31 Mayıs 2012 Perşembe

BOLULU MEZUNLAR KEŞAN’DAN NE GÖTÜRDÜ!..

26-27 Mayıs 2012 tarihlerinde Bolu Kız Lisesi mezunlarının Keşan buluşması gerçekleşti… 26 Mayıs Cumartesi sabahı Mehmet Gemici Cennet Bahçesi’nde buluştu mezunlar…
Buluşmada manzara çok güzeldi… Senede 1 kere de olsa hasret giderip, geçmişi yad etti mezunlar… Bense uzaktan izledim mezunları… Kaynaşmalarını, özlem gidermelerini takip ettim bir süre… Sonra farklı bir düşünce oluştu beynimde… ‘Keşanlı esnaf yaptı kafayı’ dedim kendi kendime… Ne de olsa 350’ye yakın kişiyi ağırlayacaktı 1 gece 2 gün Keşan… Bu insanlar elbet yakınlarına ‘Keşan’a gittik, size de gelirken bir Keşan hatırası getirdik!’ diyeceklerdi…
Düşündüm, Keşan’ın neyi meşhur… tozuyla kızından başka… Gerçi Satır Etimiz tescillendi… Mis sabunu yapıyor Halk Eğitimi Merkezi’nin düzenlediği kurslara katılanlar ve sadece yıl sonu sergilerinde teşhir ediliyor bu emekler…
Keşan’da konaklayan Bolu Kız Lisesi mezunları ve beraberindeki eşleri, ne götüreceklerdi giderken Keşan’dan… Satır Eti midelerinde götürüp, ‘getirin kantarı, yedik Keşan’ın Satır Eti’ni, aldık 30-40 gram’ mı diyeceklerdi…
Yoksa ‘Keşan’ın bir caddeleri var, vur patlasın çal oynasın… Alkol, karı, kız… Yedik, içtik, geldik…’ mi diyeceklerdi… Ya da ‘Romanları meşhur memleket’ diye mi anlatacaklardı…
Anlayacağınız, 2 gün 1 gece konaklayacak misafirlerin, şöyle giderken bir ‘Keşan Hatırası’ götürecekleri hiçbir şey aklıma gelmedi… Neredeyse Türkiye’nin birçok il ve ilçesinde kendine özgü bir şeyler satılıp, memleketine katkı yapacak bir şeyler üretilirken, bizim memleketimizde yıllardır bu yönde bir arpa boyu mesafe alınamadı…
Bütün gün Hükümet Konağı’nın 3. katında toplanılıp, projeler konuşulur ve Keşan’a artı değer katmaya çalışılır… Bunun yanı sıra istihdamdan bahsedilir ama bu kadar basit ve önemli bir konu da bir türlü hayata geçirilmez… Çünkü bunun için ne öyle günlerce toplanmaya, ne de uzun uzun tartışmaya gerek var… Ne de İller Bankası’ndan proje için gerekli desteğe!..
Yel değirmeni ise yel değirmeni, çalı süpürgesi ise çalı süpürgesi… Yaparsın küçük küçük maketlerini, yazarsın üstüne “Keşan Hatırası”, satılır Keşan’da ne kadar dükkân varsa hepsinde…
Hiç olmazsa hem esnafın cebi 3-5 kuruş görür, hem de gelenler Keşan’ın o muhteşem hayalini(!) değil, hatırasını yanında götürürler…

29 Mayıs 2012 Salı

BAKALIM KARIŞILMADIK NEYİMİZ KALACAK…

::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Bir de nikâhsız yaşayan, gayriresmî birliktelik yapan, dost hayatı süren, tecavüze uğrayan kişiler ne yapacak?.. Tabii ki cevap hazır; ‘Korunacak, dikkat edecek, uçkuruna sahip olacak’… İyi de bunun için kimsede akıl bırakmadınız ki… Akıl bırakmadığınız bu insanlara kürtajı yasaklayın da ortalık gayrimeşru çocuklarla dolsun… Bir imparatorluk oluşturulmaya çalışılıyorken, köleler de hazır bulunsun!..
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Köşe yazımın tam metni sadece Önder gazetesinin yarınki (30 Mayıs 2012) sayısında...

27 Mayıs 2012 Pazar

TOKİ KONUTLARI KİMLERE KALDI?..

Keşan’da yapımı süren 504 dairelik TOKİ konutlarına başvurular 25 Mayıs 2012 Cuma günü itibarı ile sona erdi… Vatandaşımın büyük umutla beklediği, ‘acaba bana da bir daire düşecek mi?’ diye uykularının kaçtığı TOKİ konutları maalesef ki ödeme koşulları ve şartlarından dolayı rağbet görmedi… Vatandaşım konutları sadece uzaktan izlemekle yetindi… İçerisine bir Allah’ın kulu alınıp, ‘işte sahip olacağınız daire budur, gezin görün’ denmedi… Aksine ‘yukarıdan emir geldi, kimse içeriye alınmayacak!’ denildi… Ben, ‘vereyim başlık parasını, göreyim şu daireyi’ dediğim halde, karşılığında ‘her gün kıymeti artıyor, bir türlü görücü parasına değer biçemedik!’ cevabı verildi…

‘Alın konutlarınızı başınıza çalın’ demek geliyor içimden ama aylar önce bir köşe yazımda yazdığım gibi, kimin başına çalınacağının sinyalleri verildi… Konutlar demek ki Keşanlı vatandaşım için yapılmadı… 2014 yerel seçim malzemesi olarak inşa edildi… Ama bunun ‘Keşan’da bu yöntem ters teper’ düşüncesi hiç akla getirilmedi… Öyle bir geri tepecek ki… AK Parti’nin Keşan’da bir daha esamesi bile okunmayacak… Bu arada AK Parti’ye sıcak bakıp da konut sahibi olma hayalinde olan vatandaşım, sandığa bütün duygu, düşünce ve hislerini gömecek!.. AK Parti her yerde tarih yazarken(!), Keşan’da tarihe gömülecek!..

25 Mayıs 2012 Cuma

VATANDAŞIM, SEN ÇOK YAŞA…

Bugünkü köşe yazım biraz karışık olacak… Oradan buradan, sizden benden hesabı… Hani ‘çok okuyan mı bilir, çok gezen mi’ derler ya… Ben çok gezenlerden olduğum için… konular öyle bir birikiyor ki, ‘hangisini önce yazayım’ diye karar veremiyorum… En iyisi yazayım hepsini kısa kısa, vatandaşım da hem okumaktan sıkılmasın hem de algılamaktan… Nasılsa Trakyalıca yazıyorum… öyle çok süsleyip püslemeden… Ne kadar bizim dilden yazarsam, vatandaşım o kadar iyi anlıyor anlatmak istediğimi… Neticede konuştuğumuz dil belli… Öyle sözlük karıştırmaya gerek duydurtup, ‘acaba bu kelimenin karşılığı ne?’ diye vatandaşımı yormuyorum diye düşünüyorum… Epimiz em Keşanlıyız, em de din kardeşiyiz…
                                                 ***
Önceki gün bir vatandaşım aradı beni telefonla… ‘Neşe Hanım, çok dikkat ediyorsunuz, her şeyi gözlemliyorsunuz amma, bir şeyi atlıyorsunuz’ dedi… Ve bu vatandaşım hava karardıktan sonra Cumhuriyet Meydanı’nda bulunan bütün binalara bakıp, gözlemlememi istedi… Kırar mıyım vatandaşımı… Dün akşam hemen yerine getirdim isteğini… Cumhuriyet Meydanı’ndaki bütün binaları süzdüm baştan aşağıya… Aman Allah’ım ne göreyim… Bizim Hükümet Konağı’nın tabelasındaki ışıklandırma tam çalışmıyor… Ancak ortaya çıkan tablo enteresan… “T.C. Keşan Hükümet Konağı” yazan tabeladan ışıklar öyle bir yerde arıza yapmış ki, maazallah orasının bizim hükümet konağı olduğunu bilmese, ‘Nedir bu Keş Konağı!’ diye günlerce düşünür… ‘Eh be vatandaşım, sen çok yaşa’ dedim kendi kendime… Sonunda bizim konak da girdi ‘keş’lerin yanına! Eee.. bu kadar çok ‘keş’ olan memlekete de yakışır doğrusu bu manzara…
                                                 ***
Ve yine gün içinde gezerken Haldun Taner Parkı ilişti gözüme… Park ve Bahçeler Müdürü Sayın Deniz Doğan tarafından bir açıklama yapılmıştı, ‘Projemiz hazır’ diye… Hayırdır… projeye su mu kaçtı, inek mi içti, yandı bitti kül mü oldu?... Hazır olan proje niye bekletiliyor? Bir zahmet öncelik verin şu parka da; balicilere, alkoliklere mekan olmaktan kurtulsun bir an önce…
                                                 ***
Yine 23 Mayıs 2012 Çarşamba günü Keşan Belediyesi kültür etkinlikleri kapsamında, Abdullah Şahin Nokta Tiyatrosu’nun “Öldüm Öldüm Dirildim” adlı oyunu sahnelendi Mehmet Gemici Cennet Bahçesi’nde… Bütün gazeteciler tiyatro ve izleyenleri karşıdan görüntülerken, ben ise farklı bir noktadan görüntü aldım…
Şu bizim meşhur camekanla çevrelenmiş sahanın en arka kısmına geçip, tiyatroyu izleyen vatandaşlarımı arka plandan görüntüledim… Ne kadar dizilmiş sandalyelere oturan vatandaşım varsa, bir o kadarı da ayakta izledi yaklaşık 2 saat tiyatroyu… Yok canım sakın benim de 2 saat tiyatro için ayakta kaldığımı falan sanmayın… Sadece 15 dakika… Konser olsa anlarım… Müzik çalar, ritim tutarsın, tepinirsin, hoplarsın, zıplarsın da… tiyatro da 2 saat ayakta izlenilmez ya be kardeşim… Hoş güzel, sanatsal etkinlikleri yapalım ama önce hem gelenlere hem de izleyenlere sanatsal etkinliğe uygun bir mekan hazırlayalım…
Unutmadım canım bir Kültür Merkezimiz olduğunu… Ne zaman gitsem kolum rutubetten duvarlara yapışıyor!.. Tiyatro Salonu’nda yılda kaç kere tiyatro sahnelendiğine ya da etkinlik yapıldığına tanığız hep birlikte… Ahmet Yenice İlköğretim Okulunun Sevim Yenice Konferans Salonu yapılmasaydı, şimdiye çok kişi doktor peşinde gezerdi bence…
                                                  ***
Köşe yazımı ‘(Sayın) Abdullah Öcalan’la sonlandırıyorum…
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, bir süre önce çok sayıda siyasetçinin hapis cezası almasına neden olan “Sayın Abdullah Öcalan” sözlerinin “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, bu ifadeye ceza uygulamasını kaldırmış. Böylece bir döneme damgasını vuran “Sayın” tartışması sona ermiş.
Burası Türkiye sevgili vatandaşlarım… Terör örgütü PKK’yı kuran, kanlı eylemleri yöneten ve birçok Mehmetçiği toprağa gömen bu şahsa “Sayın” diye hitap edilmesini bile içimize sindirmemiz isteniyor… Allah sonumuzu hayır etsin, ne diyeyim…

23 Mayıs 2012 Çarşamba

(H)EPTEN KAÇTI AYARIMIZ!..

Hakikaten saflaştık galiba toplum olarak… Aptallaştık… Ya da doğayla beraber insanoğlunun da dengesi bozuldu… Hem bu öyle öteberi bozulma da değil, (h)epten kaçtı ayarımız…
Vatandaşım yolumu kesiyor… ‘Bir AK Parti’li olarak, hükümete nasıl eleştiri yapabiliyorsun’ diye soruyor… Hem medeni cesaretimden dolayı kutluyor hem de şaşkınlığını ifade ediyor… Arkasından, ‘Niye toplum sesini çıkarmıyor ve sessizliğini sürdürüyor?’ diye de yorum yapıyor…
‘Şaşkınız’ çünkü… ‘Aptallaştık’ maalesef… ‘Denge’ kalmadı…
Ülkede 2 kişiden biri AK Parti’liydi… Sanırım önümüzdeki yerel seçimde bu oran biraz daha artacak… İbre bu yöne doğru gidiyor…
Vatandaşım geçim derdinde… Ülkenin %60’ı geçim derdiyle boğuşuyor… Milli bayram kutlamalarına sınırlama mı getirilmiş, orduevlerine cübbeliler ile sarıklılar mı girecekmiş, emzikli çocuklar okula mı başlayacakmış… kimin umurunda… Kaç kişi geleceği düşünüp, bu gelişmelerden bir mana çıkarmaya çalışıyor…
%60’ı geçim derdinde… %30’u koltuk peşinde, %10’unun da zaten saltanatı yerinde…
%60’ın içinde olan vatandaşım ‘acaba bu akşam evime aş götürebilecek miyim?’, ‘ev sahibi kira için kaç kere telefonumu çaldıracak ya da kapıma gelecek?’, ‘elektriğimi bugün keserler mi?’, ‘çocuğumun cebine harçlık koyabilecek miyim?’, ‘banka kredi taksiti günüm geçti, avukat kapımı çalar mı?’ gibi hesaplar peşinde… Kepçeyle verilenler, öyle bir kazanlarla geri alınıyor ki… Hiçç kimse ‘sonumuzun ne olacağının’ hesabında değil…
Alın en basitini dün sendikaların yaptığı, zam oranına tepki eyleminde gördük… Eskiden işçilere %100-150’lerde zam yapılırdı, yine de ‘AZ DAHA İSTİYORUZ’ diye milyonlarca kişi sokaklara dökülürdü… Şimdi %3’lerde yapılan zamlar için sokaklara dökülenleri, geçerken rahat rahat sayabiliyorsunuz… Bir-beş-onbeş, elli… Ve taş çatlasın 250 kişi vardı dün Keşan sokaklarında zammı protesto etmek adına… Bunlardan 40’ı polis, 10’u basın mensubu, 4’ü davul-zurna ekibi, 50’si de ‘spor olsun, yürüyeyim, inceleyim(!)’ hesabındaydı bana göre… 60 bine yakın nüfuslu bir ilçede, eğer %3-%4 oranında verilen zamma karşılık 250 kişi dökülüyorsa sokaklara… Ben şimdiden ‘gazanız mübarek olsun’ diyorum, haberiniz ola…

YETKİLİLER, KINAYI(!) YAKACAK…

Baharın gelmesiyle beraber yine coştu bizim Keşanlılar… Çalgılarla, çengilerle kapı önü düğün muhabbetleri başladı… Hastan mı var.. psikolojisi bozuk olan mı var.. psikopat olan mı var.. uyuyan mı var.. bir üzüntüsü ya da kederi olan mı var.. umurunda mı düğün dernek sahiplerinin… Onların eğlencesi, neşesi ve iyi gününe mutlaka ortak olacak taa 5 kilometre ötede bulunan vatandaşım bile… Dibinde ya da 100 metrede ötedeki vatandaşımı hiç düşünemiyorum, hele bir de derdi var ise…
Her yıl benzer şikayetler yapılır ve mahalle düğünlerinden duyulan rahatsızlıklar dile getirilir… Gazetelerde yazılır, çizilir… Saat 00.00 itibarı ile 155 Polis İmdat Hattı’na daha sıkça gelir şikayetler, ‘Falanca yerde düğün var, müzik sesi hâlâ kesilmedi’ diye... Polis ekipleri, düğünlerin sonlandırılması için o mahalleden o mahalleye gezip dururlar… Bu arada yollar da düğün sahibinin tekelindedir… Düğün gecesi yolu kapatmıştır ve düğün bitmeden hiçbir araç seyredemez o sokak yolunda…
Ne olacak, bizdeki anlayış, ‘Kırk yılda bir düğün yapıyor, izin mi vermeyelim’ anlayışı… 3-5 kişiyi mutlu etmek için kaç kişinin rahatsız olduğu ve sinir harbi yaşadığı kimin umurunda ki…
Ahbap-çavuş ilişkisinden dolayı bunca yıl bu ve benzeri olayları yaşamadık mı hep birlikte… Birkaç kişinin işi görülsün diye Keşan halkı benzer sorunları yıllarca yaşamadı mı…
Ama bizde yaşanılanlar çabuk unutuluyor… Günübirlik yaşıyoruz çünkü acıları bile biz… Ağzımız acıdı mı salıyoruz zehri, 3 gün sonra bir şekere(!) tatlandırıyoruz dilimizi…
Düğün sezonu daha yeni başlamışken, hiç olmazsa bu sefer vatandaşımın sesine kulak versin yetkililer… Maazallah bir gün psikopatın biri çıkacak, ‘Başlarım sizin düğününüze’ deyip, ne gelin bırakacak ne damat… Ondan sonra da yetkililer, kınayı(!) yakacak…
Sadece düğün mü sorun… Konvoylar da ayrı bir durum… Trafik akışı zaten en büyük sorunumuz… Bir de konvoy ekleniyor, içinden çıkılmaz bir hal alıyor… Trafiği kilitledikleri yetmiyor, üstüne korna çalıp, vatandaştan ‘hayır dua(!)’ alıyorlar...
Avrupa Birliğine girecekmişiz… Gülerim ben buna… Abe gevur memleketlerde korna sesi duyulmazken… biz günü korna sesiyle açıp, korna sesiyle kapatıyoruz… Bizi değil Avrupa Birliğine almak, A’yı bile koklatmazlar… Avrupa’ya açılan sınır kapısının dibinde bir kent olan Keşan’ımızdaki konvoy manzaralarını bir görseler… Araçların camlarının açılıp, insanların açık pencereye oturması ve gövdesini de çıkararak, korna sesiyle turlamasını… Bu kareler Avrupa Birliğine üye ülkelere postalansa, ‘bunlar ne yapmak istiyor’ diye sanırım aylarca düşünürler…
O nedenle elin gevuru düşünmeden, bizi ele güne güldürmeden, yetkililerin bir an önce tedbir alıp, vatandaşımın derdine çare olması dileğiyle...
Bir de unutmadan… Vatandaşımın biri yolumu kesti geçenlerde… Filanca şehre gitmiş de… caddeler pırıl pırılmış da, belediye her sabah erkenden su döküp, baştan aşağı yıkıyormuş tazyikli suyla kenti…
‘Yapma Allah aşkına, hepimiz din kardeşiyiz’ dedim vatandaşıma… ‘Bize senede bir Allah öyle bir bereketli yağmur verip yolları yıkar ki, ondan da bizim asfaltlar çöker!’ diye ekledim… Yeterince çukurumuz var, her gün yıkayalım da köstebeklere mi bırakalım kentimizi… Kalın sağlıcakla…

21 Mayıs 2012 Pazartesi

BU SENE ÇELENKLE, SENEYE KISMETSE İKİ REKAT NAMAZ!

Köşe yazımın metnini sadece Önder gazetesinin yarınki (22 Mayıs 2012) sayısında okuyabilirsiniz...

18 Mayıs 2012 Cuma

2023: TAYYİP İMPARATORLUĞU

Bugün 19 Mayıs 2012. Atatürk’ün Samsun’a çıkışı, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olarak yer alır daima hafızalarımızda… Ve bu günü gençlere armağan etmiştir Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk… Yıllardır Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlarız coşku içinde… Ancak bu yıl farklı bir kutlama programı gerçekleştirilecek geçmiş yıllara göre… Belki bu kutlayışlarda da sonlara yaklaşmak üzereyiz… 2, 3 ya da 5 yıl sonra hiç kutlanmayacak 19 Mayıs’lar, 23 Nisan’lar, 29 Ekim’ler… Bu yıl törenler kaldırıldı, gelecek yıl yürüyüşler iptal edilecek, ondan sonraki yıl çelenk sunma törenine son verilecek… Ve sonrasında neler olacak, neler planlanıyor; bunu ömrü olanlar yaşayıp görecek…
Önceki gün Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yönetmelik bende hiç şaşkınlık yaratmadı… Bundan böyle orduevi ve askeri gazinolarda gerçekleştirilecek düğünlere katılan misafirlere yönelik türban, sarık, cübbe ve sakal yasağı kaldırılmış…
Çok normal… Olağan… Beklenen… Tahmin edilen… Üst rütbeli komutanların çoğu cezaevinde… Her gün bir yenisi ekleniyor aralarına… Rütbeliler bitince, sıra gelecek rütbesizlere… Sorgu-sual yok… Neden cezaevinde olduklarını kaçımız biliyoruz?.. İşin gerçek yüzü nedir ve kaç kişi müdafaa etti bu biçareleri… Kolay mı öyle müdafaa etmek… Valla kim vurduya gidersin anlamadan… Bir bakmışsın ki bir gece ya da sabaha karşı dayanmışlar kapına; ‘Senin de ilişiğin var bu davayla’ deyip, takmışlar kelepçeyi ve atmışlar mapushaneye… ‘Önce can, sonra canan’ misali de sessizlik hâkim ülkede… ‘Aşım ateşte, yatağım sıcak, çatım akmıyor, bana ne elin rütbelisinden’ deyip, bakıyoruz keyfimize…
Geçmişimiz, tarihimiz, atalarımız, şehitlerimiz ve geleceğimizi kaçımız düşünür olduk… Kaçımız yarınların hesabını yapıyor… Günü kurtarma ve atlatma planları yaparken, kaçımız geleceğimizin tehdit altına girdiğinin farkında… Kaçımız uyanık, kaçımız uyanmak istiyor, kaçımız rüyada, kaçımız kâbusta… Kaçımız yapılan planların farkında…
Ancak… ilerleyiş çok hızlı, adımlar çok seri atılıyor… Art arda çıkan yönetmelikler, artık ‘Hakimiyet kayıtsız şartsız Recep Tayyip Erdoğan’ındır!’ mantığını güdüyor…
Sözde ‘Atatürkçüyüm’ diyenler, kendi içlerinde çatışma yaşarken, ülkede imparatorluk kurulmaya çalışılıyor…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıl dönümü olan 2023’e kadar taşlar yerine oturacak ve o yıl ‘Tayyip İmparatorluğu’ kurulacak…
Orduevlerini bırakın; her yerde türbanlılar, sakallılar, sarıklılar ve cübbeliler olacak… Mini etek, şort, abiye, döpiyes tarihe karışacak… Maazallah deneyen olursa, soluğu rütbelilerin yanında alacak…
2023’e gelindiğinde 23 Nisan’larda, 19 Mayıs’larda çocuklarımız ve gençlerimiz değil; sarıklı ve cübbeli hocalar meydanlarda olacak…
Bugün sessizliğini sürdüren ve kış uykusuna yatanlara 2023’e gelindiğinde ‘Günaydın’ denilecek, ancak iş işten geçmiş, ‘Tayyip İmparatorluğu’ kurulmuş olacak…
Herkesin Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkacağı ümidiyle… Ne mutlu Türk’üm diyene!

17 Mayıs 2012 Perşembe

11 Mayıs 2012 Cuma

AB’YE GİRMEMİZ İÇİN… DAHA ÇOOK 53 SENELER BEKLERİZ…

................................................................................
................................................................................
................................................................................
AB ülkelerinde insanlar yerlere tükürmüyor, sigara izmaritlerini rastgele yollara atmıyor… (Bizde nereye denk gelinirse tükürülüp, sigara izmaritleri de her yere atılıyor…) AB ülkelerinin cadde ve sokakları pırıl pırıl… (Biz de dükkanın camını yıkamaya kalksan, ‘çok su harcadın’ diye ceza yazılıyor…) AB ülkelerinde çöpler toplanırken haberiniz bile olmuyor… (Biz de 7.5 şiddetinde deprem…) AB ülkelerinde trafikte korna sesi duymanız mümkün değil, oldu ki duydunuz, kesin bizden biridir!.. (Biz de korna çalmazsak işimiz rast gitmiyor… Selamlaşmayı bile araç kornasıyla yapıyoruz…) AB ülkelerinde sokak düğünleri yok… (Biz de yaz geldi, artık içeride düğün yok…) AB ülkelerinde kafayı çekenler trafikte canı istediği yere toslamıyor… (Biz de her yer serbest… dükkan, park, bahçe, canlı fark etmiyor…) AB ülkelerinde şehir girişleri pangallık değil… (Biz de bütün hurdalıklar şehir girişlerinde…) AB ülkelerinde yaşayanlar her türlü kurala uyuyor ve ahbap usulü yürümüyor işler… (Biz de ahbabın varsa her işin yolunda demektir… Ne kural dinler, ne kaide…) AB ülkelerinde protokolün arkasından 10’larca araçta dolaşmıyor… (Biz de seferberlik ilan edilip, yolar 30 kilometre öteden kontrol altına alınıyor…) AB ülkelerinde yaşayanlar kurallara kendileri istedikleri için uyuyor, cezalardan korktukları ya da yasaklara ilgisiz oldukları için değil… (Biz de yasak nerede, ilgi orada… İşin içinde torpil de varsa eğer yasak hak getire…)
.....................................................................................................
.....................................................................................................

Köşe yazımın tam metni sadece Önder Gazetesinde....

7 Mayıs 2012 Pazartesi

AH ŞU KADINLAR…

Ah şu erkekler!.. Çok iyi tahmin ediyorum ki, 1. sayfada köşe yazımın başlığını gören erkekler, ‘Acaba Neşe Hanım yine kadınlarla ilgili ne yazdı’ diye sabırsızlıkla 3. sayfayı çevirdiler… ve içlerinden kim bilir neler geçirdiler… Bunun için müneccim olmaya gerek yok beya… Hepimiz biliyoruz, nerede bir ‘kadın’ kelimesi geçse, bütün erkeklerin yelkenleri serdiğini…
Birkaç kadın okurumla karşılaştığımda bana ‘Erkeklerin başarısındaki büyük payın kadın olduğunu yine vurgular mısın bir yazında’ diye rica ettiler… Birkaç erkek okurum da ‘Erkekleri mekana ve alkole itenin yine kadın olduğunu neden yazmıyorsun da hemcinslerini koruyorsun’ şeklinde sitemde bulundular… Bunu yazdığımı söyledim kendilerine ve bu konudaki yazımı kaçırmış olduklarını…
Ne diyeyim… Bir kere daha vurgulamakla ne benim elim aşınır, ne de sizin gözleriniz yorulur…
Kadınlar mı… erkekleri parmağında oynatırlar… değer veriyorlarsa katlanırlar, vermiyorlarsa iplerini salarlar… yine değer veriyorlarsa başarıya iterler, vermiyorlarsa nalları diktirirler… onlar için önemliyse sahip çıkarlar, önem arz etmiyorsa diğer hemcinslerinin kollarına atarlar… canları isterse ilgilenirler, istemezse eyvallah bile etmezler… ah bu kadınlar yok mu… yerine göre melek, yerine göre de şeytan olurlar…
Ancak… her halükarda erkekler, melek ya da şeytanların hâkimiyeti altındadırlar… o yüzden de kimisi derbeder, kimisi de beyler gibi gezerler…
Siz erkekler… ipleri salınanlar, mekanları mesken edinenler, derbeder gezenler... özellikle de başı bağlı olanlar… eğer karınızdan ilgi görmediğinizi bahane ederek, teselliyi mekanlarda arıyorsanız; vay halinize… bilin ki o teselli size kasten sağlanmıştır… bırakma niyetine girdiyse kadın erkeğinin ipini, en büyük cezayı hemcinsinin vereceğine inandığı için çevirtir kıbleyi o yöne… Şimdi siz karar verin erkekler… kadınların size karşı olan bakış açısına…
Bu arada Facebook’ta karşılaştığım bir paylaşımı da sizlere aktarmak istiyorum ve sonrasını…
‘Bir adam karısına arabanın kapısını açıyorsa, ya arabası yenidir, ya da karısı…’ diye bir paylaşım gördüm Facebook’ta ve hemen ben de sayfamda paylaştım… Paylaşımımı okuyan bir bayan telefonla bana ulaştı ve aynen ‘Neşe Hanım, ben hem kocamın ilk karısıyım hem de arabamız eski… Ancak kocam bana hâlâ arabanın kapısını açıyor.’ dedi… ‘Ne şanslısınız’ dememe fırsat vermeden, ‘Çünkü arabanın kilidi bozuk ve sadece dışarıdan açılıyor. Arabadan ineceğim zaman önce o inip kapıyı açıyor’ diye ekledi… Arabası eski, kocasının ilk karısı olanlar… eşiniz tarafından arabanın kapısının açılmasını istiyorsanız eğer, çaktırmadan kilidini bozuverin hemen…

4 Mayıs 2012 Cuma

ALAYLIYIM, ALAYLI…

Gazetemizin dünkü sayısında yer alan “BİR BİLENE DANIŞMAK DA MI AKLINIZA GELMEDİ!..” başlıklı köşe yazımın ardından arayıp görüş belirten, öneride bulunan, fikrini söyleyenlerin yanı sıra, benim bulunmadığım bir ortamda atıp tutan da olmuş… Ya kasten ya da içini rahatlatması(!) olarak algıladım… Ancak bu vesileyle de konuyu bir kez daha gündeme getirme gereği hissettim…
Birçok kişi ‘yine doğru tespiti bulmuşsun’ deyip, teşekkür ederken… Bir vatandaşım da ‘tespit mükemmel ama öneriye de yer verseydin ya’ dedi. Cam yerine ne yapılabilirmiş… Vallahi top oynanan alanın etrafına file, çocukların ilgisini çekecek şık ve kırılmaz bir şeyler olabilirdi… Ancak işin uzmanı değilim… Danışılacak kişi de ben değilim… Zaten yazımda da bana değil, bir bilene danışılması gerektiğini belirtmiştim…
Yine bir vatandaşım, gazetenin önünde sigara molasındayken, caddenin karşısından yüksek sesle ‘Neşe Hanım yazı güzel de, olmamış…’ dedi. Ve ‘Tekel Meydanı’na o camlardan konulursa yine zarar yazar, bu sefer de gece kafayı bulanlar tekmeyle kırar!’ diye ekledi…
Ya kasten ya da içini rahatlatması(!) olarak algıladıklarıma gelince… Hanımefendi, hangi okuldan mezun olup da gazetecilik yaptığımı, gerekli araştırmayı yapıp yapmadığımı, kendisini işinden etmek istediğimi, bunun nasıl tarafsız bir gazetecilik olduğunu, mesleğimin kurallarını bilip bilmediğimi, yapacağı işi bana mı soracağını dile getirmiş, kalabalık bir ortamda…
Saygıdeğer Hanımefendi… Keşan’daki gazetecilerin çoğu gibi ben de alaylı takımındanım… Araştırma yapmasam konuyu zaten kaleme almazdım… Tarafsız gazeteci, eğer sizi kayırsaydım mı olacaktım!.. Yapacağınız işi tabii ki bana sormayacaksınız ama eleştirilere de açık olacaksınız… Sizi işinizden etmek gibi bir niyetim ise asla olamaz. Buna ne gücüm yeter, ne de vicdanım elverir… Takdir edilmek kadar, eleştirilmeyi hazmedemiyorsanız da hata yapmamaya gayret edersiniz...
Köşe yazılarımı daha önce belirttiğiniz üzere siz de yakından takip ediyor ve beğeniyordunuz da taş size düşünce mi alaylı oldum!..
Bu arada gazeteci, haberleri haber olarak yazar, habere yorum katmaz… Gözlemlediği, inandığı, doğru bildiği, yanlış gördüğü şeyler varsa, bunları da köşe yazısında kaleme alır ve kamuoyuyla paylaşır… Bildiği, gördüğü, inandığı doğruları paylaşmazsa işte o zaman ‘taraflı gazeteci’ olur… Saygılarımla…

2 Mayıs 2012 Çarşamba

BİR BİLENE DANIŞMAK DA MI AKLINIZA GELMEDİ!..

Mehmet Gemici Cennet Bahçesi’ndeki izlenimlerime devam ediyorum… Güzelliklerden ziyade acayipliklere takılıyor gözüm nedense!
1 Mayıs 2012 Salı akşamüzeri mesai arkadaşımla beraber yürüyüş yaptık Cennet Bahçesi’ne doğru… Hani çocukların oynayıp zıpladığı, topların havada uçtuğu, yeşil bir halı saha var ya tam orta yerde… Onun etrafının camla çevrilip, korunmaya(!) alındığına şahit oldum… Hava karardığı için görüntüyü net alamam diye, dün sabah erkenden yine Cennet Bahçesi’nin yolunu tuttum… Özellikle görmeyenler varsa fotoğraflayıp, görmelerini istedim…
Ne zaman ve hangi akla hizmet yapıldı bilmem bu camekanlı manzara ama yakında zaten bir eser kalmaz oradan… Camlar başlamış zaten kırılmaya… Çok da doğal… Nihayetinde top oynuyor bizim çocuklar… Zaten top oynasın diye de yapılmış bu yer… Ancak top oynanan yeri camekanla çevirenlerde çocuk kadar akıl var mı işte bu tartışılmaya değer…
Her kırılan camın yenilenmemesi düşünülür diye de bu konu kaleme alınmaya değer… Çünkü top oynanan yerin etrafına cam yetiştirmeye ne para yeter, ne de akıl keser… Bizim paraları çöpe atmaya da kimsenin hakkı yok zaten… Hiç mi aklınıza gelmedi oraya cam görüntüsü verecek, kırılmayan bir cisim yerleştirmek… Yoksa işin içinde camcıyla sıkı ilişkiler mi var!
Bu kadar kafanız çalışıyordu madem, niye bunu Keşan’ın şehir merkezinde Tekel Meydanı’nda bulunan yaya geçitlerinin kenarlarına monte ettiğiniz küflenmiş demirlerin yerine uygulamadınız desem… Hem görüntü kirliliğini önler, hem şehir merkezine güzellik getirir, hem de şık ve mantıklı olanı yapardınız… Demek ki bir bilene danışmak da aklınıza gelmedi!.. Ne diyeyim… darısı bundan sonra yapacağınız icraatların başına!..
Bu arada… Birkaç gündür yazmıyorum diye merak edip soranlara; Keşan’da bu kadar artist, bir o kadar figüran, bu kadar sahne, bu kadar dekor, bu kadar görüntü ve eser varken… bana daha çook malzeme çıkar ve köşeme konu olur bu güzellikler!.. Anlayacağınız, ara ara mola versem de yazmaya devam…