Nereyi nereyi; yollarımızı!.. Nereyi nereyi;
çukurları!.. Nereyi nereyi; yollardaki çukurları tıkamayan yöneticileri!..
Yeni sonunda bana Keşan’ımızın yolları ve sorumluları hakkında şarkı da besteleteceksiniz!.. ‘Kaç defa yazdım, dile getirdim’ diyorum ama vatandaşım ‘yine yaz’ diyor... İnanın bıktım usandım artık... Dön dolaş deli beygiri gibi Keşan’ın çukur yollarını yaz... Hele son bir haftadır sokağa çıksam bir vatandaşım önümü kesiyor ‘yolların halini yaz’ diyor, minibüse binsem ‘minibüs şoförü abla bir kere daha yazsan’ diye ricada bulunuyor, telefon eden ‘bi kare daha be kardeşim yazıver’ diye yalvarıyor, facebook hesabımdan özel mesaj atıp da, ‘Neşe Hanım yollara da bir değinseniz arabamızın oynamadık yeri kalmıyor’ diye hem sitemde bulunuyor hem de ricada... Ne yapacağımı ben de şaşırdım... Arabalar ne ki, artık canlılar bile sakata çıkacak neredeyse!.. Öyle yazdım olmadı, böyle yazdım dolmadı, duvar olsa şimdiye kadar canlanıp bir çaresine bakardı!.. Olmuyor işte... Ben üzerime düşen görev neyse yaptım, hatta bir ara üşenmeyip ne kadar çukur varsa saydım, ilgilerine istatistiki bilgilerle açıklamasını yaptım... Ama yine olmadı... Demek ki, ilgilileri Keşan’ın yollarını kaymak gibi görüyor, çukurlardan falan etkilenmiyor... Yoksa etkilenseler hiç bir hal çaresine bakmazlar mı? Tabii ki bakarlar... Her türlü dili dökmeme rağmen bir çaresine bakılamıyorsa; ya görmüyor ve hissetmiyorlar ya da görmek ve hissetmek istemiyorlar... O zaman ilgililerini bir kenara atacağız ve vatandaşımın hâl çaresine bakacağız...
Keşanlı hemşehrilerime, ‘at sende iki duble, her yer görünsün toz pembe!..’ tavsiyesinde bulunuyor ve 2012 yılında yazdığım ‘Keşan’ı kafa dumanlıyken turlamak bir başkaymış!..’ başlıklı köşe yazımı yeniden sizlerle paylaşıyorum... Ben denedim ve gerçekten her yeri toz pembe gördüm!... Eğer Keşan’ın sorunlarına çözüm bulunamıyorsa, biz kendimize hâl çare arayacağız ve ilgililerine ayak uyduracağız!.. Başka türlü ne mesut ne de bahtiyar oluruz!..
İşte 2012
yılında yazdığım “KEŞAN’I
KAFA DUMANLIYKEN TURLAMAK BİR BAŞKAYMIŞ!..” başlıklı köşe
yazım...
Epey
bir zaman olmuştu… Şöyle Keşan’ın bütün cadde ve sokaklarında turlamayalı…
Vatandaşım sürekli serzenişte bulunup, aksaklıkları dile getiriyordu, ancak
yazabilmem için kendi gözümle bir kez daha görmem gerekiyordu…
24
Nisan 2012 Çarşamba günü Keşan’ın dört tarafını tüm ara sokaklar dahil olmak
üzere turladım… Ara ara kısa molalar da verdim… Kilitli taş döşenen sokaklardan
geçerken uzun süredir böbreklerimde taşıdığım taşları düşürdüm!.. Yine asfalt
olan sokak ve caddelerden geçerken aracımın ne kadar civata ve vidası varsa
döküldü… Hele hele Bağkur evlerinin altında kalan caddeden geçerken savaş
alanına girdiğimi hissettim… Bir ara şehir merkezine geldiğimde parka oturup
soluklanayım dedim ancak başıma bir garson dikildi ve ‘ne arzu edersiniz?’ diye sordu… 50 kuruşluk çayı 1 TL’ye içmemek
için yerimden kalkıp, aracıma yöneldim… Başka bir halk parkı(!) aradım kritik
yapmak ve soluklanmak için ama şöyle başıma dikilinmeyen ve ‘ne arzu edersiniz?’ diye sorulmayan
bir park bulamadım…
Bir
ara mezbaha tarafına yöneldim… Hayvan barınağı ve mezbahanın ne kadar yakın
mesafede olduğunu ve onca hayvanın kıllarının mezbaha tarafına uçma ihtimalini
düşündüm…
Mehmet
Gemici Cennet Bahçesi’ne indiğimde de cennetten ziyade cehenneme dönmüştü… Her
yer çöp içinde…
Sıra
Keşan’ın metruk binalarına geldi… Hangi binanın önünde durduysam… içeriden ya
elinde şişeyle, ya da kolunda hatunla çıkan birilerine denk geldim!.. İçinden
canlı çıkmayanların ise çöplük yuvası olduğunu gördüm…
Trafik
akışı yoğun olan tüm caddeler ise her zaman olduğu gibi sağlı sollu otopark(!)
konumundaydı…
Bir
ara bizim mekancıların olduğu sokaklardan geçtim… Aman Allah’ım şeytan görmüş
gibi süratle uzaklaştım…
Epey
bir turladıktan sonra saat 22.00 sıralarında evimin yolunu tutmuştum ki… alkol
kontrolü yapan trafik ekibi çevirdi… ‘Üfleyeyim
ama boşa gider’ dedim… ‘Şayet 2-3
saat sonra rastlarsanız ne âlâ!..’ diye de espri yaptım…
Kendi
kendime bu böyle olmayacak diye mırıldandım… ‘Bir kere de birkaç duble atıp şu Keşan’ı turlamam lazım’ diye
söylendim… Bakalım Keşan o zaman nasıl görünecekti bana… Alkolle aram hiç iyi
olmadığı halde, hem Keşan’ı hem de gözlemlerimi test etmek adına, 1 gece de
olsa bu şerefe nail oldum… Bütün gezdiğim sokak ve caddeleri sil baştan yeniden
turladım…
Kilitli
taş döşenen sokaklardan geçerken kendimi İstanbul’da Boğaz’da bir yattaymış
gibi hissettim!.. Dalgalar öyle hafif hafif sallıyordu ki keyfine doyamadım!
Bağkur
evlerinin altında kalan caddeden geçerken Keşan’ı 3 boyuttan izledim!.. Bir
aşağı, bir ortaya, bir yukarı iniyordu… Bedava 3 boyutta izleme imkanı bulup,
müthiş keyif aldım!
Şehir
merkezine geldiğimde parka oturup soluklandım ve başıma garson dikilmeyince
ortalığı ayağa kaldırdım… Kapatıp gitmişler bizim halk parkını…
Başka
bir halk parkı(!) aradım kritik yapmak ve soluklanmak için ama garsonlu bir
park bulamadım…
Mezbaha
tarafına yöneldim… ‘Yaa…’ dedim; ‘ne kadar iyi düşünülmüş!..’ Hayvan
barınağından al hayvanları, kes mezbahada!... Bu kadar pratik çözüm hangi
idareye nasip olur!
Mehmet
Gemici Cennet Bahçesi’ne indiğimde ise biraz hayal kırıklığı yaşadım… Hangi
bira şişesine saldırsam boştu!..
Keşan’ın
metruk binalarına gelince… Hangi binanın önünde durduysam; şenlik vardı…
Sallana sallana çıkanlar… Şişeleri tokuşturanlar… Ne ararsanız mevcut…
İçinden
canlı çıkmayanlar ise saray gibiydi… Hepsinde bir döşek bulunuyordu…
Trafik
akışı yoğun olan tüm caddeler ise bomboştu… Sanki bütün araçlar Keşan’ı terk
etmiş, aracım kız gibi salınıyordu caddelerde…
En
son yine mekancıların bulunduğu sokaklardan geçtim… Aman Allah’ım ne görsem… Bütün
sokakları huriler basmış! ‘Cennete
düştüm!’ diye hayal ettim… Keşan’da
mıyım, Cennet’te miyim kestiremedim!
Epey
bir turladıktan sonra saat 02.00 sıralarında evimin yolunu tuttum ve bizim
trafik ekibine rastlamayınca bu macerayı da kazasız belasız atlattım…
Sonuç
mu? Keşan’ı kafa dumanlıyken turlamak bir başkaymış!... Ayrıca bizim
yöneticilerin Keşan’ı neden toz pembe göründüğünü de anlamış oldum!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder