasete biraz eğlence katayım dedim...
Siyasi partilerin aday adayları, sanıyorum ki, günde birkaç kez aynanın karşısına geçip, aynaya soruyorlar: Ayna ayna söyle bana, benden daha iyi yönetecek aday var mı Keşan’da!
Aynalarının verdiği cevap da, ‘Senden daha iyi yönetecek aday yok Keşan’da!’ oluyor galiba... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (5 Kasım 2013 Salı) sayısında...>

2 Kasım 2013 Cumartesi

VALİ BEY’İN ZİYARETİ DE BANA ARABESK(!) GELDİ...


Vatandaşım mektup yazmış, Edirne Valisi Hasan Duruer’in Keşan’a yaptığı son ziyareti hakkında yorum yapmamı istemiş... Vatandaşım, ‘Sayın Valimizin sıklıkla yaptığı Keşan ziyaretlerini nasıl değerlendiriyorsun?’ demiş... Arabesk efendim, ‘Arabesk’ olarak değerlendiriyorum!..
Durun canım nereden çıktı şimdi bu ‘arabesk’ demeyin hemen... Sayın Valimiz, konuk olduğu Anadolu Ajansı Edirne Bölge Müdürlüğünce uygulamaya konulan “Haber Masası”nda; Edirne’de ‘arabesk’ bir hava hakim olduğunu, Edirne’yi çok farklı bir konumda beklerken, hayal kırıklığına uğradığını söylemiş...
Doğrusu ben de aynı şeyleri hissettim! Sayın Valimizin son görev yaptığı Mardin’deki icraatlarını duyduğumda, ‘Edirne bölgesi yaptı kafayı!’ demiştim... Ancak Sayın Valimiz 1 yılı aşkın bir süredir bölgemizde görevini yürüttüğü halde ben, Keşan ve bağlı belde ile köylerinde elle tutulur hiçbir icraat göremedim... <Devamı Önder gazetesinin 4 Kasım 2013 Pazartesi günlü sayısında...>

FUHUŞ DOĞU’YA KAYMIŞ!


Keşan’ın Doğusu’nda bulunan toplu konutlarda oturanlar isyanda... Bana ulaşan vatandaşların yakınmalarından anladığım üzere, Doğu’dan ev sahibi olduklarına bin pişmanlar...
Gece yarısında başlayan ve sabahın köründe devam eden gürültü, hane basmalar, silah sesleri, çığlıklar, kavgalar!..
Toplu konutlardan ev alanlardan değil ancak bazı kiracılardan şikayetler var... Enikonu beni arayıp, ‘Fuhuş Doğu’ya kaydı’ diyerek, ihbarda bulunuyorlar! <Devamı Önder gazetesinin 4 Kasım 2013 Pazartesi günkü sayısında...>

11 Ekim 2013 Cuma

MÜJDE’YE GEL MÜJDE’YE!..


Vallahi ne diyeceğimi bilemiyorum... Sağlık Bakanımız Sayın Mehmet Müezzinoğlu’nun 13 Ekim Pazar günü Keşan’a geleceği bilgisine ulaştığımdan beri, allaya pullaya bugüne girmesi için hazırladığım köşe yazısı çöpe gitti! Birileri Sayın Bakanımızın kulağına belki fısıldar diye, Keşan’daki doktor sıkıntısını dile getirip, doktor takviyesi isteyecektim ilçemize... Ancak dün, Edirne Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri Op. Dr. İlhan Açıkgöz, Op. Dr. Hüseyin Kutluay, Keşan Devlet Hastanesi Yöneticisi Op. Dr. Nurettin Alparslan ve Hastane Müdürü Tahir Özçınar’ın katılımıyla yapılan basın toplantısında, ‘müjde’ verilmiş Keşan halkına...
Görülme sıklığı 10 binde 8 olan Slokyoz hastalığı varmış, artık Keşan’da da ameliyatı yapılıyormuş... Yani Keşan’ın, hatta bölge nüfusunu da abartılı tutsak ve 150 bin desek, ‘15 kişiye müjde’ demek oluyor bu açıklama... O da ya çıkarsa!..
Sağlık konusunda hassas davranmak ve milyonda hatta milyarda bir çıkma ihtimali olan bir hastalık için bile önem verilmesi gerektiğine inananlardanım ama...  yapmayın ya Allah aşkına....
10 kişiden 8’inde olan, 100 kişiden 90’ının sıkıntısı bulunan, 50 kişiden 50’sinde de her an çıkma olasılığı muhtemel hastalıklar için vatandaşlarımız oraya buraya yollanırken; görülmesi 10 binde 8 olan bir hastalığın Keşan’da ameliyat edilecek olması ‘müjde’ diye lanse edilebilir mi sizce...
Her an olası kazalar için kazazedelerin sevki yarıştırılırken, bir diş çekimi için hastalar Edirne’ye sevk edilirken, Edirne ve Tekirdağ’daki ismi lazım olmayan hastanelerde Keşanlılar ciro patlaması yaptırırken, bu ‘müjde’yi vermek reva mı <Devamı Önder gazetesinin yarınki sayısında...>

2 Ekim 2013 Çarşamba

DEVLET HASTANESİ KAŞIKSIZMIŞ!


Dün gazetemizin telefonu çaldı... Arayan, Keşan Devlet Hastanesinde tedavi gören bir diyaliz hastasıydı... Telefonu açtığımda karşı taraftaki sesten ilk önce ‘hastayım’ daha sonra da ‘Keşan Devlet Hastanesi’ kelimelerini duydum... ‘Tamam’ dedim kendi kendime... ‘Yine bir hasta gitti hastaneye, doktor sıkıntısını dile getirecek bize.’ Tam da ‘yine mi doktor yok’ diye bir cümle çıkacaktı ki ağzımdan, ‘kaşık yok!’ gibi bir kelime duydum telefonun ucundan!.. ‘Pardon, duyamadım, tekrar alabilir miyim şikayetinizi’ dememe kalmadan, cacık yanında çatal verilen hasta patladı birden!
Keşan Devlet Hastanesinde diyalize giren ve tedavisi sonunda hastanede yemek yiyen bir hasta, 2 gündür kaşıkla yenecek yemeği çatalla yemeye mecbur bırakılıyormuş... Kaşık istediğinde ise kendisine, ‘kaşık yok’ deniliyormuş... Dün de diyaliz sonrası gelen mönüde cacık varmış... Cacığı da çok seven bu hasta, yanında çatal olunca ısrarla ‘kaşık’ demiş... Yine ‘kaşık yok’ karşılığı alınca, önce kâsedeki cacığı pet bardağa boşaltmış, sonra içmiş, ardından da telefona sarılıp gazetemizi aramış...
Hastanede doktor olmadığı şikayetlerine sık sık rastlıyordum da, ‘kaşık yok!’ muhabbetini ilk kez duydum valla... Bu sanırım bölge milletvekilimizin Sağlık Bakanı olmasının kerameti olsa! <Devamı Önder gazetesinin yarınki (3 Ekim 2013 Perşembe) sayısında...>

İKİ ELİMDE ARMUT AMA ÖĞRENCİLER MAĞDUR!


2013-2014 eğitim öğretim yılının 3. haftasında Keşan’da eğitimdeki eksiklikler çorap söküğü gibi gelmeye başladı...
Dünkü gazetemizde, Küçükdoğancalı öğrencilerin taşıma ile ilgili sorunlarının yer aldığı haberden sonra, veliler telefonları kopardı! Ahmet Yenice İlkokulu 3/A sınıfının yarısı boşalmış... Sınıfa yeni bir öğretmen verilmiş ancak geçici kadroyla görevlendirilmiş! Öğrencilerinin eğitime başlamalarının 3. yılında öğretmen değişikliğine uğrayan bu veliler, 3. yılın 3. haftasında yeniden öğretmen değişikliğine gidilince, ‘yap-boz’dan kafalarının tası atıp, çocuklarını başka okullara nakletmiş... Çoraplar tek tek sökülmeye başlayınca da veliler, mektuba sarılmış, Keşan’ın mülki amiri Sayın Kaymakamımız Bekir Dınkırcı’dan eğitim sistemindeki düzensizliğe el atmasını istemiş...
Ne diyeyim, Sayın Kaymakamımız bu aralar Deveci armudu başta olmak üzere bölgedeki meyvecilik, seracılık ve hayvancılıkla ilgilenmekte! Bol bol meyve ve sera bahçelerinin yanında, çiftlikleri gezmekte! Tabiî bunu yaparken de bölgenin ekonomisini ve katmadeğerini düşünmekte... Aslında bu ‘yap-boz’ sistemli, 4+4+4’ün çocuklarına verilecek eğitimin belki de geleceğini görmekte... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (3 Ekim 2013 Perşembe) sayısında...>

1 Ekim 2013 Salı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILINA NE KADAR DA HAZIRLIKLI BAŞLAMIŞIZ!..


2013-2014 eğitim öğretim yılının 3. haftasında; ne kadar hazırlıklı, planlı, programlı ve eksiksiz bir eğitim dönemine girildiği gün yüzüne çıkmaya başladı!
Daha ilk günden dile getirilen bazı okulların sınıflarındaki öğretmen sıkıntısı, şimdilerde ise şaha kalktı!.. Sadece öğretmen sıkıntısı mı? Tabiî ki, hayır...
Küçükdoğanca’da 3 haftadır gözyaşı döken öğrenciler, daha okullarına hiç gidememişler... Ahmet Yenice’de öğrenciler, ‘öğretmen yok’ denilip, evlerine gönderilmişler... Raşit Efendi İlkokulundaki 1. sınıfların birinde 15-16 öğrenci varken, diğer 1. sınıflarda ise 7-8 öğrenci varmış... Neymiş efendim, o öğretmen çok iyiymiş, torpilli öğrenciler de o sınıfa yerleştirilmiş... Eğitimde demokrasi anlayışının ta kendisi bu olsa gerek! Yine Keşan Endüstri Meslek ve Teknik Lisesinin kantini henüz faaliyete geçmediği için ihtiyaçlarını okul dışından karşılayan öğrenciler, aynı zamanda sigara ihtiyaçlarını da gideriyormuş! <Devamı Önder gazetesinin yarınki (2 Ekim 2013 Salı) sayısında...>

BENDEN SAĞLIK BAKANINA MEKTUP!


Sayın Sağlık Bakanımız Dr. Mehmet Müezzinoğlu’ndan birçoğunuza olduğu gibi bana da bir SMS geldi dün... Hatta bir değil, iki tane...

Sayın Bakanımız mesajında şunları kaydetmiş:

“Sağlık için sokaktayız! Mutlu ve daha sağlıklı bir yaşam için bütün vatandaşlarımızı, 3 Ekim Dünya Yürüyüş günü ve her gün yarım saat yürümeye davet ediyorum. Sağlık ve mutluluk dileklerimle. Dr. Mehmet MÜEZZİNOĞLU Sağlık Bakanı”
Şimdi ben de Sayın Sağlık Bakanımıza mektupla cevap vereceğim...
Sayın Bakamın, sanıyorum bu mesajı yanlışlıkla bana attınız! Çünkü ‘Demokratikleşme Paketi’ adı altında, sizin de mensubu olduğunuz Hükümet tarafından açıklanan paket içinde bana faydası olacak hiçbir şey yok... Daha doğrusu paketin içi bom boş! Bende büyük hayal kırıklığı yaratan bu paketten sonra, nasıl mutlu olmamı ve sağlıklı bir yaşam için yürüyüş yapmamı bekliyorsunuz!
Hem sokaklara dökülmek için gerekli izni aldınız mı? Çünkü son dönemde yapılan yürüyüşlerde, vatandaştan çok polis oluyor caddelerde! Bu yürüyüşe TOMA, tazyikli su, çelik kuvvet desteği olacak mı önce onu haber verin bize!<Devamı Önder gazetesinin yarınki (2 Ekim 2013 Salı) sayısında...>

27 Eylül 2013 Cuma

HATİCE’DEN MESAJ GELMİŞ, 12 DAKİKADA 4 GÖLÜ YEYİP, GELMİŞ!


Vay benim hemşehrim... Yanmış, tutuşmuş, başkalarının da kulağına küpe olsun diye, mektuba sarılmış!
Şimdilerin modası Hatice olmuş!.. İstanbul’dan rastgele cep telefonlarına SMS (mesaj) gönderen Hatice, ‘Selam. Ben Hatice. Tanışmak için hemen beni arayabilirsin’ diye yazıp, hem cep numarasını hem de sabit numarasını veriyormuş... Keşanlı bir hemşehrimiz de Hatice’den gelen mesaja bir kerede tav olmuş, soluğu İstanbul’da almış! Almış almasına da, Hatice ona az daha mezar oluyormuş! Hatice ile macerası 36 dakikayla sınırlanmış... Kurt Hatice, bizim sözde kurt hemşehrimizin 7 dakikada gönlünü almış, 8. dakikada metresi olmuş, 9. dakikada yatakta koynuna girmiş, bundan sonraki 3. dakikada da soyup soğana çevirmiş!
12 dakikada peş peşe gelen 4 golün(!) ardından, hemşehrimizin gözü hiçbir şeyi görmeyip, zor kurtulmuş!
İsmini gizleyen ancak aldığı darbeden oldukça etkilenen bu hemşehrimiz, ‘aman kimse kanmasın, kendini yakmasın’ diye kısa bir mektupla meramını anlatmış... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (28 Eylül Cumartesi) sayısında...>

İÇKİLİ MEKANLAR YERİNE BİR KERE DE ALKOLİKLERİN RUHSATLARINI İPTAL EDİN!


Hâlâ, 26 Eylül 2013 Perşembe günü yapılan İlçe Güvenlik Kurulu Toplantısı’na takmış durumdayım... Dün, geç bir saatte önüme gelen ve alatacele yazdığım köşe yazısından tatmin olamadım...
Çünkü sadece Şube Sokak’ta (Kaymakamlık konutunun bulunduğu sokak) alınan düğün yasağı konusundaki ayrımcılığı, eşitsizliği paylaşabildim sizlerle...
Aslında bu toplantıda sarf edilen cümlelere dikkat ettiyseniz, ‘Hükümetin polisi!’ kavramı tam olarak oturmuş yerine!
Konvoylar meğer yasaklanmamış... Yani bu konuda alınmış bir karar yok... Şimdi diyeceksiniz, ‘konvoyu en çok yazan ve eleştiren sensin’ diye ama benim eleştirmem yasak olduğu bilinci ve hâlâ yapılıyor olması nedeniyleydi... Çünkü konvoylar nedeniyle düğün sahiplerine kesilen cezaları daha önce kamuoyuyla da haber olarak paylaşmıştık... Hal böyle iken, kimine ceza kesilmesi, kiminin gözden kaçması(!) bana göre kayırma anlamına geliyordu!..
Dünkü toplantıda ise, Sayın İlçe Emniyet Müdürümüz Ahmet Yıldız, bizzat diyor ki; konvoyların yasak olduğu şeklinde bir karar yok, ancak bu kararı biz yürütüyoruz... Bana birileri, bu ifadenin tam karşılığını söyleyebilir mi?.. Ne demek oluyor bu? Hem alınmış bir yasaklama kararı yok, hem müdahil olunup ceza kesiliyor... Hayır efendim... Eğer bir karar yoksa, bir yaptırım yoksa, sizin de bunu engellemeye hakkınız yok... Kafanıza göre kanunun o veya şu maddelerine dayanarak, böyle bir yaptırım uygulayamazsınız... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (28 Eylül Cumartesi) sayısında...>

26 Eylül 2013 Perşembe

ASABİYİM, SİNİRLİYİM, DELİYİM AMA EŞİTSİZLİĞE KARŞIYIM!..


Bu haksızlığa, bu ayırımcılığa lütfen sesimizi yükseltelim! Evet, sevgili Keşanlılar... Aslında sürpriz bir köşe yazısı oldu benim için... Bugün sizlerle paylaşacağım yazım daha öğle saatlerinde hazırken, akşam saatlerinde önüme gelen bir haber nedeniyle o yazımı yarına saklayıp, bir gün bile bekleyemedim bu konuya değinmek için...
Dün İlçe Güvenlik Kurulu Toplantısı yapılmış... Ve bu toplantıda da okul bahçelerinde yapılan düğünlerde, okul aile birliklerinden ya da okul idaresinden bir kişinin hazır bulunması kararı alınırken; Kaymakamlık konutunun bulunduğu Şube Sokak üzerinde düğün yapılmaması için karar verilmiş... Sebep; bu alanın yakınlarında çok yüksek katlı binalar varmış, bu nedenle çalgı sesleri yankılanarak çevreye büyük rahatsızlık veriyormuş... Vay efendim yatalak hastası olanlar, küçük çocuğu bulunanlar varmış...
Saygıdeğer kurul üyeleri... Keşan’ın her noktasında yüksek katlı binalar var, hastası olan var, küçük çocuğu olan var... Bunun yanı sıra psikolojisi bozuk olan var, matemi olan var, sinir katsayısı yüksek olan var, asabiyeti bozuk olan var, delisi var, akıllısı var, her telden insan var...
Eğer kriteriniz ‘hasta ve küçük çocuk’ ise lütfen kimse kimseyi kandırmaya çalışmasın çünkü bunu kimse yutmaz!..
Ancak kriteriniz; Şube Sokak’ta Keşan’ın mülki amiri var ve bu nedenle yasaklama gereği hissettik derseniz, eyvallah ama bu; ayrımcılık, eşitsizliktir... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (27 Eylül 2013 Cuma) sayısında...>

10 Eylül 2013 Salı

ESKİNİN VE ŞİMDİNİN ANNELERİ...


Geçtiğimiz günlerde Facebook paylaşım sitesinde gezinirken bir söz dikkatimi çekti ve beni epeyce eskilere götürdü...
Söz aynen şöyleydi: Beğendiği renkte kanepe bulmak için mağaza mağaza gezip, kanepeyi aldıktan sonra örtü örtüp kanepeyi ebediyen kapatan kişiye ‘Anne’ denir...
Bu söz bana hem rahmetli annemi hatırlattı hem de eskilerin hafızamda canlanmasını sağladı...
Evet, annelerimiz, anneannelerimiz, babaannelerimiz, teyzelerimiz, halalarımız, yengelerimiz için bu sözü çok sık kullanırdık eski zamanlarda...
Hiç unutmam, becel yağ yeni yeni raflarda yer almıştı. O zamana kadar katı yağlar hep kağıt ambalaj içindeydi... İlk defa plastik bir kap içinde katı yağ satışa sunulmuştu ve reklamı da iyi yapılmıştı ki, kısa sürede dolaplarımızda yerini aldı... Aldı almasına da, ah o becel yağ yüzünden çektiklerimi bir bilseniz... Rahmetli anacığım, biten her becel yağın kutusunu yıkar, soframızdan artan yemekleri de becel yağ kutusuna koyarak, buzdolabına yerleştirirdi... Öyle günler oluyordu ki, buzdolabımızda en az 10 tane becel yağ kutusu... Buraya kadar normal, ancak benim sabah tost yapmak için verdiğim mücadele, deveye hendek atlatmaktan daha zor geliyordu! Canım ne zaman peynirli domatesli tost istese ve bir tostun yapılışı 5 dakikalık bir iş olsa da, becel yağı kutularından dolayı ya yarım saatte ancak sonuç alabiliyordum ya da sinirlenip vazgeçiyordum! Neden mi? Ekmek ve domates tamam, 30 saniye sürmeden tost için hazır... Ya peynir ve yağ kısmına ne dersiniz? O sarı becel yağı kutusunun hangisinin içinden yağ ve peynir çıkacağını bulabilmek için en az 10 kutuyu test etmek zorundasın! O kutuyu açarım; akşam yemeğinden kalan salata! Öbürünü açarım; akşamdan kalan pırasa yemeği! Diğerini açarım; içinden turşu çıkar! Onu, bunu derken en az 10 becel kutusu tarafımdan test edilmiş olur! <Devamı Önder gazetesinin yarınki (11 Eylül 2013 Çarşamba) sayısında...- mutlaka okuyun derim!>

8 Eylül 2013 Pazar

HÜKÜMET, BAKTI KALE’Yİ YIKMA ŞANSI YOK, TRAKYALININ ZAAFINA DİKTİ GÖZ!


Müjde! Torba yasa ile getirilen ‘’içki düzenlemesi’’ bugünden itibaren başlıyor. Öyle canınız istediği saatte, istediğiniz yerden alkollü içki alamayacaksınız... İşiniz geç bitti, evinizde içki yok ve bir duble yorgunluk rakısı yudumlamak istiyorsunuz ama yasak! Saat 22.00’yi geçirdiğiniz vakit, sabahın 06.00’sına kadar hiçbir yerden perakende alkollü içki alamayacaksınız... Paranızla rezil olacak, üç kuruşluk zevkinizi tatmin edemeyeceksiniz...
Evet, alkolün aşırısını tüketenleri her zaman eleştirmişimdir... Ama dozunu kaçıranları, nefsine hakim olamayanları, alkolle birlikte kendi ve etrafındaki insanların hayatlarını zindana çevirenleri... Kısaca, bir şeylere zarar verecek boyutta alkolü tüketenleri... Yoksa, adabıyla içen, bunu alışkanlık değil de bir alkol kültürü ile tüketenlere hiçbir zaman hiçbir sözüm olamaz...

3 Eylül 2013 Salı

NATAŞA SUİKAST DÜZENLEMEYE KALKTI BANA!


Ah bu Nataşa yok mu bu Nataşa, Vatandaşımdan gelen mektubu okumuş, ne kadar it varsa saldı etrafıma!
Günlerden Pazar... 1 Eylül 2013 yani... Sabah kahvaltımı ediyorum keyifle balkonda... Hafta içi böyle bir keyfe nail olamadığım için, bu günlerin acısını topluyor, hepsini birden çıkarıyorum Pazarda...
Kahvaltı faslım bitti, sıra geldi Türk kahvesi keyfine... Bir taraftan da karalıyorum bilgisayarımda bir şeyler yine... Sükûnet ise olabildiğince... Bu arada ‘tık’ da yok mahallemizde... Ve nazar değiyor sessizliğe... Önce bir itten gelen havlama sesi duyuyorum, 5 dakika içinde havlama sesleri artıyor, bende de kriz başlıyor... İtlerin hepsi balkonumun karşısına geçiyor, sanki mübarekler bana konser veriyor. Ne ‘çü be’ desem gidiyor, ne de ‘hü be’den anlıyor... Bütün kovalama tekniklerini denesem de, bir türlü başarı gösteremiyorum...
Velhasıl benim keyif itlerin havlama sesine tahammülsüzlüğüm ile sona eriyor ve içeri girip, sesten de etkilenmemek adına balkon kapısını ve evimin o yöne bakan açık pencerelerini kapatıyorum... Böylece de Pazar sabahımın büyük bir kısmını itlerle mücadelede geçirmiş oluyorum!
Bu, birinci fasıldı tabiî ki... İkinci ve heyecanlı fasıl ise yaklaşık 1 saat sonra başladı... Kapımın zili olabildiğince aralıksız çalıyor... ne mübarek elmiş, zilden kopamıyor! Vira çalıyor benim zil... Derken kapıyı açıyorum, mahalle eşrafından bir vatandaşla karşılaşıyorum... Daha ‘buyurun’ demeden, ‘Nataşa’dan size suikast var!’ cümlesi ile karşılaşıyorum... Ve devamında, ‘pencereden aracınıza bakar mısınız?’ diyor bu mahallelim... Bu arada kalpten de gidecek gibiyim... Hızlı adımlarla pencereye yaklaşıyorum, bir taraftan da Nataşa’nın bana ne gibi zarar vereceğinin hesabını yapıyorum... Ve pencereden gördüğüm manzara karşısında, kapıda bekleyen mahallelimle göz göze gelip, kahkahayı basıyorum!..
Meğer Nataşa, yazıma kızmış, rıskı kesilecek diye benden hıncını çıkaracakmış... Salmış erkek itleri peşime, birini de dikmiş arabamın önüne! Maksat beni evde hapsedecekmiş, itler hakkında yazmamı engelleyecekmiş...
Pabuç bırakır mıyım ben bu itlere, aldım fotoğraf makinemi başladım çekmeye... Flaşa dayanamayan itler, dağıldılar teker teker... Bizim Nataşa bu duruma çok içerledi, o salladığı kuyruğunu toplayıp, kiminle dans ettiğini fark etti!

A be Nataşa, bu sefer tosladı fena taşa... Ya seni bu mahalleden attıracağım ya da iki günde bir yaptığın tüm rezillikleri Keşan halkıyla paylaşacağım... Pavyonları attık şehir dışına, sen sokak pavyonu mu açacaksın başımıza... Vallahi kafamı kızdırma, seni fuhuş üstü fotoğraflar, attırırım zindana! Hadi bakalım sal sıkıysa bir daha itleri başıma!..

30 Ağustos 2013 Cuma

MAHSULLER, GURBETÇİ GÜBRESİ İLE BEREKETLENİR İNŞALLAH!


İpsala-Keşan kara yolunda yaşanan araç yoğunluğunu, yerel basının 30 Ağustos 2013 Cuma günkü sayılarında okumuşsunuzdur... Yaklaşık 15 kilometrelik bir kuyruk oluşturdu 3 sıra halinde gurbetçilerin araçları... Yoğunluk aynı şekilde dün de devam etti, aldığım bilgiye göre... Bu sefer sadece telefonla bilgi aldım, ilk günkü gibi bizzat gidip o yoğunluğun içine girme cesaretini gösteremedim... Çünkü gurbetçilerle birlikte ben de yaklaşık 4 saat mahsur kaldım o yoğunlukta... Gerçi, gurbetçilerin mahsur kaldığı saatler dikkate alındığında benimkisi devede kulak kalır yanında...
Şimdi biz dönelim esas filmlik konuya! İlk gün 4 saat süreli mahsur kalışım var ya, ne çarpıcı manzaralara şahit oldum sorma!
Gurbetçi erkekler yüksek sesle dillendirdi, ‘hadi biz çalı arasına giriyoruz da bu kadınlar ne yapacak?’ şeklinde ama, onlar dillendire dursun 8-9 saattir kuyrukta bekleyenlerin dışkısı kapıya dayanmış durur mu?! Baktım 3’erli 5’erli kadınlar, kızlar, çocuklar tarlalara yöneliyor... Baştan işi anlayamadım ama biraz yakın izleyince hemen çözdüm! Delik tutturamama problemi de yoktu burada, her yer delik oldu, her yer gurbetçi gübresi doldu bir anda...<Devamı Önder gazetesinin yarınki (31 Ağustos 2013 Cumartesi) sayısında...>

KORKMUYOR MUSUNUZ? HEM DE HİÇ KORKMUYORUM!


Vatandaşım telaşa düşmüş... Hükümete yazdığım eleştiri yazılarından dolayı başıma bir hal geleceğinden tedirgin olmuş... Köşe yazımın başlığını gazetemizde görünce rahatlıyormuş, ‘bugün de paçayı yırttı diye’ derin bir ‘oh’ çekiyormuş...
Her şeyden önce beni düşündüğünüz ve adıma endişelendiğiniz için teşekkür ederim hepinize... Ancak, telaş yapmayın boş yere... Kafalarına koydularsa eğer, mutlaka bir kulp bulur, hiç yazmasam da atarlar içeriye! <Devamı Önder gazetesinin yarınki (31 Ağustos 2013 Cumartesi) sayısında...>

BU, BOMBA PATLATMAK DEĞİL, UMUTLARI YOK ETMEK!


Yaklaşık 3 ay kadar önceydi sanırım... Gazetemize bir Roman genci geldi... Çok ama çok heyecanlıydı... Köyüne katkı sağlamak, köyünün adını duyurmak ve köyde yaşayan hemşehrilerinin refah içinde yaşamlarını idame ettirmeleri için yapmayı planladığı çalışmaları sıraladı alatacele... Kafasına koymuştu, hedefleri vardı ve yapacağına inanıyordu... Hem düşünceleri ve yapmak istediklerinin hepsi de köyünün ve halkının çıkarına olan şeylerdi... Art niyet olmayan ve yaşadığı köyünün geleceği için verdiği mücadeleye kim ‘hayır’ diyecekti ki... Aksine, köydeki bütün vatandaşların destek olması ve katkı vermesi gerekiyordu düşüncelerine...
Önce yol istedi, sonra su, sonra kanalizasyon, daha sonra tarla... Bunların hiçbirini kendi adına istemedi... Hepsi, köyünde yaşayan tüm halk içindi... İsteklerinde direkt ‘nakit’ yoktu, yani kimse eline para saymıyordu... O devletten, siyasilerden, işin özeti, kimin elini kuvvetli gördüyse ondan destek istiyor, arkasından koşuyordu... KENDİ için değil ama KÖYLÜSÜ ve KÖYÜ için yapıyordu bunu...
Mücadelelerinin birçoğunun da sonucunu aldı... Yolu yapıldı, kanalizasyon döşendi, su deposu temizlendi, bildiğim kadarı ile bir tarla işi çözümlenmedi sadece...
Derken, köyünde yetişen ve marka olma yolunda ilerleme kaydeden köyünün has ürünü ‘Bamya’ ile ilgili bir proje canlandırdı kafasında... Hem köyünün sesini duyuracak hem köy ekonomisine katkı sağlayacak hem de ‘Bamya’nın en güzelinin Siğilli köyünde yetiştiğini ispatlayacaktı düzenleyeceği festivalle... Cep’te 5 kuruş yoktu ama Aslanlar gibi yürek vardı O’nda... Tabiî ki sadece işin yürekte bitmediğini biliyordu... Ama düşüncelerini anlatabilir ve destek alabilirdi kendine göre... Ve çalmadık kapı bırakmadı, planını, düşüncesini anlattı... Önce Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan’dan destek geldiğini açıkladı, sonra sivil toplum kuruluşlarından, sonra siyasilerden... Bizim Roman genci havalarda uçuyordu... Hayali, rüyası gerçek oluyordu... Festivalin tarihi kondu, afişler basıldı, sanatçı ile anlaşıldı... Her şey planlandı ve sadece geriye günleri saymak kaldı...
Günler birbirini kovalıyor, bizim Roman genç festival heyecanı ile oradan oraya koşturuyordu... Derken, büyük bir DEPREM!.. 7.5 şiddetindeki ilk deprem Keşan Belediyesinden geldi ve verilen 10 bin TL’lik destek sözü geri çekildi... Bizim Roman gencin yüreği o kadar sağlammış ki bu deprem onu yıkmadı... 7.5 şiddetindeki bir depremin artçıları olmaz mı? Peş peşe geldi artçılar... Bütün destek sözü verenler sallamaya başladı teker teker... Yine de yılmadı ya bizim Roman genç... ‘Allah’ın izniyle 5 kuruşsuz yapacağım bu festivali’ dedi de başka bir şey demedi... Hâlâ gözlerinin içi parlıyordu, yenilgiyi kabul etmiyordu bu Roman genç... Derken mücadele verdiği köyünün muhtarı 2 gün önce bir bomba patlattı! Dedi ki, ‘bu festivali içime sindiremiyorum...’ İşte o haberi alan Roman genci, tükendi, bitti... Köyünün Muhtarı, bir Roman gencinin köyü ve köylüsü için verdiği mücadeleyi içine sindirememişti! Bu Bomba Patlatmak Değil, Umutları Yok Etmekti!
Bu gözlerinin içi parlayan, köyüne, köylüsüne faydalı olabilmek için çalmadık kapı bırakmayan Roman genç Kadir Gözeri’yi destek sözü verip de süre daraldığında telefonunu açmayanlar yıkmadı... Arkasında olduğunu söyleyen Keşan Belediyesinin kazığı çökertmedi... ‘Bizden şu, bizden bu’ diyenlerin kaçışı etkilemedi ama ‘sindiremedim!’ kelimesi bitirdi... En son gördüğümde gözleri dolan ve ağladığını görmemem için yanımdan uzaklaşan Roman genci; Allah seni utandırmasın ama seni yarı yolda bırakanlar UTANSIN!

 

 

 

29 Ağustos 2013 Perşembe

AŞAĞI ZAFERİYE’Yİ KARIŞTIRAN MEĞER SARI NATAŞA İT’MİŞ!

Mektuplar adres değiştirdi! Dün sabah yatağımdan kalktım, evden çıkmak üzere hazırlığımı yaptım ve evimin dış kapısına yöneldim... Koridordan tam kestiremedim ama beyaz bir kağıt çarpıyordu karşıdan gözüme... ‘Hay Allah’ dedim kendi kendime... Acaba işten eve girerken, telaşla çantamdan bir şeyler düşmüş olabilir miydi kapı önüne... Kendi kendime kuruyorum ama bir taraftan da kapıya doğru ilerliyorum... Derken, geldim kapının yanına ve eğilip yerden kağıdı aldığımda, mahalleliden bir mektupla karşılaştım sabah sabah... Gece 00.30 sıraları eve girip, sabah 07.30’da kapının önünde olduğuma göre, bu zaman dilimi aralığında yazılıp, salını verilmişti kapımın eşiğinden içeriye... Ancak öyle akıcı bir dil ve espriyle yazılmıştı ki bu mektup, sayelerinde başladım güne pür neşe... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (30 Ağustos 2013 Cuma) sayısında....>





BU KAZIK BAŞKA KAZIK!


Dün oldukça hareketli bir gün geçirdik, Önder Caddesi esnafı olarak... Gazetemizde “Önder Caddesi’nde kaldırılması istenen duba talebi reddedildi” haberini okuyan cadde esnafı, arşınladı kapımızı...
Hop oturdular, hop kalktılar, dubaların üzerine oturup, ‘kim bu kazıkların kendisine batmasını ister!’ diyerek, fotoğraflamamı istediler... Sakinleştirdim esnafı, ‘bekleyin’ dedim; yarını! Bir de ‘niye hiddetleniyorsunuz, hadi bizi esnaftan saymamışlar ama sizin görüşünüzü alıp, ona göre bu kazıkları yerleştirmişler!’ diye ekledim... Bunun üzerine bizim esnafın hiddeti arttı, ne öncesinde ne de sonrasında kendilerinden görüş alınmadığını söyledi... Hal böyle olunca, ortalık karıştı... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (30 Ağustos 2013 Cuma) sayısında...>

27 Ağustos 2013 Salı

DELİĞİ TUTTURAMAYAN B.K’UN SAHİPLERİNE!


Bu köşemde yer verdiğim fotoğraf nedeniyle bütün okurlarımdan özür diliyorum öncelikle... Ancak şahit olduğum çirkinliği paylaşmak, bir gazeteci olarak görevim sizlere... İçinizi belki biraz olsun rahatlatabilirim şu ifadeyle; sizler fotoğrafınızı gördünüz, ben ise birebir canlı şahit oldum bu rezilliğe!
Tarih: 26 Ağustos 2013 Pazartesi
Saat: 22.00 sıraları                           
Yer: Keşan Devlet Hastanesi Acil Servisi -bayan tuvaletleri-
Durum: Hastane ve diğer personelini saymazsak, o akşam Acil Servis içerisi ve salonunda hasta ve refakatçileri olmak üzere en az 40-50 kişi...
Evet, sevgili okurlarım... Hep içimden geçiririm, sanki Allah beni bir yerlere çekiyor, bazı şeyleri görüp, şahit olmam adına... O akşam da Keşan Devlet Hastanesinde hiçbir vukuat ya da haberlik bir olay yoktu... Ama bir şeyler hastaneye gitmem için beni itekliyordu... Ve gittim de... Hastaneye geldiğimi gören tanıdık yüzler de hemen ayaklandı ve ‘hayrola kaza mı var?’ diye sordu... Çünkü gazeteci hastaneye gittiyse eğer, vardır bunda bazı kerametler! ‘Yoo’ dedim ‘hemen öyle bir ziyaret benimkisi, ne var ne yok’ diye... Acil Servis’e girdiğim gibi de doğru yöneldim bayan tuvaletlerine... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (28 Ağustos 2013 Çarşamba) sayısında...>

24 Ağustos 2013 Cumartesi

GÖTÜREYİM İSTEDİĞİNİZ YERE!


Bir bayan okurum yazmış, “Doğup, büyüdüğümüz şehirde artık rahatla dolaşamayacak mıyız?” diye... Kendi mahallesinde, 500 metre ilerideki komşusuna gitmek için bile tedirginlik duyduğunu söylemiş... Yaz mevsiminde, hemen hemen birçok kişinin geç saatlere kadar evlerinin önünde oturduğunu, birçok kişinin ise penceresinin açık olduğunu belirten bu okurum, buna rağmen yol kesme olayları ile karşı karşıya kaldığını anlatmış... 
Bu bayan okurumu, bir gece saat 22.00 sıralarında mahallesinde yürürken, önünü kesen aracın içinden yükselen ses, “Götüreyim istediğiniz yere!” demiş... Bu bayan aracın durması için ne bir işaret yapmış ne de yardım istemiş... Ancak aracın içindeki Beyefendi, resmen bu bayana asılıp, arabaya binmesi için de ısrar etmiş! <Devamı Önder gazetesinin 26 Ağustos 2013 Pazartesi günkü sayısında>

ÜLKEMDE TÜRK VATANDAŞI OLARAK DOĞDUM, TÜRK VATANDAŞI OLARAK ÖLMEK İSTİYORUM!


23 Ağustos Cuma, saat 08.30... Şehitlik Caddesi’nden gazetemize doğru ilerliyorum... Göz aşinalığım olan ancak ismini çıkaramadığım bir köylüm, caddenin öbür ucundan yüksek sesle sesleniyor: “Neşe Hanım, 10 yıldır AK Partiliydim, bugünden sonra değilim”
Bu cevap karşısında hemen, “Sadece sen mi; yanında kaç kişi var?” diye soruyor, karşılığında da, “Muhtarımız ve ben, arkamızda da tüm köylü” cevabını alıyorum... İçime biraz olsun su serpiliyor; ‘köylüm de yavaş yavaş uyanmaya başladı’ diye...
Bu arada hafta içinde de ayçiçeği taban fiyatının açıklanmaması ile ilgili neden yazmadığım sorulmuştu bazı vatandaşlarım tarafından bana... Çiftçilerimizi birebir ilgilendiren bu konuyu ele almam ve Hükümeti eleştirmem gerekiyordu onlara göre... Haklıydılar da... Ancak ben ülkemin bütününe bakıyordum, biraz daha geniş çerçeveden...
Eğer Hükümet, ayçiçeği taban fiyatını açıklamış ve 2 TL fiyat vermiş olsaydı, ülkeme verdiği zararları kapatacak mıydı?
Eğer Hükümet, ayçiçeği üreten çiftçinin yüzünü güldürseydi, devletime ait sattığı kazanımları geri getirecek miydi?
Eğer Hükümet, ayçiçeği üreticisinin yüzünü güldürseydi, 12 yıldır uyguladığı politikalar nedeniyle, ülkemiz tarımına ve Türk çiftçisine yaşattığı acıyı silebilecek miydi? <Devamı Önder gazetesinin 26 Ağustos 2013 Pazartesi günkü sayısında>

21 Ağustos 2013 Çarşamba

10 YILDIR MASAYA YATIRDILAR, ONLARI ARTIK SANDIK PAKLAR!


Bir yazı daha geride bıraktık sayılır... 2013-2014 eğitim öğretim yılının başlamasına her ne kadar 26 gün olsa da, okul öncesi ve 1. sınıf öğrencileri 19 gün sonra ders başı yapacak... Buna keza, öğretmenler 1 Eylül’den itibaren okullarında olacak, öte yandan kayıtlar başladığı için de okul kapıları aralandı bile... İşin özeti; sahiller boşalmaya başladı yavaş yavaş... Bir hafta sonra emekliler hariç kimse kalmaz sahillerde... Onlar da Kurban Bayramı’na kadar yani Ekim ayının ikinci haftasına kadar kalırlar sahillerde... Bayram sonu ise in-cin top oynar artık sahillerimizde... Gerçi kış turizmi oluşacak artık bölgemizde... Yazı o kadar fevkalade geçirdik, öyle güzel hizmetler sunduk ki bölgemizde, kış turizmini de canlandırdık epeyce! <Devamı Önder gazetesinin yarınki (22 Ağustos 2013) sayısında...>

KARANLIK GÜNLER ÇOK MU YAKLAŞTI!..


Korkuyorum hem de çok... Kendi adıma, sizin adınıza, hepimizin adına, ülkem adına korkuyorum... Cumhuriyet Halk Partililer bu korkumu daha da arttırıyor, beni endişelendiriyor... Ama sadece beni ve birkaç kişiyi, ya da 100 kişiyi veya 500 kişiyi hadi bilemediniz 2000 kişiyi... Keşan’ın nüfusu 60 bin küsur... Şu anda acaba kaç kişi benim kadar endişe duyuyor...
Evet, bu girişten sonra şimdi sizlere endişemin nedenini paylaşacağım...
Dün, Keşan’daki bazı ilk ve ortaokulların elektrik borcu nedeniyle TREDAŞ tarafından enerjisi kesildi... Çok şükür ki bu borç, eğitim öğretim dönemi içine rast gelmedi... Ancak kayıt dönemi başladı, dün bu okullarda öğrenci kaydı yapılamadı...
Öte yandan Keşan’da seçim atmosferi başladı... İktidar Partililer, seçimi alıp, Keşan’a yatırım getirecekler, Keşan’ı ihya edecekler, Keşan’a medeniyet getirecekler... Onlar bunu yapacaklar... Devletin elektriğini satanlar Keşan’ı ihya edecekler... Ülkemizde vatandaşlığımız(!) hariç neredeyse her şeyi özelleştirenler, Keşan’ı yatırıma boğacaklar... Yaz döneminde, okullarda neredeyse hiç kullanılmayan, çok cüzi miktarda olan fatura borcunu ödeyemeyenler mi Keşan’a ve ülkeye medeniyet getirecekler?!
Uyanın Keşanlılar, uyanın CHP’liler... Karanlık günler sinyal verirken uyanmadınız ama çok yaklaşırken uyanın artık... Ülkemizi karanlığa mahkum etmek isteyenleri sandığa gömün, yeniden aydınlığa çıkarın... Okullardaki elektrik faturalarının ödenmesi için bütçe ayıramayan Milli Eğitim Bakanlığı, eğitime nasıl ışık tutacak? Özelleştirilecek bir şey kalmadığı için yeni bütçeler de yaratamayacak...
Sayın Ufuk Kanışkan, Sayın Şenol Yalı, Sayın Aladdin Öztürk, Sayın Mustafa Bezbaş ve bir süre sonra aday adaylığını açıklayacak olan Keşan Belediye Başkanı Sayın Mehmet Özcan... Sizler CHP’nin aday adaylarısınız... Şu anda beni hiçbirinizin ismi ve kim olduğunuz ilgilendirmiyor... Beni ilgilendiren tek şey, hepinizi bir arada görmek ve kenetlendiğinizi bilmek... Keşan için, ülkemiz için... Eğer rekabetiniz sizi ayrıştırır ve bölerse, bu da İktidar Partisine fırsat olarak dönerse, bunun vebali sizden sorulur bileseniz... Eğer bunun vebalini taşıyabilecek vicdana sahipseniz yolunuz açık olsun, yok değilseniz, yolunuz bir ve aynı yol olsun... Keşan’ımıza karanlık bulutların çökmesine izin vermeyin...
İktidar Partisini desteklemeyi düşünen ve bir takım çıkar peşinde koşanlara gelince... Şu anda karnınız tok mu? Her gün ağzınızın tadıyla yemeğinizi yiyor musunuz? Yedikten sonra ‘çok şükür Allah’ıma’ diyor musunuz? Gerisini boş verin... Çünkü kimsenin bir saniye sonrası için garantisi yok ve giderken de yanında birkaç metre kefenden başka hiçbir şey götürmüyor... O kefeni de, paralılar da parasızlar da bir şekilde giyiyor... Karanlık günlerin gömülmesi, aydınlık günlerin çok yakında geri gelmesi dileğiyle, esen kalın...

16 Ağustos 2013 Cuma

HAL’İ DOMUZLAR MI BASTI!


Çoktandır haber okurken bu kadar keyif almamıştım... Dün önüme gelen iki ayrı haberden birini okurken diğerini de düzenlerken o kadar keyif aldım ki sormayın!
İlki Keşan Toptancı Hali’nde yapılan yangın tatbikatı idi... Bizim itfaiye erlerinden biri, tatbikat alanını Teksas sınıp(!), beline tabancasını takmış, yangın söndürmekle meşgul! Baştan itfaiye eri olduğunu da kavrayamadım, fotoğraflardan yangında bir olumsuzluk yaşandı da polis müdahaleye geldi sandım! Daha detaylı inceleyince, üniformasından zabıta olduğunu çıkardım! Arkadaşlara ‘hayırdır, zabıta eri ne zaman silahlandı’ dedim, cevap olarak, uzmanlıktan geçtiği söylendi... Silah kuşanması ‘yasal’ mı dedim, haberin tamamını okumam ve o zaman yasal olduğunu anlayacağım söylendi... Haberin tamamını okudum, hemen dönüp, ‘Toptancı Hali’ni domuz mu bastı!’ dedim... İşte o anda <Devamı Önder gazetesini yarınki (17 Ağustos 2013 Cumartesi) sayısında...>

15 Ağustos 2013 Perşembe

KERAMET KULDA DEĞİL NAKİTTE İMİŞ!


Hatırlarsanız Edirne Valimiz Sayın Hasan Duruer’in Edirne’ye atanmasının ardından Keşan’a gerçekleştirdiği ilk ziyaretinde, Mardin’e verdiği katkılar dile getirilmiş ve kendisinden övgüyle söz edilmişti... Hatta Sayın Valimiz Duruer’in Mardin’deki başarısı ifade edilirken, bölge için büyük bir şans ve mutluluk olduğu belirtilmişti... Çok daha ileri gidersem, Sayın Duruer Edirne Valisi oldu, Edirne’yi baştan yaratacak, ganimet aktaracak ve bölge çağ atlayacaktı!..
Ben de Keşan Ticaret ve Sanayi Odası Toplantı Salonu’nda gerçekleşen ziyarette yapılan bu konuşmalar ve iltifatların ardından bekleyişe geçtim... Her sabah uyandığımda ‘acaba bölgemize ganimet yağmış mı’ diye pencereden baktım! Gel zaman git zaman bir gün elime Kalkınma Bakanlığının 2013 yılı yatırım programı geçti... O program elime geçtiğinde ise bütün hayallerim suya düştü! O gün bu gündür kaleme alacağım ama bir mucize olur diye bekledim, kaleme almayı erteledim... Ancak ümidi kesince, Edirneli hemşehrilerimi de bilgilendireyim dedim... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (16 Ağustos Cuma) sayısında...>

7 Ağustos 2013 Çarşamba

ENİŞTEM BENİ, BAYRAM OLDUĞU İÇİN SEVDİ!

Son zamanlarda toplumda yaşanılan olaylar ve gözlemlerim, doğrusu bende çelişki yaratmaya başlamıştı... Artık neredeyse, medeniyet dersleri almaya, kendimi biraz çağa uydurmaya çalışacaktım... Kızım da dahil olmak üzere birçok kişi tarafından yadırganıyor, çok geri kaldığım söyleniyordu! Erkeklerde uzun saç, kulakta küpe, düşük belli pantolon, bayanlarda aşırı dekolteden, toplum içinde gördüğüm tutum ve davranışları yadırgamam; ve buna karşılık da yadırganmam çelişki uyandırmıştı bende... ‘Arıza bende!’ deyip, enikonu düşünmeye başlamıştım ders almayı bile...
Derken... dün emniyet bülteninde okuduğum ‘şofben arızası’ ile ilgili bir gelişme, bütün bu düşüncemi sildi, arızanın bende değil, başkalarında olduğunu tescilledi!
Nedeni mi?
İşte nedeni:
Önce bültenin özeti:
Konu: Şofben arızası
İfadeyi veren: Eniştesi tarafından taciz edilen
İfade: “Eniştem yorganın altına girerek omuz ve basenlerime dokundu. Bacaklarımın arasına girmeye çalıştı, göğüslerimi okşadı. Buna karşı çıkıp, ikna yoluyla odadan çıkardım. Kendisini tahrik edici hiçbir şey yapmadım. Darp etmedi ve cinsel ilişkiye girmedik ancak cinsel tacizde bulunan eniştemden şikayetçiyim
Benim yorumum: Eniştem gecenin bir yarısı benim odama girme cesaretini gösterecek, bu kadarla da kalmayıp yatağıma girecek, bununla da yetinmeyip oramı buramı elleyecek!.. Sonra... ben eniştemi ikna edeceğim, ‘aman enişteciğim, canım enişteciğim, mübarek Ramazan’da günaha girmeyelim(!)’ diyeceğim ve sadece tacizde bulunmasına müsaade ederek, ilişkiye girmeden onu ikna edip, göndereceğim!..
Bizim memleketimizde, halk arasında buna ne derler bilir misiniz? ‘Sen bunu külâhıma anlat!’ tabiî ki...
Doğrusu çok merak ettim... Acaba enişteyi ikna ederken, ‘Ramazan’dan sonra görüşürüz enişteciğim!’ de dedin mi?! Hatta ‘Bayram’da çok misafir gelecek, evde ne kadar elektrikli alet varsa bozulacak, Bayram’dan sonra her akşam gelirsin, rahat rahat tamirini yaparsın!’ diye de ekledin mi?!
Hayret bir şey ya... Ölü uykusuna mı yattın Allah aşkına... Hadi kapıyı açtığında fark etmedin de yatağına girdiğinde niye hemen tepki vermedin? İlla, oranı buranı okşayana kadar bekledin! Demek ki, bu kadar ikna kabiliyetin kuvvetli... eğer canın isteseydi, daha tacize başlamadan önce ikna ederdin, ya da mahalleyi ayağa kaldırır enişteyi linç ettirirdin... Bunun aksini iddia etmişsin ancak ben yemedim! Yiyen olduysa da hakikaten ben kendimden şüphe edeceğim!..
Bu arada unutmadan şunu da söyleyeyim... Mübarek Ramazan ayında, bu ifadeyi hangi memura verdiysen ve eğer o memur oruçluysa, orucu da zedelenmiştir kesin!.. Gerisini siz düşünün, yorumunu kurun...
Sonuç: Ben de şikayetçiyim... Ahlakı bozuk olan insanlardan... Erkeğin acizliğinden, kadının cilvesinden yararlananlardan... Etrafına mavi boncuk saçıp, toplamaya çalışanlara kir atanlardan... Unutmayın; dişi it kuyruk sallamazsa, erkek köpek hırlamaz!..

 

 

30 Temmuz 2013 Salı

KÖPEKLERİN FENDİ DAVULCUYU YENDİ!


Ramazan ayının bitmesine şunun şurasında 1 hafta kaldı... Ramazan ayı başından beri davulcuların gürültüsünden rahatsız olan bazı vatandaşlar ise bu aralar davulcuyu kırmızı dipli mumla aramaya başladı... ‘Hiç olmazsa 2 saat çalıyor, ondan sonra alıp başlarını gidiyorlardı’ diye bana haber saldı... ‘Hani kafanızın içinde çalıyordu, çok rahatsız oluyordunuz, çocuklarınız uykudan uyanıyordu, sabaha kadar zırlıyordu’ dediğimde ise ‘Başıboş köpekler davulcuları bastırdı, bütün gece havlama sesi duymaktan içimize fenalık çöktü, ne höştten anlıyorlar ne çü be den ne de küfürden(!)’ şeklinde yakındı... Hatta, Ramazan ayının bitmesine az kaldığını ve davulcuya bahşiş vermek istediklerini söyleyerek, ancak köpek korkusundan davulcunun da sokaklarına yaklaşamadığını belirtti... Anlayacağınız köpeklerin fendi, davulcuyu da yendi!
Ama inanın köpeklere kızmak gelmiyor artık içimden... Bir söz vardır; ‘armut dibine düşer’ diye.. Bizim başıboş hayvanlar da, başıboş gezen insanlardan ne gördüyseler onu öğrendiler! Tek zararları da çıkardıkları gürültüler... Ne polisi ne itfaiyeyi ne de ambulansı meşgul etmekteler!  <Devamı Önder gazetesinin yarınki (31 Temmuz 2013 Çarşamba) sayısında...>

SUÇLU KİM; TACİZ EDEN Mİ TAHRİK EDEN Mİ?!


Vatandaşım haklı... Yazmış içinden geçtiği gibi... Mübarek Ramazan ayında bir bayanı görmüş yolda... Beyaz entari giymiş üzerine, ancak entarinin kumaşı öyle inceymiş ki, ne var ne yoksa dökülmüş ortaya... Hatta bu bayan bir de çanta takmış omzuna, çantayla kapatıyormuş tahrik edici noktalarını güya! Ancak sıcaktan entarisi yapışmış kalçasına, çantanın fonksiyonu yok olmuş bir anda! Vatandaşım da bu pozisyonu görünce dikmiş gözlerini bayanın tahrik edici noktalarına... Bu durumu gören bayan, çatmış bu adama... İnce ve beyaz entariyi giyme cesareti göstermiş ama kendisine bakılmasına tahammül edememiş... Hatta ‘seni şikayet edeceğim, mahkemeye vereceğim’ bile demiş... <Devamı Önder gazetesinni yarınki (31 Temmuz 2013 Çarşamba) sayısında...>

20 Temmuz 2013 Cumartesi

SAYIN KAHVE, ‘ABESLE İŞTİGAL’ BENDEN SİZE!


AK Parti İl Başkanı Müjdat Kahve, gazetemizin başlattığı, ancak gazetemiz muhabirleri hariç Keşan’da faaliyet gösteren diğer gazetelerin muhabirlerinin sorduğu, “Keşan’da yerel bir gazete hastanenin yerinin uygun olmadığı yönünde imza kampanyası başlattı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna, ‘Abesle iştigal’ olarak cevap vermiş...
Abesle iştigal; faydasız, boş işle uğraşmak anlamına geldiğine göre, olayımızda bu anlam, Müjdat Kahve’nin durumuna daha uygun düşüyor!.. Zira, Keşan’da doktorsuzluk ve teknik donanım yetersizliği yüzünden çok düşük kapasite ile çalışmak zorunda kalan bir Devlet Hastanesi dururken; onun noksanlarını gidermek yerine ayrı bir hastane yapmaya kalkışıyorsunuz... <Devamı Önder gazetesinin 22 Temmuz 2013 Pazartesi günkü sayısında...>