8 Kasım 2012 Perşembe

YILLAR SONRA 2 MEKTUP, İKİSİ DE CEZAEVİNDEN…

17 yıl aradan sonra bu yıl 2 mektup geldi postadan bana… Çok uzun yıllar olmuştu mektup okumayalı… Kendime ait olan geçmişe dair ne varsa saklarım da eğer ikinci bir şahıs varsa işin içinde ve hatırlamaya değer değilse, hemen bir çizik atarım üzerine…
Kızımın babasıyla ayrılığımızın ilk 3 yılında hemen hemen her gün postadan mektup geldi evimize… Adres ve gönderen kısmına bakar, mektup kızımın babasından gelmişse eğer, zarfı açmadan kibriti çakar, kül haline gelince de çöpe atardım… 3 yıl boyunca gelen mektupların hiçbirini merak etmedim ve okumadan yakıp, çöpe gönderdim… Aradan 2 yıl geçmiş ve bir mektup daha getirmişti postacı evimize bundan 17 yıl önce… Bu sefer adres farklı, gönderen kısmı ise boştu… Mektup da Avustralya’dan geliyordu… Kızımın babası ile ayrıldıktan sonra hiç diyaloğa girmediğim için ondan olacağını aklımın ucuna bile getirmedim… Ancak zarfı açıp, okumaya başladığımda ve ilk cümlede anlayınca gönderenin sahibini, devam etmeden çöpe gitti ötekiler gibi…
Anlayacağınız, postadan gelen son mektubu, 17 yıl önce ve girişini okumuştum sadece… O zamandan bu zamana da hiç mektup niteliği taşıyan bir posta gelmemişti evimize…
Yine evimize değil ama adıma 2 mektup, çalıştığım Önder gazetesine geldi bu sene…
İkisinin de gönderen bölümünün sonu aynıydı: cezaevi.
İlki 10.04.2012 tarihinde postadan çıkan ve tarafıma ulaşan Silivri Cezaevi’nden, diğeri de 31.10.2012 tarihinde postadan çıkan ve tarafıma ulaşan Keşan Kapalı Cezaevi’nden… Ne hikmetse biri ayın 10’unda diğeri 10’uncu ayda…
İlkini hiç kale almadım… Korktuğumdan mı? Tabii ki hayır… Ancak yerel bir gazetede köşe yazarlığı yapan ben, benden istenilen desteği ne kadar verebilirdim, sesimi ne kadar duyurabilirdim… Çok düşündüm ama faydalı olabileceğime inanmadığım için de girişimde bulunmadım…
İkincisi ise ben izindeyken gelmiş gazetemize… Keşan Kapalı Cezaevi’nde yaklaşık 4 yıldan bu yana yatan Hasan Bey’den… Hem gazetemize hem de bana minnettar olduğunu ve yazılarımı takip ettiğini söylüyor ve bir ricada bulunuyor Hasan Bey… Biraz da sitem etmiş bazı gazetelerin yalan yanlış yazdığından… Ve diyor ki Hasan Bey; ‘bizim bir köşemiz yok ki yazalım biz de gerçekleri’, ardından da ekliyor; ‘Kurdu gören de bağırıyor, görmeyen ise görenden daha fazla bağırıyor…’
Bu gerçekler nedir ayrıntıya girmemiş ama bu yazımı okuyup da bilgi verirse, ben yazarım köşemde…
Bana mektup yazmasının sebebi ise geçtiğimiz günlerde yazdığım “BANA SENİN TEHDİDİN VIZ GELİR…” başlıklı köşe yazım… Ve değiniyor bizim şu meşhur mekânların tehlikesine…
Yine Hasan Bey, geçtiğimiz günlerde basında yer alan 14 yaşında cinsel istismara uğrayan kız çocuğu ile ilgili konunun irdelenmesi gerektiğini belirtiyor ve bu durumun mekânlardan da vahim bir durum olduğunu dile getiriyor…
Evet aslında Hasan Bey, çok doğru söylüyor… Bir gün basında yer aldı, 2 gün konuşuldu ve konu kapandı… Ne zamana kadar mı? Nasıl cinayetler işleniyor, 3 gün konuşuluyor, bir daha yenisi işleninceye kadar ya da katilleri yakalanıncaya kadar dillendirilmiyorsa, bu olayın da gelişimi aynı şekilde olacak… (Tabii ki en büyük dileğimiz bu ve benzeri olayların asla bir daha yaşanmaması.)
Olayın failleri yakalandı ve hapse atıldı ya tamamdır demektir… Bizde işler en fazla bu noktaya kadar ilerler… Yeni benzer olaylar işlenir, sonuca ulaşıldı mı işlevini bitirir… Nedenleri, niçinleri hiç irdelenmez, deşilmez, önlem alınmaz…
‘3 çocuk yapın’ diye talkınlar verilir ama ‘çocuklarınıza sahip çıkabiliyor musunuz?’ sorusu irdelenmez… Kapalı mekânlarda sigara içenler denetlenir ama gece yarısı sokaklarda gezen çocukların o saatte neden dışarıda olduğunun üstüne gidilmez…
3 çocuk değil 5 çocuk da doğurulur… İş doğurmakta değil; yetiştirmekte, eğitmekte biter… 3 ya da 5 çocuk doğuran aile, bu ekonomik şartlarda zaten ancak 1 tanesinin sağlıklı eğitim almasını karşılayabilirken, diğerlerini mecburen cahilliğe sürükler… Hükümet’in ekmeğine de yağın yanında kaymakla bal sürer!
Çünkü Hükümet işi biliyor… Boşuna mı ‘3 çocuk doğurun’ diyor… 1’i bize kalacak, 2’si onların olacak!
Ah Hasan Bey ah… Söylenecek çok şey var da önce derin uykuya dalanların uyanması lazım… Yoksa yazmak, dillendirmek mesele değil ama icraat göremedikten sonra ha duvara yazmışsın ha köşeye ne fark eder… O nedenle köşen olmadığı için hiç dertlenme… Devir ‘köşeyi dönme!’ devri, ‘köşe sahibi’ olma değil… Köşeyi dönenlere(!) hiçbir şey olmuyor ama köşeye yazanlara tehditler savruluyor…
Bizim memlekette işler tam tersine gidiyor Hasan Bey… Üj-bej kişi için soğuk hava deposunun yapılması tartışılırken, çeltik, buğday ve ayçiçeği ekimleri dikkate alınıp, lisanslı depoculuğun adı bile geçmiyor…
Ah Hasan Bey ah… Bizde delinin biri kuyuya taş atıyor, arkasından da diğer deliler çekeleyip duruyor… Ne deliler tükeniyor, ne taşlar bitiyor ama akıllı adamın biri çıkıp da ‘siz ne diyorsunuz, ne yapmaya çalışıyorsunuz’ diye telkinde bile bulunmuyor…
Ah Hasan Bey ah… Başbakan yerel seçimin tarihini 2014 yılı olarak açıkladı ama geç kaldı! Biz o seçimi 1 ay önce bazı İnternet sitelerinde ve yerel gazetelerde anketle bitirdik! Aday adaylarımızı belirledik, gözümüze kestirdiğimize test ettirdik! Sonra da 5 isim ve toplasan 10 kişinin bile görüşü alınmadan yapılan anket sonucunu da böbürlene böbürlene ‘işte halk bunu istiyor!’ diye lanse ettik…
Ah Hasan Bey ah… ‘Markalarımız(!) mübarek, idarecilerimiz hayırlılarından olsun!’ inşallah…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder