30 Eylül 2014 Salı

‘ÖCÜ’ DEDİM, HERKESİN DİLİ ÇÖZÜLDÜ!..

   Dün ‘YATIN KALKIN ÖCÜYE(!) DUA EDİN...’ başlıklı köşe yazımın ardından herkesin dili çözüldü vallah! Köşe yazımın altına yapılan yorumların yanısıra, özelden mesaj gönderip içini dökenler çoğunluktaydı... Çoğunluk yazım karşısında olumlu yönde tepkilerini dile getirirken, sürekli CHP’nin aleyhinde yazdığımı belirten ve eleştirenler de oldu... Hani utanmasalar bana ‘AK Partilisin’ bile diyecekler... Evet, bir zamanlar AK Parti üyesiydim, delegesiydim hatta 2009 yerel seçiminde AK Parti’den 3. sıra il genel meclisi adayıydım.. Yine AK Parti delegesi iken Edirne’de katıldığım il başkanlığı seçiminin ardından Keşan’a döndüğümde, ilk işim AK Parti’yi eleştirmek oldu köşe yazımda... Hatta okumayanlar olduğu düşüncesi ile bu yazımın sonuna ekleyeceğim o yazımı da... Ve yine yazılarımı takip edenler çok iyi bilirler ki, Keşan Belediyesi’ni eleştirdiğim çok olmuştur, Keşan’daki olumsuzlukları elimden geldiğince yazılarıma yansıtmışımdır... Her zaman -vatandaşım- önceliğim olmuştur ve onlardan gelen talepler doğrultusunda yazılarıma yön vermiş, yorum katarak sizlere sunmuşumdur... Ancak, her seçim döneminde (Bir kez de AK Parti üyesi olduğum halde) oyumu CHP’den yana kullanacağımı ya da kullandığımı açıkça kamuoyuyla paylaşmış ve seçime yaklaşıldığı günlerde CHP’den yana oy kullanılması yönünde yazı yazmışımdır Türkiye’nin geleceğinin düşünülmesi adına... Yine Keşan Belediyesi’ni eleştirirken Belediye Başkanımız Sayın Mehmet Özcan’la kişisel hiçbir sorunum olmadığını hatta kendisini sevgi ve saygı duyduğumu dahi belirttiğim yazılarım olmuştur ve doğrusu da budur... Ancak saygı ve sevginin karın doyurmadığını da vurgulamışımdır haklı olarak... Ben, kendime göre tarafsızca yazılarımı yazdığımı savunuyorum ama bir başkası böyle düşünmeyebilir... Ama bu ne benim kendime göre doğrumu değiştirir ne bir başkasının kendisine göre doğrusunu değiştirebilir ne de okurların gözlemlediği doğruyu değiştirebilir... Bu kadar nasihatten(!) sonra, asıl konuya ve cevabıma geçeyim artık...
   Herkes elini vicdanına koyduğunda Keşan’da yıllardır gözle görünür bir gelişme olmadığının farkında... Bana kimse parkları, bahçeleri, altyapıyı anlatmasın... Hele yol, kaldırım hiç demesin... Temizlikten, düzenden, nizamdan hiç bahsetmesin... Yapılanı da nasıl yapıldığını da yapıldığında ne hale geldiğini de gözlemliyoruz... AK Partililer yerelde CHP’yi eleştirirken, CHP’liler de genelde iktidar olan AK Parti’yi eleştiriyor... Sanki birbirlerinden eksik kalır(!) tarafları varmış gibi... Ülke genelinde CHP’nin oylarına baktığımızda yerinde saydığını görüyoruz... İktidar olma hevesleri var ama bu yönde bir adım dahi ilerleme göstermiyorlar... Cumhurbaşkanlığı seçiminde çatı adayı olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nu çıkardılar karşımıza ve seçmeni sandıktan uzaklaştırdılar... CHP’nin içinden bir aday göstermiş olsaydılar eğer, 2. tura gidilecek ve belki bugün ülkenin kaderi değişecekti... Ama bu kadersizliği kime borçluyuz; CHP’ye... CHP’liler yıllardır Atatürk üzerinden siyaset yapıyorlar, varsa yoksa Atatürk... Atatürk’ün gölgesine sığındılar ve çıkamadılar bu gölgeden... Bize Atatürk’ü anlattılar, AK Partililerin Atatürk düşmanı olduğunu lanse ettiler, ‘Atatürk şöyle yaptı, Atatürk böyle yaptı’ dediler, AK Parti’nin icraatlarına karşın Atatürk severliğine büründüler... Ben Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’le büyüdüm... Bizlere anamızın babamızın adından sonra Atatürk’ün adı öğretildi... Okula gitmeden Atatürk’ün hayatını ve başarılarını anlattı ailemiz, okula Atatürk’le başladık, okulumuz sınıfımız Atatürk posterleri ile dolu idi, kitabımızı ilk açtığımızda karşımıza çıkan Atatürk’tü... Bizler onu her zaman minnetle andık, içimizde onu hep yaşattık... Ben siyasetin -s- sini bilmezken Atatürk’ün destanlarını ezbere biliyordum... Kazandığı zaferler tarih tarih ezberimdeydi... Sadece ben mi... Bütün Türk milleti hatta bütün dünya... Türk halkının ezberinde olan Atatürk’ü unutturmak ya da unutması olası mı sanıyorsunuz... Siz bana ve Türk halkına neden Atatürk’ü anlatıyorsunuz ki, siz icraatlarınızı anlatın, siz önce birlikte hareket etmeyi öğrenin, siz önce örgütlenmeyi becerin, siz önce tek rakibinizin AK Parti olduğunu düşünüp, içinizdeki rekabetten arının... İşte siz bunu yapamadığınız için yarının gençleri belkide Atatürk’ü bizim kadar iyi tanıyamayacaklar, belki Atatürk’ün sevgisini bizim kadar hissedemeyecekler... Siz meydanlarda Atatürk diye haykırabilirsiniz ama ilkokul çağındaki bir çocuğa ulaşmaya gücünüz yetmez... Bugünün çocukları Atatürk’ü yaşayamayacak, Atatürk’ü anlayamayacak, Atatürk’ü hissedemeyecek... O yüzden Atatürk’ün gölgesinden çıkın ve bir olup, icraatlarınızı ortaya koymayı deneyin bir kerede... Ancak umudum yok artık... Sizi samimi bulmuyorum... Keşan’a baktığımda güvenim yok oluyor... ‘Bir daha CHP’ye oy verir misin’ diye sorsalar, sokaktaki vatandaşım gibi ‘hayır’ derim...  Keşan’da son seçimi bir gerçek ki, ‘öcü geliyor’ kokusuyla aldınız... Şunu açıkça itiraf edebilir ki, cumhurbaşkanlığı seçiminde çatı adayı olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nun gösterilmesinden sonra ben de Kılıçdaroğlu’nu öcü gibi görmeye başladım!.. Saygılarımla...  

 Yukarıda bahsettiğim AK Parti İl Delegesi iken yazdığım köşe yazım...

 YAZIKLAR OLSUN EDİRNELİLERE VE CHP’LİLERE...

   25 Mart 2012 Pazar günü yapılan AK Parti Edirne İl Kongresi’ne katılmak üzere Edirne’ye gittim. Kongre, Mimar Sinan Spor Salonu’nda yapıldı. Edirne’ye sık sık gitmeme karşın anlaşılan hep havaya bakmışım(!)... ‘Niye?’ diyeceksiniz... Çünkü kendimi birden AK Parti Genel Merkezinde hissettim, sanki Edirne’de ve Mimar Sinan Spor Salonu’nda değildim...
   Detaylara girmeden önce şunu da belirtmek isterim ki... gazetemiz siyah-beyaz yayımlanıyor da olsa bu köşe yazımı renkleri fark edemeseniz de hissedeceğiniz düşüncesiyle fotoğraflı yayımlayacağım... Ve yine belirtmek isterim ki kongreye, sağlık durumum müsait olmadığı halde sadece oyumu kullanmak üzere gittim... Çünkü il delegesiydim... Fakat mesleğime olan inancım adına, gözlemlerimi de asla göz ardı edemezdim... Şimdi gelelim neler hissettiğime ve düşündüğüme...
  Mimar Sinan Spor Salonu’nun kapısına geldiğimde karşımda AK Parti’nin renklerini simgeleyen turuncu-mavi koskocaman bir bina duruyordu... Bu binanın tabelasında da ‘Mimar Sinan Spor Salonu’ yazıyordu... Hemen bitişiğinde yine dev bir bina vardı ve o da yine turuncu-maviye boyanmış olan Aliço Pehlivan Spor Eğitim Merkezi’ydi...
   Hemen fotoğraf makinemi çıkarıp, turuncu-mavi olan bu 2 binayı görüntüledim... Sonra binanın içine girip, iç dizaynı gözlemledim... Aynı düzenleme içeride de devam ediyordu... Tekrar dışarı çıkıp, uzaktan uzun uzun seyredip düşündüm... Tam giriş kapısının üzerinde Mustafa Kemal Atatürk’ün imzası ile yazılan ‘Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim’ sözü dikkatimi çekti... Ve tam yanında Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın posteri asılıydı... Atatürk’ün bu sözü hemen hafızamda değişti ve gördüğüm manzaraya göre ‘Ben sporcunun zeki, çevik, ahlaklı ve aynı zamanda AK Parti’lisini severim... imza: R. Tayyip Erdoğan’ olarak canlandı... ‘Acaba?’ dedim... ‘Bir dahaki gelişimde tabelayı bu şekilde değiştirilmiş olarak görme ihtimalim de var mı? Bu kadar ileri de gidilebilir mi?’
   Sonra içimden şunları geçirdim: Cumhuriyet Halk Partisinin kalesi olan Edirne’de eğer bir spor salonunun siyasi bir partinin rengine boyanmasına Edirneliler engel olamadıysa... bundan sonra hiçbir şeye de engel olamazlar... Meydanlara çıkıp iktidar partisine karşı duruşları da hikâyeymiş... Oylarını da gözleri kapalı atmışlar CHP’ye... Maksat yeşillik olsun diye... Yoksa inançları olduğundan değil... Atatürk’ü savunduklarından değil... Demokrasiye olan inançlarından değil... Bunun aksini iddia edebilecek Cumhuriyet Halk Partililere de ‘Kapatın çenenizi, oturun yerinize, size her şey müstahak’ demek geldi içimden...
   Edirne genelinde 400 bin kişiden sadece 80 bininin oyunu aldı AK Parti... Geriye kalan 320 bin kişi... 80 bin kişiyi mi alt edemediniz... 80 bin kişiye mi karşı duramadınız... 80 bin kişiyi mi haklayamadınız... 4 katı çoğunlukta olduğunuz bir gruba mı karşı koyamadınız... O halde... size ne yapsalar üstüne bir bardak soğuk su için ve kaderinize mahkum olun... Bundan sonra çıkıp da nefesinizi boşa tüketip, meydanlarda nara atmayın... Yarın öbür gün evlerinizi de turuncu-mavi boyamaya kalkarlarsa sanırım ‘Oh ne güzel bedavaya evim boyanıyor, badana masrafından da kurtulacağım’ deyip, buna bile göz yumarsınız...
   Ben bir AK Parti’li olarak bunu içime sindirememişken, sizin nasıl sindirdiğinizi de anlayamadım...
   Şu anda bir şey daha düşünüyorum... Bu yazıyı okuyup da içinizden geçirdiklerinizi... Biliyorum ki çoğu CHP’liler ‘Yandın Neşe Hanım, artık seni kesin partiden ihraç ederler’ diye düşündü...
   Benim de size cevabım: Siz benim derdime yanacağınıza oturun da kendi halinizi düşünün... Ben her şeyden önce mesleğim ve kişisel inancım adına doğruluğuna inandıklarımı dile getiriyorum... Partiden ihraç edecek olmalarını da zerre kadar umursamıyorum... AK Parti’liysem bunun sorumlusu da siz CHP’lilersiniz... Kendi içinizde idareyi kuramadınız ki, ülkeyi nasıl idare edeceksiniz(!)...
   Ülkeyi yemeye ve satmaya gelince; Kim başa geçti de yemedi... Kim cebini doldurmadı... Kim yandaşlarını kollamadı... Kim kendini değil de ülkeyi düşündü... Kim devlet kurumlarına müdahil olmadı... Kim adamını başa getirmedi...
   Keşke bütün AK Parti’liler de benim gördüğümü görüp, yanlışlarını kabullenip, kişisel çıkarları bırakıp, yanlıştan dönmeyi bilseler... Emin olun ki o zaman 74 milyondan 60 milyonun kesin oyunu alırlar...
   Son sözüm: bir AK Parti’li olarak; Mimar Sinan Spor Salonu’nun, bütün vatandaşlara açık olan bir spor merkezinin siyasi bir partiyi simgeleyen renklerle boyanmış olmasını kınıyor, bu yanlıştan bir an önce dönülmesini diliyorum... Türk’üm, Müslümanım, AK Parti’liyim ama aynı zamanda Atatürkçüyüm...
   Ve köşe yazımı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürkün, ‘Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim’ sözüyle noktalıyorum... Ne mutlu Türk’üm diyene!

Not: Fotağrafları ile görmek isterseniz, nesetosun.blogspot.com adresinden 26 Mart 2012 tarihli yazımda görebilirsiniz..

 

29 Eylül 2014 Pazartesi

YATIN KALKIN ÖCÜYE(!) DUA EDİN...

   Minibüste, çarşıda, markette, durakta, yolda, pazarda... Birçok vatandaşımla sohbetim oldu son günlerde Keşan’ın ve ülkenin geleceği konusunda... Ortak akıl mı? Yanlış yapmışız!..
   Evet, CHP’ye oy veren, gördükleri bütün olumsuzluklara karşın CHP’yi yerelde iktidar yapanlar pişman... CHP’nin en tepesinden en alt kademesine kadar eleştiri yağmuruna tutuyor vatandaşım... ‘Türkiye’nin geleceği için’ oy verdiklerini söylüyor CHP’ye, ‘öcü gelecek!’ korkusuyla tercihlerini CHP’den yana kullandıklarını belirtiyor... Ülke ve Keşan’la ilgili gelecek düşüncelerini konuştuğumuz vatandaşlarımdan çıkardığım sonuç şu oldu: Meğer CHP, aldığı oyları AK Parti’ye borçlu! AK Parti, kendi partililerinin ve destekleyenlerinin oyunu almış, AK Parti’nin ülke aleyhine geliştirdiği politikalardan korkanların tercihi de CHP olmuş... CHP’li siyasiler, isterseniz bir silkelenin biraz... Ola ki AK Parti’de bir dağılma, parçalanma olursa, sakın iktidar olma hayalleri kurmayın... Eğer AK Parti olmazsa, barajı aşacağınızdan dahi şüpheliyim... Yatın kalkın öcüye(!) dua edin... Vatandaşımın son yaptığı yanlıştan oldukça canı yanmış ve büyük bir ders verme hazırlığı içerisinde... Benden söylemesi... Ya kendinize gelin ya da kendinize gelin!.. Saygılarımla...

28 Eylül 2014 Pazar

DOĞAL GAZLA ISINAMAZSANIZ, BU YAZIMI OKUDUKÇA ISINIRSINIZ!..

   Günlerdir Keşan’ın en önemli gündem konularından birini doğal gaz tutuyor... Herkes gazlanmış vaziyette!.. Keşan’a doğal gaz gelmesinin en önemli nedeni ise -hava kirliliği ve bunun beraberinde sağlık sorunlarının ortaya çıkması- olarak savunuluyor... Doğrudur... Valiliğinden Kaymakamlığına, Belediyesinden sivil toplum örgütlerine kadar hepsi seferber oldu doğal gaz için... Sadece kendilerini kandırdıkları ise başvuran abone sayısından ortada!.. Yani bu konuda benim çok da bir şey söylememe gerek olmadığı aşikâr!.. Keşan’da 30 bin aboneden daha 500 abone başvuru yapmadıysa, bunun tek bir açıklaması vardır: Keşanlıların artık boş vaatlere karnı tok! Keşanlılar devlet yöneticilerine güvenmiyor, Keşanlılar yerel yönetime güvenmiyor, Keşanlılar sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerine güvenmiyor... İsterseniz beni günah keçisi ilan edin hiç umurumda bile değil!.. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış... Alıştım artık!..
   Doğal gaz başvuru bedeli sadece 335 TL. Evet, 335 TL yatırmanız yeterli... Peki ya sonrasında... Mevcut kaloriferli dairelerin halihazırda döşeli olan sistemi randıman vermeyecek ve doğal gaza kavuşur kavuşmaz evinizin peteğinden borusuna kadar yalıtım ihtiyacı duyacaksınız... Kombi ayrıca bir külfet getirecek sizin için... Öyle soba ya da kaloriferin verdiği ısıyı elde edebilmek için 335 TL ne ki, her ay yatıracağınız fatura bedelini ne siz sorun ne de ben söyleyeyim... Haa... Bunun da kolayı var... Öyle her odanın sıcacık olmasına ne gerek, toplanacaksınız bir odaya aile saadeti yaşayacaksınız(!), diğer odaların ise vanaları kapanacak... Menopoza giren kadınlar rahat edecek!.. Hani sıkıntı gelir, sıcak basar ya ara ara, pencere açmaya, ince bir şeyler giymeye gerek yok üzerinize, vanası kapalı odaya geçin yeter!.. Oldu ki bütçenizi dengeleyemediniz ve o ay abone bedelini yatıramadınız, belki 2-3 gün sonra bütçeniz dengelenecek ve yatıracaksınız ama -durun kesmeyin- deseniz sizi dinleyecekler mi? Hadi bir de açma kapama parası... Aynı elektrik abonelerinin yaşadığı gibi, alın bir gazlanma(!) daha size... Bu arada açma kapama işlemleri bilmem kaç gün sürecek ve bu arada elektrikle ısınma yöntemini devreye geçireceksiniz, işte bir gaz(!) da buradan girecek... Anlayacağınız doğal gaz, beraberinde birçok gazlanmayı(!) da getirecek... İşte bu verdiğim çok basit gerçekler konusunda ilgililerden herhangi bir açıklama göremedim demeçlerinde... Hepsi sözleşmiş gibi bir ağızdan, Keşan’ın hava kirliliğinin yarattığı sağlık sorunu ele alınıyor ilgililerce... Hiçbir de çıkıp, ‘bu gazlanma sonucu elinizde avucunuzda para kalmaz ve hava kirliliğinden değil de başka bir durumdan ötürü sağlık sorunu yaşarsanız hastaneye gidecek paranızı biz karşılayacağız’ demiyor nedense... Keşan Kaymakamımız Sayın Bekir Dınkırcı, ‘Ben kışın penceremi açamıyorum’ demiş açıklamasında... Sayın Mustafa Helvacıoğlu ise, ‘Ölüyoruz. 10 yıl geçmeyecek torunlar kucaklarımızda ölecek’ demiş açıklamasında... CHP’li Belediye Meclisi Üyesi Ercan Ersoylu da, ‘Yerel yönetim olarak üzerimize düşeni fazlasıyla yapmaya hazırız’ şeklinde beyanat vermiş. Sayın Kaymakamımız, yaz boyunca Anafartalar ve Kurtuluş caddelerinin sakinleri de pencere, kapı açamadı, her yer toz duman içindeydi, o zaman neredeydiniz? Neden Anafartalar ve Kurtuluş caddeleri sakinlerinin haklarını savunmadınız? Sayın Helvacıoğlu rahat olun, ne çocuklarımız ne de torunlarımızı Keşan’da tutamıyoruz ve hepsini gurbete yolluyoruz... Sayın Ersoylu, yerel yönetim olarak doğal gazdan vazgeçin de halihazırda olan sorunların üstesinden gelin, bu bize yeter!.. Keşan’da temiz bir yer gösterebilir misiniz bana? Sadece doğal gaz ile mi Keşan’ı temizleyeceğiz... Keşan’ın tek sorunu doğal gaz mı? Keşan’a doğal gaz gelirse bütün pislikler ortadan mı kalkacak?
   Evet, doğal gazın hava kirliliğini önlemekte büyük bir faktör olduğunun bilincindeyim... Keşan’a doğal gaz -gelmesin- de demiyorum... Aksine gelsin, bütçesi uygun olanların da mutlak tercihi olsun... Ancak hepimiz çok iyi biliyoruz ki, Keşan’da ikamet edenlerin sadece %20’sinin ekonomik durumunu etkilemez kullanacağı doğal gaz bedeli... %10’u zorlanarak ödeyebilir, %20’si doğal gaz alır ama tek odada toplanarak kışı geçirir... Ya geriye kalan %50’lik kesim... Bence onlar doğal gazı ekonomik durumlarından öteri tercih edemeyecekler... Yani Keşan’a doğal gaz gelse de hava kirliliğini tamamen önlenemeyecek... O nedenle, hava kirliliğini önleyebilmek için sadece -doğal gaza- kilitlenmeyelim ve birbirimizi kandırmayalım... Hava kirliliğini önlemenin ya da en aza indirmenin daha birçok yolu var ve bu bilgilere her yerden ulaşmanız mümkün...
   Sayın ilgililer, vatandaşımı bilgilendirirken, yukarıda dile getirdiğim olumsuzluklardan da bahsetmenizi isterim... Ancak gözlemlediğim vatandaşım bunları biliyor ki, abone başvuru sayısının 4 bin 500’e düşürülmesi ve yapılan birçok faaliyetten sonra bile başvuru sayısı hâlâ 500’e ulaşmadı... Deme ki, vatandaşım kanmıyor, siz sadece kendinizi kandırıyorsunuz!..
   Bu yazımın bilgisayardan bir çıktısını alın ve çerçeveletin... Bir gün Keşan’a doğal gaz gelirse, kombinizin hemen yanına asıverirsiniz!.. Okudukça ısınırsınız!.. Saygılarımla...

ÇOCUKLAR ‘TÜKÜRME’ KONUSUNDA EĞİTİLSİN...

   Dün öğle saatinde birkaç öğrencinin yola tükürmesine şahit oldum yine... Hatta bir tanesini tam tükürmek üzereydi ki, kendimi tutamayarak azarladım... O anda azarlamaktan ziyade, ona nasihat vermem gerekiyordu ama gazetemizde o anda yalnız olduğum için ve telefon çalar da duymam düşüncesiyle dışarıda oyalanma ihtimalim yoktu... Ancak bu öğrenciyi azarlamamla birlikte, tükürüğünü sanırım geri çekti içine!
  Benim ise seslenişim, bu sefer olacak eğitimcilere...
   Milli Eğitim Bakanlığı, geleceğe yönelik hazırladığı stratejik planlarda(!) çevirdi eğitimi yapboz tahtasına... Öğretmen ve öğrencilerin her yıl, başka bir eğitim sistemi çıkıyor karşılarına... Bu eğitim sistemi sayesinde de çocuklar döndü şaşkına... Hal böyle iken hiç olmazsa çocuklara terbiye eğitimi verelim okullarda... Veriliyordur mutlaka ama görünen o ki, yeterli gelmiyor bizim çocuklara...
   Armutlar dibine düşer(!) ya, siz sıkıca tembihleyin onlara, babalarından gördüklerini yapmasınlar bir daha... Yollara tükürmenin yanlış bir davranış olduğunu anlatın ve bu tür davranışlara şahit olmayalım toplumumuzda... Bayan öğretmenler, özellikle bu konuda siz daha titizlik gösterin... Çünkü tükürme konusunda, en çok serzeniş geliyor bayanlardan bana... Tükürmenin yanlış olduğunu anlatmak için de, ‘kız tavlayamazsınız, kızlar sizi beğenmez!’ deyin erkek çocuklarına... Hani armudun dibine düşme meselesi var ya(!)... Babalarının oğullarını bu kötü alışkanlıktan vazgeçirmekte en etkili yol budur olsa olsa!
   Yollara tükürmeyen bir nesil yetişmesi dileğiyle, kalın sağlıcakla...

 

 

 

 

 

 

27 Eylül 2014 Cumartesi

ALKOLİK PİŞT PİŞT AMCA!..

   Yaşını sormadım ama 60’ın üzerindeydi... ‘Pişt pişt’ diye seslendi önce... Herhalde eli ayağı dolaştı beni görünce!.. Sonra, ‘Vaktiniz var mı?’ diye sordu, ardından da hayat hikayesini paylaşmak istediğini söyledi... Alkolikti ama aklı yerindeydi ve kurduğu cümlelerden de boş bir insan olmadığı belliydi... ‘Hep erkeklerin alkolü çok tükettiğini yazıyorsun ama onun altında yatan sebepleri araştırmıyorsun...’ diyerek, bana sitem etti...
   ‘Eee anlat bakalım da öğrenelim, varsa bilmediğimiz açığa serelim’ dediğimde ise kendisine, ismini açıklamadan anlatacaklarını paylaşmamı istedi köşemde... Ders olsunmuş bütün kocasını başından defedenlere!.. Şimdi anlatacağım sizlere ben de, dilimin döndüğü, kalemimin yettiğince...
   Evlenene kadar alkolün a’sını bilmezmiş, evlendikten bir süre sonraya kadar da böyle gitmiş... Ancak karısı ev gezmelerine pek düşkün olduğu için, bir iki kere evinin kapısından geri çevrilmiş... Sakın öğle vakti falan sanmayın, ezan okunmuş, yatsı yakınlaşmak üzereymiş! Şöyle de bir durum varmış... Bu adam Keşan’da bir tek çocukluğunu geçirmiş, evlenene kadar da gurbet ellerdeymiş... Uzun yıllar Keşan’dan ayrı kalınca da kendisine bir arkadaş çevresi edinemeden evlenmiş... Karısı pasta-börek günlerinden onu eve sokmayınca, Keşan’ı bir turlamış, iki turlamış, üç turlamış, sokak isimlerine kadar ezberlemiş, hangi mahallede kaç dükkan var bellemiş, bütün kahvehanelerde sohbet etmiş, kendine denk birini bulamamış ve bir gün yolu şimdiki adıyla Uğur Mumcu, o yıllardaki adıyla eski Gelibolu Caddesi’ne düşmüş... Ortalık güllük gülistanlık, keyifler iyi ve akranları da varmış... Hepsi de birbiriyle kırk yıllık dostmuş, çok çabuk ortama kendini uydurmuş... Önce bir kadeh ile başlamış, karısı tarafından her ‘daha erken gelme eve’ dediğinde, kadeh sayısı artmış... O zamanlar meyhanelerde kadın kısmı da yokmuş... Kadınlı muhabbetler dönermiş ama cansız izlerlermiş ekranda!.. Gel zaman git zaman bizim ‘pişt pişt diyen amca’ meyhaneleri pek sevmiş, alkolün a’sını bilmez iken şişe şişe devirmiş!.. Evdeki durum ise hiç değişmemiş... Kocasını alkollü gören eşi pek bi daha rahatlamış... Alkollü koca kapıya dayandığında, ‘defol git seni çekemem, meyhanede içmene devam et’ demiş... Çocuklar biraz ele avuca gelip, sorumlulukları bitince de adamı temelli defetmiş, nikahı atmış...
   Yani bu ‘pişt pişt adamın’ anlattığına göre onu karısı alkolik yapıp, derbeder etmiş... Suç kadındaymış, Allah belasını da verecekmiş...
   Evet, bir adamı vezir de yapan rezil de yapan kadındır ama vezir ya da rezil olmak da azcık senin mayanda!.. Seni daha ilk kapıdan döndürüşünde tavrını koyaydın, sokaklarda gezip meyhanenin yolunu tutturacağına kadar kısadan işi bitireydin... Daha sen meyhanenin yolunu bulmadan, alkole tutulmadan nikahı bozmalı, adam gibi yolunu çizmeliydin... 20 yıl sonra içini dökmüşsün ne fayda, senden bir cacık olmaz bundan sonra!.. Hiç bahanelerin ardına da saklanma... 20 yıl olmuş ayrılalı, alkolden kurtulmak isteseydin çoktan başarırdın bunu... Bir kadın kaderini değiştirebilir ama sen eğer adamsan esir edemez seni... Esaret zincirini kırmak ve adam gibi yaşamak istiyorsan eğer; geçmişine çek bir sünger... Yoksa, daha çok ‘pişt pişt dinlesene hayat hikayemi’ demenle geçer günler... Hikayeleri unutup, gerçek hayata dönmeniz dileğiyle... Saygılar benden size...

26 Eylül 2014 Cuma

KEŞAN’A DA MI SAHTE SEÇMEN DÜŞTÜ!..

   Doluya koyuyorum olmuyor, boşa koyuyorum dolmuyor... Kafamdaki soru işaretleri bir türlü çözüme kavuşmuyor... Düşünüyorum ‘acaba’ diyorum, dönüyorum ‘yok olmaz öyle şey’ diye irkiliyorum... Anlayacağınız kafam karmakarışık... İçimi dökeyim de birazda sizin kafanız karışsın!..
    30 Mart yerel seçim sonuçlarını şöyle bir hatırlayalım, ülke geneli ve Keşan merkezi olarak... Son 3 yıldır ülke genelinde AK Parti oyların hemen hemen yarısını alarak tek başına iktidar olurken, Keşan merkezde de benzer durum CHP için geçerli... Yine ülke genelinde CHP’li siyasiler sürekli AK Parti’yi eleştirip, ‘sahte seçmen’ ve ‘CHP oylarının saklandığı, yakıldığı vb.’ iddialarında bulunurlar... Çünkü; ekonomi bozulmuştur, işsizlik had safhadadır, vatandaş yoksullaşmıştır, yolsuzluklar artmıştır... Ama AK Parti bütün bu iddialara rağmen 3 dönemdir oylarını arttırarak seçimleri kazanmış ve tek başına iktidar olmuştur... Şimdi dönelim Keşan’a ve değerlendirelim son 3 seçim dönemini... Keşan Belediye Başkanı Sayın Mehmet Özcan, meclisi ile birlikte 3 dönemdir Keşan’da iktidardır ve oyların yarısını hatta yarıdan fazlasını almıştır ve CHP iktidarlığı Keşan’da korunmuştur... Lakin yıllardır başta CHP’liler (çünkü onlar kendileri biz aslında CHP’liyiz diyorlar) olmak üzere Keşan’da olan-biten, yapılamayan, yapılıp da işe yaramayan o kadar çok şeyden şikayetçiler ki, benim de içime kurt düştü, ‘acaba Keşan’a da sahte seçmen mi düştü, oylar mı saklandı ya da yakıldı!’ diye... Bu kadar çok eleştiri gelince, düşüyor içime istemeyerek de olsa böyle bir şüphe!.. Yoksa ‘bu moda!’ deyip geçelim mi sizce... ‘Oyumuzu veririz, iktidar yaparız, sonra da oturup halimize yanarız’ modası!..
                                                            * * *
    Unutmadan ve yeri gelmişken sorayım da yavaş yavaş dökeyim kurtlarımı!.. 30 Mart 2014 yerel seçiminden 1 gün önce Keşan Belediyesi binasının üst katından kalorifer dairesine indirilen ve seçimin ertesi günü tekrar yukarı çıkartılan çuvalların içinde ne vardı beya!.. 6 aydır beynimi yediler ‘haydi sor sor!’ diye... Mutlaka kamera kayıtları vardır elinizde... İnceleyip bilgi verin vatandaşımıza, çünkü çok merak etmişler vallah!.. Hadi kalın sağlıcakla... Gazanız şimdiden mübarek ola!..

 

 

 

 

 

25 Eylül 2014 Perşembe

TAHARETİ BECEREMEYEN ÇOCUK BAŞINI ÖRTSE NE OLUR?!..

    Evet, sevgili okurlarım... Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararla Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullardaki öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine dair yönetmeliğin 4. maddesinin birinci fıkrasının E bendinde yer alan ‘başı açık’ ibaresi ve aynı bendin son cümlesi yürürlükten kaldırıldı. Hepimizin anlayacağı bir dille ifade edecek olursam; 5. sınıf (10 yaş) itibarı ile isteyen kız öğrenciler okullarına türban, peçe ve çarşafla, erkek öğrenciler ise cübbe ve takkeyle gidebilecek... Önce üniversiteye giren türban, peşinden kamuya sokuldu... Okullarda ibadethane zorunluluğu getirildi derken, din dersinin okutulması mecburi oldu ve sonunda türban, peçe, cübbe ve takke lise ve ilköğretime kadar indirildi...
   Şimdi size 12 yaşında yaşadığım ve hiçbir zaman hafızamdan çıkmayan bir olayı paylaşacağım...
   Yıl 1981... Bir yakın akrabamızın İstanbul’da düğünü var. Teyze, dayı, hala kızları bir aradayız... Benim rahmetli annem gibi, birçok akrabam da başörtüsü takıyor o yıllarda... Kıyafetleri normal, pardesü falan giymiyorlar yani, saçları da hafif görünen başörtüsü takıyorlar sadece... Biz çocuklar ise düğüne askılı cicili bicili tuvalet tarzı kıyafetler giyinmişiz... Bir de Bergama’da oturan bir akrabamız var ve onlarda geldi ailecek bu düğüne... Bizim akraba, eşinin mutaassıp olması nedeniyle evlendikten sonra türbana girmiş... 11 yaşında kızları ile geldiler düğüne ve 11 yaşındaki kız çocukları da türbanlı idi... O zamanlar çok şaşırmıştık ilk gördüğümüzde, uzun süre hep izledik onu uzaktan... Annesinin yanında sus pus oturuyor, o da uzaktan bizi izliyordu... Malum İstanbul’da oluyor düğün ve düğün başlamadan yaşanıyor bu anlattıklarım... Bu arada gittiğimiz yani akrabamız olan ailenin düğünü de haremlik selamlık... Kadınlar bir tarafta, erkekler bir tarafta... Erkek tarafı mutaassıp imiş ve böyle yapılmasını uygun görmüşler düğünün... Neyse, çalgılar çalmaya başladı, oyunlar oynanıyor... Biz çocuklar sürekli ortadayız ve hep oynuyoruz... Bergama’dan gelen ve 11 yaşında olan akraba kızı ise bizi izliyor sürekli... Bizim de gözümüz ara ara ona takılıyor... Düğün-kınada bir arada gibi bir şeydi... Annelerimiz düğün yapıldığı yerde bir başka bölüme geçti bir ara ve biz hâlâ oynuyoruz... Aman Allah’ım birden o türbanlı olan 11 yaşındaki kız çocuğu türbanını sıyırıp ortaya atıverdi kendini ve bir başladı ki kıvırtmaya herkes şaşırdı kaldı... Hatta eteğinin ucundan da tutup, beline soktu!.. Salona dönen annesi ise onu orta yerde öyle başı açık kıvırtırken görünce, kolundan tuttuğu gibi bağıra çağıra dışarı çıkardı ve bir taraftan da başörtüsü takmaya çalıştı... Henüz kaynaşamadığımız 11 yaşındaki başörtülü akraba kızının ve sonrasında annesinin davranışları karşısında herkes şaşkın ve üzgündü... Bir daha salona gelmedi bu 11 yaşındaki kız çocuğu ve bu sefer biz bulduk onu ve gittik sohbet etmeye yanına... Küçücük bir çantası vardı ve o çantasının gizli gözünden ojesini gösterdi bize... Tırnakları ojeli değildi ama bizim tırnaklarımızdaki ojeyi görünce, ‘benim de ojem var, gizli gizli sürüp siliyorum sonra’ dedi bize... Arada sırada gittiği İmam Hatip okulundan kaçıp, türbansız sokaklarda dolaştığından söz etti... Yaşımız çok küçük olmasına rağmen, anlattıklarından çok etkilenmiş ve onun adına da üzülmüştük... Çünkü o isteyerek değil aile baskısı ile türbanlı idi...
   Şimdi ise, Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararla Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullardaki öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine dair yönetmelik gereği bazı aileler çocuklarına benzer baskılar yapacak ve okullarına dahi başörtüsü ile gönderecek... Çocuktur, özenir, arkadaşı gibi olmak ister... Kimileri belki başörtüsüne kimileri de başı açıklığa özenecek... Zamanın ne getireceği bilinmez... Ama bildiğim bir şey var ki; daha tahareti doğru düzgün beceremeyen bir çocuk, başını örtse ne olur?!.. Saygılarımla...

 

 

24 Eylül 2014 Çarşamba

İLGİLİLERİ Mİ? YARABBİ ŞÜKÜR ELHAMDÜLİLLAH!..




   Keşan’ımızın merkezinde havalar nasıl gidiyor size göre?.. Ben boğuluyorum, boğuyor beni çarşı merkezi... Çarşı merkezi mi yoksa çıfıt çarşısı mı da belli değil!.. Keşan’ın en merkezi yerinde gözler güzel bir şeyler görmek istiyor ama nerde... Kaldırımlar panayır yeri, yollar trafik seli, köşe başları da seyyar satıcıların tapulu meskenleri!.. Bütün bunların olması da çok doğal çünkü her yerde ahbap-çavuş ilişkisi!.. Hadi bunların hepsini koyduk bir kenara da... Çarşı merkezinde her an bir tehlikeye gebe olacak durumlar nasıl olur da gözardı edilir bunu anlamakta müneccim işi!.. Fotoğraftan da göreceğiniz üzere, hem İsmail Saraç hem de İsmet İnönü caddelerine cepheli 5 katlı ve dış cephesi tamamen cam kaplama bina... Rüzgarlı havalarda camlarının koptuğuna şahit olduğumuz hatta geçen yıl basında da konu olan, son olarak da hafta başında yine bir camın düşmesi ve şans eseri bir canlıya isabet etmemesi, sonra da kırılan cam parçalarını Keşan Belediyesi ekiplerinin gelip süpürmesi!.. Ortada çerçöp kalmayınca -iş tamam, sorun yok- demek, değil mi?! Bir gün bu binadaki bir cam tabakasının cadde üzerinden geçen bir yayaya (bu pusetteki bir bebek, ebeveyninin elinden tutan bir çocuk, bir genç kız, yağız bir delikanlı, yaşlı bir amca veya teyze, dede... Hepsi olabilir...) denk gelmesi halinde ne olacak peki? Plastik ya da kartondan bahsetmiyorum... Bahsettiğim; her an düşme ihtimali olan bir ya da birden fazla olan cam tabakaları... Gözlemlediğim kadarı ile şiddetli bir rüzgarda hâlâ düşme ihtimali bulunan birkaç cam tabakasının olduğu aşikâr... İllâki bir cana zarar mı verilmesi bekleniyor bina sahibinin uyarılması ya da önlem almasının istenmesi için... Camları süpüren Belediye çalışanının hadi aklına gelmiyor diyelim, çalışanını denetleyen bir Belediye yetkilisi de mi yok, ‘bugün ne yaptın, nereye gittin, hangi işi tuttun’ diye soran... ‘ne Allah verdiyse!’ şeklinde mi yürüyor Belediyede işler... Allah korusun bir gün bir cana mâl olursa bu durum ‘Allah yazgısı mı’ diyeceğiz!.. Binanın sahibi her kim olursa olsun, tehlike çanları çalmaktadır ve bu duruma üzücü bir sonuçla karşılaşılmadan -önlem- alınması gerekmektedir...
 
 
 

    Bir diğer konu da yine fotoğraftan göreceğiniz üzere, seyyar satıcıların hemen konteynerlerin dibinde konuşlanıp gıda ürünlerinin satışını yapmaları... Ben tezgahın yanından geçerken onlarca sinek vardı satışa sunulan balıkların üzerinde!.. Yine balık suları yolu yıkar vaziyette idi!.. Denetimlerin de her zamanki gibi süper olduğunu gördüm gözlerimle!.. Keşan’ın mafyaları, köşe başlarını tutan seyyar tezgahçıları!..
 
  

Haa... Keşanspor Düğün Salonu’nun Tekel Meydanı’na bakan cephesini bilirsiniz... Sürekli Zabıta aracı durur, zabıtalarda demirlere yaslanıp laklak yaparlar, cigaralarını tüttürürler, gelen geçenle hoş sohbet ederler!.. Ancak başka ne iş tuttuklarını bir türlü çözemedim doğrusu!.. Dün bir de aynı yerde çevik kuvvet ekibinden 2 polisi de görünce, ‘tamam şimdi buldum; Keşan’ın gülleri tamamlandı!’ deyip, serinlettim yüreğimi vallahi!..
   Bu kadar eleştiri yapmışken, beni zaman zaman arayıp, ‘eleştirileriniz karşısında ilgililer ne yapıyor?’ diye soran okurlarıma da hazır yeri gelmişken vereyim cevabını: Yarabbi şükür elhamdülillah!.. Kalın sağlıcakla...

23 Eylül 2014 Salı

ÇEŞİTLİ KAZALARDA ÖLENLERE ‘ŞEHİT’ DENİLEBİLİYORSA, KEŞAN BELEDİYESİ İŞÇİLERİ DE ‘GAZİ’DİR!..

    Köşe yazıma başlamadan önce ‘şehit’ ve ‘gazi’ kelimelerinin sözlük anlamlarını paylaşacağım sizlere... Bilmediğinizi düşündüğümden falan değil, benimkisi bir hatırlatma sadece...
    Şehit: Kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda ölen kimse.
   Gazi: Savaştan sağ olarak dönen kimse.
   Anımsarsanız, 6 Eylül 2014 Cumartesi günü saat 19.45 sıralarında Mecidiyeköy Büyükdere Caddesi’ndeki rezidans inşaatında çalışan işçilerin bulunduğu asansör 32. kattan zemine düşmüş ve 10 işçi hayatını kaybetmişti... Kaza haberinin duyurulduğu andan itibaren gelişmeleri ve yorumları hem yaygın hem de görsel medyadan takip ettim... İhmalkârlığın kurbanı olan 10 işçi, birbirlerine muhalefet yapmak adına kullanılmıştı bazı siyasiler tarafından ve çok ileri giden birkaç kendini bilmez ‘şehit’ mertebesi bile vermişti bu hayatını kaybeden işçilerimize... Bu sadece son günlerde yaşanan bir örnek... Daha önceleri de kazalarda, göçük vb. olaylarda hayatını kaybedenlere ‘şehit’ ifadesinin kullanıldığını çok iyi hatırlıyorum bazı siyasilerce... Öncelikle bilinmesini isterim ki; hem 10 işçimizin hem de daha önce çeşitli kazalarda hayatını kaybedenlerin acısı derindir... Allah hepsinin mekânını cennet eylesin, geride bıraktıklarına da sabır versin... Yok olan her canın acısını ancak geride bıraktıkları aileleri, sevenleri anlayabilir... Hepimiz bir yakınımızı uğurlamışızdır o veya bu şekilde ahirete... Allah’ın takdiridir ve bir gün hepimiz kavuşacağız ahiretteki yerimize... Ancak; kendi amaç, çıkar, geçim derdi vb. şeyler sebebiyle çalışırlar ya da seyahat ederler iken hayatını kaybeden insanlara ‘şehit’ denilmesi doğru mu sizce? Bu vatan için binlerce şehit verdik, memleketimizin her köşesi şehitlerimizin kanlarıyla sulandı... Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve Aziz Şehitlerimiz; kendi menfaatleri için değil, ulusumuzun bağımsızlığı için döktüler kanlarını, özgürlüğümüz için... Tek amaçları buydu canlarını feda ederken... Karşılık beklemeden siper ettiler düşmana canlarını... Bizim, sizin, onların, gelecek kuşaklarımızın; vatanımızda özgürce, bağımsızca yaşamaları için... Çeşitli kazalarda hayatını kaybeden işçilere ‘şehit’ ifadesi kullanmakla, aziz şehitlerimize haksızlık etmiyor muyuz? Ben, kişisel fikrim olarak; hem aziz şehitlerimize hem de şehit ailelerine haksızlık edildiğini düşünüyorum... Katılan olur, katılmayan olur saygı duyarım...
    Ancak... Keşanlı bir hemşehrimin; sadece kendi gelecekleri için mücadele ederken çeşitli kazalarda hayatlarını kaybetmelerinden dolayı bu kişilere -şehit- ifadesi kullanılmasının bir sakıncası olmadığını düşünüyorlarsa, o zaman ben de Keşan Belediyesi’nde çalıştığı halde aylardır maaşlarını alamayan işçilere -gazi- denmesinin bir sakıncası olmadığını düşünüyorum!.. Çünkü; onlar her gün yaralanıyorlar, ailelerine karşı yaralılar, çocuklarına karşı yaralılar, evlerine ekmek götüremedikleri zamanlar olduğu için yaralılar...   Yaklaşan Kurban Bayramı nedeniyle Keşan Belediyesi’nde çalışan gazi işçilerimizin(!), geçmiş Gaziler Günü de dikkate alınarak ödüllendirilmelerini ve maaşlarını alarak, aileleriyle birlikte mutlu bir bayram geçirmelerini diliyorum...
   Ve yazımı tamamlarken; Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ve Aziz Şehitlerimiz ile Gazilerimizi minnetle anıyorum...
   Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersem, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağım vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceğim! -Şehit- kelimesi kullanılırken, ince ve derinden düşünülmesi dileğiyle, saygılar...


 

22 Eylül 2014 Pazartesi

KALDIRIM ÜSTÜNE KALDIRIM YAPMAK, KEŞAN BELEDİYESİ’NİN ŞAHESERİ, BİR DE YAPTIĞINI BOZMAK!..



   Vallahi Keşan ve Erikli Sahili’nde yapılan yatırımları gözlemledikçe gözlerim doluyor!.. Çok gülesim geliyor ağlanacak halimize!.. Bozmadan yapılanlar ve yapıp yapıp bozulanlar...
   Kaldırım üstüne kaldırım yapmak sanırım Keşan Belediyesi’nin harikalarından biri!.. Keşan’ımızda yapılan çalışmaları kapımın önünden başlayarak en ücra köşelere kadar rahat rahat gözlemleme şansına nail oldum 1 aylık süre içinde... Aşağı Zaferiye Mahallesi’nde yapılan kaldırım çalışmalarında dehşet bir uygulama gerçekleştirilmiş fotoğraflardan da göreceğiniz üzere!.. Mevcut kaldırımın üzerine yenisini yapıvermiş ilgilileri... Nasılsa denetleyen yok, hesap soran yok, sesini çıkaran yok... ‘Yapıverelim olsun, dostlar da alışverişte görsün!’ demişler... Hâl böyle olunca da Aşağı Zaferiye Mahallesi’ndeki kaldırımların yüksekliği 1 buçuk karışı bulmuş!.. 3-5 ila 65 ve yukarı yaş aralığındaki insanlar kaldırımdan faydalanamaz olmuşlar... Malum; çocukluk ve yaşlılık... Kimi apartmanlarda farklı noktadan giriş olmayınca yol ile kaldırım arasına özel yapılmış taşlar konulmuş çocuk ve yaşlıların çıkabilmesi için!.. Vallah kazara biri kaldırımdan düşse, yüksekten düşme de sayılabilir hiç şaşırmayın sakın buna... Ancak benim telaşım, bir daha kaldırım işine girişilir ve yine kaldırım üstüne kaldırım yapılırsa işte o zaman apartmanların birinci katları düşecek zemin kata!.. Birde bu şaheserler için bizim paracıklar heba oluyor ya... İşte bu durum aklımıza gelince, yaşanan komediye katıla katıla güleceğimize oturup ağlıyoruz hep birlikte!.. Bu bozmadan yapılan durumun yanı sıra, Erikli Sahili’ne yaz sezonu başında yapılan iskelenin 5 metre uzun olduğu gerekçesi ile yıkıldığı haberleri geldi kulağıma az önce... Sormazlar mı adama ‘yapılırken aklınız 5 karış havaya mı bakıyordu?’ diye... Allah aşkına hesap kitap yaparak yaptığınız bir iş var mıdır, hiç sorguladınız mı kendinizi kimi kere... ‘Bir işe kalkışıyoruz ama eğri midir doğru mudur bir inceleme yapıp da ona göre başlayalım’ şeklinde... Hadi be nerde... Kaldırım üstüne kaldırım yapmak ve birkaç ay önce yapılan iskeleyi -5 metre uzun olduğu için- yıkmak her babayiğidin harcı değil öyle!..
   Ne zaman azcık kafayı çeksem ben de çeşit çeşit hayaller kuruyorum ama, yapacağım işleri ayık kafayla yapıyorum ki topluma, insanlığa, memleketime ve ülkeme faydalı olabilmek adına... Saygılarımla...