28 Şubat 2015 Cumartesi

SAYIN MÜEZZİNOĞLU... BİR KURDELE KADAR HATIRI YOK MUYDU ŞEHİDİMİZİN!


  Keşanlı hemşehrimiz Piyade Er Akın Buluş... 26 Şubat 2015 Perşembe günü, Ağrı’nın Doğubayazıt İlçesi Gökay Hudut Tabur Komutanlığı’na bağlı Şehit Fehmi Altınordu Hudut Bölük Komutanlığı’nda şehit oldu...  Şehidimiz dün (28 Şubat 2015 Cumartesi), düzenlenen törenin ardından son yolculuğuna uğurlandı... Binlerce kişi katıldı şehidimizin törenine... Tanıyan tanımayan, Keşanlı olan Keşanlı olmayan birçok vatandaşımız uğurladı şehidimizi son yolculuğuna... ‘Ateş düştüğü yeri yakar’ derler, doğrudur... Şehit er Akın Buluş’un hanesine ateş düştü... Annesi, babası, kardeşleri yandı... Evlat acısı, kardeş acısı yaktı onları... Ancak binlerce vatandaşımız da bu acılı gününde yalnız bırakmadı şehidimizin ailesini... Onlar kadar yanmasalar da yürekleri dağlandı... Gencecik bir fidan göçüp gitmişti kör bir kurşuna hedef olup dünya aleminden... Bu öyle bir gidişti ki, bir daha dönüşü olmayacaktı... Nurlar içinde yat şehit kardeşimiz... Hepimizin başı sağolsun!..
   Lakin, Sağlık Bakanımız ve Edirne’nin İktidar Partili Milletvekili Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nu aradı gözlerim dün törende... ‘Bulunmalıydı’ diye düşündüm... Törene katılamaması için ne gibi önemli bir mazereti olabilirdi... Şehidimizin ölüm haberinin 3. günü olan dün töreni düzenlenerek, son yolculuğuna uğurlandı... Bir programı olsa dahi iptal edebilme olasılığı vardı... Dünyanın öbür ucunda olsa, 3 günde varırdı!.. 50 ila 100 kişinin katılımı ile yapılan açılış törenlerine katılmak üzere Keşan’a kadar teşrif edebilen Sayın Bakanımızın, ne gibi bir mazereti oldu da bu törene katılamadı... Bir kurdele kadar hatırı yok muydu şehidimizin!..
   Ruhun şad olsun şehidimiz... Kırmızı kurdelenin kesildiği açılış törenlerinde taş çatlasın 100 kişi oluyor ama senin kırmızı beyaz Türk Bayrağına sarılı tabutun içindeki ölümsüz bedenin, binlerce kişinin arasında son yolculuğuna uğurlandı... Kırmızı beyaz kurdeleyi herkes keser de, kırmızı beyaz Türk Bayrağına sarılı tabut içinde uğurlanmak her Türk gencine nasip olmaz!.. Neyse, benimkisi sadece küçük bir sitemkârlıktı Sayın Bakanımıza... Yoksa... Sağlık Bakanımız Müezzinoğlu’nun yokluğu değil, gencecik bir filizin şehit olması yüreklerimizi dağladı... Saygılarımla...








YÖNETİCİLERE VE ESNAFA KALDIRIM EĞİTİMİ VERİLSİN!..


   



Kaldırımların genel anlamı: Ortak kullanım alanlarıdır ve yaya olarak gidip-gelen insanlara aittir. Amacı ise; yollarda seyreden araçların insanlara çarpmaması ve yolların rahat kullanılması içindir.
   Kaldırımların Keşan’daki anlamı: Esnaf için yapılan alanlardır ve esnafa aittir!.. Amacı; esnaf malını ya da ürününü rahat sergilesin, çevre kirliliği oluştursun, yayalar yollardan yürüsün ve olası bir kazaya kurban gitsin!..
   Abarttığımı düşünmediniz herhalde... Şöyle Keşan merkezinde ve ana caddelerin bulunduğu kaldırımlarda yayaların rahatla yürüyebildiğini söyleyebilecek bir delikanlı var mı aranızda... Çarşı merkezindeki dükkanların içine girmeye gerek yok, rahat rahat kaldırım üstü alışverişinizi yapabilirsiniz!.. Kahvehanelerde içeri tıkılmaya gerek yok, atın kaldırım üstüne masa sandalyeleri gerile gerile oturun... Yayalar mı? Ne halleri varsa görsün!.. Uçarak mı giderler, zıplayarak mı giderler, araçların arasından sıyrıla sıyrıla mı giderler biz ne!.. Bizim kaldırımlar, esnafa satılmış!.. Dükkan alana kaldırım promosyon!..
   Evet çok kıymetli hemşehrilerim... Keşan’ın bir önemli sorunu olan ve yıllardır yaptırım uygulanmaktan imtina edilen, herkesin gördüğü ve şikayetçi olduğu ancak ilgililerinin gözünü kapatıp şikayetlere kulaklarını tıkadığı kaldırım işgallerinin, ilçemizde had safhaya ulaştığına dün bir kez daha şahit oldum... Fotoğraftan da göreceğiniz üzere, mobilya işletmecisi bir esnafımız, hiç sıkılmadan, utanmadan mağazasındaki bir çekyatı pazarlamak üzere kaldırım üzerine çıkarmış... Bunu bir anlık cinnet geçirerek mi(!) yaptı yoksa bilinçli olarak zabıtalarımız çok geziyor, gezerken de yoruluyor, az biraz soluklansınlar(!) diye mi çıkardı bilemiyorum... Ancak şunu anladım ki, Keşan’da bir an önce ‘kaldırım nedir?’, ‘kaldırımları kimler kullanır?’ konulu bir eğitim semineri düzenlensin ve esnaf ile ilgililer bu konuda eğitilsin... Yoksa vatandaşım cinnet geçirecek bilesiniz!.. Saygılarımla...

27 Şubat 2015 Cuma

FUHUŞ PARKI’NDAN ESİNTİLER!..

   
   Bu hafta içinde, Keşan Ortopedik Engelliler Derneği Çocuk Parkı’nda yaşanılan olumsuzlukları iki kez dile getirdim... Ancak Keşanlı hemşehrilerimiz (özellikle de kadınlar) bu durumdan o kadar rahatsızlarmış ki, bir kez daha gündeme taşımam konusunda ısrarcı oldular... Bu arada ben deniz Güzin ablalarına(!) da herkes içini döktü... 2 gün önceydi yanlış hatırlamıyorsam bir kadın hemşehrimiz meşhur park ile ilgili başından geçen bir olayı paylaştı benimle... Geçen yılmış sanırım... 60 yaş civarında olan bu kadın hemşehrimiz, marketten alışveriş yapıp, daha sonra da birlikte eve dönmek üzere kocası ile konuşmuş... Kocası çarşı merkezinde imiş, alışverişini bitirdikten sonra haber verecek, birlikte eve döneceklermiş... Aşağı yukarı bir saatte belirlemişler buluşmaları konusunda... Ancak kadın hemşehrimizin markette alışverişi umduğundan çabuk bitmiş ve hem soluklanmak hem de kocasına haber vermek üzere bahse konu olan Fuhuş Parkı, ay pardon Çocuk Parkı’na geçerek bir banka oturmuş ve yine 60 yaş civarında olan kocasını telefonla aramış... ‘Bey’ demiş, ‘Markette işim bitti seni Çocuk Parkı’nda bekliyorum. Hele gel de gidelim birlikte eve’ şeklinde konuşmasını tamamlamış... Aman Allah’ım demez olaymış!.. Kocası bir kükremiş ki, kadın neye uğradığını şaşırmış... ‘Çabuk’ demiş, ‘Çabuk terk et o parkı...’ Kadın şaşkın ama kocası telefonun ucunda öyle bir kükrüyormuş ki, poşetlerini kaptığı gibi doğru almış soluğu yine marketin önünde... Kocası da jet hızıyla gelmiş, 2 dakika sonra market kapısında karısının karşısına dikilmiş... Hem söylenmiş, hem de evin yolunu tutmuşlar... Meğer kocası meşhur parkın akıbetinden haberdarmış, karısının başına bir hâl gelecek diye de telaşa kapılmış!.. Yine 65 yaş civarında bir erkek hemşehrimiz meşhur Çocuk Parkımızın hemen önündeki kaldırımda yürürken, birden orta yaşa yakın bir adam önüne geçip, ‘lazım mı bey amca!’ demiş... Hemşehrimiz bu adamın dediğinden bir mana çıkaramayınca, ‘ne satıyorsun?!’ diye sormuş doğal olarak... Sormaz olaymış tabii ki, ‘her yaşta kadın bulunur, hem de kesene göre’ cevabını alınca yüzü kızaran hemşehrimiz, koşar adımlarla uzaklaşmış yüzü kızara kızara... Yine dün bir vatandaşımız ulaştı telefonumdan bana ve ‘Sakın beni yanlış anlamayın ama bir konuyu atladınız’ diye uyarıda bulundu kibarca... ‘Rica ederim, atladığım bir şey varsa memnuniyetle dinler, telafi ederim’ dedim kendisine... Meşhur Çocuk Parkı içinde 3 tane mahalle muhtarlığının hizmet verdiğini ve bütün bu olaylarında onların gözü önünde cereyan ettiğini, hiç mi ilgilileri uyarıp da haberdar etme zahmetine katlanmadıklarını söyledi bana bu vatandaşımız... Doğru bir tespitti ve benim dikkatimden kaçmıştı... Ara ara gazetelerde demeçlerine rastladığımız bu muhtarlarımız böyle bir konuda neden duyarsız kalmışlardı... Ya da ilgililere bilgi verdiler de, ilgilileri mi harekete geçmemişti... Günahı onların boynuna!.. Ancak ben bugün olumlu bir duyum aldım... Bir hemşehrimiz ulaştı ve dün ve bugün polisin park etrafında dolaştığını hatta parkta oturan genç kızlarımızın yanına giderek, onları parktan uzaklaştırdıklarını söyledi... Duyarlılık gösterdikleri ve konuyu dikkate aldıkları için Keşan polisine teşekkür ediyor, aynı hassasiyeti tüm ilgililerin göstermesini temenni ediyorum... Parkta yaşanan bu ahlaksızlığın önüne geçilebilecek kalıcı çözümün ise; parkın baştan yaratılarak, yeni bir düzenleme ile sağlanabileceğini umuyorum... Saygılarımla... 

POLİSİN OPERASYON YAPMASINA GEREK YOK, FİLMİ İZLESİN ESNAF VE HALKLA BİRLİKTE!..


   Son birkaç yıldır Anafartalar Caddesi’ndeki esnaftan motosiklet sürücüleri ile ilgili şikayetler alır, zaman zaman da dile getirirdim... Ancak hep haber olarak dile getirdim, Anafartalar Caddesi esnafının bu konudaki serzenişini... Ara ara canım da sıkılmıyor değildi... Abarttıklarını düşünüyordum doğrusu... 3-5 tane velete söz mü geçiremiyorlar diye söyleniyordum içimden... Lakin dün kendi gözümle şahit olunca serzenişlerine, velet değil de trafik canavarı olduklarına kanaat getirdim kendimce...
   Dün saat 15.45 sıraları... Anafartalar Caddesi’nde yaya haldeyim... Tam okulların paydos saati... Yaya halde ilkokul öğrencileri, sivil halk cadde ve kaldırımlarda... Anlayacağınız ana baba günü gibi Anafartalar Caddesi... Tam Aşağı Zaferiye Mahalle Muhtarlık Binası’nın önündeyim ki, karşıdan üç beş motosikletli göründü... Hepsi de öğrenci... İkişer üçer binmişler motosikletlere, çantalar sırtlarında, kask falan sakın arama, bazılarının ellerinde cigara... Ancak bir tanesi motosikleti bir kaldırdı ki havaya, uçuşa geçiyor sandım bir anda... Sonra öyle bir frene bastı ki, kahvehane ve ticarethanelerde ne kadar insan varsa döktü sokağa... Cadde ortasında birazda akrobasi yaptı, ondan sonra bastı motoruna gitti... Arkasından da peş peşe bir sürü öğrenci motosiklet tepesinde geçti gitti... Bu durum karşısında doğal olarak cadde esnafı başıma toplandı, ‘gördünüz mü Neşe Hanım yaşanılanları’ dedi... ‘Ben gördüm de polis görmüyor mu bunu?’ deyince, ‘arıyoruz gelip biraz takılıyorlar, sonra da alıp başlarını gidiyorlar, bıktık usandık bu durumdan. Ya bir gün dükkanlarımıza dalıp can yakacaklar ya da cadde ya da kaldırımda birinin canını alacaklar’ karşılığını verdiler... Hatta Aşağı Zaferiye Mahalle Muhtarı da geldi ve bu konuda duydukları rahatsızlığı dile getirdi... Ancak polis ekiplerinin sivil değil de resmi gelmesinden dolayı fark edildiklerini ve motosikletlilerin polisi farketmesi nedeniyle ortadan yok olduklarını söyledi...
   Şimdi nerden başlasam acaba... Bizzat gördüğüm motosikletli lise öğrencilerinin hepsi 18 yaşın altında idi... Yani hepsi ehliyetsizdi... Ve yine bu öğrenciler motosikletleri ile okullarına gidip-geldikleri apaçık ortada idi... Yine bu öğrencilerin hiçbirinin başında kask yoktu...
   Öncelikle bu öğrencilerin aileleri, nasıl olur da 18 yaşın altındaki çocuklarının ehliyetleri olmadığı halde motosiklete binmelerine izin veriyorlardı... Ve yine 18 yaşın altındaki bu çocukların, ehliyetleri olmadığı halde, korumasız bir şekilde okullarına motosikletle gelmelerine okul yönetimi müsemma gösteriyordu... Ve yine polis, bu kadar şikayete rağmen ve sayıları en az 15-20 tane motosikletli öğrenciye nasıl bugüne kadar caydırıcı rol oynayamamıştı... Öyle Cumhuriyet Meydanı’nda, Hastane Caddesi’nde yaşı ergin olan motosikletlileri toplamayı marifet sayacağınıza, gelin şu Anafartalar Caddesi’ndeki öğrencileri toplayın... Çünkü ya bir gün kendi canlarını yakacaklar ya da başkalarının canlarını alacaklar... Bunu önlemek için polisin operasyon falan yapmasına gerek yok... Sivil ekip otursun okul çıkış saatlerinde Anafartalar Caddesi üzerindeki bir kahvehaneye, izlesin olup bitenleri esnaf ve cadde halkı ile birlikte... İpsala’nın polis amcası... Size; amca, amca diyorlar... Gösterin amcalığınızı, bizde verelim puanınızı!... Hatta, İpsalalıların amcası olmuşsunuz ama gelin Keşanlıların da babası olun... Ve bu duruma bir an önce el koyun... Saygılarımla...  

26 Şubat 2015 Perşembe

ÜÇTE YETMEZ YEDİ TANE, VER VER VER, VER ALLAH’IM VER!..


   Tanrım... Bize üç tane... Üçte yetmez beş tane... Beşte yetmez yedi tane, ver ver ver, ver Allah’ım ver!..
   Evet, sevgili hemşehrilerim... Yıllardır Keşan’da yaşayanlar bilirler... Keşan Devlet Hastanesi’nde 1 tane psikiyatri doktoru ya vardır ya da yoktur... Hatta ilk zamanlarda psikiyatri doktorunda tedavi görenler, gizli saklı tedavi olurlardı... Aman biri duyarsa, ‘deli’ falan olduğunu düşünecek diye saçma sapan bir saplantı içindeydiler de... Neyse ki bu saçma saplantı zamanla kafalardan silindi ve psikiyatri doktorunun ‘deli doktoru’ olmadığı benimsendi... Uzun yıllar Keşan Devlet Hastanesi’nde de 1 psikiyatri doktoru görev yaptı, bazen boşluk oldu hiç görevli doktor bulunmadı... Ama bir şekilde kısa sürede telafi edilip, mutlaka kadronun boş kalmamasına da özen gösterildi... Diğer branşlardaki doktorlar için ise hep serzenişte bulunuldu... ‘Yetmiyor’ denildi ve farklı branşlardaki doktorlar için sayı artırımına gidildi... Ama bunca yıl da, ‘psikiyatri doktoru sayısı az’ diye bir serzenişte kulağıma gelmedi... Ancak geçen günlerde bir arkadaş toplantısında geçen sohbette, Keşan Devlet Hastanesi’nde 3 psikiyatri doktorunun görev yaptığını öğrendim... Gülüştük, şakalaştık, ‘acaba gerçekten ihtiyaç mı?’ diye irdeledik... Ben yine sessiz... Yapılan yorumları hafızamda kayıt altına alıyorum!.. Sonra döndü dolaştı, top bana geldi... ‘Eee, senin de bu konuda fikrini alalım’ dediler... Acaba ben ne düşünüyor muşum...
   Ayol, ne düşüneceğim!... Tanrım... Bize üç tane, üçte yetmez beş tane, beşte yetmez yedi psikiyatri doktoru ver ver ver, ver Allah’ım ver!...
Keşan’da yaşayıp da psikolojisi düzgün olmak mümküm mü insanın... Daha evinden adımını atıyorsun, bismillah ayağın çamura batıyor... Kaldırıma çıkıyorsun, kaldırım dağılıyor, yola iniyorsun çukura düşüyorsun!.. Çarşı merkezine geldiğin an itibarı ile kanatlanmak istiyorsun... Merkezde bir parka oturup soluklanayım diyorsun, o.r.p damgası yiyorsun... Yaşadığın onca olumsuzluğu anlatacak bir muhatabını bulamıyorsun... İçine atsan patlarsın... Bari gidip psikiyatri de stres atayım diyorsun ve içini boşaltıp, rahatlıyorsun... Vallahi 3 tane değil ne 5 ne de 7 tane yeter... En iyisi mi bir Psikiyatri Merkez Polikliniği kursunlar da Keşanlıların tamamını rahatlatsınlar... Yoksa vatandaşlar çıldıracaklar!..
   İşte bundan ötürüdür ki... Tanrım... Bize üç tane... Üçte yetmez beş tane... Beşte yetmez yedi tane... Yedi de yetmez bir Psikiyatri Merkez Polikliniği ver ver ver... Ver Allah’ım ver!..


25 Şubat 2015 Çarşamba

KADERİMİZİ YENİDEN, -KENDİMİZ- YAZACAĞIZ!..

   
   Hunharca katledildi 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Özgecan Aslan...
   Bindiği minibüste kendisine tecavüz etmek isteyen bir caniye teslim olmamak adına canından oldu...
   Boğazından ve vücudunun çeşitli yerlerinden bıçak darbeleri aldı...
   Yine sert cisimlerle kafası ve vücudu olmak üzere darp edildi...
   Sonra elleri kesildi...
   Benzinle yakıldı...
   Boş bir araziye de cesedi atıldı...
   Cinayet olayının kamuoyunda duyulmasının ardından halk ayaklandı...
   Sokaklara döküldü Özgecan kızımız için...
   Eylemler yapıldı...
   Kadına şiddet, cinsel istismar konuları gündeme geldi yine her kadın cinayetinin ardından olduğu gibi...
   Lanetlendi kadına şiddet uygulayanlar...
   Kimisi, ‘idam edilsinler’ dedi, kimisi, ‘idam kurtuluş olur, aynı acıyı yaşayarak ölsünler’ fikrini savundu...
   4-5 gün yas tuttuk ülkemizin her köşesinde...
   Erkekler mini etekle sokaklara döküldü, gençler ellerinde pankartlarla yürüdü, sokağa dökülen herkes Özgecan ve Özgecanların katillerini lanetledi...
   Ateş düştüğü yeri yakar... Özgecan’ın evinde hâlâ ateş yanıyor... Ve bu ateş aile bireyleri sağ olduğu sürece sönmeyecek...
   Biz mi Özgecan... Biz vazifemizi yaptık!.. Sokaklara döküldük... Katilini lanetledik... Aklımıza eseni eleştirdik... Bizim görevimiz bu kadardı!.. Bir daha ki Özgecan’ın katledilişine kadar uykuya yattık!.. Sen de rahat uyu Özgecan kızımız!.. Çünkü; bu günübirlik haykırışlarla ne Özgecanların katillerini engelleyebiliriz ne de -adaleti- sağlayabiliriz... Adalet ve özgürlüğümüz; 7 Haziran 2015 Pazar günü önümüze konulacak... Özgecanların ve kendi kaderimizi, biz belirleyeceğiz... Ya bu düzene ‘dur’ diyeceğiz ya da ‘vurun!’ diyeceğiz... Özgürlük, demokrasi, eşitlik, adalet, hukuk ve insan gibi yaşamak isteyenler; kaderimiz, 7 Haziran’da yeniden yazılacak!.. Özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukuk ve adalet kaderimizi, -biz- yazacağız... Saygılarımla...

  

BÜTÜNŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞINA TALİP OLAN İSMİ DUYUNCA, MUNDAR GİDİYORDUM AZ DAHA!..



   Beş altı kişi toplanmış, öteden beriden sohbet ediyoruz... Bir taraftan da çaylarımızı yudumluyoruz... Derken, sohbetimiz siyasete dayanıyor ve 2019 yılında yapılacak yerel seçimlerde Edirne’de de bütünşehir düzenlemesinin uygulanacağı konuşuluyor... Tam çayımı yudumluyorum ki, bütünşehir olacak Edirne’de Belediye Başkanlığına talip olan kişinin adı zikrediliyor... Zikredilmesi ile birlikte de benim yudumladığım çay boğazımda kalıyor!.. ‘Helal, helal’ sesleri yükselirken, bir taraftan da sırtıma vurulan elleri hissediyorum... Çayı boğazdan kurtardım da, bu sefer yumruklardan mundar gideceğim!.. Neyse, kendime geliyorum ve ‘İnsan bir kerede söyler mi... Adamı ya mundar gönderirsiniz ya da kalp krizinden götürürsünüz.’ diye çıkışıyorum... ‘E söyle bakalım bu konuda düşünceni’ diyorlar... Önce Edirne’nin bütünşehir olması halinde bütün beldelerin kapanıp merkeze bağlanacağını, köylerin de mahalleye dönüşeceğini hatırlatıyorum. İlçe belediyelerinin de imar yetkileri, itfaiye ve zabıta hizmetlerinin bütünşehre devrolacağını anımsatıyorum... Sonra da ‘velev ki’ diyorum, zikrettiğiniz isim Bütünşehir Belediye Başkanlığına talip oldu ve ezkaza aday gösterildi, seçimi kazanıp Bütünşehir Belediye Başkanı oldu... Edirne ve ilçelerinin başı sağolsun!.. Edirne ve ilçelerini de aynı Keşan gibi çarpıklaştırırız(!), zabıtalarımızdan bir ordu kurarız(!), baktık ki bütünşehir belediyesinin bütçesi zabıta ordusunu doyurmaya yetmiyor, o zaman da itfaiyeyi devreye sokar hepsini yıkarız!.. Vallahi zikrettiğiniz isimden başkada bir alt olmaz!.. Keşan’ı boyadık, ilimizi ve diğer ilçelerini de sıvarız, olur biter!.. E anlamışınızdır artık, benden bu kadar ipucu yeter!.. Kalın sağlıcakla... 

24 Şubat 2015 Salı

TEDBİR ALAMIYORSANIZ, ‘FUHUŞ PARKI’ DİYE YAZIN OLSUN BİTSİN!..


   Dün yazığım, “ÇOCUKLAR SALINCAKTA SALLANIYOR, HEMEN YANI BAŞLARINDA DA FUHUŞ OPERASYONU YAPILIYOR!..” başlıklı köşe yazımın ardında birçok vatandaşımız beni telefonla aradı, bazı vatandaşlarımız da sosyal paylaşım sitesi olan Facebook hesabımda paylaştığım yazımın altına yorumlarını yazdı...
                                                            ***
“Neşe Hanım, hayırdır yeni mi haberiniz oldu”, “Ne çocuk parkı ya, resmen orospu yuvası”, “Yıllardır nam saldı orası”, “Sağır sultanın bile haberi var”, “Ne pazarlıklar dönüyor bilseniz”, “Fuhuş yuvası diye anılıyor”, “Polis elinden gelse kendi götürecek!”, “Çok iyi oldu gündeme getirmeniz, bahar kapıda çocuklarımızı götüremez olduk parka”, “Hele siz bir geçen yaz görseydiniz”, “Bir kere gittim, bir daha mı tövbe”... gibi çeşitleri yorumları oldu vatandaşımızın...
                                                           ***
   Doğrusunu isterseniz, ilk gelen telefonlardan konunun abartıldığını düşünmüştüm... Ancak peş peşe gelen telefon ve mesajlar ile verilen bilgiler doğrultusunda şaşırıp kaldım... Hemen hemen her kesimden arayan vatandaşlarımız oldu... Gözlemlerini, kişiler arasında yapılan konuşmaları paylaştılar benimle... Keşan Ortopedik Engelliler Derneği Çocuk Parkı’nın fuhuş yuvasına dönüştüğünden, uçan kuşun haberi vardı anlayacağınız... Peki bu kadar geniş bir kesim parkın kötü emellere alet edildiğinden haberi vardı da ilgilileri bu konuda nasıl bir tedbir aldı, yoksa haberleri mi olmadı... Eğer haberleri olmadı ise bu tedbir almamalarından daha da vahim bir durum sergiler tabii ki... Demek ki gelip birileri Keşan’ın en merkezinde istediği gibi cirit atsa, Keşan’ı yakıp yıksa, bunun içinde yıllarca plan yapsa, ilgililerin ruhu duymayacak... Eee, ruhunuz şad olsun deriz o zaman bizde!..
                                                            ***
   Evet Keşan polisi, Keşan’ın yerel yönetimden sorumlu isimleri ve tabii ki Keşan’ın mülki amiri... Keşan’dan bihaber misiniz yoksa başka alemlerde misiniz?! Keşan’ın en merkezi konumundaki bir çocuk parkı fuhuş yuvasına dönüyor, bundan herkes haberdar oluyor, peki sizin nasıl haberiniz olmuyor? Ya da oluyor da, kulak arkasına mı konuluyor... Eğer öyleyse, bu durumdan hoşnutsanız, bir tedbir almayı düşünmüyorsanız, o zaman; parktan oyun grubunu kaldırın, bütün giriş kapılarına da ‘Fuhuş Parkı’ diye yazın olsun bitsin!.. Saygılarımla...



23 Şubat 2015 Pazartesi

DÜT DÜTÜNÜZLE (H)AVA ATARSINIZ, A BE (H)AVAYA MI BAKARSINIZ!..






    Bir gün de şöyle şehir merkezinde turalayıp, ‘hiçbir olumsuzluğa rastlamadım şükür’ diyeceğim günleri görecek miyim acaba... Kırmızı kar yağdığı zaman!.. Rahmetli annem öyle derdi... Eğer olmasını çok istediğim ancak gerçekleşmesi mümkün olmayacak hayallerim konusunda; ‘kırmızı kar yağınca!..’ diye teselli verirdi bana... Keşan’la ilgili olumsuzlukla karşılaşmama hayalim de aynen buna benzedi!..
   Keşan Belediyesi Ulaşım Hizmetleri Müdürlüğü’nün hizmetinde olan bir zabıta otosu var hani... Aynı polis otolarının benzeri... Zabıta yazısını görmesen, zaten polis otosu zannedersin... Biri şoför koltuğunda biri de hemen yanındaki koltuğa oturmak üzere iki zabıta görevlisi dolaşıyor bı otoda habire... Yakışıklı da keratalar!.. Yakışıyorlar otoya!.. Arada bir kornaya basıyorlar, ‘düt düt!’ yapıyorlar... Öyle bir (h)ava atıyorlar ki, (h)avalarından etrafa bakamıyorlar!.. Merkezdeki bütün cadde ve sokakların köşe başları tutulu araçlar dönüş yapamıyorlar... Yolcu minibüsleri, yolcu duraklarına park eden diğer araçlar nedeniyle duraklarına yaklaşamıyorlar... Caddelerdeki çift sıra parklar nedeniyle araçlar geçiş yapamıyor ve trafik kilitleniyor... Ama bizim düt dütçüler (h)ava basıyor!..
   Anafartalar Caddesi’ndeki (Türk Hava Kurumu karşısındaki) yolcu durağına bugün yine yolcu minibüsü yanaşamadı... Sebebi ise yolcu durağının hemen yanına dörtlüleri de yakılı bırakılıp terk edilen araç sebebiyle idi... Güya yolcu durağının önü boş ama yanaşabilmesi için minibüsün, dörtlüleri yakılı araca çarpıp, parçalaması gerekiyordu!.. Ya da kanat takıp havalanacak ve tam yolcu durağının önüne iniş yapacaktı!.. Tüm bu olumsuzluklardan ötürü yolcu minibüsü, hem yolcularını cadde üzerinde indirdi hem de yolcularını cadde üzerinde bindirdi... Ve arkasında da trafik doğal olarak kilitlendi... 100 metre gitti gitmedi, yine Anafartalar Caddesi’nin gidişe göre sağında çift sıra araç parkları ve sol tarafta da tek sıra araç parkaları ve normal trafik akışı nedeniyle minibüs yine yolda kaldı!.. Korna vs. yapıldı, ikinci sıra park eden araçların sahipleri lütfetti de normal trafik akışı sağlandı... Peki bu arada bizim zabıta otusu neredeydi? Yakışıklı şoförü ve yaveri ile beraber düt düt yapıp, ava basıyorlardı!.. Avanız batsın emi!.. Avaya bakacağınıza azcık da sağa sola, aksaklıklara, olumsuzluklara bakın da bir işe yarayın bari!.. Saygılarımla...



ÇOCUKLAR SALINCAKTA SALLANIYOR, HEMEN YANI BAŞLARINDA DA FUHUŞ OPERASYONU YAPILIYOR!..


   Yok canım polisin baskın yaptığı falan yok... Bu operasyon, fuhşu ayarlama operasyonu!.. ‘Yok daha neler’ diyeceksiniz... Vallahi alan razı veren razı da(!), ayarlama alanı aykırı!..
   Evet çok sevgili Keşanlı hemşehrilerim... Kadına şiddet ve cinsel istismar konularının yoğun olarak gündemde olduğu şu günlerde, Keşanlı hemşehrilerimiz bir başka konuya daha dikkat çekilmesini istedi... Ülkemizde, şiddet, cinayet ve cinsel istismar olaylarına sıkça şahit olduğumuz bu günlerde, Keşan’da karşılaştıkları farklı bir konunun da gündeme taşınmasını isteyen hemşehrilerimiz tedirgin... Tedirginliklerinde haklılık payı oldukça büyük... Çocuklarını parklara (sözde halk parklarına) götüren ve burada karşılaştıkları manzara karşısında tedirginliğe düşen kadınlarımız, ‘ayaküstü götürüyorlar!’ diyor...  Neyi mi? Malı!.. E kusura bakmayın... Eğer sen kendini çocuk parkında pazarlamayı uygun görüyorsan, ben de sana ‘mal!’ demeyi uygun görürüm...
   Geçtiğimiz hafta sonu Keşan Belediyesi Ortopedik Engelliler Derneği Çocuk Parkı’nda karşılaştıkları manzarayı paylaşan ve tedirginliklerini dile getiren hemşehrilerimiz, ‘Bu parkları denetleyen yok mu? Bırakın çocuklarımızı biz anneler bile tedirgin olduk.’ şeklinde serzenişte bulundu... Vallahi ne diyebilirim ki... Ülkemizde öyle yasalar çıkıyor ki, iş anında bassan(!), ‘kendi isteğimle verdim!’ dediğinde hiç bir alt yapılamıyor... Kahkaha atmaya olmadık manalar çıkarılıyor ama ayaküstü fuhuş yapsan bir b.k. yapılamıyor...
   Neyse, konuyu dağıtmadan bahse konu çocuk parkında kadın hemşehrilerimizin tedirginliğine sebep olan olaya döneyim... Çocuklarını parka götüren ve çocukları parkta oynarken bankta oturan kadın hemşehrilerimiz, önce diğer banklara erkeklerin sıralandığını gözlemliyorlar... Tabii ki ilk başta bir mana çıkarmıyorlar ve dinlenmek üzere oturduklarını düşünüyorlar... Ancak parkın farklı bir bölümünde birkaç dikkat çeken kadını farketmeleri ve banktaki erkeklerle bu kadınların cilveleşip(!) ayaküstü anlaşmalarına şahit olan hemşehrilerim, ‘pes doğrusu’ diyorlar... Güpegündüz hem de çocuk parkında aşna fişne!.. ‘Gözü dönmüş bunların!’ diye düşünüyorlar... ‘Çoluk çocuk kaynıyor park, hiç böyle şeyler çoluk çocuğun önünde yapılır mı?’ diye söyleniyorlar... Hay Allah iyiliğinizi versin emi... Aklı uçkurunda olanın gözü hiç çocuk görür mü?!.. Hadi onların gözü çocuk görmez... Hadi onlar çocuk parkında mı yoksa kerhanedeler mi bunu düşünmez... Hadi onlar çocuk parkında nasıl davranılması, nelerden sakınılması ve dikkat edilmesi gerektiğini bilmez de... Hiç mi ilgili kolluk kuvvetleri arada bir denetim yapıp, caydırıcı rol oynamaz... Artık bir çocuk parkında dahi bu tür ahlaksız davranışlar sergilenebiliyorsa, vay halimize diyelim... Çocuklar salıncakta sallanıyor, hemen yanı başlarında da fuhuş ayarlaması yapılıyor!.. Eh belki bir gün operasyonda yaparlar... Umarım geç kalınmadan!.. Saygılarımla...

22 Şubat 2015 Pazar

4 ADAY ADAYINI, UÇAKTA ŞEYTAN DÜRTTÜ! (Geçmişten bir yazı)

   
    Hayal kurma sırası bende!.. Affına sığınarak, bir kerecik olsun kendimi CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun yerine koyuyorum...    Ve şimdi sizler için hazırladığım hikayemi aktarıyorum:
   Keşan Belediyesinin CHP’li 4 aday adayı, beraberlerinde il ve ilçe başkanları ile havayoluyla Ankara’ya uçuyor... Bir ara şeytan bunları dürtüyor!.. Ve, ‘Hepiniz bir aradasınız ama aday adaylarından birini Keşan’da unuttunuz, size bir kıyak çekeyim mi?!’ diyor... Bizim aday adaylarının yüreği ağzına geliyor ve hafif bir silkelenerek, ‘Daha hazır değiliz, Ankara’daki havayı da koklayalım(!)’ diye yakarış başlıyor... Şeytan bu ya, ‘Amma da ödlekmişsiniz, sadece espri yapmıştım!’ deyip, bizim aday adaylarını azat ediyor...
   Sağ salim, ama heyecanlı ve esprili geçen uçak yolculuklarının ardından, bizim aday adayları Genel Başkanlarının karşısına çıkıyor...
4’ü bir yerde olan aday adaylarını karşısında gören Kılıçdaroğlu, oldukça hoşnut ve mutlu... Ve bu hoşnutluğunu da aday adaylarına dile getiriyor... Aday adaylarımız da Kılıçdaroğlu’na birlik mesajı verip, ‘Hangimiz aday gösterilirsek, onun arkasındayız, bizde ayrı gayri yok’ diyor...
   Sonra Kılıçdaroğlu bana sesleniyor ve ‘Otur şu koltuğuma da yerime bir değerlendirme yap, senin aynadan durum ne görülüyor’ diyor...
Aynaya bakıyor ve bir aday adayının eksik olduğunu görüyorum... ‘Hay Allah, bu Özcan da ne adammış’ diye iç geçiriyorum... ‘Acaba partilileri bu kadar yıldırttı mı yoksa karşısına tek porsiyonda çıkacak aday adayı yok mu?!’ diye düşünüyor ve Sayın Kılıçdaroğlu’na da içimden geçen bu düşüncemi iletiyorum...
   Sonra CHP Genel Başkan Yardımcısı Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak, CHP Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin, CHP Genel Sekreter Bihlun Tamaylıgil’le bir araya geliyoruz... Aday adaylarının hepsi heyecanlı... Heyecan var ama seçimi dahi kazanmış, Belediye Başkanlığı koltuğuna çoktan oturmuşuz havasındayız!.. Ha ismim anıldı, ha adım sayıldı derken, Genel Merkezin üst düzey yönetiminden kara haber geliyor: “Sizin için henüz süreç tamamlanmadı, 15 Aralık’ı bekleyeceksiniz... Sandık falan da yok, anket sonuçları dikkate alınacak...”
   Bu arada, üst düzey yöneticileri bana dönüyor ve ‘nasıl ama karar, isabetli değil mi, önemli olan kamuoyu yoklaması, Keşanlının isteği’ diyor... Ben de alaysı bir şekilde, ‘hangi anketten bahsediyorsunuz?’ diye karşılık veriyorum... Bu sefer onlar benimle dalga geçiyor... ‘Amma da gazeteciymişsin ha, ayakta uyuyorsun, kaçıncıya anket yaptırıyoruz’ diyorlar... “Ha şu meşhur anketleriniz...” diye karşılık veriyorum: “Karakola kadar yansıyan, anketörlerin önü kesilen, ara ara anketörlerden gözyaşı düşen, aday adaylarını anketörlerin peşinde deli tavuk gibi döndüren(!)”
   Üst düzey yöneticiler bu ifadelerim üzerine irkiliyor... Ancak ben konuşmama devam ediyor ve şu cümleyle sonlandırıyorum: “Kararınız bu anket sonuçlarına bağlıysa, helvayı başlayalım kavurmaya!.. Bu anketörler bana da uğradı birkaç defa... Hatta ben önlerini kestim, birkaç kere sahte isimle görüş bildirdim... Bu sehtakarlığa gönlüm razı olmayınca da, itiraf edip, vicdanımı rahatlattım!...” Saygılarımla...










21 Şubat 2015 Cumartesi

DOĞURUN CUMHURİYET KADINLARI... (Geçmişten biz yazı)


   Tevekkeli Başbakan boşuna ‘3 çocuk yapın’ diye bağırmıyormuş... Başbakanımız ‘doğurun’ dedikçe, ben de hep ‘doğurmayın’ diye telkinde bulunuyordum...  1 çocuğa bakamayan ailelerin, 3 çocuğa ise hiç bakamayacağını belirtiyor, bu seslenişe karşı çıkıyordum... Ancak yanılmışım... Bunu geç de olsa anladım...
   O nedenle de şimdi Cumhuriyet kadınlarına sesleniyorum: Doğurun, 3 yetmez 5 tane doğurun... Vücudumuz bozulacak, rahatımız kaçacak diye düşünmeyin... Besleyemem, bakamam diye korkmayın... Okutamam diye üzülmeyin... Cumhuriyet kadınları doğurun... Vücudunuz bozulur ama sizin yetiştireceğiniz çocuklarla bu ülkenin geleceği düzelir... Allah rızıklarını verir... Doğurun... Bu ülkeye bol bol savcı, hakim, yargıç, vali, kaymakam, polis yetiştirin... Bu ülkeye adaletin gelmesini sağlayın... Bu konuda Başbakan’a kulak verin ve en az ‘3 çocuk’ doğurun... Ama cemaatçi değil; Atatürkçü, Cumhuriyet çocukları yetiştirin... Saygılarımla...


Not: Köşe yazımın yayımlandığı tarihte, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dı...

20 Şubat 2015 Cuma

ERKEKLER KUDURDU!..


   Yok bunun bir açıklaması... Üniversite öğrencisi 20 yaşındaki Özgecan Aslan’ın hunharca katledilişi, Türk toplumunun her kesiminden bu haince katledilişe tepkilerin yüksek sesle dile getirilmesi ve halkın sokaklara dökülmesine karşın, ülkemizde kadına yönelik cinayet, saldırı ve şiddetin ardı arkası kesilmiyor... Her gün bir kadının cinayete kurban gidişi ya da bir genç kız yahut çocuğun cinsel taciz haberleri ile karşılaşıyoruz... Hem de günlerdir devam eden haklın ayaklanışına rağmen... Gerçi kadına şiddet ve kadın cinayetleri sürekli yaşanan gerçeklerdi... Bedenen kadından güçlü olan erkek, her dönem kadına yönelik şiddetini göz önüne serdi... Tabii ki bunu tüm erkeklere mâledemeyiz, bunun da bilincindeyim... Ancak kadına şiddet uygulayan erkeklerin sayısı da azımsanmayacak kadar fazla... Hem de; cahili, okumuşu, kültürlüsü, genci, yaşlısı diye ayırt edilmeden...
   Lakin üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın hunharca katledilmesinin ve toplumun her kesiminden bu cinayetin faillerine tepkiler yağmasının ardından, biraz duruluruz sanmıştım... En azından bir süre kadına şiddet ve kadın cinayetlerinin yaşanmayacağını beklemiştim... Ama nerde... Önce bir kadının parçalara bölünerek katledildiği haberi duyuldu, sonra lise öğrencisine tecavüz, derken bir kadın şiddete maruz kaldı, yine bir kadın cinayeti daha gündeme oturdu... Belki de daha onlarca kadın cinayeti ve cinsel istismar olayı yaşandı kamuoyuna henüz yansımayan...
   Peki bu vahşice, hunharca katledişlere nasıl ‘dur’ diyeceğiz? Kadını nasıl koruyacağız? Faillerinin hakettikleri şekilde cezalandırılmaları ile... Anlayacağınız erkekler kudurmuş!.. Bu tür olaylarda yakalanan faillerin önce penisleri kesilsin, ondan sonra da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılsın... Yok illa ki ‘idam’ diyorsanız, yine de önce penislerini kesin ki, bu tür olaylara kurban giden ya da maruz kalan kadın, genç kız ve çocuklarımızın intikamı bir nebze olsun alınsın... Saygılarımla... 

19 Şubat 2015 Perşembe

EKMELEDDİN’E NE OLDU YA? SUYA MI DÜŞTÜ, DAĞA MI KAÇTI, YOKSA YANDI BİTTİ KÜL MÜ OLDU?!


   Merak ettim canım... Sağlığı sıhhati nasıldır, keyfi hoş mudur, bir arzuhali var mıdır? Bir doğdu, bir yok oldu!.. Ne olduğunu, kim olduğunu anlayamadan uçtu gitti aramızdan!.. Hani Cumhurbaşkanımız da olacaktı ya(!), ondan benim merakım yoksa niye kafayı takayım!..
   17 Aralık 2013... Gündeme bomba gibi yolsuzluk ve rüşvet operasyonu düştü... AKP’liler telaşlandı... Tam da seçime 2 buçuk ay gibi bir süre kala, aleyhlerinde çıkan bu olay onları şaşkına çevirdi... Halbuki telaşlanacak ne vardı!.. CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, ne yapar eder, simgeleri de olan okları kendi taraflarına çekerdi... ve çekti de... Lehlerine çevirebilecekleri bu yolsuzluk ve rüşvet olayını seçim propagandası yapacakları halde, o partililerini birbirine düşürdü!.. AKP’nin kalesi boşken, o gitti kendi kalelerine gol üstüne gol attı... Yerel seçimlerde belediye başkan adaylarını partililerinden değil de, farklı siyasi kanatlardan göstermeyi tercih etti... Yine birçok bölgede partililerinin işaret ettiği adayları değil de, kafasına kim esti ise onu aday gösterdi... Sonuç mu? AKP, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan alnının akı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yardımıyla çıktı!..
   Derken Cumhurbaşkanlığı seçimleri geldi... Ya tek adam politikası ile yönetilen bir devlet sistemi önümüze dayatılacaktı ya da bu sistemin önüne geçilecekti... Halk, böyle bir sistemi istemedi... Yapılacak ilk tur oylamasının ardından, ikinci turda AKP karşıtları birleşip tek yumruk olacak ve Türk halkına dayatılmak istenen bu sisteme karşı duracaktı... Ama ne oldu? CHP’nin ve MHP’nin çok değerli isimleri varken, bu partilerde emek vermiş bu görevin sorumluluğunu taşıyabilecek isimler varken, birden halkın önüne bir EKMELEDDİN konuldu... Kimdi, neydi, neyin fesiydi, hiç bilgimiz yoktu... Birçoğumuz hatta çoğunluğumuz ismini ilk defa duymuştuk Ekmeleddin İhsanoğlu’nun... Alın size cumhurbaşkanı adayınız Ekmeleddin dediler... Ekmeleddin’in daha özgeçmişini tam çözemeden Cumhurbaşkanlığı seçimleri geldi çattı... AKP karşıtı seçmenler tedirgindi... Tedirginlikleri sandığa da yansıdı ve birçok seçmen oy kullanmaya dahi gitmedi... Sonuç mu? Recep Tayyip Erdoğan daha ilk turda tek adamlığını garantiledi ve Cumhurbaşkanı oldu... Kimin sayesinde; Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterenlerin gayreti ve sayesinde... Cumhurbaşkanlığı seçimi bitti, peki bize aday olarak önümüze koydukları Ekmeleddin İhsanoğlu’na ne oldu? Suya düştü. Su nerede? İnek içti? İnek nerede? Dağa kaçtı. Dağ nerede? Yandı bitti kül oldu!..
   Peki şimdi önümüzde hangi seçim var. Milletvekili genel seçimi... Ülkenin durumu ve halka dayatılmak istenilen politikalar; malumunuz... AKP kan kaybediyor mu? Kaybediyor... Bunun farkındalar mı? Farkındalar... Peki ne gibi bir politika izleyecekler dersiniz... Bence hiç gerek yok... Nasılsa CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bir strateji izler ve ekmeklerine yağ sürer!.. Ekmeleddin olmazsa, yağlı ekmek de gider!.. Saygılarımla...


18 Şubat 2015 Çarşamba

17 YAŞINDAKİ KIZ ÇOCUĞUNUN ÜSTÜNDEN GEÇENLERİ NE ÇABUK UNUTTUNUZ!..


   Sözüm meclisten dışarı! Trakyalıyız, kıza karıya yan gözle bakmayız!.. En çok alkolün tüketildiği yer Trakya’dır ama içmesini biliriz, kıza karıya sarkmayız!.. Her sokakta birahanemiz olsa bile, kimsenin cebinde çakı bile yoktur, çünkü Trakyalılar silah kabadayısı değil, adamdır!.. Bir Trakyalıyız, kızı karıyı bacımız görürüz!.. Doğru ya, hepiniz; sütten çıkmış ak kaşıksınız!.. 2 gündür sosyal paylaşım sitelerinde Trakyalı erkekler kendilerine methiyeler yağdırıyor... Bu methiyeler karşısında ben mi ne yaptım... Salavat getirdim!.. Ve tabii ki toplu cevabımı da, her zamanki gibi köşe yazıma sakladım...
   Keşan... Trakya topraklarında... Çok uzağa gitmeme gerek yok, kendi yaşadığımız ilçeden örnekleri ve yaşanmışları paylaşacağım sizlere... Hem öyle çok uzağa gitmeyeceğim... Geçtiğimiz yıl yaşanan olayların hatırlatmasını yapacağım... Ama önce, şu yan gözle bakmama hikayesini biraz irdeleyip, paylaşayım sizlere...
   Keşan’ın meşhur Kazım Karabekir ile Uğur Mumcu caddelerinden başlayayım... Bu caddelerden geçerken, bakışlardan duydukları rahatsızlıkları dile getiren Amerika’daki vatandaşlar değildi... Keşan’daki hem de cinsiyeti erkek olan vatandaşlarımızdı ve karısını koluna takıp caddelerden geçemediklerini belirtiyorlardı... Pasaj içlerindeki çay ocaklarının etrafına sandalye koyup, bitaraflarını gere gere oturan erkeklerin bakışlarından duydukları rahatsızlıkları dile getiren Almanya’daki kadınlarımız değil, Keşan’daki kadınlarımızdı... Saat 20.00 sıralarında evinin hemen yanındaki bakkala giden ve bu sırada bacağı tornavida ile yaralanan genç kızımızın yaşadığı olay Fransa’da yaşanmadı, Keşan’da yaşandı...
   Mart 2014: Keşan’a bağlı Yeşilköy’de 81 yaşındaki bir adam, 12 ve 14 yaşındaki iki çocuğa cinsel istismarda bulundu.
   Kasım 2014: Keşan’da 14 yaşındaki lise öğrencisine cinsel istismarda bulunan 5 sanığın yargılanmasına başlandı.
   Kasım 2014: İpsala’daki bir eğlence mekanında oryantallik yapan 29 yaşındaki kadın, evli bir adam tarafından 6 kez tabanca ile ateş edilerek öldürüldü.
   Aralık 2014: Keşan’da lise öğrencisi 15 yaşındaki kızı tehdit ederek cinsel ilişkiye girdiği iddia edilen bir kişi, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.
   Ve yine hepinizin çok iyi hatırlayacağı üzere, bir şantaj olayı vardı... 17 yaşındaki bir kız çocuğunu kullanarak bir iş adamına şantaj yapan bir çete... Bir kız çocuğunun vücudunu kullanarak kendilerine maddi imkan sağlayan bir çete... Haberin Keşan’daki yerel gazetelerde çıktığı gün, herkes şantajın kime yapıldığını, kız çocuğunun kim olduğunu merak etti!.. Fısıltı gazetesi kulaktan kulağa dolaştı... Birçok insanı merak salmıştı... Acayip merak etmişlerdi; şantajı yapanları, şantaj yapılanı ve şantajın kurbanı kız çocuğunu!... 17 yaşındaki kız çocuğunun geleceği, hayatının karartılması kimsenin umurunda değildi... Bu kız çocuğu uzaylı değildi, bizim evladımız, Keşan’ın evladıydı, hepimizin çocuğuydu... 17 yaşındaki bir kız çocuğunun vücudunun üzerinden onlarca kişi geçmişti ama kimse ayaklanmamıştı... Aksine meraklanmıştı!.. Bizim kız çocuğumuz namusunu koruyamadığı için mi ya da namusunu korumaya çalışırken katledilmediği için mi kıymet bilmedi!.. Ya da failleri Trakyalı olduğu için mi sesiniz yükselmedi!..
   Bu olaydan sonra da Keşan’da cinsel istismar olayları yaşandı... Boş bir inşaatta bir kız çocuğu ile zorla ilişkiye girilmek istendi... Yine bir başka kız çocuğu cinsel istismara maruz kaldı... Şükür ki, kız çocuklarına cinsel istismar olayları ölümle sonuçlanmadı... Ama bu olayı yaşayan çocuklarda derin izler bıraktı... Birçoğu da aileden uzakta ve koruma altında bulunuyor şu anda... İşte bu bahsettiğim olayların hepsi (sadece ilk anda aklıma gelenler bunlar oldu) Trakya topraklarında yani Keşan’ımızda yaşandı...
   155 Polis İmdat Hattı’na gelen ihbarlarla ilgili Keşan İlçe Emniyet Müdürlüğü bir basın açıklaması yapsın ve şiddet olayı ile ilgili 1 yılda kaç ihbar yapıldığını bir açıklasın... Ben şahidim Keşan’da her gece kadına şiddet olayı yaşandığına... Kafayı çeken karısını döver, şişenin dibini bulan eski karısına saldırır, metresi ile arası bozulan hıncını karısından çıkarır... Bunların hepsi Keşan’da yani Trakya topraklarında yaşandı baylar, bayanlar... Doğruya; şişenin dibini gördüğünüzde ne yaptığınızı bilmiyor, ayıldığınızda da yaptıklarınızı hatırlamıyorsunuz!.. Sonra da kendinizi sütten çıkmış ak kaşık sanıyorsunuz!..
    Kadına şiddet ve cinsel istismar ülkemizin bütün bölgelerinde yaşanıyor...
    Ve, üniversite öğrencisi 20 yaşındaki Özgecan Aslan’ın hunharca katledilişi halkımızı ayağa kaldırdı... Canice, vahşice katledildi Özgecan kızımız... Dileğimiz bundan sonra Özgecanlar katledilmesin, kız çocuklarımız, kadınlarımız şiddete maruz kalmasın, cinsel istismarla karşılaşmasın... Ancak yaşananlar da unutulmasın, unutturulmasın... Bu tür olayların failleri de en ağır şekilde cezalandırılsın... Saygılarımla... 

17 Şubat 2015 Salı

AKP ŞİDDETİNE SON VERMEYE DAVET EDİYORUM!..

   
   Üniversite öğrencisi 20 yaşındaki Özgecan Aslan... O, hayatının baharında, bir sapık, bir cani, bir katilin emellerine karşı durduğu için hunharca katledildi...
   Öncelikle; Özgecan Aslan’a Allah’tan rahmet, ailesi ve sevenlerine başsağlığı ve sabır, katilinin ise yaşattığı acıyı kat ve kat çekerek cezalandırılmasını diliyorum... Katilinin, öyle idam edilip, bir kerede canı alınmasından yana olanlardan değilim... Her gün aynı acıyı yaşamasını, ‘alın canımı!’ diye yalvarmasını, yavaş yavaş ama her saniye canı yanarak ruhunu teslim etmesini isteyenlerdenim...
   Evet, Özgecan Aslan hunharca katledildi ve ülkenin her köşesinde sesler yükselmeye başladı yine... Halk sokaklara döküldü... Kadına şiddet gündeme geldi, ülkedeki adalet sistemi konu edildi, idamın yeniden uygulanması ses getirdi... Dün, bugün, yarın ve belki de birkaç gün daha... Ya sonra... Bir Özgecan’ın katledilişine kadar -hükümetin şiddetine!- maruz kalmaya devam... Kadını ikinci sınıf vatandaş olarak gören bir anlayışın peşinden gittiğiniz sürece, daha çok katledilişlere şahitlik edeceksiniz... Ayda 300 TL yardım altında aldığınız paranın karşılığı olan şiddeti, kömür ve erzak yardımının karşılığı olan şiddeti, varlığınıza varlık katmak için yandaş olmanızın karşılığı olan şiddeti, kadını ikinci sınıf vatandaş olarak gören bir zihniyeti iktidar yapma gayretinde olduğunuz sürece yaşayacaksınız!.. Sadece kadına şiddet yaşanmıyor bugün ülkemizde... Türk halkı; yoksulluk şiddeti yaşıyor, işsizlik şiddeti yaşıyor, Atatürk ilke ve inkılaplarına yapılan şiddeti yaşıyor, sahip olduğu haklara karşı yapılan şiddeti yaşıyor, demokrasi şiddeti yaşıyor... Bu şiddetler bitmediği sürece her gün Özgecanlar katledilecek, her gün analar ağlayacak, her gün kadınlar korku içinde yaşayacak, her gün gençlerimizin hayalleri karartılacak, her gün çocuklarımızın geleceği tehdit altında kalacak... İşte bu nedenledir ki; tüm ülke halkını, 7 Haziran 2015 Pazar günü yapılacak milletvekili genel seçiminde, şiddetin en büyüğünü tarihe gömmek üzere sandık başına giderek -AKP şiddetine- son vermeye davet ediyorum... Tüm erkeklerimiz, kadınlarımız, gençlerimiz ve çocuklarımız için... Bu şiddet sona erdirilmezse, daha çok şiddetler göreceğiz!.. Sayılarımla...  

16 Şubat 2015 Pazartesi

YOKSA BU ORTAK PARMAK , BAŞIMIZA DAHA ÇOK İŞLER AÇACAK!..





   Tarih: 12 Haziran 2014 Perşembe... Edirne Valisi Sayın Dursun Ali Şahin’in ilk Keşan ziyareti... Keşan Ticaret ve Sanayi Odası binasının resmi açılış törenine katılan Sayın Şahin’i yakınen izleme şansına sahip olduğum ilk gün!.. Mikrofona davet edilen Sayın Şahin’in platforma sanki kanat takıp binmesi ve hitabet şekli dün gibi aklımda!.. Kanatlanması mizahi yönünü ortaya koyarken(!), hitabet şekli de bürokrattan ziyade sanki siyaset adamı!..
   Tarih: 11 Temmuz 2014 Cuma... Edirne Valisi Sayın Dursun Ali Şahin’in ikinci Keşan ziyareti... Keşan Ticaret ve Sanayi Odası Toplantı Salonu’nda düzenlenen ve Keşan’a Tarımsal Organize Sanayi Bölgesi kurulmasının ele alındığı toplantı... Bu toplantıda da Sayın Valimizin bir şeylere orta parmağı(!) ile işaret etmesi dikkatimi çekmişti... O zaman ‘aman’ demiştim, keramet var bu işte!.. Daha aynı günün akşamı Keşan’dan ayrılırken AK Parti İlçe Başkanı Sayın Mustafa Mercan’a bulunduğu nasihate kulak misafiri olmuş ve müjde vermişti ‘Keşan’a ikinci imam hatip okulu açıyoruz’ diye Sayın Valimizin... ‘Tamam’ dedim kendi kendime; Keşan’ımızı muasır medeniyetler seviyesine çıkarmayı başaracağız!..
   Derken Sayın Valimiz, Edirne Kamu Hastaneleri Birliği’ne bağlı Devlet Hastanesi’nde Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Dilek Tucer’in Ergene Nehri’nin suladığı alanlarda yetişen pirinçlerin kansere yol açabileceğini söylediği gerekçesiyle görevinden aldı...
   Yine Edirne Valisi Sayın Dursun Ali Şahin, 2010 yılından bu yana restorasyonu Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan sinagogun müze olarak kullanacağını açıklaması ve “Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgarları estiren, bizzat savaş tatbikatı yapan o eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken, biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu. Biz de onların mezarlıkların etrafını temizliyor, projelerini kurula gönderiyoruz. Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’ndan tescilini bekliyoruz. Bizim yaklaşımımız nerede, onların yaklaşımı nerede? Yani bunu izleyicilerin takdirine sunuyorum. Buradaki tadilatı sona gelen sinagog sadece müze olarak, içerisinde hiçbir şey olmadan o şekilde müze olarak tescil edilecek.” şeklindeki ifadeleri ile büyük tepki alan Sayın Şahin, geri adım attı...
   Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, 11 Şubat 2015 Çarşamba günü de Milli Eğitim Bakanlığı, Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’nın ilkokul öğrencileri için ortaklaşa düzenlediği ‘Okul Sütü’ projesi kapsamında, Edirne’de Şükrüpaşa İlkokulu’nda gerçekleştirilen süt dağıtımı programına katıldı. Burada 1. sınıf öğrencileri ile bir araya gelen Sayın Valimiz, sınıf tahtasına Osmanlıca ‘Sağlığınız için süt için’ yazdı... Bir gazetecinin, ‘Sloganı neden Osmanlıca yazdınız?’ sorusuna ise Şahin, ‘Dikkat çeksin diye. Bu durumda daha fazla dikkat çeker. Şimdi de siliyoruz.’ şeklinde karşılık verdi...
   Anlayacağınız Valimiz Sayın Şahin, Edirne’ye atandığından beri o kadar çok dikkat çekecek hal ve davranışlarda bulundu ki, ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, bir Türk okulunda, Türk alfabesi yerine Osmanlıca alfabeyi tercih etmesi, bardağı taşıran son damla oldu...
   Bu akşam televizyon izlerken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Müteahitler Birliği Ödül Töreni’ndeki konuşması dikkatimi çekti... Hunharca öldürülen Özgecan Aslan’ın cinayetiyle ilgili konuşan Erdoğan, “Bu alçaklığın, bu canice, bu vahşice yapılan bu katlin faiileri yakalandı. İnşallah hakettikleri cezayı da en ağır şekilde almaları için bizzat davanın takipçisi olacağım.” dedi. Ancak Erdoğan, Özgecan’ın ölümünü dans ederek protesto edenlere de ateş püskürdü... “Güya protesto ediyorlar. Bu ne biçim iştir ya?” şeklinde konuşan Erdoğan, “Önce sen biliyorsan önce Fatiha oku, bilmiyorsan bir rahmet dile. Ailesine başsağlığı dile. Dans ediyor. Bu anlama gelir; ölüm karşısında, acı karşısında dans etmek nedir bizim kültürümüzde?” diye tepki verdi...
   Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 1928 yalından bu yana yani 87 yıldır ülkemizde yeni Türk alfabesi kullanılıyor ve okullarımızda öğrencilerimiz Türk alfabesiyle eğitim görüyor... Edirne Valimiz Sayın Dursun Ali Şahin’in, ilkokul 1. sınıf öğrencilerinin eğitim gördüğü bir sınıfın tahtasına ‘Sağlığınız için süt için’ sloganını Osmanlıca yazmasını nasıl karşılıyorsunuz? Hâlâ Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde kabul edilen alfabe Türk alfabesi iken Sayın Valimizin bu davranışına neden tepki vermiyorsunuz?
   Ben, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak, Edirne’ye yeni bir Vali atamanızı istiyorum, Molla değil!.. Yoksa orta parmak daha başımıza çok işler açacak!.. Saygılarımla...  




13 Şubat 2015 Cuma

AZRAİL BANA YİNE YOKLAMA ÇEKTİ!..


   14 Şubat Sevgililer Günü’ydü... Benim Azrail, bu günü yalnız geçireceğimi öğrenince, beni kendine sevgili yapmak istedi!.. Yapıştı yakama, ‘götüreceğim seni’ dedi, ‘öbür dünyaya!..’ Breh öyle takmış ki kafayı bana, zorla da olsa alacak öbür tarafa...  
   Evet sevgili okurlarım, benim dokuz candan 4’ü gitmişti, Azrail’in son yoklaması ile beraber gidişler 5 oldu... 2001 yılında lösemi hastalığına yakalanmam, 2006 yılında arabayla iki takla atmam, 2 gün sonrasında yıldırım yoklaması, derken geçtiğimiz günlerde elektrik çarpması ve son olarak da 14 Şubat 2014 Cuma günü saat 14.30 sıralarında şiddetli baş dönmesi ile birlikte ambulansla Keşan Devlet Hastanesine kaldırılmam... Benim düşmanlar ile sevenlerin yarıştırıyor... Düşmanlar bir an önce öteyi gitmem için duacıyken, sevenlerim de kalmam için dua ediyor... Azrail de iki arada bir derede kalıyor... Alsa bir türlü almasa bir türlü... Alıp götürse ötede başına dert olacağımdan ve açıklarını yakalayacağımdan korkuyor... O nedenle de yoklayıp yoklayıp azat ediyor!.. Bu sefer farklı bir yöntem denedi, Sevgililer Günü’nü seçip, beni kendine sevgili yaparak kandırmayı denedi!... Ama yemedi!.. 4-5 saat etrafımda dolaştı, bana türlü türlü cilveler yaptı, hatta bir ara baktım bahşiş bile yapıştırmaya niyetlendi! Keşan’ın havasını kokladı ya, hemen huyunu suyunu kapıverdi! ‘Breh Azrail dedim yanlış kapıdasın, bahşişle işi bitireceğini sanıyorsan, ben seni Keşan-Malkara kara yoluna yollayayım!’... Baktım benim Azrail 5. vitese taktı, hemen Keşan-Malkara kara yoluna yollandı... Gidiş o gidiş, bir daha uğramadı... Yakamdan sıyrılınca ben de rahatladım, gözlerimi yavaş yavaş açmaya başladım... 1-2 saat sonra kendime geldim ama bu sefer de ben Azrail’i merak ettim... Gidip kontrol edeyim dedim... Aman ne göreyim... Azrail yolu bulmuş bulmasına da, hurileri görünce çarpacağına o çarpılmış!.. Bizim huriler onu bile baştan çıkarmış!.. Azrail’i zum etmiş, neyi var neyi yoksa tüketmiş, pestil gibi de yere sermiş... Anlayacağınız huriler kırk yılda bir benim işime yaradı, Azrail’i bile kendilerine aşık etmekle benim canı kurtardı!.. Bu arada Azrail’in bana olan sevdası da noktalandı... Bundan sonra ne mi yapar; her akşam vur patlasın çal oynasın... Bizim canlar da bize kalsın... Azrail de aldı pavyon tadını, bundan sonra zor görür başka tarafı!..
   Şaka bir yana; yüreği sevgi dolu herkesin gününü kutlar, gerçek sevgilerin hiç bitmemesini dilerim...

HOVARDALARIN ZOR GÜNÜ KUTLU OLSUN!


   Yarın 14 Şubat Sevgililer Günü... Birden fazla kadınla birlikte olan hovardaların da zor günü!.. Karısının mı, metresinin mi, manitasının mı, pavyondakinin mi, meyhanedekinin mi gönlünü alsınlar... Aslında ‘karısı’ hariç diğerleri aynı kapıya çıkıyor ama her hovardanın sevgiliyi anma şekli değişik...
   Pek öyle günün anlam ve önemine uygun yazılar yazma adetim yoktur ama hovardalara kolaylık olsun diye Sevgiler Günü’nü kaleme aldım bu defa... Şimdi düşünecekler ne hediye alalım diye, hiç olmazsa bir fikir vereyim kendilerine...
   Metresi ‘ev’ keser; manitayı ‘bir entari’ ile kapatsınlar; pavyondakine ‘bilezik’ assınlar; meyhanedekine de ‘bir koli rakı’ yollasınlar... Aman ‘karısı’nı unuttum sanmayın... Ona da bir zarfın içine mektup, ‘karıcığım çok önemli bir iş seyahatim çıktı!’ deyip, eve de gönlüne almak için bir buket çiçek yollasınlar!.. Eee.. geceyi geçirmek için de metresinin yolunu tutsunlar... Allah sizi metreslerin, manitaların, pavyondakilerin, meyhanedekilerin başından eksik eylemesin!.. Hovardaların cepleri dolu, ütülmeleri hayırlı, zor günü de kutlu olsun!..


12 Şubat 2015 Perşembe

KAYIP ZABITALAR VE POLİSLER ARANIYOR!..






   Bizim Keşan işte be yaa!.. Yıllardır yerinde sayan, bir arpa boyu yol alınmayan, her geçen gün şehir görüntüsünden uzaklaşıp köy görünümü almaya aday olan... Ha bu arada, ilgilileri bir anlatmaya başladı mı mangalda kül bırakmayan!.. Anlatıyorlar anlatıyorlar da bir benim külahıma anlatamıyorlar!..
   Bugün bismillah, yine evden çıktım... Lakin evden hareket saatimi, S.S. 25 No’lu Keşan Şehiriçi Minibüsçüler ve Motorlu Taşıyıcılar Kooperatif Yönetimi’nin kendi kafalarına göre almış olduğu karara orantılı ayarlayamamışım!.. Saat 12.30 ve ben yine Yuvam yolcu durağındayım... Hani yolcu minibüslerinin 4 nolu hattının tabelasında yazan ve Keşan Belediyesi tarafından da durak yapılan alanda... Bekle bekle gelmez yine minibüs, gözüm kaldı yolda!.. Sonra hatırladım bir anda... ‘Tüh nasıl kararlayamadım saatimi!’ dedim kendi kendime... Sahi bizim minibüsçüler kafalarına göre almışlardı bir karar, öğle saatlerinde bizim durağı es geçiyorlar!.. Öğrenciler nasılsa dolduracak minibüsleri, sivil vatandaşın öğle saatinde minibüse binme gibi bir ihtiyacı olur mu diye düşünen kim ki!.. Olursa da baksınlar çarelerine, para neredeyse bizde hizmet o yöne!.. Hem söylendim hem de ilerledim cadde yönüne... Neyse hayırlısından bir vatandaşıma rastladım da attı beni şehir merkezine... Yarabbi şükür elhamdülillah!.. Hani bizim Önder Caddesi’ni Demirciler Caddesi’ne bağlayan (güya!), Tekel Meydanı’nda Atatürk heykelinin hemen arkasındaki yol var ya, bırakın araç geçmesini yayaya bile geçecek yol kalmamış ortada... Tövbe çekip biraz daha ilerlediğimde, kaldırımlar aşılmış yollar kaynıyor esnaf malıyla, çöpler ortada... Neyse görülecek işlerimi hallettim, tekrar eve dönmek ve minibüse binmek üzere Tekel Meydanı’ndaki yolcu durağına geldim... Durakta tam tamına 18 dakika bekledim... Yok canım beklediğim minibüsün saatinde bir gecikme yoktu, ben vaktinden evvel gelmiştim... Durakta bir araç yakmış ışıkları, yolcu minibüslerinin yanaşacağı yeri kaplamış adamakıllı... Minibüsler yol ortasında duruyor, haliyle arkasından gelen araçların da önünü kesiyor... Minibüs durağının yarısını kaplayan bu aracın üstüne, bir araç daha gelip park etmesin mi durak önüne... Şoförü yaktı dörtlüleri, yolcu minibüslerinin nasıl park edeceğini düşünen kim ki... Bu arada Tekel Meydanı’nda cirit atan zabıta ve polislerden de eser yok... Yaklaşık 3 saat boyunca o alanda dolaştım, olumsuzlukları görecek bir zabıta ya da polise denk gelemedim... İlgililerin ilgisine El-Fatiha(!) deyip, yolcu minibüsüne atladığım gibi evime geldim... Eve geldiğim gibi de ‘kayıp zabıtalar ve polisler aranıyor!’ diye bir köşe yazayım dedim... Belki duyanlar duymayanlara, görenler görmeyenlere anlatır da, bu düzensizliğe bir son verilir istedim... Saygılarımla...



YERLEŞTİR POŞETİ POPONUN ALTINA, ÇABUCAK ULAŞIRSIN OKULUNA!..


   Zaman zaman dile getirmişimdir; şimdiki zamanın pek kıymetli çocukları ile onları el bebek, gül bebek büyüten ailelerini... Hiç kıyamazlar evlatlarına... Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarındadır!.. Giyim kuşamda da adeta yarıştırılırlar mankenlerle!.. Hani eskiden büyülerimiz çok sık kullandığı, ‘çocuğun yediği helal giydiği haram’ atasözü ise hiç işlemez şimdiki zamane ailelerine!.. Özel araçlarla taşırlar çocuklarını okullarına... Evleri ile okulları arasındaki mesafe taş çatlasın 500 metre ile 700 metre arasında değişir ama, çocuklarını attıkları gibi arabalarına, doğru okul yoluna!.. Şimdiki zamane çocukları çamur bilmezler, karı ve yağmuru pencereden seyrederler!.. Bayramdan bayrama yapılan alışverişler ise çook eskilerde kaldı, şimdiki zamane çocuklarına her gün neredeyse bayram!.. Onlar moda nedir bilmeseler de, aileleri yakından takip etmekte ve çocuklarına markalı giysiler giydirmekteler... Sofra kültürünü ise hiç bilmeyecek gibi zamane çocukları... Onlar yemeklerini ya televizyon karşısında ya bilgisayar başında ya da koltuk tepesinde yudumlamakta!.. Hele yaz mevsiminde; parklarda, bahçelerde, salıncak üzerinde!..
   Evet sevgili ebeveynler, bütün bu gelişmeleri bugün birçok ailelerde gözlemlemekteyiz... Özellikle okul giriş ve çıkış saatlerinde okul önlerindeki özel otomobiller yoğun bir şekilde görülmektedir... Adeta bir trafik karmaşası yaşanıyor okul giriş ve çıkış saatlerinde... Neredeyse bütün öğrenciler, özel otomobillerle bırakılıyor eğitim gördükleri okullarına... Hiç kıyamıyoruz evlatlarımıza... Hiç mikrop alamadıkları için de en ufak bir rahatsızlıklarında günlerce yatıyorlar yataklarında... Doktor, doktor gezip, derdine çare ara... Her şeyden önce çocuklarımızı o kadar çok alıştırıyoruz ki rahata, iş hayatına atıldıklarında karşılaşıyorlar büyük bir hüsranla... Masa başı olmayan işi beğenmiyorlar, yan gelip yatacakları gibi iş peşine düşüyorlar... Hem çok para kazanacaklar hem de yorulmayacaklar... Beden günü kullanmak mı? Aşa!.. Masa başından kalkmayacaklar, bir yan odaya bile telefonla ulaşacaklar!.. Eee, öyle alıştırdı aileleri onları çünkü... Bir elleri balda, öbür elleri yağda... Gak dedikleri gak, guk dedikleri guk... Yedikleri önünde, yemedikleri arkalarında... Moda dersen on numara!.. Özel otomobillerle taşındılar okullarına... Sonra da kalk sen böyle yetişen evlatlardan el işinde çalışmasını bekle... Çalışır çalışır da, ancak gönlüne göre iş imkanı bulabilirse!..
   Ya eskiden nasıldı bir hatırlasanıza... Kar mı yağıyor... Bir poşet yerleştirdin mi poponun altına, karda kayarak çabucak ulaşırdın okul yoluna!.. Yağmurlu havalarda ise geçirilirdi naylon poşetler başımızdan aşağıya, ayağımıza da kara çizme, doğru gideceksin okula böyle!.. Öyle televizyon başında, bilgisayar önünde, koltuk tepesinde, parkta, bahçede yemek yemek mi? Sofra kurulur yedin yedin, yemezsen eğer ondan sonraki öğünü bekleyeceksin... Çok acındırıp, yağlı şekerli ekmek vermeye kandırırsan eğer anneni, çok şanslı say kendini... Televizyon karşısında yemek yemek ne mümkün... Sofralar sadece mutfaktaki yemek masalarına kurulur, mutfaklarda da televizyon bulunmazdı... Bilgisayar desen nasıl bir şey olduğundan bile haberdar değildik... Koltuk tepesi mi? Vallahi misafirden misafire evimizdeki koltukları görürsek ne mutluydu bize!.. O da karşıdan görürdük, azcık oturabilmek için gelen misafirin yanına usul usul sokulmaya çalışırdık!..
   İşte bizler ve bugün çocuklarını el bebek gül bebek yetiştiren ebeveynlerin birçoğu da böyle yetişti... Karı da gördüler, yağmuru da, çamuru da... Toplu taşıma araçları ile seyahat ettiler, çoğu otomobile hiç binmeden büyüdüler... Ama ekmeğini taştan çıkardılar, ne iş verilse yaptılar, her türlü zorluğa göğüs gerdiler... Bırakın evlatlarınızdan biraz zoru görsün, mücadele etsin, çabalasın... Zoru görsün, mücadele etsin ve çabalasın ki, sonradan zahmetini çekmesin... Saygılarımla...



Not: Okul giriş ve çıkış saatlerinde otomobiller yolda geçişi de engelliyor...

11 Şubat 2015 Çarşamba

RESMİ BİR KURUMUN ARACI, YUNAN’DA AŞK EVİ BAHÇESİNDE YAKALANDI!..


  7 Şubat 2015 Cumartesi akşamı, saat 23.00 sıraları... Yunanistan’ın Aleksandropolis (Dedeağaç) şehri... Bir vatandaşımız ulaştı bana o saatlerde Dedeağaç’tan... ‘Sizin Keşanlılar aşmış kendini!’ dedi... ‘Hayırdır, hangi yönde aştılar?’ diye sorduğumda, aynen şu cevabı verdi: “Şu anda Dedeağaç’tayız. Havaalanından şehre girişte, duvarında EROS adı ve amblemi bulunan, içerisinde de bir kadın ve madamın yaşadığı evin karşısındayız. Bu evin öyle bir özelliği var ki; dışarıdan bakıldığında kırmızı ışıklar yanıyorsa müsait, loş kırmızı ışık ise müşterisi var anlamını taşıyor. Bu şehirde bu mekan da Aşk Evi olarak anılıyor.”
   Bu açıklamadan sonra, ‘Ee hayırlı olsun size! Işıklar nasıl peki? Çok kırmızı mı az kırmızı mı!.. Yani bekleyecek misiniz, hemen mi gireceksiniz?!’ diye sorunca, ‘Senin hemşehrilerden bize sıra kalır mı? Keşanlılar kapmış sırayı!..’ cevabı geldi... ‘Şansınıza küsün, hızlıdır hemşehrilerim!’ cevabını yapıştırdım... Sonra da, ‘Size ne hemşehrilerimin özel hayatından, bunun için mi beni aradınız...’ diye tafra yaptım... Ancak arayan vatandaşımın, ‘Kimsenin özel hayatına müdahale edecek halimiz yok, ister kırmızı ışıklı eve gider, ister yeşil ışıklı evin önünde pinekler, ister sarı ışıklı eve gidip dilediğini yapar. Ancak bunu yaparken özel aracına atlar, canı çektiği yere gider... Resmi bir kurumun aracının böyle müstehcen yerlerin önüne park edip, kişisel emellerine alet edemez’ cevabıyla karşılaştım... Bu cevap karşısında tabii birden afalladım... ‘Emin misiniz, resmi bir kurumun aracı olduğundan’ diye sorguladım... O anda 22 .. ... plakalı siyah renkli kurum aracının tüm detayları tarafıma verildi, bu verilen bilgiler karşısında da ‘pes!’ dedim... Hatta evden çıkıp araca binen birkaç kişinin, acele olarak hem de ters yöne girip gözden kaybolduklarını da bizzat öğrendim...
   Kimsenin özeline karışacak, müdahale edecek hakkımız yok... Parası bolsa, kendine güveniyorsa EROS’tan çıkmaz, kırmızı ışıkları da hep loş tutar!.. Ancak... Bir kurum aracını kendi emelleri adına lekelemek de insan onuruna yakışmaz... Atla arabana, git istediğin mekana... Bir kurum aracını nasıl bir Aşk Evi’nin önüne park edip de reklam edersin elaleme... Sınırı geçtik, kimse görmez diye mi içiniz rahat gittiniz bu yere... Ha şunu bileydiniz ki, Keşanlıların bir ayağı Türk sınırında, bir ayağı da Yunan sınırında... Ne zaman gitseniz Keşanlı bir aileyi görmeniz mümkün Yunan restoranlarında... Ara ara merak edip, neler olup bitiyor diye de turlama yapıyorlar böyle mekanların civarında!..  Bütün kurum yöneticilerinin de kulağına küpe olsun bu sefa!.. Şahsi emellerinize kurum araçlarını alet etmeyin, ne halt yiyecekseniz özel aracınıza atlayıp gidin ve kurumunuza da laf getirmeyin... Üyeleriniz kurumunuzu ayakta tutmak için katkı yapıyor ve size destek veriyorsa, bunu kurumuza leke sürmeniz için değil, hizmet vermeniz içindir bilesiniz!.. Ya uçkurunuza sahip olacaksınız ya da resmi kurum araçlarından uzak durup, kırmızı ışıklı zevkleriniz için kendi araçlarınızı kullanacaksınız!.. Saygılarımla...