6 Aralık 2011 Salı

YOLCULUK NEREYE!

Hep Karadenizli vatandaşlar yaptıkları ya da yaşadıkları enteresan olaylarla anılırlar ve hatta fıkralara konu olurlar. Peki biz Trakya insanı hiç mi ilginçlikler yaşamayız hayatımızda… Yaşarız, yaşarız da allem kullem eder; kimi zaman kırdığımız potu örtbas eder, kimi zaman da battıkça batarız.

Yıl 1990. O tarihe kadar ne uçağa binmişim; ne de hava limanına gitmişim. İlk yolculuğumu yapıyorum; Türk Hava Yolları-Ercan Hava Limanı arası. İstanbul’dan hareket edip, Kıbrıs’a gideceğim. İlk defa uçağa binmenin korkusu da had safhada. 1 saat 15 dakika süreceği belirtiliyor ama kim ne derse desin, mecbur olmasam her zamanki gibi kara ve deniz yoluyla birlikte aktarmaları da dikkate alarak hemen hemen 2 gün süren yolculuğu tercih edeceğim. Ama vaktim kısıtlı ve hemen gidip dönmek zorundayım.

Dualar okuyarak bindim Atatürk Hava Alanı’ndan uçağa. Ben bir taşralı… Yanıma da kontes diye tabir edebileceğimiz bir bayan oturdu. Onunla sohbet etmem lazım; korkumu atlatıp, yolculuğumun biraz daha iyi geçmesini sağlamak için. Uçak havalandı… Kalbim durmak üzereydi… Bir an önce yanımdaki bayanla konuşup, korkumu paylaşmak zorundaydım. Sohbeti başlatmak için ilk adımı attım; ‘Yolculuk nereye’ diye… Kadın yüzüme tuhaf tuhaf baktı önce, hiç cevap vermedi, alaysı bir ifadesi vardı. Kadın bana bakarken ben de ‘nerede yanlış yaptığımı’ düşünüyordum. Sonra birden kaynar sular başımdan aşağı döküldü. Yolculuk rotası belliydi çünkü; İstanbul-Kıbrıs arası. Başka bir yere gitme ne ihtimali ne de şansı vardı… Kırdığım pot sayesinde de yol boyunca hem korkumla; hem de yüzümün kızarıklığı ile tek başıma kaldım…

Sıra dönüşe gelmişti. Kıbrıs’tan İstanbul’a hareket etmek üzere Ercan Hava Alanı’na geldim. Öğleden sonra saat 15.00 sıralarıydı. Benim bineceğim uçak saat 16.00’da hareket edecekti. Atatürk Hava Limanı’nda iken uçakların kalkışını dışarıdan seyretmek kısmet olmadı, pasaport kontrolü ardından tünel gibi bir kapıdan uçağın içinde bulmuştum kendimi. Bu sefer açık havadaydım. Uçağın boyunu posunu yakınen görebiliyordum. Sadece havalanışına gelmişti sıra. Bu arada anons yapıldı; “15.15 sefer sayılı Lefkoşe-Antalya uçağı hareket etmek üzere, tüm yolcular giriş kapısına” diye. Hava Alanı’nın balkonunda ne kadar yolcu varsa salonun içine girmeye çalışırken, ben de insanları yarıp balkona çıkmak için epey bir çaba sarf ettim. 5 dakika sonra baktım ki balkonda tek başıma kalmışım ve ne kadar yolcu varsa hepsi camekanın arka yüzüne yani salona geçmiş. Kendi kendime de ‘Oh herkes içeride, rahat rahat uçağın yükselişini izleyebileceğim’ diye geçirdim içimden. Bu işte bir tuhaflık olacağını hesap etmedim doğrusu. Birden uçağın pervanesi çalışmaya başladı, tam paraleldi balkona, ancak pervane balkon hizasına geldiğinde birden havalandığımı fark ettim. Öyle kuvvetli bir rüzgar estirdi ki, o rüzgarın etkisiyle ben oradan oraya savruluyordum. Kıbrıslılar sirke gitseler bu kadar eğlenemezlerdi doğrusu… Benden daha önce yolculuk yapanlar ya da işin mantığını bilenler, boşuna kaçmamıştı içeriye. Kısacası hem gidiş, hem de dönüşte yaşadığım bu anım, Trakyalıların da Karadenizlilerden pek farkı olmadığının bir göstergesi idi. Ne de olsa hepimiz yurdum insanı değil miyiz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder