27 Eylül 2013 Cuma

HATİCE’DEN MESAJ GELMİŞ, 12 DAKİKADA 4 GÖLÜ YEYİP, GELMİŞ!


Vay benim hemşehrim... Yanmış, tutuşmuş, başkalarının da kulağına küpe olsun diye, mektuba sarılmış!
Şimdilerin modası Hatice olmuş!.. İstanbul’dan rastgele cep telefonlarına SMS (mesaj) gönderen Hatice, ‘Selam. Ben Hatice. Tanışmak için hemen beni arayabilirsin’ diye yazıp, hem cep numarasını hem de sabit numarasını veriyormuş... Keşanlı bir hemşehrimiz de Hatice’den gelen mesaja bir kerede tav olmuş, soluğu İstanbul’da almış! Almış almasına da, Hatice ona az daha mezar oluyormuş! Hatice ile macerası 36 dakikayla sınırlanmış... Kurt Hatice, bizim sözde kurt hemşehrimizin 7 dakikada gönlünü almış, 8. dakikada metresi olmuş, 9. dakikada yatakta koynuna girmiş, bundan sonraki 3. dakikada da soyup soğana çevirmiş!
12 dakikada peş peşe gelen 4 golün(!) ardından, hemşehrimizin gözü hiçbir şeyi görmeyip, zor kurtulmuş!
İsmini gizleyen ancak aldığı darbeden oldukça etkilenen bu hemşehrimiz, ‘aman kimse kanmasın, kendini yakmasın’ diye kısa bir mektupla meramını anlatmış... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (28 Eylül Cumartesi) sayısında...>

İÇKİLİ MEKANLAR YERİNE BİR KERE DE ALKOLİKLERİN RUHSATLARINI İPTAL EDİN!


Hâlâ, 26 Eylül 2013 Perşembe günü yapılan İlçe Güvenlik Kurulu Toplantısı’na takmış durumdayım... Dün, geç bir saatte önüme gelen ve alatacele yazdığım köşe yazısından tatmin olamadım...
Çünkü sadece Şube Sokak’ta (Kaymakamlık konutunun bulunduğu sokak) alınan düğün yasağı konusundaki ayrımcılığı, eşitsizliği paylaşabildim sizlerle...
Aslında bu toplantıda sarf edilen cümlelere dikkat ettiyseniz, ‘Hükümetin polisi!’ kavramı tam olarak oturmuş yerine!
Konvoylar meğer yasaklanmamış... Yani bu konuda alınmış bir karar yok... Şimdi diyeceksiniz, ‘konvoyu en çok yazan ve eleştiren sensin’ diye ama benim eleştirmem yasak olduğu bilinci ve hâlâ yapılıyor olması nedeniyleydi... Çünkü konvoylar nedeniyle düğün sahiplerine kesilen cezaları daha önce kamuoyuyla da haber olarak paylaşmıştık... Hal böyle iken, kimine ceza kesilmesi, kiminin gözden kaçması(!) bana göre kayırma anlamına geliyordu!..
Dünkü toplantıda ise, Sayın İlçe Emniyet Müdürümüz Ahmet Yıldız, bizzat diyor ki; konvoyların yasak olduğu şeklinde bir karar yok, ancak bu kararı biz yürütüyoruz... Bana birileri, bu ifadenin tam karşılığını söyleyebilir mi?.. Ne demek oluyor bu? Hem alınmış bir yasaklama kararı yok, hem müdahil olunup ceza kesiliyor... Hayır efendim... Eğer bir karar yoksa, bir yaptırım yoksa, sizin de bunu engellemeye hakkınız yok... Kafanıza göre kanunun o veya şu maddelerine dayanarak, böyle bir yaptırım uygulayamazsınız... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (28 Eylül Cumartesi) sayısında...>

26 Eylül 2013 Perşembe

ASABİYİM, SİNİRLİYİM, DELİYİM AMA EŞİTSİZLİĞE KARŞIYIM!..


Bu haksızlığa, bu ayırımcılığa lütfen sesimizi yükseltelim! Evet, sevgili Keşanlılar... Aslında sürpriz bir köşe yazısı oldu benim için... Bugün sizlerle paylaşacağım yazım daha öğle saatlerinde hazırken, akşam saatlerinde önüme gelen bir haber nedeniyle o yazımı yarına saklayıp, bir gün bile bekleyemedim bu konuya değinmek için...
Dün İlçe Güvenlik Kurulu Toplantısı yapılmış... Ve bu toplantıda da okul bahçelerinde yapılan düğünlerde, okul aile birliklerinden ya da okul idaresinden bir kişinin hazır bulunması kararı alınırken; Kaymakamlık konutunun bulunduğu Şube Sokak üzerinde düğün yapılmaması için karar verilmiş... Sebep; bu alanın yakınlarında çok yüksek katlı binalar varmış, bu nedenle çalgı sesleri yankılanarak çevreye büyük rahatsızlık veriyormuş... Vay efendim yatalak hastası olanlar, küçük çocuğu bulunanlar varmış...
Saygıdeğer kurul üyeleri... Keşan’ın her noktasında yüksek katlı binalar var, hastası olan var, küçük çocuğu olan var... Bunun yanı sıra psikolojisi bozuk olan var, matemi olan var, sinir katsayısı yüksek olan var, asabiyeti bozuk olan var, delisi var, akıllısı var, her telden insan var...
Eğer kriteriniz ‘hasta ve küçük çocuk’ ise lütfen kimse kimseyi kandırmaya çalışmasın çünkü bunu kimse yutmaz!..
Ancak kriteriniz; Şube Sokak’ta Keşan’ın mülki amiri var ve bu nedenle yasaklama gereği hissettik derseniz, eyvallah ama bu; ayrımcılık, eşitsizliktir... <Devamı Önder gazetesinin yarınki (27 Eylül 2013 Cuma) sayısında...>

10 Eylül 2013 Salı

ESKİNİN VE ŞİMDİNİN ANNELERİ...


Geçtiğimiz günlerde Facebook paylaşım sitesinde gezinirken bir söz dikkatimi çekti ve beni epeyce eskilere götürdü...
Söz aynen şöyleydi: Beğendiği renkte kanepe bulmak için mağaza mağaza gezip, kanepeyi aldıktan sonra örtü örtüp kanepeyi ebediyen kapatan kişiye ‘Anne’ denir...
Bu söz bana hem rahmetli annemi hatırlattı hem de eskilerin hafızamda canlanmasını sağladı...
Evet, annelerimiz, anneannelerimiz, babaannelerimiz, teyzelerimiz, halalarımız, yengelerimiz için bu sözü çok sık kullanırdık eski zamanlarda...
Hiç unutmam, becel yağ yeni yeni raflarda yer almıştı. O zamana kadar katı yağlar hep kağıt ambalaj içindeydi... İlk defa plastik bir kap içinde katı yağ satışa sunulmuştu ve reklamı da iyi yapılmıştı ki, kısa sürede dolaplarımızda yerini aldı... Aldı almasına da, ah o becel yağ yüzünden çektiklerimi bir bilseniz... Rahmetli anacığım, biten her becel yağın kutusunu yıkar, soframızdan artan yemekleri de becel yağ kutusuna koyarak, buzdolabına yerleştirirdi... Öyle günler oluyordu ki, buzdolabımızda en az 10 tane becel yağ kutusu... Buraya kadar normal, ancak benim sabah tost yapmak için verdiğim mücadele, deveye hendek atlatmaktan daha zor geliyordu! Canım ne zaman peynirli domatesli tost istese ve bir tostun yapılışı 5 dakikalık bir iş olsa da, becel yağı kutularından dolayı ya yarım saatte ancak sonuç alabiliyordum ya da sinirlenip vazgeçiyordum! Neden mi? Ekmek ve domates tamam, 30 saniye sürmeden tost için hazır... Ya peynir ve yağ kısmına ne dersiniz? O sarı becel yağı kutusunun hangisinin içinden yağ ve peynir çıkacağını bulabilmek için en az 10 kutuyu test etmek zorundasın! O kutuyu açarım; akşam yemeğinden kalan salata! Öbürünü açarım; akşamdan kalan pırasa yemeği! Diğerini açarım; içinden turşu çıkar! Onu, bunu derken en az 10 becel kutusu tarafımdan test edilmiş olur! <Devamı Önder gazetesinin yarınki (11 Eylül 2013 Çarşamba) sayısında...- mutlaka okuyun derim!>

8 Eylül 2013 Pazar

HÜKÜMET, BAKTI KALE’Yİ YIKMA ŞANSI YOK, TRAKYALININ ZAAFINA DİKTİ GÖZ!


Müjde! Torba yasa ile getirilen ‘’içki düzenlemesi’’ bugünden itibaren başlıyor. Öyle canınız istediği saatte, istediğiniz yerden alkollü içki alamayacaksınız... İşiniz geç bitti, evinizde içki yok ve bir duble yorgunluk rakısı yudumlamak istiyorsunuz ama yasak! Saat 22.00’yi geçirdiğiniz vakit, sabahın 06.00’sına kadar hiçbir yerden perakende alkollü içki alamayacaksınız... Paranızla rezil olacak, üç kuruşluk zevkinizi tatmin edemeyeceksiniz...
Evet, alkolün aşırısını tüketenleri her zaman eleştirmişimdir... Ama dozunu kaçıranları, nefsine hakim olamayanları, alkolle birlikte kendi ve etrafındaki insanların hayatlarını zindana çevirenleri... Kısaca, bir şeylere zarar verecek boyutta alkolü tüketenleri... Yoksa, adabıyla içen, bunu alışkanlık değil de bir alkol kültürü ile tüketenlere hiçbir zaman hiçbir sözüm olamaz...

3 Eylül 2013 Salı

NATAŞA SUİKAST DÜZENLEMEYE KALKTI BANA!


Ah bu Nataşa yok mu bu Nataşa, Vatandaşımdan gelen mektubu okumuş, ne kadar it varsa saldı etrafıma!
Günlerden Pazar... 1 Eylül 2013 yani... Sabah kahvaltımı ediyorum keyifle balkonda... Hafta içi böyle bir keyfe nail olamadığım için, bu günlerin acısını topluyor, hepsini birden çıkarıyorum Pazarda...
Kahvaltı faslım bitti, sıra geldi Türk kahvesi keyfine... Bir taraftan da karalıyorum bilgisayarımda bir şeyler yine... Sükûnet ise olabildiğince... Bu arada ‘tık’ da yok mahallemizde... Ve nazar değiyor sessizliğe... Önce bir itten gelen havlama sesi duyuyorum, 5 dakika içinde havlama sesleri artıyor, bende de kriz başlıyor... İtlerin hepsi balkonumun karşısına geçiyor, sanki mübarekler bana konser veriyor. Ne ‘çü be’ desem gidiyor, ne de ‘hü be’den anlıyor... Bütün kovalama tekniklerini denesem de, bir türlü başarı gösteremiyorum...
Velhasıl benim keyif itlerin havlama sesine tahammülsüzlüğüm ile sona eriyor ve içeri girip, sesten de etkilenmemek adına balkon kapısını ve evimin o yöne bakan açık pencerelerini kapatıyorum... Böylece de Pazar sabahımın büyük bir kısmını itlerle mücadelede geçirmiş oluyorum!
Bu, birinci fasıldı tabiî ki... İkinci ve heyecanlı fasıl ise yaklaşık 1 saat sonra başladı... Kapımın zili olabildiğince aralıksız çalıyor... ne mübarek elmiş, zilden kopamıyor! Vira çalıyor benim zil... Derken kapıyı açıyorum, mahalle eşrafından bir vatandaşla karşılaşıyorum... Daha ‘buyurun’ demeden, ‘Nataşa’dan size suikast var!’ cümlesi ile karşılaşıyorum... Ve devamında, ‘pencereden aracınıza bakar mısınız?’ diyor bu mahallelim... Bu arada kalpten de gidecek gibiyim... Hızlı adımlarla pencereye yaklaşıyorum, bir taraftan da Nataşa’nın bana ne gibi zarar vereceğinin hesabını yapıyorum... Ve pencereden gördüğüm manzara karşısında, kapıda bekleyen mahallelimle göz göze gelip, kahkahayı basıyorum!..
Meğer Nataşa, yazıma kızmış, rıskı kesilecek diye benden hıncını çıkaracakmış... Salmış erkek itleri peşime, birini de dikmiş arabamın önüne! Maksat beni evde hapsedecekmiş, itler hakkında yazmamı engelleyecekmiş...
Pabuç bırakır mıyım ben bu itlere, aldım fotoğraf makinemi başladım çekmeye... Flaşa dayanamayan itler, dağıldılar teker teker... Bizim Nataşa bu duruma çok içerledi, o salladığı kuyruğunu toplayıp, kiminle dans ettiğini fark etti!

A be Nataşa, bu sefer tosladı fena taşa... Ya seni bu mahalleden attıracağım ya da iki günde bir yaptığın tüm rezillikleri Keşan halkıyla paylaşacağım... Pavyonları attık şehir dışına, sen sokak pavyonu mu açacaksın başımıza... Vallahi kafamı kızdırma, seni fuhuş üstü fotoğraflar, attırırım zindana! Hadi bakalım sal sıkıysa bir daha itleri başıma!..