Geçtiğimiz
günlerde Facebook paylaşım sitesinde gezinirken bir söz dikkatimi çekti ve beni
epeyce eskilere götürdü...
Söz aynen
şöyleydi: Beğendiği renkte kanepe bulmak
için mağaza mağaza gezip, kanepeyi aldıktan sonra örtü örtüp kanepeyi ebediyen
kapatan kişiye ‘Anne’ denir...
Bu söz bana
hem rahmetli annemi hatırlattı hem de eskilerin hafızamda canlanmasını
sağladı...
Evet,
annelerimiz, anneannelerimiz, babaannelerimiz, teyzelerimiz, halalarımız,
yengelerimiz için bu sözü çok sık kullanırdık eski zamanlarda...
Hiç
unutmam, becel yağ yeni yeni raflarda yer almıştı. O zamana kadar katı yağlar
hep kağıt ambalaj içindeydi... İlk defa plastik bir kap içinde katı yağ satışa
sunulmuştu ve reklamı da iyi yapılmıştı ki, kısa sürede dolaplarımızda yerini
aldı... Aldı almasına da, ah o becel yağ yüzünden çektiklerimi bir bilseniz...
Rahmetli anacığım, biten her becel yağın kutusunu yıkar, soframızdan artan
yemekleri de becel yağ kutusuna koyarak, buzdolabına yerleştirirdi... Öyle
günler oluyordu ki, buzdolabımızda en az 10 tane becel yağ kutusu... Buraya
kadar normal, ancak benim sabah tost yapmak için verdiğim mücadele, deveye
hendek atlatmaktan daha zor geliyordu! Canım ne zaman peynirli domatesli tost
istese ve bir tostun yapılışı 5 dakikalık bir iş olsa da, becel yağı
kutularından dolayı ya yarım saatte ancak sonuç alabiliyordum ya da sinirlenip
vazgeçiyordum! Neden mi? Ekmek ve domates tamam, 30 saniye sürmeden tost için
hazır... Ya peynir ve yağ kısmına ne dersiniz? O sarı becel yağı kutusunun
hangisinin içinden yağ ve peynir çıkacağını bulabilmek için en az 10 kutuyu
test etmek zorundasın! O kutuyu açarım; akşam yemeğinden kalan salata! Öbürünü
açarım; akşamdan kalan pırasa yemeği! Diğerini açarım; içinden turşu çıkar!
Onu, bunu derken en az 10 becel kutusu tarafımdan test edilmiş olur! Sonlara
doğru sinir katsayım artınca da öyle bir hızlı açışım vardır ki o becel yağı
kutularından birini, bir de içinde sulu yemek varsa, hepsi yere! İşte öyle
anlarda, ne iştah kalır ben de ne de afiyet!
Velhasıl
becel yağı kutuları ile başlayan maceramız, yoğurt ve dondurma kapları ile de
iyice çeşitlenmeye başlayınca, siz düşünün artık gerisini... Aradığını
bulabilmek için buzdolabının başında, en az 15 dakika oyalanırsın...
Neyse ben
yine iyi zamanlara denk gelmişim... Mesela, benim çocukluğumda evlerde
kütüphaneli divan, çekyat ve koltuk vardı... Kütüphaneli divan ile çekyatlara
oturdum ama misafir odasındaki koltuğa oturabilmek için misafir gelmesini dört
gözle bekliyordum! Misafirden misafire ancak odanın kapıları açılır ve
çaktırmadan bir iki kere oturup kurulurdum üstünde!
Divan
olayına denk gelmedim... Ablamla ağabeyim anlatırdı, rahmetli annem öyle bir
düzeltirmiş ki o divanı, mum gibi yapar ancak karşıdan seyrettirirmiş! Ablamın
arkadaşları gelirmiş misafirliğe ama divanın düzeni bozulacak diye korkudan
halı üzerinde ağırlarmış arkadaşlarını! Tabii ki bunlar sadece benim rahmetli
annemin kuralları değildi... Eskiden bütün annelerimiz, büyüklerimiz bu şekilde
davranır, bizden de koydukları kural ve kendilerine göre olan doğrularına
uymamız istenirdi... Uymama şansımız da pek yoktu eskiden... Kızılcık sopası
kapı arkasında nöbette idi her daim!
Yine de çok
güzel günlerdi o günler... Evimizde olan her şeyin kıymeti bilinir, emeğinin
hakkı verilir ve gül gibi geçinilip gidilirdi, kızılcık sopasına rağmen!
Bir de
şimdiki zamanın annelerini değerlendirip, “Beğendiği
renkte kanepe bulmak için mağaza mağaza gezip, kanepeyi aldıktan sonra örtü
örtüp kanepeyi ebediyen kapatan kişiye Anne denir...” sözünü
tekrarlayalım...
Doğrusu şimdiki zamanın anneleri ile pek bağdaştıramadım ben bu sözü...
Evet, şimdiki zamanın anneleri istediği renkte kanepeyi alabilmek için mağaza mağaza geziyor ve alıyor ama, her ne hikmetse 3 ay sonra o çok beğendiği renkten sıkılıp, yenisi için turlamaya başlıyor!
Doğrusu şimdiki zamanın anneleri ile pek bağdaştıramadım ben bu sözü...
Evet, şimdiki zamanın anneleri istediği renkte kanepeyi alabilmek için mağaza mağaza geziyor ve alıyor ama, her ne hikmetse 3 ay sonra o çok beğendiği renkten sıkılıp, yenisi için turlamaya başlıyor!
O çok
beğendiği kanepede birkaç ay oturuyor, hadi bilemedin birkaç sene, ancak modayı
takip etmek adına eskiciye verip, yenisini alıyor evine... Evindeki eşyalar
eskimese de ihtiyacı olmasa da illaki kovalaklık yapacak ve aile bütçesini
sarsacak ya, başının etini yiyor kocasının ve değiştiriyor eşyasını!.. Bu arada
onlar eşya değiştire dursun, karısının bu halinden illallah diyen kocalar da,
yeni hatun arayışına giriyor çektikleri dırdırdan dolayı!
Becel yağı
kutusunu yıkamak mı şimdiki annelerde, vallahi kutunun dibinde daha yağ
bitmemişken, sıyırmak zor geliyor ve içindeki yağ ile beraber gidiyor çöpe!
Öyle misafiri bekleyen koltuk da yok çok şükür şimdi evlerde... Çocuklar geziyor koltuk tepelerinde, yemekler besleniyor üzerlerinde, mala değer vermek kalmış eski günlerde...
Şimdilerde çalışmayan annelerin bile bakıcıları var evlerde... Eğer çalışıyorsa da, her işi yaptırırlar ellere!
Öyle misafiri bekleyen koltuk da yok çok şükür şimdi evlerde... Çocuklar geziyor koltuk tepelerinde, yemekler besleniyor üzerlerinde, mala değer vermek kalmış eski günlerde...
Şimdilerde çalışmayan annelerin bile bakıcıları var evlerde... Eğer çalışıyorsa da, her işi yaptırırlar ellere!
Sözüm
meclisten dışarı ama çok az ‘fedakâr
anne’ kaldı bu devirde... Gerçi, evlendiğin gün her şeyin hazırsa, dayalı
döşeli hiç eksiksiz bir ev seni bekliyorsa, hiçbir emek sarf etmediysen, daha
fazlasını da beklemek abes olur bence...
İşte bu nedenle: Ah be anacığım keşke hayatta
olsaydın da, tost yapabilmek için en az 10 becel yağı kutusu ile mücadele edip,
bu zorluğun zevkini tadabilseydim eskiden olduğu gibi... Nur içinde yat,
mekanın cennet olsun senin ve tüm annelerin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder