31 Ekim 2014 Cuma

KEŞAN HALKI GAZ VERENLERİN GAZINA GELMEDİ!..

    Yarından itibaren geri sayım başlıyor... Kasım ayına giriyoruz ve doğal gaz abone başvuru süresi bu ayın sonunda bitecek... 4 bin 500 aboneye ulaştık, ulaştık... Lakin ulaşamazsak, Keşan’a doğal gaz getirilme hayalleri de sone eriyor... Şimdiden gözümüz aydın!.. Doğal gazı getireceğiz diye -gaza!- gelmedik ve 335 TL’lerimizi heba etmedik... Çünkü doğal gazın Keşan’a gelmesi ve hava kirliliğine çözüm bulunması Keşan halkı için ne kadar önemli olursa olsun, bu vatandaşın değil devletin ya da ilgili belediyenin görevi... Türkçesi; devlet-yerel yönetim işbirliği ile çözülecek bir sorun... Sanki vatandaşımın bir eli yağda bir eli balda da nereye yatırım yapsın diye düşünüyor kalkıp doğal gaza yatırım yapacak ve gaz verenlere prim yaptıracak... Yok öyle yağma... Doğal gaz boruları vatandaşın olmayacak ki, parayı veren düdüğü çalsın... Hele bir doğal gaz gelsin, vatandaşım zaten adamakıllı gazlanacak... Bir de gaz verenlerin gazına gelmedi anlayacağınız!..

    Evet, doğal gaz istiyoruz, kirli hava istemiyoruz, sağlıklı yaşamak istiyoruz... Getirin be kardeşim de alalım işte... Getirdiniz de almadık mı?!.. Hadi bu sefer siz gaza gelin getirin, gazımız gelince biz zaten bol bol gazlanacağız!.. Saygılarımla... 

29 Ekim 2014 Çarşamba

25 YILLIK AŞK!..

   25 yıl önce tanımışlar birbirlerini... Delicesine sevmişler... Gençlerin aşkı hüzünle sona ermiş... Genç delikanlı, arkasına dönüp bakmadan gözleri yaşlı bırakıp gitmiş sevdiği kızı... Kırık bir kalp bırakmış arkasında... Genç kızın günlerce, haftalarca, aylarca hatta yıllarca gözünde yaş dinmemiş... Sorgusuz sualsiz terk edilmiş, hem de delicesine severken... İkisi de başka şehirlerde yaşamışlar yıllarca, biri bir uçta diğeri öbür uçta... Hiç görmemişler birbirlerini hiç de haber almamışlar, yaşayıp yaşamadıklarından bile haberdar değillermiş birbirlerinin... İkisi de evlenip yuva kurmuşlar çoluk çocuğa karışmışlar... Ama ilk aşkları hep kalplerinin bir yanında atıp durmuş yıllarca hüzünlenerek... Aradan yıllar geçmiş... Az buz değil, tam 25 yıl sonra bir tesadüf sonucu tekrar karşılaşmışlar... Hem de sanal alemde!.. İkisi de evli barklı... Buna rağmen eski aşkları alevlenmiş, genç kızı terkeden delikanlı aşkını itiraf etmiş ve kaderinin kurbanı olduğunu söylemiş!.. İsteyerek gitmemiş yani mecburmuş, mecbur bırakılmış!.. ‘Beni affet, bağışla’ diye yalvarmış yıllar sonra karşılaştığı aşkına...
   Vallah ben söyleyenin yalancısıyım, bir kadın itiraf etti bunu bana... Sanki benim aklım çok başımdaymış gibi, akıl danışır bir de bana!.. İlk aşkı onunla yeniden görüşmek ve konuşmak istermiş... Dünya gözüyle ilk aşkını bir daha görmek... Anlattığına göre deli gibi de severlermiş birbirlerini... Ve şu anda evli oldukları halde, dökmüşler içlerini olduğu gibi birbirlerine!..

   Ne diyeyim ben şimdi bu işe... Adam adam olsa idi 25 yıl önce sorgusuz sualsiz çekip gider miydi sence!.. Şimdi orta yaş bunalımı ile arar kendisine bir eğlence!.. 25 yıl önce sen bir filizken seni terkedip gittiğine göre, 25 yıl sonraki buluşmanızda bir de jet kiralayıp gelir herhalde!.. Hani hevesini aldıktan sonra jet hızıyla yanından kaçmak üzere!.. Bir 25 yıl daha o anın heyecan ve kaçışını paylaşmak üzere beklemeye vaktin yeterliyse, git görüş o zaman eski sevgilinle!.. Benden sana ancak gelir böyle bir tavsiye!.. Saygılarımla... 

28 Ekim 2014 Salı

BÖYLE ADALETİN İÇİNE EDEYİM!..

Televizyon izleme alışkanlığını yeni yeni edindim... Vallah o diziden bu dizeye atlıyorum!.. Televizyon kuşu oldum resmen!.. Bu arada diziler sayesinde özenti ve hayallerimde değişti!.. Ateşli aletlere merak saldım, intiharı daha çok düşünür oldum, uyuşturucu madde içesim geliyor çoğu zaman, ailemin uyuşturucu ticareti ile uğraşmadığına lanet ediyorum!.. Bir kilo toz, bir otobos!.. Diyen demiş bunu... Şimdi ailem uyuşturucu ticareti yapsaydı eğer, bir elim yağda bir elim balda olacaktı!.. Vur patlasın, çal oynasın... Ne o yadırgadınız mı yoksa? Ciddi olduğumu düşünmediniz herhalde... Ancak milyonlarca kişinin, ki bunların arasında gençler ve çocuklar da var, nasıl izin verilir bu dizleri izlemesine... Benim aklımın ermediği bu işte...
   Keşan’da yerel gazetelerde bir intihar haberi yazar, olay yeri fotoğrafını piksellesen de savcılıktan yersin cezayı... Suçun; intihara özendirmek!. Adamın teki uyuşturucudan tutuklanır, yüzünü piksellemez isen yersin cezayı... Suçun; suçluyu fotoğraflamak, sanki suç işlemiş gibi ele güne rezil etmek!.. Kanlı bir ceset fotoğrafını koy sıkıysa!. Teşhirden içeri bile atarlar alimallah!.. Günah günah... Gel görelim ki televizyonlardaki dizilerde hepsi mübah!.. Kimin eli kimin cebinde belli değil, eli silahsız aktör görmen pek mümkün değil, kavga dövüş kan gövdeyi götürür, uyuşturucu ticareti gözler önünde yapılır, ticareti yapanlar beyler gibi yaşarlar, gençleri uyuşturucu batağına zorlarlar... Bunların hiçbiri özendirici olmuyor da, Keşan yerel basınında intihar ya da uyuşturucu madde bağımlılarını teşhir etmek mi özendiriyor... Keşan Cumhuriyet Başsavcılığı’na gökten vahiy mi indi, her teşhire ‘kes ceza’ diye... Eğer dizilerdeki teşhircilik ‘suç’ sayılmıyorsa, o zaman haberler de dizi film formatında yapılsın, suçlular da aktör olarak tanıtılsın... Mesela; ‘başrollerini C.A. ve K.M.’nin oynadığı uyuşturucu ticareti adlı filmde, C.A.’nın satışını yaptığı esrar maddesini içen D.R., bunalıma girerek kendini astı!..’ gibi... Nasıl ama iyi fikir değil mi?!

   Keşan’da görev yapan savcıları dizi film izlemeye davet ediyor, gökten inen vahiyleri de biraz irdelemelerini diliyorum... Yoksa; böyle adaletin içine edeyim!.. Saygılarımla... 

26 Ekim 2014 Pazar

İNTİHAR GİRİŞİMİNDEKİ İZLENİMİM...

   23 Eylül 2013 Pazartesi, saat 21.45... Yukarı Zaferiye Mahallesi Cumhuriyet Caddesi’nde bir intihar girişimi yaşandı... İnşaat halinde bir binaya çıkan kişi, naralar atarak, aşağı atlayacağını söyledi ve onlarca kişiyi başına topladı... En başta da polis, itfaiye ve sağlık ekiplerini, en üst düzey amirine kadar olay yerine getirmeyi başardı...
5. kata çıkan ve aşağı atlayacağını belirtip, kavgalı olduğu öğrenilen dini nikahlı eşiyle bir araya gelebilmek için duygu sömürüsü yapan bu kişinin aşağı atlamayacağı belliydi ama, alkollü olduğu için de aşağı düşme tehlikesi bulunuyordu... Çünkü binanın 5. katında oradan oraya gezen ve zaman zaman akrobatik hareketler yapan bu kişinin dengesini kaybetme ihtimali vardı... O an için de her türlü tedbir alındı...
   Olayın başından sonuna kadar ben ve diğer gazeteci arkadaşlarımız oradaydık... Sadece ilk 5 dakika tedirginlik duydum, ‘aşağı atlayabilir ihtimali’ açısından... Ancak 5 dakikadan sonra, zerre kadar atlayacağını düşünmedim... Hele hele dini nikahlı eşi bile olay yerine gelmek için ikna olmayınca, ‘bu adamdan bir cacık olmaz!’ dedim... Çünkü, 5. kata çıkmış, aşağı atlayacağını söyleyen ve eşine davette bulunan bir adam... Bunun karşısında, bırakın gelmeyi, zorla o olana getirilirim hesabı yapıp, izini kaybettiren bir eş... Hem dini nikahlı hem bu adamdan 2 aylık hamile hem de umurunda değil... Bu durum karşısında, adamın aşağı atlama ihtimalini %100 sıfır olarak gördüm! Ve tahminimde de yanılmadım...
   Neyse, olayın detaylı kısmını zaten gazetelerde haber olarak okuyacaksınız...
Benim asıl değinmek istediğim ise en başında alınması gereken ancak alınmayan ve böyle bir olayın yaşanmasına fırsat doğuran tedbirsizlik... Ve bu tedbirsizlik nedeniyle de en az 50 kamu görevlisinin meşgul edilmesi...
Hepimizin bildiği üzere Keşan’da sayısız inşaatlar yapılıyor... Kimileri sıfırdan başlarken, birçoğunda da iskeleler kurulup tadilatı yapılıyor... Kaç tanesinde güvenlik önlemi alındığını gördünüz sorarım size? Yayaların yoğun olarak geçtiği caddelerdeki inşaatlarda dahi güvenlik önlemi yok... İnşaatın altından geçerken her an kafanıza bir moloz ya da başka bir inşaat malzemesinin düşme ihtimali var... Yine güvenlik tedbiri alınmayan bu inşaatların yanından geçerken, gelişigüzel atılan çivi ve benzeri malzemeler nedeniyle yaralanma şansınız da...
   Ve en önemlisi de inşaat yapıldığı halde, etrafında güvenlik önlemi alınmaması sebebiyle, bu tür olaylara fırsat yaratma olasılığı...
   Eğer o akşam o inşaat ve diğer inşaatlarda güvenlik tedbiri alınmış, etrafı branda ile sarılmış olsaydı, bu olay yaşanır mıydı?
   Evet, belki yine bir intihar girişimi olayı yaşanırdı ama bir inşaat alanının yarattığı durum kadar tehlike arz etmeyebilirdi... Çünkü Keşan’ımızda insanların kendini aşağı atabileceği bir boğaz köprüsü yok! Bir tek üst geçidimiz var ve onun da altına branda gerildiği takdirde, aşağı atlayan kişinin kurtarılma ihtimali %100... Ancak inşaat alanlarının etrafında bulunan duvar, ağaç ve tabelalar nedeniyle her ne kadar branda gerilse dahi, düştüğünde ya da bu alanlara denk gelmesi ihtimali %50... Yani her türlü tedbire karşın tehlikeli bir sonuçla karşı karşıya kalınabilir...
   En azından bu tür durumlara fırsat yaratacak inşaat ve tadilat yapılan alanlarda, bundan sonra güvenlik önlemi alınması, alınmasının sağlanması, almayanlara da cezai yaptırım uygulanması dileğiyle...





25 Ekim 2014 Cumartesi

KELİN MERHEMİ OLSA KENDİ BAŞINA SÜRERMİŞ!

   Dün Keşan’da elektrik kesintisi yaşandı. Kesintinin uzun sürmesi ile birlikte vatandaşlar da gazetemizi arayarak, kesintinin akıbetini öğrenmek istedi... Kimi vatandaş neden kesinti olduğu yönde bilgi isterken (sanki faturasını biz kesiyormuşuz ya da elektrik bedelini biz alıyormuşuz gibi!) bazı vatandaşlar ise Hükümet Konağı binasının karanlıkta olmasını eleştirdi. ‘Hadi evlerde, her işyerinde jeneratör olmaz da, birçok kurumu içinde barındıran Hükümet Konağı karanlıkta kalır mı?’ dedi... Bu durumda bir anormallik olduğunu düşünüp, Hükümet Konağı’nda bir görevli ile irtibata geçtim ve ‘jeneratörün neden devreye sokulmadığını’ sordum... Bu görevli, jeneratörün devrede olduğunu ancak aydınlatmada bir aksaklık yaşandığını ve giderilmesi için çalışıldığını belirtti. Hatta sohbet devam ederken, arıza giderilmiş, Konak aydınlanmıştı... Durumda anormallik olduğu ortaya çıksa da, doğrusu ben yadırgamadım... Hükümet Konağı’ndaki arızalar öylesine bağışıklık yapmıştı ki bende, sanki olası bir durum gibi karşıladım... Binamızın süs asansöründen sonra yarı süslü bir jeneratörü olsa birbirini tamamlar diye düşündüm! Zaten alıştık derme çatma yaşamaya Keşan’da... Neremiz sağlam da Hükümet Konağımız sağlam olsun, söyleyin bana... Dikişimiz öyle bir kaçmış ki, yakalayana benden madalya!
    Bütün bunlar yaşanırken, telefonlar susmak bilmezken, vatandaşıma merem anlatmaktan usanmışken, gazetemizin kapısından giren bir vatandaşım bombayı patlattı birden...
   Onda da sıkıntı elektrik kesintisiymiş ama onun aydınlıkla zoru yokmuş, kesintiden dolayı elektrik faturasının tahsilatı yarına kalmış!
    Ah be gün boyunca arızayı sorup, kesintiden yakınanlar... Baksanıza kurumun kendine hali yok, size-bize faydası nereden olacak! TREDAŞ kendi kurumunda tedbir alıp, fatura bedellerini tahsil edememiş... Kelin merhemi olsa kendi başına sürermiş!...




24 Ekim 2014 Cuma

JANDARMA TEŞKİLATI’NIN BAŞI SAĞOLSUN!

En çok kızdığımız, eleştirdiğimiz şeyleri aslında kendimiz de yaparız... Yine onay vermediğimiz, sevmediğimiz, beğenmediğimiz kişilerin hakkında atıp tutarken, ağzından çıkan her kelimeyi de pür dikkat dinleriz... Birçok kez şahit olmuşumdur Başbakan olduğu dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarını televizyondan izleyen ama izlerken de ‘yalancı, sahtekâr’ gibi kelimeleri savuran öfke dolu insanlara... Hatta, ‘madem bu kadar kızıyorsun, hakaret yağmuruna tutuyorsun izleme o zaman’ dediğim de olmuştur... Yok efendim hem sayıp sövecek ama hem de izleyecek, dinleyecek... Maşallah kızsalar da köpürseler de dinlerler... Karizma var adamda çekiyor işte!.. Ondan nefret eden insanlara bile izlettiriyor kendini, hem de yalan söylediğine inandıkları halde... Konuşmak, dinletmek bir sanattır tabii ki... Konuşma anında ses tonunun ayarını iyi yapan, doğru iniş çıkışlar ve mimiklerle bazı insanlar dinlettirir kendini... Bazı insanlar da sıkar... Doğru söylediğini biliriz, inanırız, severiz ama konuşması sıkıcıdır, güven vermez... Yazmak da bir sanattır... Okuma oranı oldukça düşük olan ülkemizde, insanlara okutabilmek okuma alışkanlığını kazandırabilmek oldukça zor... Yazını çok uzun tutmayacaksın, akıcı olacaksın, anlaşılabilir bir dil kullanacaksın, espri katacaksın, kinayeli yazacaksın... Belki birçoğumuzun bildiğini tahmin ettiğim bu kısa hatırlatmanın ardından, şimdi esas konuma dönmek istiyorum özetle...
                                                               ***
   Hükümetin açıkladığı yeni güvenlik yasası ile İçişleri Bakanlığı’na bağlanacak olan Jandarma Teşkilatının Türk Silahlı Kuvvetleri ile bağı koparılıyor... Polise yapılan darbenin ardından sıra jandarmaya geldi... Artık devletin polisi olmadığı gibi devletin jandarması da olmayacak... Kolluk kuvvetleri olan polisin ardından jandarma da siyasallaşacak... Halkın güvenliği tamamen hükümetin eline geçiyor yani!.. Neyse canım, kırsal kesimde olan vatandaşımın başına bir hal gelirse Tugay Komutanlığını arar; gönderin oradan bize iki er ancak bonzai kullanmayan cinsinden olsun mümkünse(!) der...
   175 yıllık geçmişi olan Jandarma Teşkilatının başı sağolsun der, saygılarımı sunarım!


   Not: Keşan’da vatani görevini yapan erlerin bonzai bağımlılığına birçok kez tanıklık ettiğim ve bu oranın oldukça yüksek olduğunu bildiğim için bu ifadeyi kullandım... Bütün erlerimiz için bu ifadeyi sarfetmediğimin bilinmesini ister, vatani görevini yapan evlatlarının yolunu gözleyen tüm anne ve babaların ellerinden öperim...

BAŞI BOYNU ALTINDA KALSIN BÖYLE BABALARIN...

   Çoktandır fırsat bulamadığım dost ziyaretleri ile ilgili dün bir kaçamak yaptım. Hem hoş sohbet hem de yorgunluk kahvesi içmek için bir ahbabıma uğradım. Sohbetimizin ortasında, bir başka ahbabımız katıldı aramıza. Oradan buradan derken, laf açıldı hayırlı babalardan! Aramıza sonradan katılan ahbabımız, o sıcak muhabbet arasında döktü içini bize... 10 yaşında iken babasının evden ayrılıp kendilerini terk edişini ve yaşadığı acı günleri paylaştı yaşlı gözlerle... Tam muhabbetin sonuna gelmiştik ki, bir arkadaşımız daha katıldı aramıza... Muhabbetin başına değil sonuna yetiştiği için, ‘affet babanı’ dedi bu kardeşimize... Herkesin hata işleyebileceğini, affetmenin büyüklük olduğunu ve kendisine göre doğru davranışın bu olacağını söyledi yumuşak bir dille... Bu kardeşimiz ısrarlı bu tavrın üstüne, sesini biraz da yükselterek ‘ben 20 senedir zeytin yemiyorum, yemediğim gibi zeytinden de kaçıyorum’ dedi... 3 sene boyunca annesi ve kardeşleri ile birlikte karınlarını zeytin ekmekle doyuran bu kardeşimizin, zeytin hayatında öyle bir yer etmişti ki, o günleri hatırlamamak için bir daha ne zeytin yemiş ne de evine zeytin sokmuştu... Annesi ev temizliklerine gidip eve ekmek parası getirsin diye, o kardeşlerine bakmış ve tahsilini yarıda bırakmıştı... Bayram olduğunda herkes babasının elini öperken, elini tutup gezerken, o bir mezar bile bulamamıştı babasını ziyaret edebileceği! Evlerinde hiç ışık yanmamıştı 2 sene, karanlık odasında sabah olmasını beklemişti karanlıktan kurtulmak için bu kardeşimiz... Kapılarının tokmağı vursun da, bir komşusu bir tabak yemek bıraksın diye hep kapının yanına yakın bir yerde oturmuştu senelerce... Çok acı, çok üzüntü, yokluk, açlık çekmiş annesi ve 2 kardeşi ile birlikte ama 10 senenin sonunda ermişler muratlarına... Çalışmışlar, çabalamışlar, didinmişler ve ondan sonrasında kimseye muhtaç olmadan kendilerini geçindirmişler... Ve 25 sene sonra anne ve 3 çocuğuna bunları yaşatan hayırsız baba, karşılarına çıkmak ve hallerini hatırlarını sorup, yardımcı olmak istemiş onlara...
Ve bu kardeşimiz selam göndermiş babasına, kısa yazdığı şu mektubuyla: “Çok şükür halimiz vaktimiz iyi. Ben 10 yaşındaydım, bir kardeşim 7, diğeri de annemin 3 aylık karnındaydı bizi terk ettiğinde... Şimdi benim 16 ve 14 yaşlarında iki evladım, kardeşlerimin de 3’er çocukları var... Bize baba bundan 25 yıl önce lazımdı. Babalık çağımız geçti, ben çoktan baba, kardeşlerim de anne oldular... Sana şimdi evlat lazım olduysa, bizi terk ederken aklın kimde ise, git ondan evlat iste!”
    Dün yaptığımız bu acı hatıralarla dolu sohbette, ben aramıza katılan arkadaşın iyi niyetine onay vermeyip, aksine ‘affetme’ dedim kardeşime...
    Sen de affetme, benim kızım da affetmesin hayırsız babasını...
    Sen: 3 yıl boyunca seni, anneni ve kardeşlerini zeytin ekmeğe mahkum edip, sizleri zeytinden soğuttuğu için; annene sizin karnınızı doyurabilmek için temizlik yaptırıp, senin tahsiline engel olduğu için, 2 sene boyunca evinizde elektrik yakamadığınız ve sana pencere kenarında her akşam gün doğmasını beklettiği için, bir tas sıcak yemek için kapının komşu tarafından çalındığını beklediğin için, sana dertleşmek için mezar taşı bile bahşetmediği için bu hayırsız babayı affetme...
   Kızım: 10 yıl boyunca ‘anne biz ne zaman karanlıkta sokakta dolaşabileceğiz’ dediğin günlerin acı hatırasına; hasta olup da canın portakal istediğinde, paramız olmadığı için alamadığımda ‘gözyaşlarımı sildiğin’ günün anısına; deden ve anneannen arayıp paranız var mı diye sorduğunda, olmadığı halde yalan söyleyip, ‘çok paramız var’ dediğimiz günlerin hatırasına; 1 liramız kalıp da, belki bu akşam şans yüzümüze güler diyerek, bardaktan boşanırcasına yağmurun altında yürüyüp, ‘o 1 lirayı şans oyununa yatırdığımız’ günün anısına; bol bol patates kızartması ve makarna ile karnını doyurduğun günler hatırına, her bayram sabahı öğlene kadar yatağından çıkmayıp, bayramların hiç gelmesini istemediğin günlerin anısına, 23 yaşına kadar gelip de sadece 1 kere gördüğün, ‘senin halin nicedir’ diye sormayan o hayırsız babanı affetme kızım... Çok şükür hepsi geride kaldı, bundan sonra hayırsız baban karşına çıksa da, sadece sana kötü günleri anımsatacağı için kızım, affetme onu, sakın affetme...
   Böyle babaların başları, boyunları altında kalır inşallah!




23 Ekim 2014 Perşembe

HAREMLİK-SELÂMLIK OLANLAR ACABA KİMLER? AKP’LİLER Mİ YOKSA CHP’LİLER Mİ?!

    Saat 23.00 (23 Ekim 2014 Perşembe akşamı)... Evet, tam bu saatte başladım köşemi yazmaya... Ne zaman içimden geldiği gibi yazmak istesem, kelimeler dökülür satırlara... Mutlaka eleştirenler hatta suçlayanlar olacaktır, belki ileri gidip Atatürk düşmanı ilan edenler de olabilir!.. Ama umurumda değil... Ben kendimi biliyorum, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de şu an başka bir dünyada olsa bile benim hissettiklerimi anlayacağından şüphem yok...
    Artık eskisi gibi sokaklarda değilim, daha çok evde geçiyor vaktim... Doğal olarak da televizyon izleme ve İnternet’te sosyal paylaşım ve haber sitelerini ziyaretlerim oldukça arttı... Tabii ki bu yazımı sadece televizyon ve İnternet’e bağlı olarak yorumlamayacağım... Daha önceki izlenimlerimi de pekiştireceğim yazarken...
    Türbanı başımıza kim musallat etti: AKP’liler... Cumhurbaşkanı’ndan Başbakanı’na bakanlarından milletvekillerinin eşlerine kadar neredeyse hepsi türbanlı... Gözümüz aydın!.. Artık 11 yaşındaki bir çocuk dahi türban takıp okuluna gidebilecek... Yobaz AKP’liler!.. Eşlerinin, bir yudum çocukların başlarını bile türbanladılar, bir de demokratlıktan, özgürlükten bahsederler!.. Kadın-erkek eşitliğini bitiren kim: AKP’liler... Hem kadınları ikinci sınıf sayarlar, başlarını türbanlarlar ama her yere de peşlerinden taşırlar... Hem de el ele kol kola... Erkek erkeğe görmek nadirdir onları, özellikle de halkın karşısında... Breh Allahsız, kitapsızlar... Bir yandan yobazlığı içten içe işlerken, halkın karşısına ise sıcacık çıkarlar...
Ya CHP’liler... O kadar çok türbanı anlattılar ki halka, AKP’nin sevdiremediği türbanı zorla sevdirttiler bize!.. ‘Kadın-erkek eşittir’ dediler ve AKP’nin kadına ikinci sınıf muamelesi yaptığını öne sürdüler... Ama CHP’li siyasiler, siyasi havaya öyle bir girdiler ki, hep erkek erkeğe boy gösterdiler... Gerçek düşüncelerini fotoğrafa yansıtamadılar, halka gösteremediler... Evet, basın açıklamaları hep kadınlı erkekli yapılır... Bu CHP için de AKP için de böyledir... AKP’li kadınların çoğunun başı örtülüdür, öyle saçlarını güneş gözlükleri ile şekillendirmezler(!), sigara tüttürmeye vakit harcamazlar, çok eğlence ve cümbüşler yapmazlar ama, hep gezerler... Evlere giderler, yaşlılara giderler, ihtiyaç sahiplerini arayıp bulurlar ve bir şekilde gönlünü alırlar... CHP’li kadınlar yapmıyor mu? Tabii ki onlar da yapıyor ama gözlemlediğim o ki, AKP’li kadınlar 3-1 öndeler... Geçenler de bir etkinlik vardı ve o etkiliğe hem CHPliler hem de AKP’liler katılmıştı... (Sosyal paylaşım sitelerinden takip ettim) AKP’liler kadınlı-erkekli fotoğraf karesinde yer almış, CHP’lilerden karelere girenler ise ayrı ayrı gruplar ve erkeklerdi... Kadınlar da gitmiş besbelli ama haremlik-selâmlık olmuşlar herhalde!..

    Ben bir vatandaşım... Yeni Türkiye’yi izliyorum ve içim acıyor... Ancak şöyle derin düşündüğümde ve özeleştiri yapıp, AKP ve CHP siyasetini değerlendirdiğimde; CHP’lilerin modern, çağdaş, eşitlikçi, özgürlükten yana, hak ve adaletin peşinde olduğundan emin olsam da, bu tabloyu halka AKP’lilerin gösterdiğine inanıyorum... CHP düşünüyor, icraat AKP’de diyorum!.. Halk, sadece duymak değil, görmek ve bunu yaşamak istiyor... Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkma çabasında olan CHP’liler, ben derim ki; susun, sadece gösterin ve yaşatın! Saygılarımla...

22 Ekim 2014 Çarşamba

DOLANDIRICIYI TEPETAKLAK ETTİM!..

   Bugün saat 14.30 sıralarıydı... Ev telefonumuz çaldı... Telefonu açtığımda birden kendimi karakolda falan hissettim!.. Telsiz sesleri bir tarafta, derinden ikili diyaloglar da geliyor... Ve yine telefonun ucundaki ses Keşan İlçe Emniyet Müdürlüğü’nden aradığını belirtse de, durağan konuşmalar yapıyor... Arkadan gelen sesleri duyabilmem ve senaryoyu anlatmadan önce beni kandırmak için... Tabii ben olaya hakim olduğum için telefonun ucundaki sesin senaryosunu anlatmasını bekliyorum, gayet serin kanlı davranarak... Dolandırıcı başlıyor anlatmaya ve telefonun benim üzerime kayıtlı olmadığını araştırmış biliyor... Kır saçlı, 70 yaş üzeri bir beyefendi beklediği ve adını da bildiği için, babamı soruyor... Evde olmadığını belirtiyorum ve telaşlı bir tavır takınarak, ne gerekiyorsa yapabileceğimi söylüyorum... Dolandırıcı bir ‘oh!’ çekiyor ve başlıyor dizmeye... Ne terör örgütü kalıyor, ne kimlik vs. kartlarımızın ele geçirilmediği, hayatımızın tehlike altında olduğu vs... Ama tuzağı o kadar iyi hazırlamışlar ki, yutkunduğu ve konuşmadığı anlarda arkadan gelen sesler yükseltilip polis merkezinde olunduğu havası veriliyor... Bu dolandırıcının konuşmalarına daha fazla tahammül edemeyip, ‘bitti mi?’ diye soruyorum ve şimdi siz beni dinleyin diyorum... Önce, Keşan İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde görevli polis memurlarını çok iyi tanıdığımı ve hepsiyle de birebir diyalogum olduğunu belirtiyorum, arkasından da gazeteci olduğumu söylüyorum... Ve başlıyorum inci inci dizmeye dolandırıcıya... Hatta, ‘sayın dolandırıcı!’ diye hitap ediyorum kendisine ve bugüne kadar yaktıkları canları hatırlatıyorum!.. Bizim dolandırıcı köpürüyor, telsiz sesleri susuyor, hakaretlerin bini bin para!.. O bana saydırıyor, ben de ona... Ve son sözümü söyleyip yüzüne kapatıyorum telefonu... Ama dolandırıcı bey o kadar sinirlenmiş besbelli ki, bir daha arayıp, ‘yaz gazeteye’ diyor, avazı çıktığı kadar bağırarak... ‘yazacağım, yazacağım ve Keşan’da sizin kökünüzü kurutacağım’ diye karşılık veriyorum... Dolandırıcının bir an kafayı sıyırdığını düşünmedim de değil bağırışlarından!.. İlk başta yaptığımız konuşmadan o kadar emindi ki avını yakaladığından, sanıyorum sonradan dumur olmak çok koydu dolandırıcı beyefendiye de yediremedi bu nedenle kendisine!.. Ben ise öyle keyiflenmiştim ki, hem moralini hem de motivasyonunu bozduğum için dolandırıcı beyefendinin!

    Bunu sizlerle paylaştım ama sözü yine doğal gaza bağlayacağım... Yerel basından takip etmişsinizdir mutlaka... Mahalle ziyaretleri yapılıyor bir heyet halinde ve doğal gazın önemi hakkında bilgi veriliyor vatandaşlarımıza... Ve bu heyetin içinde İlçe Emniyet Müdürümüz Sayın Ahmet Yıldız da bulunuyor... Ve yine telefon dolandırıcılığı ülke genelinde olduğu gibi Keşan’da da had safhada... Gün geçmiyor ki bir vatandaşımız dolandırılmasın, parası gasp edilmesin... Şimdi denilecek ki; afişler asıyoruz, broşür dağıtıyoruz, yerel basında anlatıyoruz ve halkı bilgilendiriyoruz... Orta yaş ve üzeri kesimin en çok bulunduğu ortam hem merkez hem de kırsalda neresi; kahvehaneler... Dolandırıcıların hedef kitlesi kim; orta yaş ve üstü... Afişleri, broşürleri okumayan ya da okuması yazması olmayan kesime en güzel anlatım şekli nedir; sözlü olarak... Ben şimdi sormak istiyorum; Sayın Ahmet Yıldız, hiç sorumluluğu olmadığı halde doğal gaz bilgilendirme toplantılarına katılacağına, yanına birkaç polis memuru alıp her gece kahvehane ziyaretleri yapıp dolandırıcılık ile ilgili vatandaşı bilgilendirse sizce daha iyi olmaz mı? Ama anlatmasını da bilecek! Çünkü, dolandırıcılar profesyonel... Hem de çok planlı ve programlı hareket ediyorlar... Ben, konuya hakim olduğum için yutmadım ancak, konuya hakim olmayan bir vatandaşım çok rahat tuzağa düşebilir... Bu yazımı okuyan vatandaşlarımdan da yakınlarını uyarmalarını ve telefonun ucundaki sesin, ilk etapta, özellikle arkadan gelen sesin algılanması için duraksayarak konuştuğunu hatırlatın...
     Umarım İlçe Emniyet Müdürümüzün de kulağına gider de, kendi alanının doğal gaz değil halkın güvenliği olduğu bilincini hatırlar!.. Saygılarımla... 

21 Ekim 2014 Salı

KEŞAN’IN GAZDAN ÖNCE, İYİ YÖNETİLMEYE İHTİYACI VAR!

Keşan’daki yönetici ve idareciler doğal gaz peşinde... Keşan’ın menfaatine, hatırı sayılır kurumların yöneticileri, kendi kurumlarının kasalarını ve kurumları adına yatırım sağladıkları hayırsever iş adamlarını harekete geçirseydiler şimdiye çözümlenmişti doğal gaz konusunu... Ancak onlar her zaman ki gibi, boşa kürek sallamakla geçirdiler bu süreyi... Mahalle gezilerinden de bir sonuç çıkacağını düşünmüyorum tabii ki... Doğal gaza kilitlendik, Keşan yansa umurlarında değil vallah... Dün çarşı merkezinde yaya haldeyim... Anafartalar Caddesi’nin Tekel Meydanı’na devam eden bölümüne (Halk Bankası Keşan Şubesi ve 100. Yıl Pasajı’nın arasında kalan caddenin kaldırımları) geçebilmek için akla karayı seçtim... Kaldırımlarda yaya hariç, ne arasanız var!.. Güya zabıtalar denetimde ve kaldırımlara çıkarılan ürünler için esnaf uyarılıyormuş... Koca bir yalan! 50 metre kaldırımdan yürüyeceğim diye, oryantallerden beter oldum vallah!.. Cadde üzerindeki araçlar da köçek!.. At arabası, seyyar satıcısı, her iki yönde usulsüz parklar yüzünden tam bir köçek olmuştu!.. Bir sağa, bir sola, Allah caddeyi geçmek çabası içinde bulunan yaya ve sürücülere yardımcı ola!.. Oradan güç bela, İsmet İnönü Caddesi’ne yöneldim... 8 ila 14 yaş aralığında 7-8 çocuğun ellerinde sigaraları ile kaldırımı işgal ettiklerini görünce meraklandım... Parmak ucumda yükselerek kimi çevrelediklerini görünce de, yutkundum... Bizim kızanlar ellerinde sigara, tüttüre tüttüre kazı kazan kazıyorlardı!.. Fotoğraflayacaktım amma, -yaşı küçük çocukları teşhir etmek suçundan- savcılıktan darbe yememek için vazgeçtim!.. Onlar suç işleyebilir, bu duruma müdahale etmeyenler suçlu olabilir, denetlemeyenler ihmâlkârlıkta bulunabilir, amma bunu fotoğraflayanlar ve teşhir edenler -suçlu-dur!.. Yanlışları, hataları, aksaklıkları, düzenbazlığı gizleyeceksin, örtpas edeceksin, susacaksın, görmezden geleceksin, o zaman işte; senden iyisi yok!.. Yine aynı gün, hava sıcaklığı 20 derecenin üzerinde iken, güneş tepede ensemizi kavururken, sokakta insanlar kısa kollu gezer iken ve hava sıcaklığı 15 derecenin altına inmediği halde -kalorifer yakmak yasak- iken, ben Keşan Belediyesini bizzat arayarak ihbarda bulundum... İsmimi de telefonumu da verdim ve konu hakkında gerekli uyarı yapıldıktan sonra bilgilendirileceğim söylendi... Sonuç mu? Hiçbir şey yapılmadı ki, bilgilendirme yapılsın!.. Şu anda da kapılar camlar açık, evimin bazı odalarındaki petekleri kapatmış vaziyette oturuyorum işte!.. (Akşam saatlerinde yakılması, hava sıcaklığının düşmesi nedeniyle normal tabii ki ama gereğinden fazla yakılması hava kirliliğini tetikliyor bence...) Bunu da, kaloriferli apartmanların denetlendiğini, hava sıcaklığına göre yapılması konusunda uyarıda bulunduklarını açıklayanlara kapak olması için yazdım... Denetimleriniz mükemmel!.. Çok saygıdeğer yöneticilerimiz ve daire amirlerimiz, lakin doğal gaz psikolojisinden sıyrılabilirseniz, başka sorunlarla da ilgilenmenizi tavsiye ederiz... Şunu da aklınızın bir köşesinde bulundurmanızda fayda olacağını düşünüyorum ki; Keşan’ın gazdan önce, iyi yönetilmeye ihtiyacı var! Saygılarımla...



20 Ekim 2014 Pazartesi

RADAR UYGULAMASI MI, SÜRÜCÜYE KAZIK MI!..

   Sürücülerin korkulu rüyası radar!.. Birçok sürücü, yaşadığı bölgede radar uygulamasının hangi noktalarda karşısına çıkacağını bildiği halde, bölgemizdeki en alışılagelmiş radar uygulaması da yol güzergahında ters yönde bekleyen otomobil olduğudur... 100 ya da 200 metre ileride de hemen trafik polisi durduruverir sürücüleri radara yakalandığı için... Hepsi bu kadar... Sürücünün kaderini güzergahta ters yönde bekleyen otomobil tuzağı belirler yani... Ters yönde duran otomobili, gözü yolun sağında olan sürücü farkederse hemen hız limitini düşürür ve tuzaktan kurtulur, farkedemediyse de kazığı yediği gündür!.. Öyle radar uygulaması yapılacağına dair bir trafik işareti yoktur yani yolda... Vatandaşım saf(!) ya, devletim memuru ona kazık mı atacak!.. Haşa... Hem radara torpil de işlemiyor, ‘yakınımı arayayım da bağlasın işi, kurtulayım cezadan’ ya da ‘polise rüşvet vereyim de cezayı sildireyim’ gibi... Anasını sattığımı radarından kurtuluş yok yani!.. Hafifletme yöntemi var tabii ki... Benim saf vatandaşım cezayı yatırma süresinden önce yani 15 gün içinde öderse, indirimden yararlanıyor... Kazık indirimi uygulanıyor(!) yani sürücülere... Eh, vatandaşım da bu kazığı kâr sayıp üç-beş kuruştan yırtmak için hemen koşuyor cezasını yatırmaya...
   Ancak... belki birçoğumuzun bilgisi olmuştur ama birçoğumuzun da bilgisi olmadığını düşünerek, bilgilendirme yapmak istiyorum vatandaşıma...
Siz siz olun, eğer seyahat ettiğiniz kara yolunda radar uygulaması yapılacağına dair bir işaretleme (sürücülerin mutlak ve mutlak göreceği şekilde) yapılmamışsa, cezaya itiraz edin ve hakkınızı arayın... Eğer trafik işaretleri ile bilgilendirme olmadığı halde ceza kesildi ise kesinlikle ve kesinlikle ceza iptal oluyor... Öyle kara yolunun kenarında otomobille ters yönde park edip, 200 metre ileride de ‘radara yakalandınız’ demek, sürücüye tuzak ve kazık anlamı taşıyor sadece... Bugüne kadar kesilmiş cezaların iptali için bir şey yapılabilir mi, bunu bir hukuk danışmanından öğrenebilirsiniz ama şu anda belirttiğim şekilde radara girmiş ve ceza yemişseniz, hemen itiraz etmenizi diler; bundan sonra da devlet adına görev yapan kişilerin, sürücülere kazık atmak yerine, radar uygulaması yapılacağına dair trafik işaretini koymasını ve buna rağmen hız limitini aşan sürücülere işlem yapmasını temenni ederim... Saygılarımla...

   Not: Bu konuda internetten birçok bilgiye ulaşabilirsiniz... Google ‘radar uygulaması nasıl yapılmalı’ diye yazmanız yeterli...


18 Ekim 2014 Cumartesi

OKULLAR HAYAT DEĞİL, TİCARETHANE OLDU!

    Ne güzelde okulları hayat yapmışız... Hayat diye diye, bayağı da hayatlamışız!.. Keşan Lisesi... Anadolu Keşan Lisesi... Adı da tam oturuşmadı ki!.. Bir davetiye geliyor, Anadolu Keşan Lisesi yazıyor... Haydi başka bir davetiyede Keşan Lisesi geçiyor... Adı her neyse de bu okulun herhangi bir köşesinden benim de canım çekiyor!..
    Önce okulun bahçesine bir halı saha yaptılar... Doyumsuzluk oldu(!), bu sahayı dev asa bir yapıya dönüştürdüler... Mahalleli ayaklansa da, bir taraflarına bile takmadılar! Şimdi öbür köşesine de bankamatik yerleştirmişler... Zaten hafta sonları otopark olarak kullanılıyor... Vallahi Anadolu Keşan Lisesi ya da Keşan Lisesi her neyse, ‘Banker Kastelli’ gibi işliyor! Ama kim sorarsa; Okullar Hayat Oluyor(!)
    Geçmiş yıllarda, sadece okul idaresi, öğrenci ve velilerin kullanım alanı olan, esnaf anlamında ise sadece okul kantinlerine mal getiren firmaları gördüğümüz bu kurumlar; -halkın- yanında olduğunu savunan bir -İktidar Partisi- ile -halkçı- bir -Belediye- sayesinde döndü; ticarethaneye, meyhaneye, cemiyethaneye, aşkhaneye ve batakhaneye...
    Otoparkçı, halı sahacı, simitçi, börekçi orada; birasını kapan, şarabını alan burada; düğün-dernek ihtiyaçları için halkın yanında; sevgilisini, manitasını, dostunu koluna takan okul bahçesinin kuytu köşesinde; balicisini, tinercisini ise hiç sorma... Kafayı öyle buluyorlar ki, başladılar Türk bayrağına bile saldırmaya... Bir de hafifletici sebepleri var, ‘yaşın küçük çocuğum teslim edelim seni ailene!’ Yakılan Türk bayrağıymış, adalet nerede!...
    Sonunda benzettiniz ya okul bahçelerini de kendinize... Benim korkum daha da ileri gitmeniz de...
    Bu ‘Okullar Hayat Olsun’ projenizle, okulları okulluktan çıkardınız iyice... Projeleri bırakın da, okulları yolundan saptırmayın ve çocuklarımıza iyi bir eğitim vermeyi hedef alın önce...
    Bu yaptığınız projelerle çocuklar ne mi olur: Ya çalgıcı, ya ayyaş ya da Banker Kastelli!...




BELEDİYENİN TAKVİMİ KARŞIMDA DURUYOR, BAKTIKÇA GÖZYAŞINA BOĞUYOR!

Vatandaşım bana kızmış... Başbakan’a takmışım... Keşan Belediyesini es geçip, bastırdığı 7.500 adet takvim için yorum yapmamışım... Doğrusu haklı vatandaşım... Halbuki takvim karşımda duruyor, baktıkça beni gözyaşına boğuyor! Hele hele sayfaları çevirip, methiyeleri okudukça, kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor!
İsterseniz şöyle yazılanları bir hatırlatayım, altına da yorumlarımı yapıştırayım...
                                                             * * *
“Türkiye’de TOKİ’siz sadece belediyenin yaptığı tek konutlar...”
Evet, çok şükür öyle... Almayan pişman, alan bin pişman! 2 senede boyaları döküldü, kalorifer boruları patladı, bodrumları su bastı... Baş edemeyen ev sahipleri de ya sattı ya da kiraya verdi...
“Keşan daha modern, daha temiz bir balık haline kavuştu!”
Kavuştu kavuşmasına da bizim köşeler boşalmadı... Her köşe başında seyyar balık satıcıları hem trafiği aksatmaya, hem balık sularını akıtmaya hem de çevre kirliliği yaratmaya devam etti... Anlayacağınız Balık Hali tertemiz ama şehir merkezi balık kokusundan geçilmiyor, adamın sokak ortasında masa kurup, rakı-balık yapası geliyor!
“Çok amaçlı Pazaryeri Kompleksi”
İnşaata başlanmasıyla birlikte ulusal basına yansıdık, yağma olayları ile nam saldık! Pazarcı esnafının yer dağılımında denge kuramayınca da birbirlerine düşman yaptık... Fiyaskoyla başlayan işin sonu umarım güzel neticelenir de rezillik örtülür iş bitince!
170 km. kanalizasyon ve büz döşemesi gerçekleştirdik”
Aman gerçekleştirmez olaydınız... Ne zaman yerin altına girmeye kalksanız yüzünüze gözünüze bulaştırdınız! Bir plan program çerçevesinde gerçekleştirmediğiniz için bir asfalt attınız bir kazdınız, bir kaldırım yaptınız bir kırdınız, yolları da köstebek yuvasına çevirdiniz... Döşemesine döşediniz de vatandaşa da inanılmaz işkence çektirdiniz!
“Yağmur Suyu Kanal Projesi”
Aman bu projeye hiç girmeyelim, yoksa o kanalların içine edeceğim! Yağmur suyu girecek mi bilmem ama yerleştirirken yapılan engebeden dolayı her gün bir aracın girdiği kesin!
“Bölgenin en güçlü itfaiye araç ve ekipmanı ile eğitimli personeline sahibiz”
Aman bu takvimden sakın çoğaltmayın, daha fazla da madara olmayın... İtfaiye araçlarımıza diyecek sözüm yok da, eğitimli personel konusunda biraz şaşkınım! Daha düne kadar itfaiye aracının vanasının nerede olduğunu bulmakta zorlanıyorlardı, hangi arada usta oldular anlamadım! Koşarlar, atlarlar, iyi silah atarlar uzman çavuşlar da, tazyikli su sıkıp, adres bulmak tecrübeye dayanır biraz...
“Her şey daha temiz bir Keşan için”
Her şey tamam ama temiz ve düzenli bir Keşan için; daha 30 Halk Ekmek Şirketi kurup, bol bol ekmek yemek gerek!
“Toplam 51 adet araç alımı yaptık”
Yapın şunu 52 de İtfaiye Müdürü makam aracını cenaze aracı olarak kullanmasın 2014’te!
“40751 m2’lik alana sahip Cennet Tepe”
Biz yiyemedik sen ye!
“Keşan’ın simgesi haline gelen Değirmen Tepe”
Oldu ellere sermaye!
                                                             * * *
Benden bu kadar yorum... Fırsat bulursam eğer, yılbaşı tebrik kartları ile takvimleri deste deste yapıp, ya yollardaki çukurları kapatacağım ya da maaşını alamayan taşeron işçilere verip, tencerede pişirip yemelerini isteyeceğim!
Kalın şimdi, sağlık ve selametle derim!



17 Ekim 2014 Cuma

ŞENGÜL HANIM, ANKARA’YA NİYETLENMİŞ-MİŞ!..

    Hay Allah... Bu sabah keyifsiz olmama karşın bir gazete almak için mahalle bakkalına uğrayayım dedim... Gazeteyi elime alana kadar, fısıltı gazetesinden bomba haberler aldım!.. CHP’nin milletvekili aday adaylarına bir yenisi daha eklenmiş... Güya, Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan’ın eşi Sayın Şengül Özcan, milletvekilliği aday adaylığı için faaliyete geçmiş... Özcan ailesinin beyefendisi Keşan’da yönetimi elde tutarken, hanımefendi de Keşan halkını Ankara’da temsil etmeye niyetlenmiş... Hayırlısı olsun... Kadın kontenjanı, Keşan’daki CHP’li üyelerin sempatisi, Faik Öztrak’ın omuz atması derken, olur mu olur... Hele hele koltuk hırsı ve kadın olursa, ‘Ankara-Keşan yandık anam!’ dememek şaka gibi... Vallah şeytan diyor ki; ‘sende kontenjandan at kendini bir yere!’ Yarıştır Şengül Hanım’la siyasette... Hazine arazilerini imara açamam, inşaat firmaları ile işbirliğinde bulunamam, Belediye eliyle kendime rant sağlayamam ama... bütün bu düzene ‘dur’ diyecek yüreğe sahibim alimallah!.. Umarım bu fısıltı dedikodudan ibarettir; Keşan’ı boyadık, Ankara’yı da cilalamayız!.. Saygılarımla...


16 Ekim 2014 Perşembe

AZRAİL BANA YİNE YOKLAMA ÇEKTİ!

   14 Şubat Sevgililer Günü’ydü... Benim Azrail, bu günü yalnız geçireceğimi öğrenince, beni kendine sevgili yapmak istedi!.. Yapıştı yakama, ‘götüreceğim seni’ dedi, ‘öbür dünyaya!’... Breh öyle takmış ki kafayı bana, zorla da olsa alacak öbür tarafa...
   Evet sevgili okurlarım, benim dokuz candan 4’ü gitmişti, Azrail’in son yoklaması ile beraber gidişler 5 oldu... 2001 yılında lösemi hastalığına yakalanmam, 2006 yılında arabayla iki takla atmam, 2 gün sonrasında yıldırım yoklaması, derken geçtiğimiz günlerde elektrik çarpması ve son olarak da 14 Şubat 2014 Cuma günü saat 14.30 sıralarında şiddetli baş dönmesi ile birlikte ambulansla Keşan Devlet Hastanesine kaldırılmam... Benim düşmanlar ile sevenlerin yarıştırıyor... Düşmanlar bir an önce öteyi gitmem için duacıyken, sevenlerim de kalmam için dua ediyor... Azrail de iki arada bir derede kalıyor... Alsa bir türlü almasa bir türlü... Alıp götürse ötede başına dert olacağımdan ve açıklarını yakalayacağımdan korkuyor... O nedenle de yoklayıp yoklayıp azat ediyor!.. Bu sefer farklı bir yöntem denedi, Sevgililer Günü’nü seçip, beni kendine sevgili yaparak kandırmayı denedi!... Ama yemedi!.. 4-5 saat etrafımda dolaştı, bana türlü türlü cilveler yaptı, hatta bir ara baktım bahşiş bile yapıştırmaya niyetlendi! Keşan’ın havasını kokladı ya, hemen huyunu suyunu kapıverdi! ‘Breh Azrail dedim yanlış kapıdasın, bahşişle işi bitireceğini sanıyorsan, ben seni Keşan-Malkara kara yoluna yollayayım!’... Baktım benim Azrail 5. vitese taktı, hemen Keşan-Malkara kara yoluna yollandı... Gidiş o gidiş, bir daha uğramadı... Yakamdan sıyrılınca ben de rahatladım, gözlerimi yavaş yavaş açmaya başladım... 1-2 saat sonra kendime geldim ama bu sefer de ben Azrail’i merak ettim... Gidip kontrol edeyim dedim... Aman ne göreyim... Azrail yolu bulmuş bulmasına da, hurileri görünce çarpacağına o çarpılmış!.. Bizim huriler onu bile baştan çıkarmış!.. Azrail’i zum etmiş, neyi var neyi yoksa tüketmiş, pestil gibi de yere sermiş... Anlayacağınız huriler kırk yılda bir benim işime yaradı, Azrail’i bile kendilerine aşık etmekle benim canı kurtardı!.. Bu arada Azrail’in bana olan sevdası da noktalandı... Bundan sonra ne mi yapar; her akşam vur patlasın çal oynasın... Bizim canlar da bize kalsın... Azrail de aldı pavyon tadını, bundan sonra zor görür başka tarafı!..




DOĞALGAZ PLATFORMU, KENDİ ÇALIP KENDİ OYNUYOR!

   Keşan Doğalgaz Platformu, mahalle gezilerine başladı!.. Pardon... Keşan Siyasi Doğalgaz Heyeti, mahalle gezilerine başladı... Sanırım, bu ifade ‘cuk’ diye yerine oturdu... Neden derseniz; siyasileri bilirsiniz, bir ziyarette bulunacakları zaman cümbür cemaat giderler... Ziyarette bulunacakları kişi ya 1 ya 2 ya da 3’tür ama kendileri ordu gibi iştirak ettikleri için, ziyaret anı da objektiflere kalabalık bir grup olarak yansır... Dostlar alışverişte görsün, fotoğrafa doluluk gelsin, gazetelerde toplu bir görüntü yer alsın hesabı... Ne de olsa siyaset işte, böyle ufak tefek kamera şakaları olacak tabii ki!..

   Ancak hem sosyal medyadan hem de yerel gazetelerden takip ettiğim üzere, bizim Keşan Doğalgaz Platformu’nun halkı bilinçlendirmek daha Türkçesi abone başvurusu yapmaları için ikna etmek amacıyla düzenledikleri mahalle toplantılarının da siyasi toplantılardan bir farkı kalmamış... Kaymakamı, Belediye Başkanı, Emniyet Müdürü, Hastane Müdürü, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, muhtarı, vs. derken... bir orduya denk düşmüşler maşallah!.. Ehh... üj-bej konuk misafir de bulunuyor aralarında!.. Anlayacağınız bizim akil adamlar, kendileri çalıp kendileri oynamakta!.. Bence her biriniz bir kapı çalıp, birebir vatandaşı ikna etmeye çalışsanız çok daha işe yarar vallah!.. En azından bir gecede 30 kişiyi ikna etme fırsatı yakalar, emekleriniz de heba olmaz böylece... Yoksa... görünen köy kılavuz istemediği üzere; kendiniz çalar kendiniz oynarsınız, doğal gaz bilgilendirme toplantılarını da kendi kendinize gazlanıp tamamlarsınız!... Saygılarımla... 

15 Ekim 2014 Çarşamba

ESKİNİN VE ŞİMDİNİN ANNELERİ...

     Geçtiğimiz günlerde Facebook paylaşım sitesinde gezinirken bir söz dikkatimi çekti ve beni epeyce eskilere götürdü...
     Söz aynen şöyleydi: Beğendiği renkte kanepe bulmak için mağaza mağaza gezip, kanepeyi aldıktan sonra örtü örtüp kanepeyi ebediyen kapatan kişiye ‘Anne’ denir...
    Bu söz bana hem rahmetli annemi hatırlattı hem de eskilerin hafızamda canlanmasını sağladı...
    Evet, annelerimiz, anneannelerimiz, babaannelerimiz, teyzelerimiz, halalarımız, yengelerimiz için bu sözü çok sık kullanırdık eski zamanlarda...
Hiç unutmam, becel yağ yeni yeni raflarda yer almıştı. O zamana kadar katı yağlar hep kağıt ambalaj içindeydi... İlk defa plastik bir kap içinde katı yağ satışa sunulmuştu ve reklamı da iyi yapılmıştı ki, kısa sürede dolaplarımızda yerini aldı... Aldı almasına da, ah o becel yağ yüzünden çektiklerimi bir bilseniz... Rahmetli anacığım, biten her becel yağın kutusunu yıkar, soframızdan artan yemekleri de becel yağ kutusuna koyarak, buzdolabına yerleştirirdi... Öyle günler oluyordu ki, buzdolabımızda en az 10 tane becel yağ kutusu... Buraya kadar normal, ancak benim sabah tost yapmak için verdiğim mücadele, deveye hendek atlatmaktan daha zor geliyordu! Canım ne zaman peynirli domatesli tost istese ve bir tostun yapılışı 5 dakikalık bir iş olsa da, becel yağı kutularından dolayı ya yarım saatte ancak sonuç alabiliyordum ya da sinirlenip vazgeçiyordum! Neden mi? Ekmek ve domates tamam, 30 saniye sürmeden tost için hazır... Ya peynir ve yağ kısmına ne dersiniz? O sarı becel yağı kutusunun hangisinin içinden yağ ve peynir çıkacağını bulabilmek için en az 10 kutuyu test etmek zorundasın! O kutuyu açarım; akşam yemeğinden kalan salata! Öbürünü açarım; akşamdan kalan pırasa yemeği! Diğerini açarım; içinden turşu çıkar! Onu, bunu derken en az 10 becel kutusu tarafımdan test edilmiş olur! Sonlara doğru sinir katsayım artınca da öyle bir hızlı açışım vardır ki o becel yağı kutularından birini, bir de içinde sulu yemek varsa, hepsi yere! İşte öyle anlarda, ne iştah kalır ben de ne de afiyet!
Velhasıl becel yağı kutuları ile başlayan maceramız, yoğurt ve dondurma kapları ile de iyice çeşitlenmeye başlayınca, siz düşünün artık gerisini... Aradığını bulabilmek için buzdolabının başında, en az 15 dakika oyalanırsın...
    Neyse ben yine iyi zamanlara denk gelmişim... Mesela, benim çocukluğumda evlerde kütüphaneli divan, çekyat ve koltuk vardı... Kütüphaneli divan ile çekyatlara oturdum ama misafir odasındaki koltuğa oturabilmek için misafir gelmesini dört gözle bekliyordum! Misafirden misafire ancak odanın kapıları açılır ve çaktırmadan bir iki kere oturup kurulurdum üstünde!
Divan olayına denk gelmedim... Ablamla ağabeyim anlatırdı, rahmetli annem öyle bir düzeltirmiş ki o divanı, mum gibi yapar ancak karşıdan seyrettirirmiş! Ablamın arkadaşları gelirmiş misafirliğe ama divanın düzeni bozulacak diye korkudan halı üzerinde ağırlarmış arkadaşlarını! Tabii ki bunlar sadece benim rahmetli annemin kuralları değildi... Eskiden bütün annelerimiz, büyüklerimiz bu şekilde davranır, bizden de koydukları kural ve kendilerine göre olan doğrularına uymamız istenirdi... Uymama şansımız da pek yoktu eskiden... Kızılcık sopası kapı arkasında nöbette idi her daim!
    Yine de çok güzel günlerdi o günler... Evimizde olan her şeyin kıymeti bilinir, emeğinin hakkı verilir ve gül gibi geçinilip gidilirdi, kızılcık sopasına rağmen!
Bir de şimdiki zamanın annelerini değerlendirip, “Beğendiği renkte kanepe bulmak için mağaza mağaza gezip, kanepeyi aldıktan sonra örtü örtüp kanepeyi ebediyen kapatan kişiye Anne denir...” sözünü tekrarlayalım...
    Doğrusu şimdiki zamanın anneleri ile pek bağdaştıramadım ben bu sözü...
    Evet, şimdiki zamanın anneleri istediği renkte kanepeyi alabilmek için mağaza mağaza geziyor ve alıyor ama, her ne hikmetse 3 ay sonra o çok beğendiği renkten sıkılıp, yenisi için turlamaya başlıyor!
    O çok beğendiği kanepede birkaç ay oturuyor, hadi bilemedin birkaç sene, ancak modayı takip etmek adına eskiciye verip, yenisini alıyor evine... Evindeki eşyalar eskimese de ihtiyacı olmasa da illaki kovalaklık yapacak ve aile bütçesini sarsacak ya, başının etini yiyor kocasının ve değiştiriyor eşyasını!.. Bu arada onlar eşya değiştire dursun, karısının bu halinden illallah diyen kocalar da, yeni hatun arayışına giriyor çektikleri dırdırdan dolayı!
   Becel yağı kutusunu yıkamak mı şimdiki annelerde, vallahi kutunun dibinde daha yağ bitmemişken, sıyırmak zor geliyor ve içindeki yağ ile beraber gidiyor çöpe!
   Öyle misafiri bekleyen koltuk da yok çok şükür şimdi evlerde... Çocuklar geziyor koltuk tepelerinde, yemekler besleniyor üzerlerinde, mala değer vermek kalmış eski günlerde...
   Şimdilerde çalışmayan annelerin bile bakıcıları var evlerde... Eğer çalışıyorsa da, her işi yaptırırlar ellere!
   Sözüm meclisten dışarı ama çok az ‘fedakâr anne’ kaldı bu devirde... Gerçi, evlendiğin gün her şeyin hazırsa, dayalı döşeli hiç eksiksiz bir ev seni bekliyorsa, hiçbir emek sarf etmediysen, daha fazlasını da beklemek abes olur bence...
   İşte bu nedenle: Ah be anacığım keşke hayatta olsaydın da, tost yapabilmek için en az 10 becel yağı kutusu ile mücadele edip, bu zorluğun zevkini tadabilseydim eskiden olduğu gibi... Nur içinde yat, mekanın cennet olsun senin ve tüm annelerin!


14 Ekim 2014 Salı

MAHSULLER, GURBETÇİ GÜBRESİ İLE BEREKETLENİR İNŞALLAH!

     İpsala-Keşan kara yolunda yaşanan araç yoğunluğunu, yerel basının 30 Ağustos 2013 Cuma günkü sayılarında okumuşsunuzdur... Yaklaşık 15 kilometrelik bir kuyruk oluşturdu 3 sıra halinde gurbetçilerin araçları... Yoğunluk aynı şekilde dün de devam etti, aldığım bilgiye göre... Bu sefer sadece telefonla bilgi aldım, ilk günkü gibi bizzat gidip o yoğunluğun içine girme cesaretini gösteremedim... Çünkü gurbetçilerle birlikte ben de yaklaşık 4 saat mahsur kaldım o yoğunlukta... Gerçi, gurbetçilerin mahsur kaldığı saatler dikkate alındığında benimkisi devede kulak kalır yanında...
     Şimdi biz dönelim esas filmlik konuya! İlk gün 4 saat süreli mahsur kalışım var ya, ne çarpıcı manzaralara şahit oldum sorma!
     Gurbetçi erkekler yüksek sesle dillendirdi, ‘hadi biz çalı arasına giriyoruz da bu kadınlar ne yapacak?’ şeklinde ama, onlar dillendire dursun 8-9 saattir kuyrukta bekleyenlerin dışkısı kapıya dayanmış durur mu?! Baktım 3’erli 5’erli kadınlar, kızlar, çocuklar tarlalara yöneliyor... Baştan işi anlayamadım ama biraz yakın izleyince hemen çözdüm! Delik tutturamama problemi de yoktu burada, her yer delik oldu, her yer gurbetçi gübresi doldu bir anda...
     İpsala Kaymakamı Mehmet Ali Gürbüz’e gurbetçiler, ‘seyyar tuvalet istiyoruz’ diye diretseler de, gurbetçilerin büyük çoğunluğu mahsullü tuvaleti tercih etti sabrı tükenince! Hoş Kaymakam Bey de, ‘tamam seyyar tuvalet işiniz çözülecek’ diye vaatte bulundu ama benim aklım hiç basmadı buna!            Yıllardır 70 bin misafiri ağırlayan Saros Körfezi’ndeki sahillerimize, 10 seyyar tuvalet konulması becerilemezken bölgemizde, bu işi Kaymakam Bey nasıl çözülecekti 1-2 saat içinde!
     Velhasıl bu gurbetçi yoğunluğu sayesinde; Keşan-İpsala kara yolu arasında ne kadar arazi varsa, adamakıllı gurbetçi gübresi aldı 2 günde! Kısmetse seneye yetişen mahsuller de, gurbetçilerin de katkısı olacak biline! Geçirdikleri tatil süresince Türkiye’nin değişik yerleşim birimlerine döviz bırakan gurbetçilerden bizim nasibimize de b.k’ları düştü bu sene! Tabii ki bu ayıp gurbetçilerin değil, bizim ayıbımız biline! En az 10 saat süre ile 38 derece altında kalıp, su tüketen ve sıkıntıdan habire bir şeyler atıştıran gurbetçiler, elbette ki zamanı gelince atacaklardı bir yere! İşte bu yerlerin kısmetlisi de              Keşan-İpsala kara yolundaki tarlalık alanlar oldu... Ne diyelim; belki gurbetçilerin b.k’ları çiftçiye şans getirir, ürünlerinin değeri bilinir de, haklarını alır... Hani Hükümet’in Avrupa Birliği sevdası var ya... Ne de olsa Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan yurttaşlarımızın b.k’ları bunlar!..


2015 GENEL SEÇİMLERİ İÇİN BENDEN BİR TÜYO SİZE!..

     2011 Genel Seçim sonuçlarını şöyle bir hatırladığımızda, Edirne’den 1 AK Partili ve 2 CHP’li olmak üzere 3 milletvekilimizi Meclis’e gönderdik... Bunlar; Mehmet Müezzinoğlu (AK Parti), Recep Gürkan (CHP) ve Kemal Değirmendereli (CHP).
     2015 Genel Seçiminin de 14 Haziran’da yapılması bekleniyor... Yani şunun şurasında 8 ay gibi bir süre var önümüzde... Aday adayları sahalarda boy göstermeye başladı... Resmi olarak açıklamada bulunmasalar da, sahadaki hareketliliklerinden az çok aday oldukları aşikâr... 8 ay öyle çok uzun bir süre değil... Göz açıp kapatıncaya kadar geçecek hayırlısıyla... Ancak esas hayırlısı; milletvekili adaylarımızı yani Ankara’ya göndereceğimiz ve bizleri temsil edecek adayları çok yönlü değerlendirip, iyi bir seçim yapmamız...
     Bundan önceki seçimde Ankara’ya bizleri temsil etmesi için gönderdiğimiz milletvekillerimizin şöyle bir analizini yapalım... En azından ben, bende derin iz bırakan yönlerini kısaca hatırlatmak isterim sizlere milletvekillerimizin...
     Mehmet Müezzinoğlu: milletvekili idi, Sağlık Bakanı oldu...
     Recep Gürkan: milletvekili idi, Belediye Başkanı oldu ve koltuğu boş kaldı...
     Kemal Değirmendereli: milletvekili idi, ilk icraatı dişlerini yaptırmak oldu ve bu sayede fiziğinde gözle görülür bir değişim yakaladı...
     Üçünü birden ele aldığımızda; bundan sonraki yaşamları garanti altında ve emekliliklerinde devletten alacakları maaşla huzur içinde yaşayacaklar...

     Evet sevgili okurlarım... Umarım 2015 Genel Seçimlerinden önce geçmişi yad eder, memleketimiz ve ülkemiz için en doğru kararı veririz... Saygılarımla... 

13 Ekim 2014 Pazartesi

GÜVENDİĞİM BİR BABAM VARDI ONA DA KAR YAĞDI!

   Dün sabah elimi yüzümü yıkamak için girdiğim evimizin banyosunun kapısından zılgıtla güne başladım!.. Baba zılgıtı da hiçbir şeye benzemiyor haa!.. Elinde gazete ve ‘günaydın’dan önce ilk cümlesi babamın ‘Koskoca Emniyet Teşkilatı ile nasıl baş edeceksin?’ oldu bana... Bu kadarla da kalmadı tabii ki, arkadan vira saydırdı gitti... Yıkadı, yağladı anlayacağınız... Böylece dün günüme yıkama yağlama ile başladım!.. Polisi yağlamayıp, yıkadığım için; ben de babam tarafından hem yıkandım hem de yağlandım!.. 78 yaşındaki babam bana öyle fırçalar kaydı ki, yazdığıma yazacağıma pişman oldum!..
   Şimdi babamın gönlünü almam lazım...
   Evet babacığım... Koskoca Emniyet Teşkilatı ile kızın, kocaman yüreği ve keskin kalemi ile başa çıkacak merak etme... Abdestinden şüphesi olmayan bir kızın varken, sen niye dert edersin kendine... Varsın üstüme gelsinler, adım adım izlesinler, isterlerse tuttukları yerde enselesinler... Adalete güvendiğimi falan zannetme... Benim güvencem sadece Rabbime... Eğer haksızsam benim başıma verir bela, haklıysam ve tarafıma bir iftira atmaya kalkarlarsa da onların başına... Azrail beni almak isteseydi yanına, muradına ererdi daha 2001 yılında... 13 yıldır yoklama çok çekti ama yukarıdaki adalet oldu benim yanımda!.. Hiç telaşlanma, korkma, çekinme... Susa susa bu milleti çevirdiler koyuna... Sen kızının da bu sürüye katılmasını mı istiyorsun yoksa?! Haklılığımı bilenlerin, doğru yazdığıma inananların duası yeter bana... Gerisi hikaye... Bizler, bizden öncekiler ve sonrakiler gençliğinde huzur içinde yaşadı ise, şimdiki ailelerin de çocuklarını huzur ve güvence içinde yaşatmaları gerek bence... Öncelik verilmeli, çocuklarımızı zehirlemek isteyenlerle mücadeleye... Polis yakalayacak, adalet gereğini yapacak... Etrafımıza zehir saçanlardan bizi arındıracak... Boş duruyorlar, çaba göstermiyorlar demiyorum ama yeterli olmadığını savunuyorum... Ve aklımın erdiği, kalemimin yettiği sürece de bu konunun üstüne gideceğime yemin ediyorum... Ve babacığım sana hâlâ güveniyorum.... Her şeyin üstüne kar yağdırırım ama sana kıyamam biliyorsun... Deliyim, öfkeliyim ama seni her şeyden çok severim... Yanımda olduğunu bileyim, senin için öleyim... Duanı esirgeme, kalemime ve yüreğime güven bence...
   Ve yine köşe yazımı Keşan’da temeli atılan adalet sarayı binasına atfen noktalıyorum: Neyleyim sarayı, neyleyim köşkü, içinde salınan ‘hak ve adalet’ olmayınca!... Saygılarımla...

PARALARI METRESLERE YEDİRİYORUZ!

   Dün bir dostumla sohbet ediyorum... Bana çok zor bir soru sordu!.. Sorusu da şuydu: Keşan’ı neye benzetiyorsun? Bu soru üzerine epey bir sohbet ettik, kritik yaptık, eleştirdik, neler yapılabileceğini konuştuk... Ama sorusunun cevabını yine sakladım köşeme... Hem de herkesin anlayabileceği bir dilde...
Keşanlılar yemek yemeğe Gelibolu’ya gidiyor, Çanakkale’ye gidiyor, Tekirdağ’a gidiyor, İstanbul’a gidiyor, Yunanistan’a gidiyor, Keşan’da yemek yiyecekse de şehir merkezindeki restoranları tercih ediyor...
   Keşan’ın alt yapısı tamam, yani kanalizasyon, su vb. sorunları çözülmüş... Geriye makyaj kalmış ilgililerinin de belirttiği üzere... Altı, içi sağlam ama bakımsızlık var işte...
   Bir kadın düşünün; yuvasına sahip çıkan, elinden her türlü iş gelen, hem eline hem diline marifetli diyebileceğimiz, kendine çocuklarına ve eşine adamış... Ancak bütün bunlara kendini öyle kaptırmış ki, dış görünüşünü atlamış!.. Oradan oraya koşarken, evimin işini dört dörtlük yapayım derken, kocasının gözü de dışarı kaymış... Kendine makyajlı, bakımlı, kılık kıyafeti yerinde kısacası görüntüsü hoş bir dost yapmış!..
   Keşan’da böyle bir yer işte sevgili dostum... Söylenenlere göre her şey tamam da, şöyle keyifli bir yemek yemek canımız istediğinde bile arabaya atlayıp gidiyoruz başka yere... Kadını Keşan’dan alıyoruz ama paraları metreslere yediriyoruz!.. Keşan; böyle bir yer işte... Bir an önce metreslere giden paranın Keşan’a dönmesi; ilçemizin elinin, yüzünün, kılık kıyafetinin düzelmesi yani bakımlı hale getirilip, cazibe bir kent olması dileğimle... Saygılar...


12 Ekim 2014 Pazar

GAZIN ANTRENMANI BİLE FAYDA SAĞLAR!..

   Evet, Keşan’a gelmesi hayal edilen doğal gazın gündemde tuttuğu yer oldukça can sıkmaya başladı... Önce akil adamlar toplantılar düzenledi, olmadı -akil adamlar ile aklı başında olanlar- bir araya getirildi ama yine olmadı ve bundan da verim alınamayınca haftalık rutin toplantılara devam edildi... Ancak bu toplantılar da tırt çıkınca, son çare olarak mahalle toplantıları düzenlenmesi kararına varıldı... Bu kadar bir araya gelindi, diller döküldü, afişler hazırlandı ama başvuru sayısı 400’ü bile bulmadı... Hadi geçmişte yapılan toplantı vs.leri gözardı edersek, 2 ayda yapılan çalışmalarda, başvurması gereken 4 bin 500 kişiden ancak 312’si ikna edilebildi... Başvuru süresinin dolması için de sadece 1 buçuk ay kaldı... Yani Kasım ayı sonunda 4 bin 500 kişi başvurdu başvurdu, başvuramazsa doğal gaz hayali sona erecek... Sizce 1 buçuk aylık sürede 4 bin küsur kişi başvuruda bulanacak mı? Bence; hayır... Niyetleri olsaydı zaten bugüne kadar başvururlardı... Lakin başvurmasalar da, bu 4 bin küsur kişinin abonelik başvurusu bir şekilde yapılacak ve ödemeleri gereken 335 TL’lik başvuru bedelleri yatırılacak... Çünkü bu sayıya ulaşılmaz ise, bizim akil adamların insan içine çıkacak yüzü kalmayacak!.. 30 bin küsur aboneden 4 bin 500 aboneyi ikna edemiyorsan, adama ‘git darağacına kendini as!’ derler... Anlayacağınız o ya da bu şekilde bu 4 bin 500 abonenin başvurusu tamamlanacak ve Keşan’a doğal gaz gelmesi için ilk adım atılacak... Haa.. gelmesi en az 3-5 sene... Peki bu 3-5 sene içinde biz neler yapmalıyız? Bence doğal gazla ısınma antrenmanı yapmak en akıllıca fikir olsa gerek... Mesela; hava buz gibi ve eksi derecelerde seyrederken, kaloriferleri haldır haldır yakıp, cam kapı açacağımıza ve askılı giysilerle dolaşacağımıza; ısı derecesini daha düşük tutup, kış mevsimine uygun giysiler giyerek, hem ekonomimize hem de hava kirliliğinin aza indirilmesine katkı yapabiliriz... Böyle davrandığımız takdirde evimizden dışarı çıkarken az da olsa dışarıdaki havanın da soğukluğunu farkedip, kolsuz ya da kısa kollu giysimizin üzerine giyeceğimiz mont, vs. yerine, hava şartlarına göre giyinerek, soğuk algınlıkları gibi ani hava değişimi ile yakalanacağımız hastalıkların da önüne geçmiş; hem doktor parasından kurtulmuş hem de hastalıklardan korunmuş oluruz... Bu şekilde davranırsak; hem yarın öbür gün Keşan’a gelmesi hayal edilen(!) doğal gazın evimizde vereceği ısıya kendimizi alıştırmış hem de bu süreçte gereğinden fazla kömür tüketiminin önüne geçerek, hava kirliliğinin azalmasına da katkı sağlamış oluruz...
   Evimiz sobalı iken ben, kış mevsimi boyunca sırtımdan yelek, ayağımdan çetiği çıkarmazdım... Ancak ve ancak ne zaman evimiz kaloriferli oldu, rahmetli anneciğimin ördüğü yelekleri bir kere sırtıma takamadım, çetikleri bir kere ayağıma geçiremedim... Dışarıda lapa lapa kar yağarken pencere açık oturduk evimizde... Hatta kızım bir keresinde kalorifer peteğinde kestane bile pişirmişti!.. Anlayacağınız gereğinden fazla, fütursuzca sarfettiğimiz yakıt yüzünden Keşan’ı kendi ellerimizle kirlettik... Şimdi de temizlemeye çalışıyoruz... Geçmişi bir hatırlayıp, eski kış gecelerimizi bir hatırlasak ve geçmişten biraz ders alabilsek, doğal gaz gelene kadar hem hava kirliliğini azaltmakta epey bir mesafe katetmiş oluruz hem de doğal gaz geldiğinde ısınmak için zahmet çekmeyiz... Akil adamlar vatandaşı bu yönde bilgilendirirse, hem nostalji yaparlar hem de vatandaşın daha rahat algılamasını sağlarlar... Hem de doğal gaz psikolojisinden biraz olsun kurtulup rahatlarlar!.. Saygılarımla...



11 Ekim 2014 Cumartesi

METRUK BİNALAR OLMUŞ BATAKHANE İLE KERHANE!..

Her mahalleli dertli de, bu sefer sesini yükseltti Aşağı Zaferiyeli... At arabacılardan bıkmışlar, bahçelerinde çöp bırakamaz olmuşlar... Maşallah herkesten hızlı çalışıyormuşlar... Mahalleli nöbete geçmiş, 155 Polis İmdat Hattı’na dert anlatmaktan tükenmiş... Ancak bir türlü önüne geçilememiş... Ya su deposu ile trafo arkalarına ne demeliymiş... Öğle saati olunca kızlı erkekli gruplar, ta ki okul çıkış saatine kadar oyalanmaktaymışlar... Veliler çocuklarını okulda bilsinler, öğrenciler su deposu ile trafo arkasını ezberlemişler... Hava biraz karardı mıydı ise aynı mekanlarda başlıyormuş aşna fişneler!.. Bali çeken, bira tokuşturan, şarap yudumlayanlar ise her daim görevdeler!.. Kim sorarsa huzur ve sükûnet var memleketimizde... Hadiyin be siz de... 30 yaş üstü meyhanede, 20-25 yaş arasındakiler cafelerde, 20 yaş altındakiler ise su depoları ile trafo binaları gölgesinde...
2 senedir bilmem kaç polis bekliyor Karanlıkdere’deki TOKİ’de... Kimden neyi koruyor bir sorun kendinize?.. 24 saat 2 polisi nöbet tutturacağınıza elalemin malına az zarar gelsin diye, önce kendi canınızı korumalıydınız bence... Metruk binalar olmuş batakhane ile kerhane!.. Kusura bakmayın ama bunu açıkça yazmam gerekiyor çünkü ilgililerin başka türlü anlayıp, önlem alacağı yok gibi görünmekte... Vatandaş koparıyor telefonları, ‘gelin burada aşna fişne var’ diye!.. İçici olmak suç değil, kendi rızanla veriyorsan suç değil!.. Böyle adaletin ben içine edeyim!..

Alan razı veren razı... İçen razı satan razı... Peki vatandaş nasıl arayacak hakkını, huzurunu anlatın bize de, yol çizelim kendimize... Vatandaşım bıkmış usanmış; arsız ile hırsız kovalamaktan, sarhoşa meram anlatmaktan, aşna fişne gördüğünde de gözünü kapamaktan!..

6 Ekim 2014 Pazartesi

HEPSİ TRIŞKA!..

Tarih: 8 Ekim 2013 Salı
Saat: 23.45 sıraları
Yer: Cumhuriyet Mahallesi
Olay konusu: 13-15 yaşları arasındaki çocukların, esrar içtiği iddiası ile, 155 Polis İmdat Hattı’na haber verilmesi...
Köşemin konusu: Olay gecesi bir tesadüf sonucu geçtiğim mahalleden, gazeteci olduğumu fark edip durmamı isteyen mahalle sakinleriyle yaptığım sohbet...
   Bilirsiniz ara ara Keşan’ı turlar, gözüme çarpan, ters gelen olumsuzlukları yansıtmaya ve sizlerle paylaşmaya çalışırım... Gerçi benzine ard arda gelen zamlardan sonra eskisi gibi çok turalayamasam da, yine de zaman zaman gözlemde bulunuyorum... 8 Ekim Salı akşamı da Cumhuriyet Mahallesi’nden geçerken, birden aracımın önüne birkaç kişi geçti ve durmamı işaret etti... Kontağı kapattım ve aracımdan ineceğim sırada, ‘Abla az ileri, çocuklar orada’ denildi. İşaret edilen yere geçtim, kontağı kapattım ve aracımdan indim... 13-14 yaşlarında bir çocuk, bir mekan içinde ayıltılmaya çalışılıyordu... Mahalle sakinlerinin iddiasına göre, bu çocuklar esrar içmişti ve 155 Polis İmdat Hattı’na bilgi verilmişti... Ancak en ilginci de neydi biliyor musunuz? Olay yerine asayiş yerine trafik ekibi gönderilmişti! Hani trafik ekibini göçmen kaçakçılığı, hırsızlık vs. gibi olaylarda görmeye alıştık da(!), uyuşturucu olayına pek yakışmamışlardı!.. Neyse, konumuz bu değil... İnşallah bu konuyu da yakın bir tarihte işler, sizlerle paylaşırım...
   Dönelim konumuza ve 13-15 yaş aralığındaki bu gençleri kimlerin zehirlediğine!.. Bu çocuklar okula gitmiyormuş... Son 3-4 yıldır mahallelerindeki bazı çocuklar kötü alışkanlık edinmiş... Bu çocukların davranışları diğer çocukları da etkiliyormuş ve 5-6 çocuk yüzünden sokaklar boşalmış... Huzur kalmamış... Bu çocuklar hurda çalıyor, evlere giriyor, mahalle halkını tedirgin ediyormuş... Neredeyse her akşam bir vukuat yaşanmaya başlayan mahallede, huzursuzluk had safhaya çıkmış... Mahalle halkı, “Çocuklarımızı zehirleyenler bulunsun” diyor ve bu çocukların tedavisinin yapılmasını istiyor... Bu konuda da “El birliği ile çaresine bakalım” deniliyor... Bir mahalle sakini ise, “Gelsin emniyet güçleri tek tek isimlerini verelim, güç birliği yapalım. Biz her şeye razıyız. Yeter ki bu çocukları kurtarıp, topluma kazandıralım.” diyor...
   Evet, esrar içtikleri iddia edilen çocukları bizzat gördüm... Önce şaşkındılar... Sonra çok konuştular... Sonra ağlamaya başladılar... Dakikada şekilden şekle giren bu çocuklar normal değildi... Aileleri ise ne yapacaklarını bilmiyor... Çaresizler... Devletten yardım bekliyorlar...

   Bu çocukları kurtarmak, topluma kazandırmak, bunları zehirleyenleri bulmak çok mu zor acaba? Onlar çok kolay zehirleme yöntemi bulurken, suçlular neden zor bulunuyorlar? Ya da bulunuyorlar da ‘delil yetersizliğinden’ mi salınıveriyorlar? Fakat durum odur ki, yapılan toplantılar, alınan kararlar ve kamuoyuyla paylaşılanlar; hepsi Trışka!.. 

KARISINI İTLE ALDATAN ŞEREFSİZ KOCA!

   Ülke gündemine ihaleye fesat karıştırma ve rüşvet operasyonu damgasını vururken, Keşan gündemine de ‘kocası tarafından bir itle aldatılma’ vakası damga vuracak sanırım... Bu sabah gazeteye geldim, şöyle bir maillerimi kontrol edeyim dedim... ‘Kocam beni bir itle aldattı’ mesajını görünce de irkildim... Kadın çok rahat dökmüş içini, yaşadığı gelişmeyi anlatmış, ‘Kocam da bu şerefsizdir’ deyip, vermiş kimliğini!
   Sağ olduğumuz, yaşadığımız sürece daha neler görüp duyacağız belli değil... Aldatmak yerleşmiş erkeğin içine, aldatmasa rahat duramıyor herhalde... Başka kadınla aldatıyor, erkekle(!) aldatıyor, bu da yetmiyor itle aldatıyor!..
   Kadının ruhu hali oldukça bozulmuştu... Yazdıklarından bir hayli üzgün, bir o kadar da kızgın olduğunu hissettim... Bir taraftan içini döküyor, bir taraftan da ‘Anamın evine mi gideyim yoksa bu şerefsizi beni itle aldattı diye mahkemeye mi vereyim’ diye bana akıl soruyor... Evet, vahim bir durum ancak böyle karaktere sahip biri için de değmez kendini harap etmeye...
   Ne mahkemeye verip çocuklarını rezil et ne de bir iti sana tercih eden adam için evini terk et... Ancak, o iti gönder, bir itin kulübesine(!), ‘Sana bundan sonra orası yakışır’ deyip ver valizini eline...
   Aslında kabahat biraz da Belediyemizde... Bu kadar sokak itini küpeleyip sokaklara saldılar, başıboş dolaştırmaktan bütün alışkanlıkları kaptırdılar... Bütün gece meyhanelerin etrafında gezinirler, zom olmuş adamlar da bu itleri herhalde huri zannederler!
   Ah bu alkol yok mu bu alkol, iki şişenin dibini getirdin mi kadın gibi görürsün karşındaki iti! Hadi gözler kayar da, dokunduğunda hiç mi hissetmezsin onca tüyü!..
   Allah kadınları böyle kocalardan korusun, bu kadının da yardımcısı olsun... Sen ona 2 tane çocuk bağışlamışsın, bundan sonra yeni karısından bol bol encek yavrulatsın!



4 Ekim 2014 Cumartesi

ERİKLİ’Yİ BOYADIK, SIRA ORGANİZE İHTİSAS BÖLGESİNDE!

   Keşan’a yapılması planlanan Tarım ve Hayvancılık Organize İhtisas Bölgemiz hayırlı olsun!.. Çok şükür ikinci operasyona başladık!
   2013 yılının son günü olan 31 Aralık Pazartesi günü, Edirne Valisi Hasan Duruer ve Keşan Kaymakamı Bekir Dınkırcı’nın katılımı ile bölgeye yapılması planlanan Tarım ve Hayvancılık Organize İhtisas Bölgesi konusunda değerlendirme toplantısı yapıldı.
Vallahi rahatladım! Üzerimden sanki bir yük kalktı! Sıkılmıştım artık başarısız operasyonlardan!.. En azından yeni bir operasyonun heyecanı var!.. Hem kısa süre  sonra aktörler de değişecek ve operasyon daha hareketli hale gelecek!..
   Önce kısa bir hatırlatma ile hafızalarımızı yoklayalım... Ve Erikli Sahilimizi içine alan Saros Körfezimiz hakkında yapılan toplantı ve sorunların masaya yatırılışını anımsayalım... Kimlerle mi masaya yatırıldı? Say say bitmez vallah! Edirne valileri: Nusret Miroğlu, Mustafa Büyük, Gökhan Sözer ve son valimiz Hasan Duruer... Keşan kaymakamları: Abdülkadir Karataş, Metin Borazan, Ahmet Narinoğlu ve son Kaymakamımız Bekir Dınkırcı... 4 valiye 4 kaymakam... Hepsi Erikli Sahili’nin Keşan’da masaya yatırılmasına bizzat katkı veren, operasyona katılan kişiler... Ancak hastamızı kurtaramadık!.. Kanser olmuştu bizim hasta... Erikli Sahili’nin sorunlarının masaya yatırıldığı son toplantı da, biraz daha genişletilmiş halde (Bölge Sorunları ve Çözüm Önerileri) Sağlık Bakanımız Mehmet Müezzinoğlu’nun katılımı ile 30 Mart 2013’te yapılmıştı... İşin içine sağlıkçı da girince, kadro tamamlandı ve hastamız sizlere ömür!
   Şimdi yeni bir hasta bulduk kendimize... Tarım ve Hayvancılık Organize İhtisas Bölgesi... Halbuki Erikli Sahili’nin sorunlarını daha toprağa vermedik, kaldılar masada! Breh memleketimizde de kalmamış ölüye hürmet desenize! Dul kalan kocalar gibi, ölümünün sene devriyesi gelmeden ikinci hatuna davet!
   Hayırlı olsun bakalım Tarım ve Hayvancılık Organize İhtisas Bölgemiz... Bu operasyonda acaba kaç vali ile kaç kaymakam eskiteceğiz! İlk aktörlerimizi hemen tescilleyelim; Valimiz Hasan Duruer ile Kaymakamımız Bekir Dınkırcı... İlerleyen süreçte de saymaya başlayalım... 1, 2, 3, 4...
   Netice mi? İlk operasyonda başarısız olunduğu ve ölüm vakası ile sonuçlandığına göre, bundan sonrakilerden medet ummak boş yere!.. Her seçim döneminde yeni senaryolar çizilip, 5 yıl boyunca oynatıyorlar değişik aktörlerle... Ben yemem bunu ama siz yerseniz de; ‘afiyet olsun’ derim size... Bu arada, neden son toplantıya katılıp, izlemediğimi soranlara: hayatım zaten bir dram bir de bu toplantıların dramıyla kafamı yoramam(!)... Saygılarımla...


2 Ekim 2014 Perşembe

AMAN DİKKAT... BAYRAM HARÇLIKLARI BONZAİYE GİTMESİN!

   Bugün arife, kısmetse yarın Kurban Bayramı... Geleneklerimizde var bayramlarda, çocukları ve gençleri sevindirmek adına bayram harçlığı vermek bütçemize göre... ‘Sadece çocuklara verilir’ diyebilirsiniz ama ebeveynler evlatları çocukluktan çıksa da, öğrenim gördükleri hatta bir meslek sahibi olmadıkları zaman, imkanları ölçüsünde bayram harçlıkları ile sevindirler evlatlarını... Dedeler, anneanneler, babaanneler, teyzeler, halalar ve dayılar da aynı şekilde... Şimdi bu yazımı okuyan ve öğrenim gören ya da meslek sahibi olan bir genç kardeşimiz, ‘bana annem babam hariç kimse harçlık vemiyor’ diye düşünebilir... Hemen cevabını vereyim; ya imkanı yoktur ya ellere karışmıştır(!) engellenir ya da düşüncesizdir!..
   Neyse, harçlık veren ebeveynlere küçük ama önemli bir hatırlatma yapmak istedim Kurban Bayramı öncesinde... Türkiye’nin ve dolayısı ile Keşan’ın da kanayan yarası olan ‘uyuşturucu bağımlılığı’ konusunu unutmamanız ve verdiğiniz harçlıkların nereye gittiğinin takipçisi olmanızı dilerim... Her ne kadar her şey tozpembe görünse de, gerçek olan bu değil... Hatırlarsanız birkaç ay öncesine kadar hemen hemen her gün bir kaç bonzai vakası haberi yer alır gazetelerde ve gün içinde dokuza varan sayıda gençlerimiz hastaneye kaldırılırdı... En son Keşan Devlet Hastanesi’ne gittiğimde, yine bir anne-bana evladını bekliyordu hastane bahçesinde... 21 yaşındaydı yanlış hatırlamıyorsam bu genç kardeşimiz, aynı hafta içinde 2 kez bonzai kullanması nedeniyle hastaneye kaldırılmıştı... Ailesi perişandı, biraz dertleştik ve evlatlarının çevresindeki arkadaşlarının da bonzai bağımlısı olduğunu belirttiler... Nasıl tedavi ettirecekleri konusunda bilgileri ise hiç yoktu... Hiçbir yetkiliyle irtibata geçmemişlerdi ya da cesaret edemiyorlardı... Ama yardım bekledikleri gözlerinden, konuşmalarından belliydi... Kim evladının göz göre göre zehirlenmesine seyirci kalmak ister ki... Bu anne-bana şu anda yazdıklarımı okuması imkansız ama yine de onlara seslenmek istiyorum: şu anda Keşan’ın en önemli sorunu doğal gaz... Hava kirliliğinden çocuklarımız, bebelerimiz zehirlenecek, 10 yıl sonra kucaklarımızda ölecekler... Ancak bonzai bağımlısı gençler 10 yılı zor görecekler... Onlar, birkaç yıla varmaz patır patır dökülecekler... Hatırlatayım dedim neme lazım, yarın öbür gün bu ölümleri de hava kirliliğine bağlamasınlar!..
   Bonzai vakalarını yazınca polise kazık giriyor, ‘uyuşturucu madde yakaladılar’ deyince mükafat alıyor!..  Sanıyorum son dönemde bonzai vakaları ondan gözardı ediliyor... Ancak gençlerimize de yazık oluyor... Bu da benim polise bayram kazığım(!), aileler ile gençlere de uyarım ve nasihatim olsun... Mutlu ve huzurlu bir bayram geçirmeniz dileğimle... Saygılar...