31 Ocak 2015 Cumartesi

KEŞAN’A, KÜLTÜRDEN ÖNCE PARA GİRMİŞ!..

   
    Geçtiğimiz günlerde, Keşan’da görev yapan ancak Keşanlı olmayan bir devletimin memuru ile sohbetimiz oldu... Doğrusu bu sohbetten de oldukça keyif aldım... Öyle güzel gözlemlemiş ki Keşan’ı ve Keşanlıları, sanki anadan doğma Keşanlı gibi...
    Köşe yazılarımı da takip ediyormuş bu devletimin memuru... Özellikle de içinde ‘alkol’ ve ‘alkolik’ geçen yazılarımdan bahsetti... Ancak bilmediğim daha çok şey olduğunu belirtti... Keyifle dinledim kendisini... Önce Keşan’ın kültüründen ve tarihinden söz etti... Bektaşilerden almışız kültürümüzü... Bugüne kalan ise o kültürün içinden sadece alkolmüş... O da mezesiz alkol(!)... Meze yerine ‘bayan’ eşlik ediyormuş bizdeki kadehlere... Alkolün yanında olması gereken meze çeşitlerinin haricinde bir küçük tabak çerez, cips ve çıtır bir bayan(!) varmış masada...
    ‘Aman’ diyor memurum... Hele o beş dakikada ‘aşkım, hayatım, karıcığım, kocacığım, bitanem’ muhabbetlerini ise hâlâ çözemediğinden bahsediyor... ‘Dakikada aşk-ı muhabbet’ diye ekliyor ifadelerine... Sonrasında ise sarı sarı liralar(!)... ‘İşçisine asgari ücreti vermekte direnen ağalar; gecede 10 bin TL’yi su gibi harcarlar’ diyor devletimin memuru... Haa bir de ilk bizim bölgede görmüş prefabrikten pavyonu...
    Bu memurumun dikkatini Roman vatandaşlarımızın oyunları da çekmiş... ‘Yok böyle kemiksiz oynayış’ diye anlattı izlenimlerini... Tüm konvoylarda Roman vatandaşların çaldığını, ancak düğün sahibinin Roman olup olmamasına göre ritimlerinin farklı olduğunu belirtti... ‘Sizinkilere çalıyorlar, bir ileri iki geri yapıyorlar ama kendi düğünleri olduğunda bir darbuka ve ince çıta ile ortalığı kırıp geçiriyorlar’ dedi... Roman düğünlerini seyretmenin tadına doyamadığını ifade etti...
    Yine bu memurum 1 buçuk yılda Keşan’daki siyaseti de çözmüş olmalı ki; ‘Keşan’da CHP’li aday için orta yere bir kazık, üstüne de ceketi atın, yine de başka tercih olmaz(!)’ dedi...
    Sohbetimizde oradan buradan derken, baktım ki devletimin memurunun Keşan’daki izlenimlerinden olumlu bir ifade çıkmayacak, hemen atlayıp lafa ‘Saros Körfezimize diyecek bir sözünüz olmaz herhalde’ dedim...
    Aman keşke demez olaydım... Devletimin memuru aynen şu ifadeleri kullandı Saros Körfezimize: ‘Bereket Saros Körfezi kendi kendini temizliyor Neşe Hanım... Buradan yırtıyorsunuz işi(!)... Bizim anne-babalarımız dışarıda bir şey yediğimizde çöpünü bulunduğumuz yere bırakmayı değil, en yakın çöpe atmayı öğretti... Sizin Erikli Sahilindeki yerli turistleriniz mısırı afiyetle yiyor, ondan sonra koçanını kumun içine içine gömüyor... Ertesi gün bir tarafına batan şeyin kuma soktuğu kendi mısır koçanı olduğunu bile fark etmiyor(!)... Kumda insan kadar çerçöp de bulunuyor... Deniz kendi kendini temizlemese eğer, çöpten içine kimse giremez... Anlayacağınız Neşe Hanım... Keşan’a kültürden önce para girmiş... Paranın olduğu ancak kültürün olmadığı bir toplumda da bundan fazlasını beklemenin manası yok...”
    Evet saygıdeğer Keşanlılar... Uzak memleketten gelip sadece 1 buçuk yıldır Keşan’da ikamet eden devletimin memurunun izlenimleri bundan ibaret... Paramız varmış ama kültürümüz yokmuş... Parayla her şeyin satın alınabileceğini düşünen hemşehrilerim... O zaman önce kültür alıp, yiyelim, sonra etrafta gezinelim... Yoksa gelen giden memurum tarafından ‘paralı kültürsüzler’ diye anılmaya devam ederiz... Saygılarımla...


30 Ocak 2015 Cuma

DİLENCİ TEYZEM İPHONE 5 KULLANIYORMUŞ!..



   Malum Keşan’daki dilencilerimiz... Zaman zaman dile getirmiş ve hali vakti yerinde olduklarına değinmiştim... Bunun yanı sıra müşteri gördükleri işyerlerine girmelerinden, hem esnafı hem de müşteriyi zor durumda bıraktıklarından da söz etmiştim... Hatta bir vatandaşımızın dilencilerle ilgili yazdığım köşe yazısından sonra bana ulaşmasını ve falanca köyde 3 katlı evi bulunduğunu, yediğinin önünde yemediğinin arksında olduğunu belirttiğini söylemiştim... Hatta daha da ileri gidip, ‘kapılarında bir domuz eksik!’ Neşe hanım demişti... Ve en önemlisi de gerçekten ihtiyacı olan insanların dilenemeyeceğinden de bahsetmiştim...
   Hep önümüzü keser, ‘Allah rızası için ekmek parası’ der bu dilenciler... Verirsen senden iyisi yok... Allah ne muradın varsa versin, Allah seni sevdiğine kavuştursun, Allah seni kazadan beladan korusun... Ola ki vermezsen de, vermeyenin de duyacağı gibi mırıldanırlar hatta bela bile okurlar!.. Birçok insan da belaları tutacak(!) korkusundan adeta vermezlerse günah işleyeceklerini sanırlar!.. Ne günahsı be kardeşim... Bugün sosyal paylaşım sitesi olan Facebook’ta gördüğüm paylaşımdan sonra ne kadar doğru düşündüğümü ve yanılmadığımı da bir kez daha anladım... Bizim Keşan’ın meşhur dilencilerinden birini telefonla konuşurken görüntülemiş bir vatandaşımız...  Telefonun markasını yine hiç sormayın!.. İphone 5 kullanıyormuş bizim dilenci teyzemiş... Şöyle bir İntermet’te araştırdım, bin TL ile 2 bin TL arasında değişen fiyatlarla sahip olunabileceği bilgisine ulaştım... Vallah telefonun markasını ve fiyatına takmadım da, teyzemin o telefonu nasıl kullandığını hayretle karşıladım!.. Daha akıllı telefonu ben bile doğru düzgün kullanamamaktayım!.. Neyse bunların hepsini boşverelim de, bir daha ‘aman dilenciye para vermezsek bedduası tutar’ korkusuna kapılan vatandaşlarıma benden olsun şu tavsiye; verin verin, aman siz beddua almayın, dilenci teyzem ve amcamlar İphone 5 cep telefonu alsınlar, altlarına araba çeksinler, kat kat apartmanlar diksinler, bankada paraları istiflesinler!... Ne güzel iş değil mi? Ben yiyemiyorum sen ye misali!.. 

29 Ocak 2015 Perşembe

POLATLAR ÖLMESİN...

   
   19 yaşındaki Keşanlı İsmet Polat Kaşıkçı, geçirdiği Beyincik Kanseri hastalığı nedeniyle sadece anne sütüyle besleniyor. 9 ay önce Ankara Numune Hastanesi’nde ameliyat olan İsmet Polat Kaşıkçı ilaçlarını yeşil kartla alıyor. Ancak Polat’ın ailesi, beslenmesi ve buna bağlı kan değerlerinin yükselmesi için gereken anne sütünü bulmakta zorluk yaşıyor. Bu nedenle de Polat, zaman zaman kemoterapiye giremiyor ve tedavisi evde devam ediyor.  
   Evet, sevgili hemşehrilerim... Keşanlı 19 yaşındaki genç kardeşimiz İsmet Polat Kaşıkçı’nın sağlık sorunu ile ilgili haberleri yerel basından okumuş, sosyal medya ortamından da takip etmişsinizdir mutlaka... Yaşaması anne sütüne bağlı olan genç kardeşimiz... Beyincik kanseri hastalığı nedeniyle sadece anne sütü ile beslenen Polat’ın ailesi, evlatlarına yardım eli uzatacak anneleri bekliyor... Konuyla ilgili haberin duyurulması ile birlikte vatandaşımızın da duyarlılık gösterdiğini bizzat gözlemledim... En azından haberi okuyan vatandaşlarımızın, daha çok kitleye duyurmak anlamında haberi paylaştığını gördüm... Ve yine ziyaretler başladı Polat kardeşimize... Ancak Polat’ın ziyaretten çok anne sütüne ihtiyacı olduğu bilene... Ve en önemlisi de Polat’ın ihtiyacını sadece emzikli anneler verebilir ve yaşama tutunmasına vesile olabilir...
   Şimdi emzikli annelere seslenmek istiyorum; sizin bebeğiniz bir gün ya da birkaç gün hatta aylarca anne sütü ile beslenmese de hayati tehlikeye girmez ve yaşamını sürdürür yinede... Ancak bebeğinizden esirgeyeceğiniz o sütle, gencecik bir fidanın yaşaması da sizin elinizde... Siz bebenizi mamayla da besleyebilir, ona anne sütü harici sütler içirebilirsiniz ve karnını doyurabilirsiniz... Lakin Polat’ın sadece ve sadece anne sütüne ve sizler gibi duyarlı emzikli annelere ihtiyacı var... Bu maddi olarak da elde edilebilecek bir şey değil, öyle olsa zaten ailesi ne gerekirse yapar, birçok duyarlı hayırsever vatandaşımız da katkısını ortaya koyar... Anlayacağınız, emzikli annelerden başkasının Polat’a yardım etmesi ve sağlığına kavuşmasında vesile olabilmesi yalan... Bu nedenle tüm emzikli anneleri Polat’ın sağlığına kavuşmasına yardımcı olmaya davet ediyor, bir gün aynı acıyla kendilerinin de karşılaşabilme ihtimali olduğunu hatırlatarak, gereken hassasiyeti göstereceklerini inandığımı belirtiyorum... Allah kimseye böyle acılar, böyle çaresizlikler yaşatmasın ama yaşatabileceği ihtimalini düşünerek imkanı olanlar da koşsun Polat’ın yardımına... ‘Polatlar ölmesin...’ diyor, tüm duyarlı emzikli annelere teşekkürlerimi sunuyorum... Saygılarımla...






28 Ocak 2015 Çarşamba

UÇA-ZIPLAYA, ZIPLAYIP-UÇURACAKLAR SİZİ SONUNDA!..

  


  Geçtiğimiz hafta içinde, Anafartalar Caddesi’ni Tekel Meydanı’na bağlayan Halk Bankası Keşan Şubesi’nin de bulunduğu caddedeki kaldırımdan geçmek istedim... Mümkün mü? Kaldırım göremedim ki mümkün olsun!.. Zaten belirttiğim caddedeki kaldırımın genişliği taş çatlasın 2 buçuk metre... 1 metresi esnafın tecavüzüne uğramış, geriye kalan 1 buçuk metrelik genişliği de çift sıra halinde banka kuyruğunda bekleyen vatandaşımız doldurmuş... Peki o caddeyi kullanmak isteyen yayalar ne yapacak? Tabii ki uçacak!.. Başka seçenek kalmıyor çünkü kaldırımı kullanmak isteyen yayalara... Haa, canına kastı olan vatandaşım caddeden geçen araçların önüne atlayıp, bu seçeneği de kullanabilir aslında!.. Peki bu esnada bizim zabıtalar ne yapıyor acaba? Keşanspor Düğün Salonu’nun altında bulunan korkuluklara yaslanmış, gelen geçeni seyrediyorlar bu arada... Asıl benim anlayamadığım, hani ‘kaldırımlara ürünlerini çıkaran esnaf denetlendi ve uyarıldı’ diye basında çıkan haberler var ya, bu denetlemeler sadece göz boyamak ve vatandaşı kandırmak için mi yapılıyor acaba... İlgililer gaz veriyor zabıtaya, gidin kaldırımlara ürünlerini çıkaran esnafı dolaşın, sonra da birkaç poz alıp basınla paylaşın... Dostlar alışverişte görsün, maksat iş yapıyor gözükelim, vatandaşa şirin görünelim!.. Bizde salaktık ya yuttuk!.. Çarşı merkezinde kaldırımlarda yayalardan başka ne ararsan var!.. Vatandaşım bir de sizden yollardaki çukurları kapatıp, asfalt yapacağınızı umar... Daha kaldırımları bile zaptedemeyen, bir düzen sağlayamayan yönetim mekanizması, hiçbir halt yapamaz!.. Sadece kendi kendini aldatır, birkaç pozla da vatandaşımı kandırdığını sanır... Ancak bıçağın kemiğe dayanması yakındır... Vatandaş gelecek seçim için şaka yapmaya hazırlanır... Şu anda kaldırımları uçarak geçen(!), yollarda zıplaya zıplaya giden vatandaşımın da; sizi önce zıplatıp, sonra da uçuracağı günler yakındır!.. Atalarımız ne demiş; ne ekersen onu biçersin... Uça-zıplaya, zıplatıp-uçuracaklar sizi sonunda!.. Saygılarımla...



27 Ocak 2015 Salı

YANDIĞIMIZ ATEŞTE AYDINLANMAK YAKIŞIR VALLAH!..

   
   TREPAŞ: Trakya’da Enayi Paketleme Satış Aforozlama Şirketi!.. Gün geçmiyor ki, vatandaşım TREPAŞ kaynaklı sıkıntılar yaşamasın... Fatura ebadını her geçen gün uzatan ve vatandaşa ince ince geçiren(!) TREPAŞ, TRT payı, kesme-bağlama, sayaç sökme-takma, sayaç ayar bakımı, yuvarlama(!) gibi süslemelerle de bir güzel gönül alıyor!.. Sonra yine TREPAŞ; canı istediği zaman elektriği kesiyor, ‘trafoya kedi girmiş, kuş girmiş!’ bahaneleri ile saatlerce enerji vermiyor, bazı yerleşim birimlerinde 12 saati aşan süreyle enerji kesintisi yaşatıyor, faturanı kazara geçiktirirsen anında cezayı yapıştırıyor, yeni başlattığı uygulama ile ruhlar ile cinlerin dolaştığı(!) yazlık evlerde sayaçları okuyor ve bilmem kaç kilometre uzakta olan ve yazdan yaza evini kullanan vatandaşımdan da her ay ‘acaba ruhlarım ile cinlerim kaç kilowat enerji harcamış’ diye düşünüp, faturalarını kontrol etmelerini ve kesilen bedeli yatırmalarını istiyor!..  Bu kadar bilgilendirmeden sonra, gelelim vatandaşımın isyanına... Bugün, yazlık kesimde oturan bir vatandaşımız, TREPAŞ görevlileri ile ilgili yaşadığı bir sorunu paylaştı benimle... Fatura bedelini ödediği halde, ödenmediği gerekçesi ile kapısına dikilen ve ukala ukala tavırlarının yanısıra kabadayılık da taslayan TREPAŞ görevlilerinin takındığı hallerini anlattı... Evire çevire dövesi gelmiş ama, ‘bu kadar paraya bu kadar köfte olur ancak!’ deyip vazgeçmiş... Otomatik ödeme talimatı olan ve ilgili banka şubesini arayarak, banka görevlisi ile -faturasının ödendiğine- dair konuşmasına TREPAŞ görevlisini de ortak eden bu vatandaşımızın ikna çabası sonuç vermiş ama az daha ok yaydan çıkıp, cinnet geçirecekmiş!.. Fatura bedelinin ödendiğine ikna olan bu görevli, vatandaşımın yanından ayrılırken de, ‘Bi daha olursa bak geldiğimde keserim elektriğini haa(!)’ deyince, haliyle vatandaşımın tepesi tam atmış... Hem suçlu hem güçlü anlayacağınız TREPAŞ görevlisi... Araştırmadan, elektrik fatura bedelini ödediği halde elektriğini kesmek üzere geldiği vatandaştan özür dileyeceğine, arsız arsız bir de gözdağı veriyor kendisine!.. Haliyle tepesi atmış vatandaşımızın ve illetti yaşadığı bu gelişmeyi bendenize... Ah be vatandaşım, bunlar en güzel günlerimizdir biline... Daha neler açacak başımıza bu aforozlama şirketi bilemez kimse... Kesme-bağlama, sökme-takma, bakım ve ne olduğunu anlamadığım yuvarlama(!) altında yakacaklar hepimizi cayır cayır... Sonunda da kendi ateşimizle aydınlanacağız!.. Eee yeni Türkiye’mde yandığı ateşte aydınlanmakta yakışır vallah vatandaşıma!.. Hadi kalın sağlıcakla... Karanlık günlerin bir an önce uzaklaşması umuduyla... Saygılar...




26 Ocak 2015 Pazartesi

HASTANE CADDESİ-MİGROS ARASI; 1 BUÇUK SAAT VE 5,25 TL, BUYUR BURDAN YE!..


   


    Bugünkü köşe yazımda aslen Keşanlı olmayan, henüz Keşan’ı çokta iyi tanımayan ancak eşinin görevi gereği Keşan’da ikamet eden bir kadın yolcunun başından geçenleri ve benimde bizzat şahit olduğum bir olayı paylaşacağım sizlere... Bu arada aslında bu olay 1 hafta önce yaşandı ancak S.S. 25 No'lu Keşan Şehiriçi Minibüs Taşıyıcılar Kooperatifi'nin geçtiğimiz pazar günü (dün) kongreleri olduğunu öğrenince bugüne erteledim... Neme lazım ‘Neşe Hanım yazdı seçimi kaybettik’ diye günah keçisi bile ilan edilebilirdim!.. Neyse seçim bittiğine göre, bende rahatla içimi dökebilirim!..
   19 Ocak 2015 Pazartesi günü idi... Saat 12.20’yi gösteriyordu... Çarşı merkezine gitmek üzere evimin yakınında bulunan Yuvam Evleri yolcu durağına gittim ve 4 numaralı hat olan buçuk minibüsünün gelmesini bekliyordum... (Merkez Anaokulu karşısındaki) Saat 12.32’yi gösteriyor ve hâlâ minibüs gelmemişti... Tam o anda; kalkış noktası İstasyon Mahallesi’nden olan yolcu minibüsü güzergahını tamamladıktan sonra Yuvam durağına (son durak) yolcularını bırakmak için gelmişti... Aynı şekilde ilk hareket durağı olan Yuvam durağına minibüs gelmeyince, bende neden geç kaldığını şoföre sormak ya da hatırlatmak üzere minibüse doğru ilerledim ki minibüste bir kadın yolcu vardı ve şoförle diyalog halindeydi... Bu kadın yolcu Hastane Caddesi’nden minibüse binmiş ve şoföre de ücretini verirken ‘Migros alır mısınız?’ demiş... Ve 70 küsur yaşlarında olan bu şoför, kadın yolcuya minibüsün Migros yönüne gitmediğini söylemeyip Aşağı Zaferiye Mahallesi Yuvam Evleri’ndeki Yuvam durağına kadar getirmiş... Keşan’ı çok iyi bilmeyen ve hâlâ minibüsün yoluna devam edeceğini sanan bu kadın yolcu, doğal olarak minibüsten inmeyince şoför ona ‘son durak’ demiş... Kadın yolcu ısrarla ‘Ama ben Migros’a gitmek için bindim ve size yol ücretimi de bunu belirterek verdim, beni neden uyarmadınız, ben şimdi ne yapacağım, hiç olmazsa beni oraya ulaşabileceğim bir minibüs durağı noktasına kadar bırakın’ dese de, (bizzat bu konuşmalara şahit oldum) şoförün verdiği cevap ‘benim işim buraya kadar, buradan sonrasına karışmam!’ deyip, bu kadını minibüsten inmeye zorladı ve öylece bıraktı... Kadın şaşkındı ve ‘ben şimdi ne yapacağım, nereye gideceğim’ diyordu kendi kendine... Hanımefendiyi sakinleştirdim ve ‘ben size yardımcı olurum telaşlanmayın. Şimdi diğer minibüs gelir ve ona birlikte bineriz, o zaten Migros’a kadar gidiyor’ dedim... Bu arada saat 12.38’i gösteriyordu ve hâlâ buçuk minibüsü gelmemişti... Kooperatif başkanının cep numarası kayıtlı olması münasebeti ile hemen kendisini arayıp buçuk minibüsünün gelmediğini ve mağdur olduğumuzu belirttim... Ne dese beğenirsiniz; okul saatlerinde minibüsler Yuvam durağına çıkmıyormuş, zaten burası güzergahta da yokmuş ama inisiyatiflerinden, vatandaş mağdur olmasın diye çıkılıyormuş... Önce, ‘şaka yapıyorsunuz!’ dedim... Oldukça sinirlenmiştim... Çok fazla yolcu minibüsü ile yolculuk etmiyordum ancak bu konuda bildiğim bir şey vardı ki; minibüslerin okul giriş ve çıkış saatlerinde bazı duraklara uğramadığı yönünde bir bilgi verilmemişti, kamuoyuna duyurulmamıştı ve başkanın dediği gibi, ‘inisiyatif ve vatandaş mağdur olmasın’ meselesi değildi... Eğer buraya durak yapıldıysa ve minibüslerin tabelasında fotoğrafta görüldüğü gibi YUVAM yazıyorsa ve minibüs saatleri saat başı ve buçuk olarak belirlendiyse düpedüz vatandaş mağdur ediliyordu... Hem de sadece minibüsçülerin inisiyatifi ile!.. Yapacak bir şey yoktu tabii ki o an için... 1 saat daha bekleyemeyeceğimize göre kadın yolcuyla indik Anafartalar Caddesi’ne ve 2 numaralı minibüsü bekledik birlikte... 2 numaralı yolcu minibüse geldi ve bu kadın vatandaşımızla birlikte çıktık çarşı merkezine... Bu arada da sohbet ettik tabii ki yolculuğumuz süresince... Kadın vatandaşımıza Migros’a ulaşmak için bir yolcu minibüsüne daha bineceğini ve bu konuda yardımcı olacağımı belirttim kendisine... Migros’a gidecek minibüsü beklerken bu kadın yolcu bana, Hastane Caddesi’nden minibüse bindiği saatin 12.20 olduğunu söyledi ve o anda saatimize baktığımızda üstünden tam 1 saat 15 dakika geçmişti!.. Hemen minibüs gelse, en az 15 dakikada Migros’a varması sürecekti... Ve yine bu kadın yaşadığı bu gelişmeyi benden özellikle yazmamı istedi... Ve yine yine bu kadın, Hastane Caddesi Migros arasındaki mesafeyi en az 1 buçuk saatte almış, 3 ayrı yolcu minibüsü değiştirmiş ve üç kez 1,75 TL olmak üzere toplam 5,25 TL bedel ödemişti... Yine her şeyden önemlisi de; eğer bu kadın vatandaşımız, Keşan’ı çok iyi bilmeyen bu kadın vatandaşımız eğer kendisine yardımcı olacak birileriyle karşılaşmamış olsa idi, Yuvam durağında ne yapacağını dahi bilmeyecek ve bir şoförün vurdumduymazlığı, duyarsızlığı yüzünden asıl o zaman mağduriyet yaşayacaktı... Bu anlattıklarımın hepsi birebir yaşanmış ve bizzat şahit olduğum bir olaydır... Abartı yoktur ancak eksiklikler vardır... Eksiklik derken; bu kadının öfkesi, çaresizliği, şaşkınlığı, dilinden istemeyerek de olsa dökülen kelimeler...
   Şimdi size sesleniyorum S.S. 25 No'lu Keşan Şehiriçi Minibüs Taşıyıcılar Kooperatifi'nin yöneticileri; eğer Yuvam durağına belli saatlerde minibüs gelmiyorsa bunu lütfen kamuoyuna duyurun... Ya da yolcu minibüslerindeki tabelalardan -YUVAM- yazısını silin ki vatandaş çaresine baksın ve kandırılmasın... Minibüs şoförlerinden vatandaşa daha duyarlı ve yardımcı olmaları konusunda nasihatte bulunun... Yolcuları bedava taşımıyorsunuz ve aldığınız 1,75 TL’lik bedelini iyi bir hizmet olarak geri verin... Her şeyden önemlisi de; yolcu sizin velinimetiniz bunu unutmayın... Umarım bir daha böyle kötü izlenim bırakan olaylar yaşanmaz ve yolcular mağduriyet yaşamaz... Bu arada duyarlılık gösteren minibüs şoförlerine de teşekkür ediyor ve etmeyen meslektaşlarını uyarmalarını diliyorum... Saygılarımla... 

25 Ocak 2015 Pazar

YEMİŞİM DEMOKRASİNİZİ!..

Bu benim görüşüm... AK Partililer CHP’lileri eleştiriyor, CHP’liler arada AK Partilileri eleştiriyor, arada birbirlerine giydiriyor, ara ara birbirlerini yiyor ve sonra -iktidar olacağız- nameleri atıyor ancak buna kendileri bile inanmıyor!..
   Şöyle bir 2014 yılı Mart ayında yapılan Mahalli İdareler Yerel Seçimi’ni hatırlayalım... Keşan’da AK Parti ve CHP’nin seçim sürecini değerlendirelim...
   CHP Keşan Belediye Meclisi aday listesinin İlçe Seçim Kuruluna teslim edildiği gün CHP’lilerin Hükümet Konağı önündeki arbedelerini anımsayalım...  Döven de CHP’li idi, sopayı yiyen de CHP’li idi... İç kavgalarını Keşan’ın göbeğinde yapan CHP’liler bütün Keşan’a madara olmuşlar, itibarlarını yitirmişler ve rezilliklerini sergilemişlerdi... Peki bu kadar rezilliğe sebep olan aday listesinde CHP’li isimler yerine AKP’li isimler mi vardı da birbirlerine girmişlerdi!.. Yooo, onlar da CHP’liydi ancak ten(!) pardon renk(!) ay pardon ideoloji uyuşmazlığı vardı!.. Kim sorarsa şimdi -demokrasi- diyecekler, -bizde demokrasi var, sandık var- diye name atacaklar... Yemişim demokrasinizi!.. Biz de biliyoruz demokrasiyi, demokrasiden kastın ne anlama geldiği... Birbirinizin yanında canım cicim, köşeyi dönünce ateşte pişir!.. Bir de bunu basın yoluyla yapıp, kamuoyuna yedir!.. Sözüm meclisten dışarı tabii ki... Bu durumu bütün CHP’li siyasilere mâl etmek ve onları zan altında bırakmak doğru olmaz... Ancak siyasi arenanın içinde olanlar ve yakınen gözlemleyenler de bunu çok iyi bilmekteler...
   İktidar partililer icraatlarını anlatıyor, yapacaklarını kamuoyuna duyuruyor ara ara da CHP’lileri eleştiriyor... CHP’liler bayramlarda, törenlerde, anma günlerinde sivriliyor(!), seçim süreçlerinde birbirlerini yiyor(!), eğlence ve kutlama gibi yemekli birlikteliklerde coşuyor(!), gruplaşmalarını her geçen gün artırıyor, ara ara AK Partinin politikalarını eleştirmek akıllarına geliyor(!), sonra da -cumhuriyet- ve -Atatürk- gölgesinden seçimi kazanırızın hayalini yapıyor... Sizler Atatürk’ün gölgesine sığınırken, adamlar Atatürk’ü hafızalardan silmenin planlarını yapıyor ve stratejilerini tek tek uygulamaya koyuyor... Atatürk’ü unutturabilirler mi? Asla... Buna artık kendileri de inandığı için telaşlarından ne yapacaklarını şaşırıyorlar... Ancak sizin bu kendinizi anlatamamanız, birlik mesajı verememenizden ötürü de iktidarlığı ellerinden bırakmıyorlar...   Vatandaşta kusur bulmayın, -uyuyorlar mı, körler mi, anlamıyorlar mı- diye kafa tutmayın... Siz kendinizi anlatabiliyor musunuz da vatandaş sizi anlayacak... AKP’liler de sizin kusurlarınızı anlatıyor, siz de birbirlerinizin kusurlarını anlatıyorsunuz... Sonra da, ‘oyunuzu -CHP’ye- verin’ diyorsunuz... Ben de ‘hangi -CHP’liye?-’ diye size soruyorum!..
   Şimdi önümüzde genel seçimler var ve milletvekili aday adayları boy göstermeye başladı podyumlarda!.. Her zamanki gibi bolluk olacak yine CHP’li milletvekili aday adaylarında... Ve sandıkta belirlenecek milletvekili adayları bir değişiklik olmazsa... Rekabet içinde olabilirler, demokrasi şöleni yaşıyoruz diyebilirler ama kamuoyunun karşısına birbirlerini iğneleyici ifadelerle çıkıyorlarsa ben bu -rekabet ve demokrasi şöleni-nden şüphe ederim... Bütün CHP’li milletvekili aday adaylarının tek bir ilkesi olması lazımdır ki oda; CHP’nin politikalarını anlatıp, diğer siyasi rakiplerinin yanlışlarını ortaya koymalarıdır... Aynı parti çatısı altında mücadele edenlerin birbirini karalar yönde ifade kullanmaları ise sadece partilerine ve kendilerine zarar verir...
   Ha diyeceksiniz ki, AK Partililerin hiç mi kavgaları, gürültüleri olmuyor? Oluyordur, belki de CHP’lilerden daha çok birbirlerini yiyorlardır... Ama kamuoyuna bir şey yansıtıyorlar mı? Hayır... Ya da o kadar az ki, arada kaynayıp gidiyor... Sizde kavga edin, birbirinizi yeyin ama dört duvar arasında yapın ve o kapıdan çıktığınızda dışarı taşımayın...
   Son sözüm; ülkenin geleceğinden endişe duyan insanların size ihtiyacı var ancak birbirinizle dahi uyum ve birlik içinde olamadığınız için ‘ülkeyi acaba nasıl yönetir bu zihniyet!’ diye endişe duymaktalar... CHP zihniyetine destek veren ancak gelgit yaşayan insanlar sanırım artık sandığa dahi gitme zahmetine katlanmayacaklar!.. Aynı cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi!.. Bir olun, birlik olun, birbirinizi karalamaktan uzak durun, adaylarınızı belirlerken de ince eleyip sık dokuyun!.. Saygılarımla...





KARANLIK GÜNLER ÇOK MU YAKLAŞTI!.. (Geçmişten bir yazı)


   Korkuyorum hem de çok... Kendi adıma, sizin adınıza, hepimizin adına, ülkem adına korkuyorum... Cumhuriyet Halk Partililer bu korkumu daha da arttırıyor, beni endişelendiriyor... Ama sadece beni ve birkaç kişiyi, ya da 100 kişiyi veya 500 kişiyi hadi bilemediniz 2000 kişiyi... Keşan’ın nüfusu 60 bin küsur... Şu anda acaba kaç kişi benim kadar endişe duyuyor...
   Evet, bu girişten sonra şimdi sizlere endişemin nedenini paylaşacağım...
   Dün, Keşan’daki bazı ilk ve ortaokulların elektrik borcu nedeniyle TREDAŞ tarafından enerjisi kesildi... Çok şükür ki bu borç, eğitim öğretim dönemi içine rast gelmedi... Ancak kayıt dönemi başladı, dün bu okullarda öğrenci kaydı yapılamadı...
   Öte yandan Keşan’da seçim atmosferi başladı... İktidar Partililer, seçimi alıp, Keşan’a yatırım getirecekler, Keşan’ı ihya edecekler, Keşan’a medeniyet getirecekler... Onlar bunu yapacaklar... Devletin elektriğini satanlar Keşan’ı ihya edecekler... Ülkemizde vatandaşlığımız(!) hariç neredeyse her şeyi özelleştirenler, Keşan’ı yatırıma boğacaklar... Yaz döneminde, okullarda neredeyse hiç kullanılmayan, çok cüzi miktarda olan fatura borcunu ödeyemeyenler mi Keşan’a ve ülkeye medeniyet getirecekler?!
   Uyanın Keşanlılar, uyanın CHP’liler... Karanlık günler sinyal verirken uyanmadınız ama çok yaklaşırken uyanın artık... Ülkemizi karanlığa mahkum etmek isteyenleri sandığa gömün, yeniden aydınlığa çıkarın... Okullardaki elektrik faturalarının ödenmesi için bütçe ayıramayan Milli Eğitim Bakanlığı, eğitime nasıl ışık tutacak? Özelleştirilecek bir şey kalmadığı için yeni bütçeler de yaratamayacak...
   Sayın Ufuk Kanışkan, Sayın Şenol Yalı, Sayın Aladdin Öztürk, Sayın Mustafa Bezbaş ve bir süre sonra aday adaylığını açıklayacak olan Keşan Belediye Başkanı Sayın Mehmet Özcan... Sizler CHP’nin aday adaylarısınız... Şu anda beni hiçbirinizin ismi ve kim olduğunuz ilgilendirmiyor... Beni ilgilendiren tek şey, hepinizi bir arada görmek ve kenetlendiğinizi bilmek... Keşan için, ülkemiz için... Eğer rekabetiniz sizi ayrıştırır ve bölerse, bu da İktidar Partisine fırsat olarak dönerse, bunun vebali sizden sorulur bileseniz... Eğer bunun vebalini taşıyabilecek vicdana sahipseniz yolunuz açık olsun, yok değilseniz, yolunuz bir ve aynı yol olsun... Keşan’ımıza karanlık bulutların çökmesine izin vermeyin...
   İktidar Partisini desteklemeyi düşünen ve bir takım çıkar peşinde koşanlara gelince... Şu anda karnınız tok mu? Her gün ağzınızın tadıyla yemeğinizi yiyor musunuz? Yedikten sonra ‘çok şükür Allah’ıma’ diyor musunuz? Gerisini boş verin... Çünkü kimsenin bir saniye sonrası için garantisi yok ve giderken de yanında birkaç metre kefenden başka hiçbir şey götürmüyor... O kefeni de, paralılar da parasızlar da bir şekilde giyiyor... Karanlık günlerin gömülmesi, aydınlık günlerin çok yakında geri gelmesi dileğiyle, esen kalın...


24 Ocak 2015 Cumartesi

BİZDEKİ MEDENİYET YOLU, ACEP KİMLER KÖŞEYİ BULDU!


   Köylüler ‘yol’ isyanında... Bir yaz sezonunu daha toz duman içinde geçirdiklerini belirtirken, kış için de yine çamurla başbaşa kalacak olmalarının derdinde... Haşat olan araçlar ise zaten bozuk olan ekonomilerine darbe indirmekte...
Ne zaman yapılacakmış bu köy yolları... Birkaçı (torpilli olanlar) haricinde hemen hemen tüm köylerin halkı yollarının yapılmasını beklemekte... Yine bir kısmı da üstün körü yapılıp, daha bir yıl geçmeden tamiratına başlanmakta... Anlayacağınız bizim köy yolları, bir yapılmakta ertesi yıl bozulmakta, daha ertesi yıl köylü ‘yol istiyoruz’ diye bağırmakta, ilgilileri de kulaklarını tıkamakta...

   Ancak hükümetin en çok böbürlendiği konu ise ‘yol’ olmakta... Hükümetleri döneminde bilmem kaç kilometre yol yapılmış da yol medeniyetmiş... Yolun medeniyet olması yönünde hemfikirim hükümetimizle ama, bilmem kaç kilometre yol yaptıkları konusunda söylerim ağzıma ne gelirse! Benim bildiğim bir yol yapıldı mı arkasına bakılmaz 15-20 sene... Hemen dibimizde Yunanistan ve Bulgaristan... Birçoğunuz gidip geliyorsunuz yıllardır bu ülkelere... Kaç kere şahit oldunuz, yapılan yolda ertesi yıl ya da birkaç yıl sonra yeniden düzenleme... Bir de eğer yeni yol yapımı olacaksa, önce alternatif yol açılıyor ve yapılacak ya da tadilat gerektirecek bir durum olursa o yol tamamen trafiğe kapatılıyor... Zaten bir yol yapıldı mı, en az 15-20 yıl geriye dönüp bakılmıyor... Bizim ülkemizde ise (en basit çevremizde yapılan yolları gözünüzün önüne getirin) yol yapıldı mı, ertesi yıl tadilatı başlıyor! Tadilat yapılan ya da genişletilen yolun bir bölümü trafiğe kapatılıyor, trafik tek şeritten veriliyor... Sonra mı? Yaşanan kazalardan dolayı, jandarma, polis ve ambulans bu yollarda cirit atıyor... Bu arada yol ihalelerini kapanlara açılan rant kapıları sayesinde köşe olurlarken, alın terimizden kesilen vergilerden aktarılan paralar da çöpe atılıyor...     Tüm bunlara karşın ise İktidar Partisi siyasetçileri, ‘yol yaptık, medeniyet getirdik’ diye ortalığı paralıyor... Hadi onlar kendilerini paralaya dursunlar ve bizim külahımıza anlatsınlar ama asıl benim merak ettiğim, 12 yıldır yolları yapan müteahhitler daha önce neydiler, şimdi ne oldular! En çok yol yapanlar mı, yapılıp bozulan yolları onaranlar mı, yollarda yapboz oynayanlar mı köşe oldular! Bizde ki medeniyet yolu... 12 yılda acep kimler hangi köşeyi buldu!

23 Ocak 2015 Cuma

BELEDİYE İŞÇİLERİNİN HAYIRLARI KABUL OLSUN!..


   Keşan Belediye işçisi olan ya da daha önce bu görevde bulunan ve maaşını alamayan veya alamadan işten çıkarılan tüm işçi kardeşlerimizin, ağabeylerimizin ve ablalarımızın hayırları kabul olsun!.. Size alın terinizi çok gören, emeğinizi vermeyen Keşan Belediyesi yöneticileri, dün 500 çocuğu sevindirmiş!.. Meğer bugüne kadar sizlere maaşlarınızı vermemelerinin bir sebebi varmış!.. O da karne gününde 500 çocuğa pabuç almakmış!.. Bir de yeni Pazar yeri inşaatı tamamlandığında, içine sinema yapıldığında, film gösterilmeye başlandığında öğrencilere bedavadan film izletilecekmiş!.. Birde Edirne’ye sinema izlemeye giden öğrencilerin otobüs ücretini ve sinema biletlerini karşılayacakmış... Vallah Belediye Başkanımız Sayın Mehmet Özcan, İnönü İlköğretim Okulu’ndaki hediye dağıtım töreninde yaptığı konuşmada aynen şöyle demiş: “Okulunuzun hemen karşısındaki Belediye ve AVM binasında 5 adet cep sineması bulunuyor. Binamız bitince sizlere burada karne hediyesi olarak film izletmek isterim. Ayrıca Müdür Bey sizi Edirne’ye sinemaya götürecek, ben otobüs ve biletleri halledeceğim.”
   Gerçi -halledeceğim- derken tam olarak ne kastettiğini de anlamadım... Acaba kendi cebinden mi yoksa belediyenin kesesinden mi bahsediyor çözemedim!.. Eğer belediyenin kasasını kastediyorsa, bir hayır daha işlediniz demektir işçi kardeşlerimiz!..
   Ne güzel değil mi, belediyemiz eliyle ihtiyaç sahiplerine yardım yapılması, çocukların sevindirilmesi, fakir-fukaranın gözetilmesi, hayır işlenmesi... Kim buna karşı çıkabilir ya da -hayır- diyebilir... Tabii ki herkes -destek- verir... Ancak; kendi işçisi açken, emeğini karşılığı verilmezken, maaşlarını alamadan kapı önüne koyulurken, elleri sevindiren -sosyal demokrat- değildir!.. Keşan Belediyesi’nde 2 bin TL ve üzeri maaşla çalışan işçiler günü geldiğinde maaşını takır takır alırken, asgari ücretle çalışan işçisine aylarca maaş ödemeyen bir belediye -adaletli- değildir!.. Hele hele işçisi ağlarken, gazetelere çıkıp elinde ayakkabı kutuları(!) ile poz veren Belediye yöneticileri hiç ama hiç -bizden- değildir!.. Saygılarımla...

BAKALIM BENİ KİM VURACAK?!


   a) Pavyoncular
   b) Uyuşturucu tacirleri
   c) AKP’liler
   d) CHP’liler
   e) Dolandırıcılar
   f) Her hepsinden biri!

   Hasımlarım ve hasımlarımın çeşitleri her geçen gün artıyor!.. Son 4 yıldır zaman zaman hep uyarı aldım vatandaşımdan... ‘Aman dikkat!’ dediler... Pavyonları ve bu mekanlarda yaşanan olayları sık sık dile getirdim ve sonuçlarını paylaştım yazılarımda, ‘uğraşma bunlarla kim vurduya gidersin!’ diye uyardılar... Uyuşturucu bağımlılarını ve ilçemizde yaşanan gelişmeleri kaleme aldım, ‘ateşle oynuyorsun, sana mı kaldı bırak polis, jandarma, savcı ilgilensin sen bak işine!’ deyip gözdağı vermeye çalıştılar... İktidar partililere sataştım, ‘kodese girmen yakındır, çamaşır, sigara vs.’ni hazırda tutuyoruz!’ diye hatırlatmada bulundular... CHP’liler hakkında yazdım, ‘sıkacaklar topuğuna!’ deyip espri yaptılar... Son birkaç ay içinde birden fazla dolandırıcılarla muhatap olmam ve her seferinde hayallerini kursaklarında bırakmam sebebiyle de, ‘sonunda seni dolandırıcılar vuracak, herkes rahatlayacak!’ deyip, benle kafa yapmaya kalktılar... Onu yazma, bunu yazma ben ne yazacağım be kardeşim... İçkili eğlence mekanları nedeniyle yuvalar dağılacak, canlar gidecek -tık- demeyeceğiz, gençlerimizi zehirleyecekler karşıdan seyredeceğiz, ülkeyi soyacaklar sesimizi çıkarmayacağız, Keşan’ı boklayacaklar yalayıp yutacağız, oturdukları yerden bir telefonla vatandaşımızı soyup soğana çevirecekler gülüp geçeceğiz!.. Bunları mı yapmamı bekliyorsunuz benden... Adaletsizliğe, yolsuzluğa, hırsızlığa, dolandırıcılığa, mafyaya boğun eğelim, yarabbi şükür diyelim, koyun gibi güdülelim!.. Bu kadar koyun yetmez mi memlekete!.. Ne bıçağım var ne silahım var ne de korumam var bilene... Allah’a emanetim sadece... Kaderim nasıl yazıldı ise bir gün herkes gibi bende göreceğim elbette... Kaderimin yazısını bozmaya çalışanlara da benden bir tavsiye; dokuz canımdan beşi gitti de dördü hâlâ bende!.. Hani niyetine falan girerseniz, ters tepebilir biline!.. Ne koyun olmaya niyetim var ne de sizin kör kurşununuzla öteye gitmeye!.. Durun bakalım daha çok hasım edineceğim kendime!.. Öyle 5 çeşit hasımla öteye gitmek yakışır mı bana söylesenize!.. Şu anda şeytanlarla diyalog halindeyim(!), öteden bile size köşe yazısı gönderme niyetindeyim!.. Yani öyle ya da böyle ensenizdeyim!.. Hadi bakalım sıkıysa niyetlenin!.. Cumanız mübarek, dualarınızın hayırlısından olması dileğimle... Saygılar... 

22 Ocak 2015 Perşembe

HEPİMİZ PATİSKAYA SARILIP GİDİYORUZ!..


   Dün sabah babamı arayan ve benim de müdahil olduğum telefon yoluyla dolandırıcılık olayında yaşadığımız diyalogun ardından, bu seferde benim cep telefonum çaldı... Tam da dolandırıcıları yine hayal kırıklığına uğratmamın şerefine Türk kahvemi yudumlarken, sigaramı da tellerken... Beni sabah saatlerinde arayan bir Roman vatandaşımız idi ve ‘hayırdır sabah sabah beni rüyanda mı gördün’ dediğimde, içini dökmek(!) istediğini belirtti...
   ‘Ya abla’ diye başladı söze... Kafası pek karışıktı Roman vatandaşımızın... ‘AK Partili olan Roman vatandaşları için, bir parça erzak ve kömüre sattınız kendinizi diyorlar’ cümlesi ile konuşmasını sürdürdü... ‘Eee... ne olmuş diyorlarsa, yalan mı?’ diye sordum kendisine... ‘Evet abla doğru. Bize erzak verdiler, kömür verdiler, yeşil kart verdiler, biz de oyumuzu verdik... Açtık karnımız doydu, üşüyorduk ısındık, paramız yoktu doktora gidemiyorduk ama şimdi bedavadan gidiyoruz neden bizi yadırgıyorlar’ cevabını verdi bana... İçini döktüğünü ve telefonu kapatacağımız düşüncesiyle, ikinci sigaramı yakma ve kahvemi rahatla yudumlama hazırlığındayken, ‘Hadi biz fakirlikten AK Partili olduk, sebeplendik. Ya zenginlere ne demeli be abla? Onlara neden sormazlar, siz neden AK Partili oldunuz, neyinden sebeplenirsiniz diye?’ demesin mi bana... Şimdi ne cevap verirsin sorusu karşısında bu garibana... ‘Etinden, sütünden, balından, kaymağından, bankasından, toprağından, arazisinden, ihalesinden, yolundan, suyundan, hayvanından, ayakkabı kutusundan, kasasından, köprüsünden, bağından, bahçesinden!’ mi diyecektim Roman vatandaşımıza... ‘Takma kafana’ dedim kısaca... Sen açtın aldığın erzak karnını doyurdu, kış aylarında donuyordun şimdi ısınıyorsun, hastalanınca doktora gidemiyordun şimdi tedavini oluyorsun; onlarında bankada paraları vardı üstüne katmer yaptı, çocuklarının geleceği garanti altındaydı şimdi torunlarınınkini de garantiye aldı, 1000 dönüm arazisi varsa 5000 dönüm yaptı, milletler arası iş yaparken, uluslar arasına açıldı, aldıkları ihalelerin sayıları arttı!.. ‘Hiç ama hiç takma kafana’ dedim yine Roman vatandaşımıza... Dünya malı dünyada kalıyor ama hepimiz birer faniyiz bu dünyada ve giderken boyumuza ve kilomuza göre aynı cins patiska parçasına sarılıp gidiyoruz öteki dünyaya... Ya birimizinki 2 metre az ya da 2 metre çok oluyor en fazla...   Sen asıl ebedi hayata göçeli 77 yıl olmasına karşın hâlâ tüm dünya insanının hafızasından silinmeyen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün yolundan ve izinden ayrılma... Onu unutma, unutturma... O faniler elbet unutulacak ancak Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk daima kalbimizde yaşayacak... Bugün açlık hissedebilirsin, üşüyebilirsin ama Ulu Önderimiz sayesinde Türk evladısın ve özgürce yaşamaktasın... Özgürlük satın alınamaz ancak erzak da kömür de satın alınabilir... Bunu sakın unutma ve geleceğini satma!.. Saygılarımla...





21 Ocak 2015 Çarşamba

HADİ BAKALIM POLİS AMCA GÖRELİM SENİ!..


   Sabah sabah yine sinirlerim had safhada... Uykumdan dolandırıcıların telefonu ile uyanıyorum... Gözlerini açmışlar, kır saçlı amcayı nasıl dolandırırızın hesabına koyulmuşlar... Babam sesleniyor sinirli bir ses tonuyla, ‘Neşe, senin bu internetine de....’ diye... Neye uğradığımı şaşırıyorum... ‘Hayırdır’ daha demeden babam devam ediyor; ‘Keşan İlçe Emniyet’ten aradılar, çay içmeye davet ettiler, bizim internet hattını ele geçirmiş Diyarbakır’dan birileri, ne kadar fatura geleceği belli değilmiş, ben gidiyorum şimdi komiserin yanına yardımcı olacaklar! Kimlik bilgilerini bile ele geçirmişler!..’ ‘Olmaz öyle şey, bizim internet sınırsız zaten, limit aşımı olamaz, dolandırıcıdır onlar’ desem de, ‘Ev adresimizi, telefonumuzu hepsini söyledi komiser, ben gidiyorum’ diyor ve babamı tut tutabilirsen!.. Bereket ele ayağı birbirine karışmış, cep telefonunu da telaştan yere düşürünce sim kartı çıkmış ve telefonuna ulaşılamıyor doğal olarak... Ve ev telefonu çalıyor akabinde... Telefonu açıyorum ve karşı uçtaki ses, ‘Salih Bey orada mı?’ diye soruyor... ‘Buyurun ben kızıyım, siz kimsiniz?’ dediğimde, ‘Keşan İlçe Emniyet’ten komiser Hakan Bey’ cevabını veriyor... ‘Pardon Hakan Bey soy isminiz?’ diye soruyorum ve ‘Hakan Demir’ cevabını alıyorum... ‘Ne zaman İlçe Emniyet’te göreve başladınız, ben de Keşan’da gazeteciyim, ancak Hakan Bey diye bir komiser hatırlamıyorum’ diyorum... Pişkin pişkin ‘yeni’ cevabını veriyor... ‘Emniyet Müdürünüzün ismi neydi?’ diye soruyorum, cevap olarak; ‘böyle gizli bilgilerin cevabını telefonda veremem!’ yanıtı ile karşılaşıyorum... Bu gizli bilgi karşısında gülmek geliyor içimden ama ben kalayı basmayı tercih ediyorum!.. ‘Sabah sabah yemediniz içmediniz de kimin canını yakacağımın derdine mi düştünüz, pis dolandırıcılar, hadi bakalım komisersen gel de ver sana ettiğim hakaretin hesabını, ananı av...dını, süla...ni...’ ne aklıma geldiyse dizdiriyorum işte... Bu arada babam da şaşkın şaşkın beni izliyor... O hınçla telefonu dolandırıcının yüzüne vuruyorum ve babama da ‘senin komisere cevabı verdim, bizim İnterneti de ellerinden aldım!’ diyorum... Babam hâlâ şokta... Ve hâlâ inanamıyor... İnanamadığı benim ha... Öyle bir işlemişler ki adama, onlara kandığını gururuna yediremediği için benim yaptığım konuşmaya şahit olduğu halde inanmamakta direnecek neredeyse... Bir de babam kır saçlının okumuşundan, tahsillisinden, her gün en az birkaç gazeteyi baştan sona okuyup, yalayıp yutanından!.. Televizyonun sadece haber programlarını izleyeninden... Emekli İlçe Milli Eğitim Müdürüdür kendisi... Ve defalarca da bu dolandırıcılık haberlerini okumuş, bizzat bundan birkaç ay önce yine dolandırıcıyla yaptığım kavgalı telefon görüşmesinin birebir şahididir... Buna rağmen sabahın köründe girmişler adamın beynine... Şimdi bütün bu dolandırıcı ve babam ile benim aramda geçen diyalogu yazdıktan sonra gelelim işin kolluk kuvveti ve alınacak tedbirler bölümüne...
   Evet, ‘polis amca’ lakaplı Keşan’a yeni atanan ve 2 gün önce göreve başlayan İlçe Emniyet Müdürümüz Sayın Mehmet Bey, diyeceğim size... Artık hırsızlıklar sanal yoldan yapılıyor gördüğünüz üzere... Karda yürüyüp, iz bırakmama cinsinden hem de!.. Bu konu birçok kez yerel basında gündeme gelmesine, haber yapılmasına karşın hemen hemen her gün bir ya da birden fazla vatandaşımızın canı yanıyor ve dolandırılıyor bu yöntemle... Bunu bir şekilde anlatmanız, önlem almanız lazım bir an önce... Gazete okuyanı var, okumayanı var... Astığınız afişlere bakanı var, bakmayanı var... Okuma yazması olanı var, olmayanı var... Görevlendirin birkaç polis memurunu, gitsinler kahvehanelere, öğretmenevlerine ya da hazırlatacağınız broşürler tek tek bırakılsın evlere... Bunu belli bir yaş kesiminin anlayacağı bir dille anlatın... Her ihtimali önlerine koyun, izahatını yapın... Dolandırıcıların hangi konularda kanlarına girebileceğini, akıllarını çelebileceğini ifade edin... Yazıktır, günahtır vatandaşıma... Kenarda üç-beş kuruşu varsa onu da kaptırmasın böyle sahtekârlara... Allah korusun, kalbi olan, farklı bir hastalığı olan vatandaşımı da böyle bir stres götürür öteye vallah!..
   Diyeceğim şudur ki; telefon hırsızları cirit atıyor ortalıkta... Madem İpsala’da çok başarılı çalışmalara imza attınız, alın Keşan’da da başarılı işlere imza atmanız için bir fırsat size... Dolandırıcıları yakalayamasanız da, vatandaşı bilgilendirin de ellerine düşmesini engelleyin... Hodri Meydan diyorum, size böyle bir fırsat öneriyorum... Saygılarımla... 

20 Ocak 2015 Salı

CHP KEŞAN İLÇE YÖNETİMİ; VAR MISINIZ, YOK MUSUNUZ?!


   Recep Tayyip Erdoğan = Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan; Ahmet Davutoğlu = CHP Keşan İlçe Yönetimi!.. Ne güzel bir yakıştırma oldu değil mi?! CHP Keşan İlçe Yönetimi var mıdır, yok mudur belli değil... Keşan’da iktidarsınız, ülke genelinde ise muhalefet... Ne iktidarlığınızı görmek kısmet oldu ne de muhalefetliğinize şahitlik edebildik bu da bir gerçek!.. Tamam kayyum olarak atandınız ama madem ısınamadınız ya -adam- gibi bırakmayı bileceksiniz ya da -görevinizi yapmayı- deneyeceksiniz...
   AK Parti İlçe Başkanı gazetelere boy boy çıkıp partisi adına açıklamalarda bulunuyor, icraatlarından söz ediyor, çok şükür siz de yalayıp yutuyorsunuz!.. Ülkede hırsızlar cirit atıyor, çalınan paralar faiziyle geri ödeniyor, bir Osmanlıca curcunasıdır alıp başını gidiyor, Ak sarayın merdivenlerinde 16 Türk devletine ait kıyafetlerle kuşatılmış maskeli balo düzenleniyor, peki bizim CHP İlçe Yönetimi ne yapıyor? Seyrediyor!.. İyi seyirler size!.. Haa, arada bir AK Parti’den gelen eleştirilere de CHP’li Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan yanıt veriyor... Yani milletin(!) cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın yaptığını yapıyor!.. Sayın Özcan, tüm Keşan halkının Belediye Başkanı olduğu halde, ülke genelinde AK Parti’nin sergilediği filmin aynısını bize izletip, CHP İlçe Yönetimi’ni Başbakan Davutoğlu gibi figüran konumuna sokuyor ve borazanı elden bırakmıyor!.. Yine istediği işçisini kapı önüne koyuyor, istediği kişileri belediye kadrosuna alıyor ama CHP İlçe Yönetimi’nden -tık- çıkmıyor!..
   Sonra bir de bana, ‘neden CHP’yi eleştiriyorsun, AK Parti’nin ülke genelindeki hatalarını, kusurlarını, yolsuzluklarını görmüyor musun?’ diye tafra yapılıyor... Ben görüyorum da, ‘acaba CHP İlçe Yönetimi görmüyor mu?’ diye garip bir kulunuz olarak ben de size soruyorum!.. İzlediğim filmlerden o kadar çok sıkıldım ki, farklı artistler ile yeni senaryoları sabırsızlıkla bekliyorum!.. Saygılarımla...


19 Ocak 2015 Pazartesi

İŞTEN ATILAN BELEDİYE İŞÇİSİ, DAVUL-ZURNA İLE Mİ SESİNİ DUYURSUNMUŞ!


   Son birkaç gündür Keşan Belediyesi’nden yılbaşı ikramiyesi(!) alan işçi kardeşlerimizden bazıları beni arayarak, derdine derman olacak yolu göstermemi istiyor... İkramiye derken aman yanlış anlaşılmasın, yeni yıl arifesinde işlerine son verilen işçilerden söz ediyorum... Ne yapsınlarmış, seslerini nasıl duyursunlarmış... Biri 2 aylık maaş yatırıldığını söyleyince, ‘kaç aydır maaş almıyordunuz?’ diye sordum kendisine... ‘Vallah abla en son ne zaman maaş aldığımı bile hatırlamıyorum!’ cevabıyla karşılaşınca, ‘pes’ dedim kendi kendime... Güya Keşan Belediyesi’nin bağlı oldukları şirkete ödeme yapmadığını ve bu nedenle de şirketin maaşlarını yatırmadığını ifade etti dile döndüğünce... Yani Belediye şirkete borçlu,  Belediyeden parasını alamayan şirket de işçilere... Ve yine bu kardeşimiz dedi ki; davul zurna tutup sesimizi duyursak fayda eder mi sence? Ah be kardeşim, Keşan Belediyesi’nde çalışan taşeron işçilerin maaş alamadığını sağır sultan duydu yazıktır bir de yok canınızdan davul zurnaya para vermeyin bence!.. Davulu başında patlatsanız ilgililerin umurunda mı olacak sanırsınız birde!.. Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan, milletvekili adayı olmayacağını açıkladığına ve 4. dönem belediye başkanı olma niyetine de girmeyeceğine göre, artık ne yapsanız yok çare!.. Ha ola ki Genel Merkez’den bir sinyal gelir ve milletvekilliğine kontenjandan istediği yer verilir ise, o zaman belki bulur derdinize bir çare... Yoksa, 4 yıl daha Keşan Belediyesi’nden çok işçiler gider, çok yandaşlar girer; Keşan halkı da ektiğini biçer, ‘ellerim kırılsaydı da oy vermeseydim’ deyip dizlerini döver!.. Bundan sonraki seçimlerde hizmet edecek ve işçisine sahip çıkacak siyasilerin iş başına gelmesini dilemek de bize düşer... Saygılarımla...




18 Ocak 2015 Pazar

KATIK ETME KIZANIM, YE EKMEKSİZ EKMEKSİZ!..


Şimdikilerin ana-babaları... Anneanneleri, babaanneleri, dedeleri... Evlatlarına ve torunlarına bir kaşık fazla yemek yedirebilmek için büyük çaba sarf ediyorlar... Ellerinde tabak-kaşık ve çatalla dolaşıyorlar çok kıymetli evlat ve torunlarına iki lokma yemek yedirebilmek uğruna... Sofra kültürü ise çoktan bitti bizim sosyete takımında... Bu yemek fasıllarının çoğu koşa oynaya yapılırken, yaz mevsiminde salıncak üstü, kış mevsiminde de televizyon ya da bilgisayar başında gerçekleşiyor...
Anlayacağınız zamane çocukları ekmeksiz yemek yemekten, katık etmemekten, abur cuburla öğün geçirmek ve sofra kültürü alamamaktan, yılın büyük çoğunluğunu da doktor beğenme telaşında geçiriyorlar... Hep hasta, hep iştahsız bizim sosyete çocukları... Doktor da beğenmezler kolay kolay... İştahını açacak doktor bulana kadar aileler, memlekette ne kadar doktor varsa gezdirirler çocuklarını...
Şimdi diyeceksiniz ki nereden çıktı bu çocukların iştahsızlığı... katık etmeme, ekmeksiz yemek yeme kültürü...
Geçenlerde gazetemize uğradı Ahmet Amca... Ahmet Amca kim diyeceksiniz şimdi... Gazetemizde çalışan mesai arkadaşımın babası... İlk kez tanıştık Ahmet Amca’yla ve sohbet ettik... Oradan buradan derken, sohbet geldi çocukluk ve gençlik yıllarımıza... Eski zaman çocukları ve gençleri ile şimdiki zamane çocuk ve gençlerinin kıyaslamasını yaptık ve ebeveynlerinin...
Ahmet Amca’yla aramızda 40 yaş fark olmasına rağmen düşüncelerimiz ve aldığımız aile terbiyesi aşağı yukarı aynıydı...
Benim de çocukluğumda ve gençliğimde annem ile babamın tavsiyesi ‘katık et evladım, bugünün yarını da var’ şeklindeydi... Ahmet Amca’nınki de öyleymiş...
Bir tabak yemek... Ve bu yemekle karnını doyurana kadar ekmek... Hele yağlı ekmek üstü toz şeker... Pasta niyetine de bisküvi arası lokum...
Yemek mi beğenmedik; hiç telaş yok aç kalacağımız için ebeveynlerimizde... Acıkınca nasılsa yiyeceğiz onlara göre… Hem açlıktan kim ölmüş ki, benim ve Ahmet Amca’nın zamanındaki çocuklar ölecek... Hele hele yemek sofrası toplandı ise mümkün mü sana özel sofra kurulsun… Bekleyeceksin bir dahaki sofra kurulana dek… Yemek masasında konuşmak, tabağında yemek bırakmak ise cezayı gerektirecek suç sayılırdı bizim zamanımızda… Yemekte pilav varsa eğer, o günlerden hafızamda kalan tek şey de ‘tabağında kalan pirinç sayısı kadar çocuğun olur(!)’ hikâyesiydi… 3 tane pirinç kalana kadar yemişimdir, 3’ten fazla çocuğum olmasın diye(!)... Çocukluk işte, biz 3 kardeşiz ya… O nedenle ben de 3’e kadar şans vermişim kendime…
Anlayacağınız benim de Ahmet Amca’nın da çocukluk ve gençlik yıllarında şimdiki ebeveynler gibi ‘katık etme kızanım, ye ekmeksiz ekmeksiz’ demek yokmuş... Aksine ‘katık et kızanım, batır yemeğin suyuna ekmeğini, doyur karnını’ demek varmış...
Ve bizim zamanımızın çocuk ve gençleri, doktor yüzü görmeden büyümüş... Az yemek çok ekmek yemişler ama obez de olmamışlar... Kafaları da çalışırmış, zekâları da açıkmış... Şimdiki çocuk ve gençlerden farkları yokmuş yani zekâ ve sağlık açısından... Hatta çok daha sağlıklı yetişmiş bizim zamanın çocuk ve gençleri...
O nedenle şimdiki ebeveynlere tavsiyemiz; bırakın çocuk ve gençleri istedikleri gibi beslensinler... Katık etmeyi de bilsinler... Ekmeksiz yemek yeyip, yavan hayat sürmesinler(!)...
Yemek peşinde koşturacağınıza, televizyonlardan mümkün olduğunca uzak tutmaya çalışın çocuk ve gençlerimizi... Seyrettikleri dizilerle karateyi, silahı, dövüşü, zinayı, ahlaksızlıkları öğreniyorlar...
    Ekmekten zarar gelmez ama seyretmesine izin verdiğiniz o diziler yüzünden başlarına çok haller gelebilir... Kurtlar Vadisi’ndeki Polat Alemdarlar, Muhteşem Yüzyıl’daki Sultan Süleymanlar, Fatmagül’ün Suçu Ne’deki Fatmagüller her gün artar yoksa... Dizilerdeki roller de gerçek hayata iner...
Onun için siz siz olun ebeveynler, ‘Katık etme kızanım, ye ekmeksiz ekmeksiz’ demekten vazgeçin, esas eğilmeniz gereken konular üzerinde durun... Saygılarımla...


17 Ocak 2015 Cumartesi

BİR ADAMIN YOKSA DENGİ; HER ÖNÜNE GELENİ YAPAR SEVGİLİ!


Kötü bir alışkanlık sigara içmek… Ben içiyorum ancak hiç kimseye de tavsiye etmiyorum içmesini… Hatta iradesine haklim olanlara da bırakmalarını öneriyorum. Ancak… Benim şu kapı önü sigara fasıllarımın da keyfi bir başka oluyor… Neredeyse her sigara molamda bir hikayeye tanık oluyorum ve bir senaryo canlanıyor gözümde… Başrollerde de ya kapının önünden geçenler, ya da ayaküstü muhabbet yaptıklarım oluyor…
Geçtiğimiz günlerde de akşam saatlerine yakın bir vakitte yine sigara molasındayken, 18-20 yaşlarında bir genç kız ve bir metre gerisinde yine aynı yaşlarda delikanlı süratle kaldırımda ilerliyordu.
Ancak genç kız öfkeliydi ki, öfkesinden sesinin caddede yankılandığından ve birçok kişi tarafından duyulduğundan haberdar bile değildi.
Genç kız, ‘Bende salaklık(!) Gördün, duydun, söylediler… Hâlâ ne bırakmazsın… Kafasız kafam(!)’ diye ver yansın ediyordu… Bu kelimeleri de bir metre gerisinde yürüyen ve belli ki erkek arkadaşı olan delikanlıya söylüyordu. Delikanlı ise karşılık vermeden genç kızı koşar adımlarla sadece takip ediyordu. Kafasından da ‘Sakin bir yerde gönlünü nasıl olsa alırım’ düşüncesi geçiyor gibiydi… Çünkü bu delikanlı daha önce de genç kızı defalarca aldatmış, genç kız da göz göre göre katlanmış ve görmemezlikten gelmişti…
Bunları da genç kız söyledi yoldan geçerken… Ben, onun yalancısıyım…
Ama genç kız bu sefer kararlı gibiydi affetmemekte… Özellikle ‘Kafasız kafam, artık akıllanma zamanı geldi’ derken…
Ah be kızım… Biraz geç kalmışsın ama yine de zararın neresinden dönersen kârdır… Erkek milleti değil mi... Onlar ne anlar sevgiden, aşktan, saygıdan, dürüstlükten… Yüz tanesini bir araya toplasan valla bir adam etmez… Güzel, çirkin, iyi, kötü, yaşlı, genç diye de ayırmazlar… Bir anlık macera için yaşanmış ne varsa bir kalemde çizerler…
Sonra mı… Sonrası ‘gramofon’ derler bizim köyde!
Biri aldatır ama yüzü de aldanır… Eskiden erkekler aldatır, kadınlar ağlar, sızlar, sanki başka adam yokmuş gibi aldatıldığını bile bile kul köle olurlardı…
Şimdilerde mi… Şimdilerde ise var işte üj-bej tane senin gibi sonradan akıllananlar… Ama geneli akıllı… Hem de saf ayaklarına yatan akıllılar… Nasıl da oynatıyorlar erkekleri parmaklarında… Helal olsun valla…
Bir de erkeklerde bu aralar moda oldu kendinden 10-15 yaş küçük sevgili bulma… Yerli dizileri seyrede seyrede moda yaptılar küçük sevgili hikâyelerini kendilerine…
Hele hele küçük sevgiliyi yanına alıp, kendini de adam yerine koyanlar yok mu… Ah be birader, siz adam olsanız zaten denginizi bilirdiniz… Ne demiş atalarımız; davul bile dengi dengine çalar…
Gerçi bir adamın yoksa dünyada dengi, o zaman her önüne geleni yapar sevgili(!)



16 Ocak 2015 Cuma

HARUN ÇİL DE GECE OPERASYONUNA KURBAN GİTTİ(!)


   Keşan İlçe Emniyet Müdürümüz Sayın Harun Çil, hani bizim şu milletvekillerinin gece operasyonunda yaptıkları kıyak emekli maaş zammı gibi ani bir atama ile görev değişikliğine uğradı…
   Atama kararının bir gazetede yayımlanmasının ardından arayan 2 kişi ‘Haber atlamışsın’ derken; birçok kişi ise ‘sebebini’ sordu,‘Neden acaba?’ dedi ve ‘Her şeyden önce çok efendi, dürüst, samimi ve işini iyi yapan biriydi, çok üzüldük…’ diye ekledi…
   Evet, Harun Bey, bana göre de beyefendi, dürüst, samimi ve taşıdığı görevi layığı ile yapan biriydi…
   Beni arayan birçok kişi gibi ben de ani atama kararından üzüntü duydum… Bu üzüntüm de sadece kendi adıma değil; aynı zamanda Keşan adına duyduğum bir üzüntüydü…
   Bu yazımı daha dün yayımlayacaktım ancak şu ‘sebep ve neden acaba’yı biraz daha iyi düşünmem gerektiğine inandığım için bir gün daha beklettim…
   Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, bugüne kadar yazdığım köşe yazılarımda, üç tane yazım hariç hep eleştirilere yer verdim… Şu meşhur Ankara ziyareti sonrasında Keşan Kaymakamı Ahmet Narinoğlu’na, gösterdiği önderlik; doktor eşlerine, sessiz sedasız yıllardır öğrencilere verdikleri burslar nedeniyle; bir de Keşan Kültür ve Turizm Festivali’nde yer alan Bulgaristanlı ekibin Keşan’a gelmesini sağlayan Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan’a, katkılarından dolayı teşekkür yazısı yayımlamıştım… 250’nin üzerinde yayımladığım köşe yazılarımdan, içinde teşekkür içeren bu dördüncü yazım olacak.
   Ancak bu teşekkür yazım biraz daha hüzünlü, biraz daha buruk…
   Evet… Harun Çil Edirne’ye gidiyor… Muhtemelen 31 Aralık 2011 Cumartesi günü izine ayrılacak ve izin bitiminde de Edirne’deki yeni görevine başlayacak… İşin özeti: Keşan işe yarayan bir ADAMIkaybetti…
   Çünkü Harun Çil ve ekibi; Keşan’da kanayan bir yarayı yani fuhuş sektörünü alt etmeyi başardı…
   Çünkü Harun Çil ve ekibi; Keşan’da alkoliklere göz açtırmadı…
   Çünkü Harun Çil ve ekibi; mahkeme serbest bıraksa da hırsızları kısa sürede ele geçirdi ve adalete teslim etti…
   Çünkü Harun Çil ve ekibi; 24 saat aralıksız hizmet vererek, Keşan ve Keşanlılar için seferber oldu…
   Harun Çil bunun için de mükâfatlandırıldı(!)
   Sayın Emniyet Müdürüm, bizim Keşanlılar böyledir… İşine gelmeyenleri, onların çıkarlarına göre hareket etmeyenleri, işini doğru yapanları, ADAM gibi ADAM olanları tutmazlar, sevmezler…
   Keşan’da kalmak için oto b.ka bulaşmayacaksın, kimsenin tavuğuna kışt demeyeceksin, hep arkalarını sıvazlayacaksın, herkese ağam paşam diyeceksin… Yoksa bir gece operasyonuyla kaydırıverirler adamın ayağını…
   Gelelim ‘sebep’ ve ‘neden acaba’ya…
   Düşündüm düşündüm ancak aklıma sadece birkaç sebep geldi…
Harun Çil ile birlikte Emniyet Amiri Aydın Özdemir’in de atanması aklıma öncelikle şu nedeni getirdi… Acaba dedim… Olabilir mi?
   1) Hani 9 Kasım 2011 tarihinde AK Parti Edirne Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu’nun katılımı ile Lüleburgaz Müzisyenler ve Roman Halk Dansları Kültür ve Yardımlaşma Derneği Mehteran Takımı eşliğinde yürüyüş düzenlenmişti… Hastane Caddesi’ndeki Orman İşletme Müdürlüğü önünde toplanan korteje de yürüyüş için izin alınmaması nedeniyle Emniyet Amiri Aydın Özdemir tarafından uyarıda bulunulmuş ve “Şu an yapmış olduğunuz, 2911 Sayılı Kanun’a muhalefettir. Bu eyleminizi en kısa sürede sona erdirip, kara yolunu trafiğe açmanız gerekiyor. Kara yolunu trafiğe açmadığınız halde, 2911 Sayılı Yasa haricinde ayrıca yaptığınız suç teşkil edecek ve yaptığınızla ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulacak.” denilmişti… Özdemir tarafından katılımcılara 3 kez dağılmaları konusunda uyarı yapılmış ancak buna karşın kortejdekiler uyarıyı dikkate almayarak yürüyüşe başlamıştı… Ve o esnada da Sayın Müezzinoğlu’nun Siyasi Danışmanı Orhan Albayrak tarafından on numaralı bakış(!) atılmıştı… ‘Ben sana haddini bildiririm(!)’ gibi…
   Ve yine o yürüyüşü İlçe Emniyet Müdürümüz Harun Çil de uzaktan takip etmişti… ‘Acaba’ diye düşündüm kendi kendime… Hem Çil hem de Özdemir’in aynı anda atama kararı bu nedenle olabilir mi?
   2) Fuhuş sektörünün önemli bir ayağı çökertildi… Art arda yapılan operasyonlar yıllardır küçük yaşta kadınlar üzerinden kırılan parayı bıçak gibi kesti… Para basan babalar, dara düştü…
   3) Ne güzel içiyorduk… Dağıtıyorduk… Sapıtıyorduk… Batırıyorduk… Vuruyorduk… Kırıyorduk… Düzen oynadı… Düzen sarsıldı… Düzen çatırdadı… Düzen tehlikeye girdi… Eeee düzeni bozulanlar ve bozulma tehlikesi yaşayanlar birlik oldu, oyun oynadı ve kazandı…
   4) Hırsızlık şebekelerini kısa sürede yakalarsan, devlete teslim edersen… İşte sonu bu olur… Elbet bu şebekelerin altında da birilerinin eli ayağı vardır… Elleri kırılanlar öyle ya da böyle intikamını alır…
Vallahi daha ne diyeceğimi bilemiyorum… Durup dururken bir amiri hem de işini layığı ile yapan bir amiri neden yerinden oynatsınlar… Mutlaka biri işini tıkır tıkır yürütürken, o birisi yine takır takır olmaya başlarsa elinden geleni ardına koymaz, haksız da olsa, çıkarcı da olsa, huysuz da, hırsız da, katil de olsa arkası kuvvetliyse işini götürür...
   O nedenle hayırlı başınız varmış Sayın Müdürüm; bizim memleketimizde de ülkemizde de işler böyle yürüyor… İş yapmayacaksın… Düzgün çalışmayacaksın… Yan gelip yatacaksın, herkesi kendi haline bırakacaksın… O zaman senden iyisi olmaz, mevki de senin, makam da senin, para da senin, her yer senin olur… İşini de tıkır tıkır yürütürsün…
   Bu arada Sayın Kaymakamım, Keşan’ın mülki amiri olarak size açık şikayet ve talebimi yolluyorum: “Keşan’da rayına girmeye başlayan ve belli bir mesafe alınan bu düzenin yeniden sil baştan olmaması için yetkinizi, mevkinizi kullanıp, ilgili yerlere ulaşın ve Müdürümüzün Keşan’da kalmasını sağlayın… Eğer buna yetkiniz varsa ve yapabileceğiniz halde adım atmazsanız, size hakkımı helal etmiyorum…”
   Çok Saygıdeğer İlçe Emniyet Müdürümüz Harun Bey, size yeni görev yerinizde başarılarınızın devamını dilerken; Keşan’a ve Keşanlılara verdiğiniz hizmet nedeniyle teşekkürlerimi iletiyorum… Saygılarımla...


15 Ocak 2015 Perşembe

BELEDİYENİN ÇİFTLİĞİNE İKİ HISIMCIK DAHA YERLEŞTİRİLMİŞ!..


   Bu kadarı da olmaz yani... İnsanda az biraz çekinme, sakınma, ne bileyim -laf gelir, söz olur- diye sıkılma olur!.. Biraz da düşünce... Hani yılbaşı arifesinde 40 küsur işçimize piyango vurdurup(!) kapı dışarı ettik, hem de kaç aydır maaşlarını vermemiştik, daha bu vurgunun üzerinden 1 ay geçmeden hısım akrabalarımızı çiftliğimize yerleştirmek uygun olmaz diye düşünülür... Ama nerdeee o düşünce!.. Yılbaşı arifesinde aylardır maaşlarını alamadığı halde kapı önüne konulan işçi kardeşlerimizin yerine, bir Belediye Meclisi üyesi hanımefendinin oğlu ile bir Belediye Başkan Yardımcısının kızı alınmış sözleşmeli işçi olarak Keşan Belediyesine... Hem de Meclis üyesi hanımefendi seçimden önce ettiği yeminde, ‘vallahi billahi kendim ya da yakınım için bir menfaatim olmayacak!’ dediği halde... Yok vallah yadırgamadım... Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek adettendir bizde!.. Senin oğlun, benim kızım, onun yeğen, bunun amcaoğlu, şunun kardeşi deyip doldurun bakalım Belediyeyi bildiğiniz gibi... Boşuna demedim, iktidarın ak sarayı varsa Keşan Belediyesinin de bir çiftliği var diye... Bir de yakıyor, yıkıyor ortalığı partilileriniz iktidar partilileri topa koyuyor akraba ve yandaşlarına iş imkanı sağladığı yönünde... Acep sizi hiç görmez ya da duymazlar mı ne!.. Ya da Genel Merkez ile Keşan Belediyesindeki CHP’li yöneticilerde kan uyuşmazlığı mı var da bu kadar zıt tavırlar sergileyip duruyorlar habire... CHP’nin üst yöneticileri iktidarı -kara- diye eleştiriyor, Keşan Belediyesinde aynı karalar çalınıyor!.. O zaman da zavallı vatandaş şaşırıyor... Bana da; ‘Boş buldunuz meydanı, doldurun bakalım hısım akrabalarınızı!..’ demek kalıyor... Bir de kanınızın tazelenmesini ve ilkeli partililerinizin yönetimi ele geçirmesini dilemek tabii ki... Saygılarımla... 

AMAN DİKKAT ‘POLİS AMCA!’...


   Keşan İlçe Emniyet Müdürü Ahmet Yıldız’ın Muş’un Varto ilçesine tayini çıkmasının ardından, Keşan İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne İpsala İlçe Emniyet Müdürü görevini yürüten Mehmet Bahri Kantoğlu atandı... Edirne İl Emniyet Müdürlüğü’nden resmi atama yazısı gelmesine karşın, henüz Yıldız Keşan İlçe Emniyet Müdürlüğü görevinden ilişiğini kesmedi, Kantoğlu resmi olarak göreve başlamadı ve hâlâ İpsala Emniyet Müdürlüğü görevini yürütüyor... Kısa süre içinde Ahmet Yıldız da, Mehmet Bahri Kantoğlu da resmi olarak atandıkları yerlerde görevlerine başlayacaklardır... Her iki müdürümüze de yeni görev yerlerinde başarılar dilerim öncelikle...
   Ancak dün, internet sitelerinde gezinirken Sayın Kantoğlu’nun Keşan’da resmi görevine başlamamasına rağmen Keşanlılar tarafından İpsala’daki makamında hayırlı olsun ziyaretinde bulunulduğu, yine Kantoğlu’nun Keşan’da düzenlenen bir kahvaltıya eşlik ettiğini gördüm... Tabii ki çok doğal... Ne de olsa kısa bir süre sonra Keşan’da göreve başlayacak olan Emniyet Müdürümüzü tanımak hatta bir an önce tanıyıp diyaloga geçmek kaçınılmaz... Bağları, ilişkiyi sıcak ve yakın tutmakta fayda var!.. Bir de yine internet sitelerinden birinde “İpsala’nın ‘Polis Amcası’ Keşan’a atandı” başlığı altında bir haber paylaşımına rastladım... Görünen o ki, Sayın Kantoğlu İpsala’nın ‘Polis Amcası’ imiş ve halkla ilişkileri oldukça samimiymiş... Bu ‘Polis Amca’yı merak etmemek, sohbetine nail olmamak da elde değil tabii ki... Haliyle merak ediyor insan bu kadar samimi bir diyalog içinde mi halkla bu polis amca diye... Malumunuz ben bardağın dolu tarafından değil de, genelde boş tarafından bakan ve daha çok eleştirel yazılar yazan bir kulunuzum!.. Hazır polis amcamız göreve başlamadan önce, haddim olmayarak uyarıda bulunayım istedim... Çok samimiyetten maraz doğarmış Sayın Müdürüm!.. Resmiyeti korumada fayda vardır, bizim insanımız samimiyetliğin ölçüsünü ara ara kaçırmaktadır!.. Hani yarın öbür gün gecenin bir vakti telefonunuz çalar, ‘Bizim gardaşımızı alkollü yakaladılar, yok efendim ehliyetini kaptılar, sizin memurlar kemer takmadığımız için canımızı yaktılar’ gibi sohbetlere maruz kalmamak için resmiyeti elden bırakmayın derim... Hani yemişliğin, içmişliğin, sohbet ve muhabbetin hatırına zor durumda kalmamanız anlamında... ‘Taviz vermem, gereğini yaparım’ diyorsanız da, bir bakmışsınız ki kaydırmışlar ayağınızı, almışsınız soluğu bilmem nerenin bilmem hangi kazasında!..
   Ben de işte kendi kafasına göre takılan, boş vakitlerinde (ki şu anda oldukça fazla boş vaktim var) lingir lingir gezip nerede yanlış, hata, aksaklık var diye gözlem yapan, vatandaştan gelen şikayetleri araştırıp kaleme alan alaylı takımından bir gazeteciyim... Ancak nerede bir yanlış varsa mıknatıs gibi çekmekte ve üstüne üstüne gitmekteyim!.. Bir yanlışa şahit olduğumda şikayet etmekten ziyade, kalemimi konuşturmaktayım... Gazetecinin görevi şikayet etmek değil, şikayeti irdelemek ve dile getirmek olduğunu da size yazdığım bu ‘hayırlı olsun’ köşe yazımda ileteyim...
   Tekrar yeni görev yerinizin hayırlı olmasını diler, İpsala’da gösterdiğiniz başlarınızı Keşan’da da sergilemenizi dilerim... Özelliklede; uyuşturucu madde kullanımına ve satışına karşı önlem almanızı ve gençlerimizi, çocuklarımızı bu bataktan bir an önce kurtarmanızı temenni ederim... Saygılarımla!..



14 Ocak 2015 Çarşamba

ANKARA’DAN ÖTE KUMA, BERİ DE METRES!..


   Ülkemizde yaygara kopuyor; yok efendim kadın hakları, yok efendim kadına şiddet, yok efendim küçük gelinler... Bu konuda siyasi partilerin temsilcileri birbirini suçluyor; kadın haklarının çiğnendiği ve kadına değer verilmediği konusunda... İktidara gelme hayalleri kuran siyasiler, ‘biz gelirsek şöyle yapacağız, biz kadına şu hakları getireceğiz’ nameleri atıyorlar meydanlarda, basında... Çoğunluğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan ve töre olarak da sayılan kuma olayı kınanıyor... Kadına yapılan haksızlıktan, ikinci sınıf muamelesi gördüğünden söz ediliyor... Evet, hepsine katılıyorum... Türk kadını bunu haketmiyor... Hiçbir kadın bunu haketmiyor... Bu kadını düpedüz aşağılamak, ikinci sınıf muamelesi yapmak, hiçe saymak, saygısızlık, alçaklık, vicdansızlık, şerefsizlik, ne derseniz deyin işte... Sonra küçük yaşta, daha ergenlik çağına gelmeden satılan küçük gelinler... Bu durum da Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan bir gerçek... Tarifi imkansız bir acı, dram ve kabul edilecek bir olay değil... Bir kız çocuğunun kendinden yaşça çok büyük biriyle zorla, para karşılığında evlendirilmesi daha doğrusu başlık parası verilmek suretiyle satılması... Hangi aklı başında insan buna olumlu bakabilir ya da bu durumu tasvip edebilir ki...
   Büyük çoğunluğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde görülen yani Ankara’dan sonra olan yerleşim birimlerinde rastladığımız ya da haberdar olduğumuz bu durumun bir de Ankara’dan beri yani Ege, Akdeniz ve Marmara bölgelerindeki pozisyonunu irdeleyelim... Marmara Bölgesi’nde yaşayan vatandaş olarak, şöyle bir Trakya’yı ele alalım... Kuma olayına karşıyız, çocuk gelinlere hele hiç tahammülümüz yok... Ama çok şükür metres tutma mübah!.. Yaşadığı eve kuma getirmiyor ancak ikinci kadına ev açıp kendine metres yapıyor!.. 50 yaşındaki adam 20 yaşındaki genç kızla dost hayatı yaşamayı marifet sayıyor!.. Eşi ve metresi arasında mekik dokuyan adam, metresini elinde tutabilmek adına ailesini (eş, çocuk) ihmal edip yuvasını yıkma noktasına getiriyor... Evli olan bir adam henüz ergenlik çağına yeni girmiş bir kız çocuğunu kandırıp, hayatını karartabiliyor... Daha da ileri gidip pavyonlarda mesleğini yapan kadınlara gönül kaptırıyor ve hem kendini hem de ailesini rezil ediyor, cinayet işleyebilecek pozisyona geliyor!..
   Şimdi söyler misiniz bana aradaki fark nedir kuma ile metres arasında!.. Fark var aslında... Ankara’dan öte her şey şeffaf, Ankara’dan beri de her şey gizli!.. Gerçek olan şey ise; Ankara’dan öte kadına verilen değer, Ankara’dan beri kadına verilen değer ortada ve hepsi yanlış... Bir fark da; Ankara’dan öte olan kadınlar çaresizlikten ikinci sınıf muamelesi görüyor, Ankara’dan beri olan kadınlar da rızaları ile ikinci sınıf muamelesi görmeyi kendilerine yakıştırıyor...
   En acısı da ne biliyor musunuz? Ankara’dan öte kadınlar belki istemeden hem cinslerini yaralıyor, üzüyor ama Ankara’dan beri olan kadınlar kendi elleri ile hemcinslerini yıkıyor, vuruyor!..
   O nedenledir ki; hemcinsine kötülük etmeyi marifet sayan kadının hakkını siz nasıl koruyacaksınız ki, kendi hakkına sahip çıkmazsa ve korumazsa... Saygılarımla...