20 Temmuz 2012 Cuma

SEYREK GİT DOSTUNA, KALKSIN AYAKÜSTÜNE…

Misafirliğin kısası ve yerinde olması makbuldür hepimizin bildiği üzere… Şimdi ‘ben misafiri çok severim’ deyip de sonunu görmeden başından tepki verenler olabilir aranızda…
Ama atalarımız hep doğruyu söylemişler bana göre… ‘Seyrek git sen dostuna, kalksın ayaküstüne’ demişlerse, varmış atalarımızın da bir bildiği…
Vallahi son zamanlarda rastladığım ve bizzat yaşadığım gereksiz ziyaretler, köşeme de konu olmayı başardı sonunda…
En başta Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan’a yapılan ziyaretlerden bahsetmek istiyorum… Hani Belediye Başkanlığı makam odasının sekretarya bölümünde bekleyip de, makama girdikten sonra kendini kaybedenlerden…
Onca vatandaşın bu bölümde Başkanımızla görüşmeyi beklediğini bile bile, hatta kendisi de dakikalarca bekleyip, gözünü kapıdan ayırmayarak içeri girenin bir an önce çıkmasını isteyen ancak içeri girdiklerinde beklediklerinden farklı davranmayanlar!.. Herkes kendine Müslüman anlayacağınız… İçeri giren dışarısını unutuyor… Sadece kendi sorunu önemli… Dışarıdakilerin sorunundan ona ne ki… Böylesine ne denir… Aslında ‘öküz’ yakışır da hadi ‘düşüncesiz’ diyelim…
Sadece Belediye Başkanlığında mı; hayır, her yerde benzer durumlar söz konusu… Bu devlet dairesi olur, özel sektör olur, iş yeri olur… Düşüncesiz ve kendini bilmez insanlara her ortamda rastlamamız mümkün… Kendi işini çözüp, işi olan diğerleri için ‘bana ne’ ayağına yatanlar… Onların işleri çözülecek ya… senin işin varmış, zamanın önemliymiş, kısıtlıymış umurlarında mı? Değil tabii ki bu kendini bilmezlerin… Bir de kuru gürültü yapanlar yok mu?... Bunlara surat da assan anlamazlar, laf da söylesen duymazlar, anlayacağınız yüzüne tükürseniz yağmur zannederler…
Bir dükkâna alışverişe gideceksiniz, dükkan sahibinin yanında bir ahbabı… Belli dükkân sahibi gelen müşterisine gereken ilgiyi gösteremiyor ama yanındaki kendiliksiz kıpırdamadıktan sonra ne yapsın… Haa… Sakın bu kendiliksizler ‘ben dostuyum canım ne olacak, beklerim ne olacak, ilgilensin müşterisiyle’ düşüncesine kapılmasın… Sen beklersin de belki gelen müşteri senin yanında rahat alışveriş yapamaz, onu da hesaba katacaksın…
Anlayacağınız ister devlet dairesi, ister özel kurum, isterse herhangi bir iş yeri olsun… İş yerlerinde gereksiz muhabbet ortamı gerer, hem iş yeri sahibini hem de çalışanı rahatsız eder… Gelen müşteriyi de engeller… Siz siz olun, sohbetlerinizi iş ortamında değil, ev ortamında yapın… Ya da sohbet için hazırlanan mekânlarda buluşun…
Bu arada hemen kendimden bir örnek vereyim de iğneyi önce kendime batırayım…
Geçenlerde bir gece gazete bırakmak üzere uğradım Keşan Bölge Trafik İstasyon Amirliğine… Hemen ayrılacağım için arabanın kontağını bile kapatmadan indim arabadan… Ancak nöbetçi polisler demlemişler taze çayı, çok ısrar ettiler ve içmeden yollamayız dediler seni… Ben de kapadım kontağı, yudumlamaya başladım çayımı… Bu arada sohbet de gırla gidiyor… İkinci çayı içip içmeyeceğim soruldu ve ilkini bile hatır için içtiğimi söyledim… Çay bitti ama muhabbete devam… Bu arada bir polis memuru ‘Neşe Hanım, çay bitti işiniz de aceleydi ama gitmeye niyetiniz yok galiba!’ dedi… Vallahi doğruyu söyledi… Kaptırdık muhabbeti, engelledik biraz da olsa işi… Ama bu sohbet de bu köşeyi yazmama vesile oldu… Zaten vardı bu konuyla ilgili sıkıntı, bizzat sıkıntıya sebep kendim de olunca, hemen aldım kaleme yazıyı…
Demek ki, ziyaretin kısası ve seyreği makbulmüş… uzunu ve sıklığı da ev sahibine rahatsızlık verirmiş… hele hele bu iş yeri olursa, işkenceye dönüşürmüş… Saygıdeğer polis ağabeyim… ‘Yazamazsın’ dedin ama yazdım işte… Merak etme bundan sonraki her davetinize 3 çayla icabet edeceğim biline!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder