30 Temmuz 2012 Pazartesi

DEVLET SAĞA, YEREL YÖNETİM SOLA KOŞTU!..

‘Deprem olsa vay idarecilerin haline!’ diyerek başlamak istiyorum bugünkü köşe yazıma… Çünkü idarecileri biraz zor toplayacağız bir araya… Hükümet Konağı yıkılmazsa problem yok da… Yıkılırsa ‘kriz masası’nda sıkıntı büyük olacak bu durumda…
Keşan Kaymakamı Ahmet Narinoğlu dün yaptığı açıklamada, olası bir depremde ve Hükümet Konağı’nın yıkılması durumunda kriz masasının Keşan Belediyesinin İtfaiye Biriminin bahçesinde bulunan tek katlı binada toplanacağını söylemiş… Daha önce de bu yönde açıklamada bulunmuştu Sayın Kaymakamımız… Ancak Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamasında, olası bir deprem ve Hükümet Konağı’nın yıkılması durumunda, ikinci kriz merkezi yerinin Cumhuriyet Meydanı’nda bir alan olacağını söylemişti. Sayın Başkanımız, bu alana çadır kurulacağını belirtmiş ve bu beyanatı da basında yer almıştı…
Yani mülki amir başka diyor, yerel yönetim başka diyor… Ben de ‘Allah korusun da deprem yaşamayalım’ diyorum… Çünkü devletim bir tarafa, yerel yönetim bir tarafa gidecek… Onlar bir araya gelene kadar zaten taş üstünde taş kalmayacak… Altta kalanların da canı çıkacak…
Sayın idareciler… Şu kriz masası yerinde bir mutabakat sağlayın da bizler ne yapacağımızı ve yazacağımızı bilelim…
Allah korusun bir deprem olur ve Keşan’ımız da bundan etkilenirse, vallahi ulusal gündeme depremle değil, kriz masası yeriyle düşeriz haberiniz olsun…
Manşet başlığını da şimdiden vereyim de okuyun…
Keşan depremde bile siyaseti oynadı: “Devlet sağa, yerel yönetim sola koştu!..”

ELALEME MASKARA OLMAYALIM BOŞ YERE…

Keşan-Erikli Sahili arası yolla ilgili zaman zaman şikayetler gelir, dile getirmem istenirdi de insan yaşayınca bir başka oluyormuş doğrusu…
Senede bir kez giderim Erikli’ye… Hadi taş çatlasın üç kez diyelim… O da gezmek, dinlenmek ya da tatil maksatlı değil… Ya toplantı, ya da bir etkinlik vesilesiyle… Hani hep ‘Saros’un İncisi’ diye anılan Erikli Sahili, bana nedense sadece taş yığınını anımsatıyor… Ha Keşan’da oturmuşum ha Erikli’de tatile gitmişim… Hiçbir fark yok benim için… ‘Keşan’da deniz yok’ diye düşünenleriniz olabilir ama kıpırdamaya yer bulunamayan, binaların kumsalın içine kadar girdiği, denizin içinde iğne atsan düşmeyen bir kalabalıktan ziyade, evde duşun altına girmeyi tercih ederim doğrusu…
Nizam, düzen derseniz hak getire… Kaldırımların üzerinde araçlar, trafik düzeni sıfır… Bir tane evin önünü araçsız göremezsiniz… Bir o kadar da bisiklet ve ATV… Ortalık çerden çöpten geçilmiyor… İnsan ziyanlığı var sahilde…
Benim vurgulamak istediğim konu bu değil tabii ki… Alan razı, veren razıysa bana ne… Demek ki orada yaşayan insanlar memnun hallerinden, memnun olmasalar o düzen çekilmez katiyen…
Ancak Keşan-Erikli Sahili arasında yolculuk yapanların durumu vahim… Saros’umuzla marka olacağız, turizm kenti olacağız, şu olacağız, bu olacağız… Valla hikaye… Pazar günü hem sabah hem de öğle saatlerinde kamyonlar trafikte… Hem öyle böyle de değil… Biri geçiyor, biri çıkıyor… Canları istediği kadar hız yapıyorlar, canları istedi mi yolun ortasından gidiyorlar… İstediklerine yol veriyorlar, istemezlerse gaza bir basıyorlar, bir yavaşlıyorlar… Peşlerine takılacaksın yani… Saat 14.30’da Erikli Sahili-Keşan arası araç konvoyu… Sebep; kamyoncuların keyfi… ‘Acelen mi var, aracın klimalı mı değil mi, süratli gitmen gerekiyor mu gerekmiyor mu, işin var mı yok mu?’ umurunda mı kamyon şoförünün… Kendi çıkarmış tişörtünü, yakmış cigarasını, dikiz aynasını ayarlamış, Orhan Baba’yı da koymuş teybe, dünya yansa umurunda değil…
Ve biz hâlâ turizmden bahsediyoruz… Saros’u marka yapmak ve tanıtmakla uğraşıyoruz… Bırakın Allah aşkına… Ele güne rezil olacağız… Önce bir yolumuzu genişletelim, büyük araçlara alternatif yol üretelim, Erikli Sahili’ni insanca yaşam alanı haline getirelim, ondan sonra tanıtıma geçelim… Boş yere güldürmeyelim kendimizi elaleme… Hadi biz birbirimizi biliyoruz da elaleme maskara olmayalım boş yere…

27 Temmuz 2012 Cuma

MUHTARLAR KAZIĞI DOLAYLI YEDİ!..

Keşan Köylere Hizmet Götürme Birliği, olağanüstü toplanarak, 2 maddeyle ilgili Birlik Başkanına yetki verdi… Hayırlı olsun, ne diyelim… Yetkiyi alan memnun, veren memnun… Bana da sadece 2 satır karalamak düşer… Toplantı günü hatırlarsanız köşe yazımın başlığı “KHGB: PAMUK ELLER CEBE” idi…
Ancak o gün Sayın Kaymakamımız toplantıda ‘yazılanların, çizilenlerin aksine, sizlerden para talep etmeyeceğiz’ şeklinde bir ifade kullandı… Pek göz göze gelmesek de bu ifadeyi bana çarpıttığını anlamayacak kadar ‘saf’ değilim hani…
Hem anlamayacak kadar ‘saf’ değilim hem de ‘yetki verilmesinin’ ne anlama geleceğini anlamayacak kadar ‘aptal…’ Yani ‘pamuk eller muhtarların cebine’nin değişik versiyonu olduğunu!..
Karar alındı mı? Alındı… Hep birlikte mi? Hep birlikte… Bizim muhtarlar onayladı mı? Onayladı… Baskı var mı? Yok. Rızayla mı? Rızayla…
Ee İl Özel İdaresi’nde kaynak var mı? Yok… Maddi sıkıntı var mı? Var… Altın yumurtlayan tavuk gitti mi? Gitti… İl Genel Meclisi Üyesi Fethi Dayan, ‘siz daha çok istersiniz ama yok işte’ dedi mi? Dedi…
Ee peki o zaman size kaynak gökten zembille mi inecek? Hayır… Ramazan ayı hürmetine mi böyle bir mucize bekliyorsunuz? Olabilir…
Ah be muhtarlar… yine tongaya bastınız ama bu sefer diliniz (h)epten bağlandı… Hayırlısı olsun…
Ben size baştan söyledim zaten… Bu sefer de fitreden sayın, aman moralinizi bozmayın… Sevap sevaptır… Ben şeytana uydum, siz uymayın!..

26 Temmuz 2012 Perşembe

ÇEK… MUTLU OL!..

Benim memleketim yabancının gözüyle bir başkaymış hani… Hem de bambaşka… Yine geçen akşam sohbetimiz oldu memleketimizde görev icabı bulunan bir memurla… Birkaç yıldır Keşan’daymış… Keşan’ı da sahillerini de sevmiş… Ama hepsi o kadar… Birkaç senesi Keşan’ı ve Keşanlıları analiz etmekle geçmiş… Ne güzel de anlattı devletimin memuru… Sanki ağzından bal akıyordu!..
‘Keşan’ı yönetenlerde iş yok’ dedi önce… Sonra ‘10-20 yılı bırakın, 2 yıl sonrasını dahi düşünmüyorlar’ diye ekledi… Üstüne üstlük ‘günübirlikçisiniz’ diye fırça kaydı… Bugünü kurtardık mı tamammış… Yarına Allah kerim misali… Yetmedi… ‘İl olmaya aday olan Keşan’ı köyleştiriyorsunuz’ da dedi… En güzel yaptığımızı ise ‘Çek… mutlu ol, çek… mutlu ol!’ ifadesiyle anlattı… Anlatırken de yumruğunu sıkıp, başparmağını kadeh yaptı ve başını hafif eğerek, alkol içme şeklini gösterdi… Yani ona göre içince mutlu oluyormuşuz, Keşan’ı da tozpembe görüyormuşuz…
Baksanıza siz devletimin memurunun bize yaptığına!.. Var mı bizim gibi kısa yollu mutlu olan acaba!.. Hem yarını göreceğimizin garantisi yokken, hiç kafaya takmaya değer mi 10-20 yıl ilerisini… Yaşa günübirlik, bak keyfine, nasılsa etmişiz Keşan’ın içine bir kere…
Son olarak da Önder Caddesi’ni boyadık turuncuya… Cadde esnafı isyanda… Alışverişi, müşteriyi bıraktı, seyre daldı… Öyle böyle de bir seyir değil hani… Kazara müşteri gelse, dükkanını soysa haberi olmayacak, etrafı seyreylemekten!... Ben bile haber yapamaz oldum flaş patlatmaktan… ‘Koş Neşe Hanım, çek Neşe Hanım, yaz Neşe Hanım, zırrr Neşe Hanım!..’ Hiç başka işi yok ya Neşe Hanım’ın!.. Bütün gün Önder Caddesi’ni çekeceğiz, yazacağız, gazeteyi de turuncuya boyayacağız… Akılsız başın cezasını biz mi çekeceğiz… Üstüne bu yetmezmiş gibi, bir de görev icabı gelip de memleketimizi eleştirenleri ağzımız açık, başımız önümüzde dinleyeceğiz…
Ya da Başkana beste yapıp, ‘Aman doktor… canım cicim doktor… Önder Caddesi’ne bir çare… Çare bulmaz iseniz, esnaf göçecek kısa sürede… Kaldırımlar park yeri olacak, yayalar turuncu butonlar üstünde uçacak… Aman doktor bize bir çare…’ der ve geçerim…

24 Temmuz 2012 Salı

KHGB: ‘PAMUK ELLER CEBE!..’

Keşan Köylere Hizmet Götürme Birliği bugün olağanüstü toplanarak, bazı projeler konusunda görüşme yapacak ve kibarca projelerin maliyetini muhtarlara yıkmaya çalışacak… Saygıdeğer muhtarlarımızın telaşı ve bana yakınmalarından ben bunu anladım… Toplantı daveti bilgisine ulaşan muhtarlarımızı ateş sardı… Bu öyle böyle bir ateş de değil… Zaten bütçeleri kısıtlı olan, kendi hamuruyla yoğrulmaya çalışan, devletten kırk yılda yarım yamalak yardım alan muhtarları bir de proje maliyeti sıkıntısı tuttu… Haklılar da doğrusu… Çoğu mührü bırakma düşüncesindeyken, bazıları da yiğitliğine b.k sürdürmeyip, gelecek seçime kadar dişlerini sıkma gayretinde… Ancak böyle giderse, bir dahaki seçimde de muhtar adayı zor bulacağız köylerde…
Su yok, ‘getir muhtar’; yol yok, ‘yap muhtar’; kanalizasyonlar bozuk, ‘tamir et muhtar’; misafir geldi, ‘ağırla muhtar’; devlete para lazım, ‘yetişşşş muhtarrrr’… Pes yani… Bu kadar da muhtarların üstüne gidilmez ki… Para babası mı bu muhtarlar… Gerçi bizim muhtarlarda da var bir sürü kabahat… ‘Konuşun’ diyorum… ‘Aman etme eyleme, sen karala işte’ diyorlar… Benim karalamamla olacak iş mu bu… Çıkar biri, ‘Neşe Hanım kafasına göre yazıyor’ der durur, sonra ayıkla pirincin taşını…
Bu ‘susma modası’ndan vazgeçin artık… Ya konuşun, ya alışın… Artık öyle devlet eliyle bir şey yaptıracak olma hayalinden de vazgeçin… Ülkenin hali ortada… Devlet satacağını sattı, bütün kaynaklarımız özelleşti… Aldığı parayı yedi, baştakiler parsayı bölüştü, bize de avucumuzu yalamak kaldı… Bundan sonra devletten bir şey beklemek fazla iyimserlik olur… Kalmadı ki, size neyi versin… Bundan sonra imece usulü bakacağız başımızın çaresine… Eskiye dönüş var anlayacağınız üzere… Hadi muhtarlar, hayırlı olsun size… Bugünkü Köylere Hizmet Götürme Birliğinin olağanüstü toplantısında ‘pamuk eller cebe!..’
Hadi gene yırttınız, bereket denk geldi Ramazan ayına… Fitreden sayar, bakarsınız rahatınıza!..

SEN İDARECİLERİMİZİN AKILLARINI GERİ VER YARABBİM!..

Hay Allah sizin müstahakınızı vermesin emi… Şaka gibi böldüler canım Önder Caddemizi ikiye… Söyleyip dururlardı da hiç imkan vermemiştim bu derece… Hani az az şüphem vardı akıllardan ama bu kadar da çıldırmış olabileceklerini düşünmemiştim doğrusu…
Ay… İnanmıyorum… İnanamıyorum… Bizim de artık turuncu butonlarımız oldu… Aman da aman bana gün doğdu… Cigaramı telledi miydim, ne besteler yapar, ne maniler dizer, ne köşeler yazarım artık turuncu butonlarımıza baka baka… Aslında yoktu bu kadar şairaneliğim ama şair yapacak bu yöneticiler beni zorla… Her gün bir makara, bir şamata, bir fiyasko… Makarayla kukarayla geçiyor günler ama olan da bizim paracıklara oluyor…
Önder Caddesi’nde park yasağı başladı… Flaşörü yakmak suretiyle en fazla 15 dakika duraklama yapmaya izin var…
Karşımızda kırtasiyeye mal geldi diyelim… 15 dakikada ne boşaltabilirsen, at bir tur gel, 15 dakika yine boşalt… Gazetemize kağıt inecek… Toplarca kağıt… Ne yapacağız? Eee… kolay… çağıracağız zabıtayı dizeceğiz sıraya, hepsine birer top! Başka türlü var mı mümkünü… Helikopter kiralayıp, havadan mı alalım kâğıtları… Yoksa ‘İlçe Trafik Komisyonu yolumuza park yasağı getirdi, bugün baskıya son!’ mu diyelim… Hadi varsa bir öneriniz söyleyin bize… Çare bulun derdimize… Kafanıza göre yolu iki aracın geçemeyeceği şekilde bölmek çare değil…
Bütün esnaf için geçerli aynı şey… Hadi, diyelim esnafı attık bir kenara… diyelim bir vatandaş 15 dakikalığına yapacak kısa bir duraklama… 15 dakika hakkı mı hakkı… Bıraktı arabasını girdi bir dükkâna… O esnada bir kaza olacak ve ambulans Hastane Caddesi’nden dönecek Önder Caddesi’ne... Geçmek isteyecek ama geçemeyecek… Ara dur araç sürücüsünü… 15 dakika hakkı değil mi, adam bıraktı aracını, dakikası var daha nasılsa… Eee… ne olacak kazazedeye… Hayat kurtarmada 1 saniyenin bile büyük önemi varken, 15 dakikayı kime mal edeceğiz… Yoksa ambulanslara kanat hazırladınız da Önder Caddesi’ni uçarak geçirmeyi mi planladınız… Bu caddeyi ikiye bölme kararını alanların mutlaka böyle süper düşünceleri de vardır!..
Bu arada bizim cadde esnafı da dün coştu… Birbirine laf atan atana… Kimisi çıkardı sepeti kapıya, ‘batan geminin malları, kapatıyoruzzz’ diye nara attı… Kimisi karşılıklı atıştı… Yok CHP zihniyeti, yok AKP zihniyeti… Kimisi gelmişine geçmişine sövdü, kimisi ‘bravo’ diye alkış tuttu… Kimisi ‘bize esnaflık haram edildi, müşteri Migros ve Kipa’ya yönlendirildi’ dedi… Kimisi, ‘otopark sorunu çözülmeden bu hangi akla ve mantığa göre yapılıyor?’ diye sorguladı… Kimisi de alık alık bakındı, ne olduğunu bile anlayamadı!..
Ama en güzel cevap yine benden zabıtaya gitti… Usulca sokuldu yanıma, ‘nasıl esnaf bu, o kadar çalışıyoruz bir çay bile almadılar’ diye yakındı… Tabii ben hemen yapıştırdım cevabı: “Çay almadılar ama dua et zehir de ikram etmediler… Anla işte memnuniyeti… Eğer yaptığınızda bir mantık olsaydı, çay değil, sizi kuş sütüyle beslerlerdi…”
Ramazan duasıyla da kapatıyorum meseleyi: Allah’ım sen bu mübarek ayda idarecilerimize akıl fikir ihsan eyle Yarabbim…
Sen büyüksün Yarabbim… Nelere kadirsin Allah’ım… Bir mucize ver de bu turuncu butonları tez günde yok et Yarabbim…
Sen idarecilerimizi bağışla Yarabbim… Bir hatadır ettiler, bu mübarek ayın yüzü suyu hürmetine sen akıllarını geri ver Yarabbim… AMİN…




22 Temmuz 2012 Pazar

Bİ KAFAMA Bİ DAVULA!..

Tam sokak cemiyetleri sona erdi, bir ‘oh’ diyeceğimiz zamanda yerini ‘Ramazan geleneğimiz’ olduğu belirtilen davulcularımız aldı…
Hangi geleneğimizi yaşatıyoruz da, Ramazan davulcularının bu kadar üzerinde duruluyor anlamış değilim doğrusu… Eski geleneklerden ne kaldı ki geriye… Hepsini tükettik de ‘davulcuda’ ısrarımız ne diye…
Geçen yıl da bu konudaki rahatsızlığımı dile getirmiştim… Ancak geçtiğimiz Cuma akşamı yani Ramazan ayının 2. sahurunda yaşadığım durum, bir kez daha gündeme getirmeme vesile oldu…
Ramazan davulcusu saat 02.15’te başladı tokmağını davula vurmaya… Malum hava sıcak, pencereler açık, dışarıdan gelen ses yankılanıyor içeride… Mübarek davulcu, vatandaşı uykudan mı uyandırmaya çalışıyor, tokmağı davula mı kafamıza mı vuruyor anlayamadım… Yangından mal kaçırıyor sanırsınız… Güm güm de güm güm güm güm güm… Düz ara gidiyor… Bekledim davul patlayacak diye ama patlamadı mübarek sağlammış davulu… Ama benim sinirler kaldırmadı… Zaten tam dalmaya çalışıp, ‘hani bir vaka yaşanmasa da 1-2 saat kestireyim’ dediğim saatlerde, beynimi oyan bir davul sesi… Bir ritim olsa ninni gibi gelecek ama nerdeee… Tokmaktan çıkan ses ‘Bi kafama bi davula’ gidiyor… Tabii ki dayanamadım flaşı da patlattım pencereden… ‘A be beynimi oyan davulcu, seni de fotoğraflayıp köşeme koymazsam’ diye geçirdim içimden… Yanında bir de fedaisi vardı davulcumuzun… Normaldir… Davula o kadar vurursa, mutlaka bir gece siniri taşan bir vatandaşımızın da o tokmağı davulcunun kafasında kırması an meselesi… O nedenle fedai gerekli…
Ve bu davulcu sahur saatine kadar davulu patlatmadı ama kafamızı patlattı!.. Güm, güm, güm, güm, yine güm… Davulcunun sesine ise sadece sinir harbi geçirenler pencereden baktı ve muhtemelen içinden bir şeyler geçirip, tekrar ışığını söndürdü… Yani bizim davulcu, sahur için hizmet etmedi, mübarek Ramazan ayında bir de vatandaşımı ve beni günaha soktu… Az saydırmadım bizim davulcuya…
Anlayacağınız ‘davulcu geleneği artık son bulsun’ diyorum… Sahura kalkacak olanlar kurar saatini, kalkar yatağından, hazırlar sofrasını, yer yemeğini… Zaten bu ve bundan sonraki birkaç yıl Ramazan yaz sezonuna denk gelecek. Doğal olarak Keşan’ın yarısı sahillerde bulunuyor… Keşan’da kalan kesim de parası olmayıp, tatile gidemeyenler ve çalışanlar… Parası olmayan fakir fukara vatandaşım zaten yiyecek ekmeği olmadığı için akşam ekmeğiyle oruç tutuyor, çalışanlar da saatle kalkmaya alışık olduğu için ve vakitlerini dikkatle kullandıkları için bu ayarlamayı kendileri yapıyor… Neticede olan yine yarı aç gezen vatandaşıma oluyor… Zaten ekmeği yok, bir de olmayan ekmeğini yemeye uyandırılıyor…
O nedenle benden Ramazan davulcularına prim verenlere tavsiye: Bu geleneği yaşatmakta ısrarlıysanız eğer, gündüzden verelim ‘şarkı listesini’ yazıp bizler… Öyle davulun tokmağını patlatacaklarına kafamızda, güzel bir hava çalsınlar da uykumuzu kaçırdıklarına değsin bu tantana... Yoksa o tokmak… davulcunun kafasında kırılır Ramazan sonuna kadar mutlaka…

20 Temmuz 2012 Cuma

AK PARTİ İLÇE YÖNETİMİNE TEŞKİLAT BAŞKANI DAYANMIYOR!..

19 Şubat 2012 tarihinde yapılan AK Parti Keşan İlçe Kongresi’nde göreve gelen Hakan Çevikel ve ekibi, 8 Mart 2012 tarihinde de görev dağılımını gerçekleştirerek, Yürütme Kurulunu belirlemişti.
Yani kongrenin üzerinden 163 gün, görev dağılımının üzerinden de 145 gün geçti… Ancak AK Parti İlçe Teşkilatına bu süreçte Teşkilat Başkanı yetişmedi!..
İlk görev dağılımında Teşkilat Başkanlığına getirilen Talat Yayagaç, Edirne İl Kongresi’nin hemen ardından görevinden alındı ve yerine Dış İşler Başkanı olan Rifat Eren getirildi… Ancak Rifat Eren ayağını fena sürdü ki, kendisiyle beraber 2 kişinin daha görevlerine son verildi ve bu sefer de Teşkilat Başkanlığına daha önce Seçim İşleri Başkanı olan Mustafa Ersöz getirildi… Tabii Eren’le birlikte Halkla İlişkiler Başkanı Ferruh Bozkurt ve Yerel Yönetimler Başkanı Hakan Çapın da tokadı yedi Başkan Çevikel’den…
Peki İlçe Başkanı Hakan Çevikel tarafından 145 günde 3 Teşkilat Başkanının görevden alınmasına sebep ne olabilir sizce… Sakın eski ilçe başkanı ve şu anda Edirne İl Yönetiminde bulunan Muzaffer Güven’le sıkı temasları olmasın!..
Bize göre, size göre çok olağan ve normal olan bir şey; acaba Çevikel’e neden anormal geldi, onu sorgulamak lazım… Güven de, Yayagaç da, Eren de, Bozkurt da, Çapın da aynı partinin temsilcileri ve fedaileri… Yoksa Çevikel ve Ersöz başka partinin mi mensupları anlayamadım doğrusu!..
Eee… ne olacak canım… 2 buçuk ayda bir Keşan’a teşrif eden İktidar Partisi Milletvekilinin alt tabakası da farklı olacak değil ya… Nasılsa gören yok, duyan yok, takip eden yok… Ver odunu gitsin…
Hoş… coşkuyu veriyorsunuz, kafanıza göre iş çeviriyorsunuz ama coşkunun sonunda odun verenlere kömürü dayamazlar inşallah!...

SEYREK GİT DOSTUNA, KALKSIN AYAKÜSTÜNE…

Misafirliğin kısası ve yerinde olması makbuldür hepimizin bildiği üzere… Şimdi ‘ben misafiri çok severim’ deyip de sonunu görmeden başından tepki verenler olabilir aranızda…
Ama atalarımız hep doğruyu söylemişler bana göre… ‘Seyrek git sen dostuna, kalksın ayaküstüne’ demişlerse, varmış atalarımızın da bir bildiği…
Vallahi son zamanlarda rastladığım ve bizzat yaşadığım gereksiz ziyaretler, köşeme de konu olmayı başardı sonunda…
En başta Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan’a yapılan ziyaretlerden bahsetmek istiyorum… Hani Belediye Başkanlığı makam odasının sekretarya bölümünde bekleyip de, makama girdikten sonra kendini kaybedenlerden…
Onca vatandaşın bu bölümde Başkanımızla görüşmeyi beklediğini bile bile, hatta kendisi de dakikalarca bekleyip, gözünü kapıdan ayırmayarak içeri girenin bir an önce çıkmasını isteyen ancak içeri girdiklerinde beklediklerinden farklı davranmayanlar!.. Herkes kendine Müslüman anlayacağınız… İçeri giren dışarısını unutuyor… Sadece kendi sorunu önemli… Dışarıdakilerin sorunundan ona ne ki… Böylesine ne denir… Aslında ‘öküz’ yakışır da hadi ‘düşüncesiz’ diyelim…
Sadece Belediye Başkanlığında mı; hayır, her yerde benzer durumlar söz konusu… Bu devlet dairesi olur, özel sektör olur, iş yeri olur… Düşüncesiz ve kendini bilmez insanlara her ortamda rastlamamız mümkün… Kendi işini çözüp, işi olan diğerleri için ‘bana ne’ ayağına yatanlar… Onların işleri çözülecek ya… senin işin varmış, zamanın önemliymiş, kısıtlıymış umurlarında mı? Değil tabii ki bu kendini bilmezlerin… Bir de kuru gürültü yapanlar yok mu?... Bunlara surat da assan anlamazlar, laf da söylesen duymazlar, anlayacağınız yüzüne tükürseniz yağmur zannederler…
Bir dükkâna alışverişe gideceksiniz, dükkan sahibinin yanında bir ahbabı… Belli dükkân sahibi gelen müşterisine gereken ilgiyi gösteremiyor ama yanındaki kendiliksiz kıpırdamadıktan sonra ne yapsın… Haa… Sakın bu kendiliksizler ‘ben dostuyum canım ne olacak, beklerim ne olacak, ilgilensin müşterisiyle’ düşüncesine kapılmasın… Sen beklersin de belki gelen müşteri senin yanında rahat alışveriş yapamaz, onu da hesaba katacaksın…
Anlayacağınız ister devlet dairesi, ister özel kurum, isterse herhangi bir iş yeri olsun… İş yerlerinde gereksiz muhabbet ortamı gerer, hem iş yeri sahibini hem de çalışanı rahatsız eder… Gelen müşteriyi de engeller… Siz siz olun, sohbetlerinizi iş ortamında değil, ev ortamında yapın… Ya da sohbet için hazırlanan mekânlarda buluşun…
Bu arada hemen kendimden bir örnek vereyim de iğneyi önce kendime batırayım…
Geçenlerde bir gece gazete bırakmak üzere uğradım Keşan Bölge Trafik İstasyon Amirliğine… Hemen ayrılacağım için arabanın kontağını bile kapatmadan indim arabadan… Ancak nöbetçi polisler demlemişler taze çayı, çok ısrar ettiler ve içmeden yollamayız dediler seni… Ben de kapadım kontağı, yudumlamaya başladım çayımı… Bu arada sohbet de gırla gidiyor… İkinci çayı içip içmeyeceğim soruldu ve ilkini bile hatır için içtiğimi söyledim… Çay bitti ama muhabbete devam… Bu arada bir polis memuru ‘Neşe Hanım, çay bitti işiniz de aceleydi ama gitmeye niyetiniz yok galiba!’ dedi… Vallahi doğruyu söyledi… Kaptırdık muhabbeti, engelledik biraz da olsa işi… Ama bu sohbet de bu köşeyi yazmama vesile oldu… Zaten vardı bu konuyla ilgili sıkıntı, bizzat sıkıntıya sebep kendim de olunca, hemen aldım kaleme yazıyı…
Demek ki, ziyaretin kısası ve seyreği makbulmüş… uzunu ve sıklığı da ev sahibine rahatsızlık verirmiş… hele hele bu iş yeri olursa, işkenceye dönüşürmüş… Saygıdeğer polis ağabeyim… ‘Yazamazsın’ dedin ama yazdım işte… Merak etme bundan sonraki her davetinize 3 çayla icabet edeceğim biline!...

18 Temmuz 2012 Çarşamba

EMNİYET’TE YAPRAK DÖKÜMÜ…

Keşan İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde görevli birçok polis, 15 Temmuz itibarı ile ilişiklerini keserek, Keşan’dan ayrıldılar… Anlayacağınız alışık olunmadık bir tablo sergilendi emniyet camiasında…
Hani hep atamalar, tayinler olurdu da art arda, bu kadar tayin yaşanmazdı… Hem de çoğunluğu il içi tayinler… Yani birilerinin iki dudağı arasından çıkan ve ‘yeter burada çalışmış, azıcık da ötede çalışsın’ misali tayinler… Eee.. çalışsınlar… Devletin memuru değil mi, maaşını aldığı her yer ‘Konya’ onun için… Onun için her yer Konya da bizim Keşan’ın ne olacağını düşünen var mı?..
Hadi memurun ailesini çoluğunu çocuğunu düşünmeyip, evi barkı, tahsili bir kenara itip, Keşan’dan 30 ila 70 kilometre mesafelere gönderdiniz de yerlerini dolduracak personeli eğitebildiniz mi?
Valla ben bizzat görüyorum… Yeni gelen polis memurlarının hepsi pek mülayim… Biraz da cansız kansız gibi görünüyorlar… Henüz Keşan’a da alışamamış gibi bir halleri var… Bu evlatlar yaz mevsiminde böyle iseler, Keşan’ın ayazında nice olacaklar…
Emniyet camiasındaki bu beklenmedik tayinler, gözlemlediğim kadarıyla bana pek mantıklı gelmedi… Özellikle de amirliklerin piri olan isimlerin, işlerini düzgün yapıp, vatandaşa en iyi hizmeti sunmaya çalışanların Keşan’dan beklenmedik bir şekilde gönderilmesi, bana göre yaprak dökümünün vakitsiz olduğunun habercisi… Bekleyelim ve görelim… Ucu Keşanlılara dokunacak olsa da biz alışığız nasılsa dokunmalara!..

YİĞİDİ ÖLDÜR AMA HAKKINI YEME…

Yeni Mahalle yakınlarındaki Keşan çöplüğünde 16 Temmuz 2012 Pazartesi günü saat 01.00 sıralarında çıkan yangın, bana da bir vatandaşım tarafından bildirildi. O mevkide bekçilik yapan ve kartvizitim bulunan bir vatandaşım saat 03.00 sıralarında beni arayarak, yangını haber verdi…
Apar topar hazırlanıp yangın alanına gittim. Yangın çıkan çöplük alanı daha çok savaş alanını andırıyordu. Belediye Başkanımız Mehmet Özcan ve Başkan Yardımcısı Sabri Küçükkarakaş yangın alanındaydı ve birçok Belediye personeli… Bir o kadar da araç… Kepçesi, dozeri, itfaiye araçları…
Başkanımız oradan oraya koşuşturuyor, yangının çıkış noktası olan bölgeden müdahale yapılmasını öneriyordu. Bu arada Mecidiye’de olan ve yangını haber alan Başkan Yardımcısı Cemil Kılavuz da yangın alanına ulaştı… Anlayacağınız Keşan uyuyor, Keşan Belediyesi ise tam gaz yangınla mücadele ediyordu… Ben zaman zaman burnuma ekşi ekşi gelen çöp kokusundan burnumu tıkıyor ve uzaklaşıyorsam da, Başkan ve personeli inadına çöplerin içine içine giriyordu… Hatta Başkanımız itfaiye aracına binip, çöplüğün ve aynı zamanda yangının tam göbeği olan noktaya da hiç çekinmeden gitmişti… Çekinmeden diyorum çünkü araçlar yanımızdan geçerken alanda bulunanları zıplatmıştı… Bir an deprem olduğunu sanmıştım ancak alanda bulunanlar çöplüğün altının yaklaşık 100 metre boş olduğunu belirtmişti… Ve her an patlama tehlikesi yaşanabileceğini… Hatta bunlar söylendikten sonra aracımı bile 100 metre ileriye çektim, ne olur ne olmaz düşüncesiyle…
Ancak siz Keşanlılar uyurken, hiçbir şeyden haberdar olmazken, Belediye Başkanımız ve personeli canı pahasına o alanda sabaha kadar mücadele verdiler… Evet belki görevleriydi, onlar yapmayacak da kim yapacaktı? Haklısınız görevleri, yapmak zorundalar… Ama bir Belediye Başkanının personel gibi oradan oraya koşuşturması, son dakikaya kadar başında durması doğrusu beni etkiledi… Yapar kontrolünü, verir talimatını, bir tur atıp, gidebilirdi… Ancak Başkanımız başından sonuna kadar o keskin koku ve pislik içinde oradan oraya sanki düğün salonunda koşuşturur gibi savaş alanında koşuşturdu…
Keşanlılar adına Başkanımıza bu özverisinden dolayı teşekkür ediyor, bundan önce yazdığım birçok eleştiri yazısının üzerine de ‘Yiğidi öldür ama hakkını yeme’ diyorum…




16 Temmuz 2012 Pazartesi

EŞEK HOŞAFTAN NE ANLAR!..

Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan ve eşi Şengül Özcan’ın ilk kez Bulgaristan’ın Dimitrovgrad şehrinde izledikleri ve geçen yıl gerçekleştirilen “9. Uluslararası Keşan Kültür ve Turizm Festivali” etkinlikleri çerçevesinde davet ettikleri Bulgaristan Intro Quartet Müzik Grubu, 14 Temmuz 2012 Cumartesi akşamı “1. Uluslararası Keşan Balkan Ruhu Taş Heykel Sempozyumu”nun galasında yine Keşan’daydı ve yine Mehmet Gemici Cennet Bahçesi’nde sahne aldı…
Grubun Keşan’a geleceğinden, 2 günlük tatil planımı ayarladıktan çok sonra haberdar oldum… Ancak tatilde de olsam, Keşan dışında da bulunsam, sırf bu muhteşem grubu izlemek için izin ve tatilimi hiçe sayarak birkaç saatliğine de olsa Keşan’a gelip, Cennet Bahçesi’nde hazırlanan konser alanında yerimi aldım…
Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da izleyici yoğunluğu yoktu… Ancak izlemeye gelenlerin büyük keyif aldığı, sessizlik ve sahneden gözlerini ayıramayışlarından belliydi… Bir bayana keman çalmak bu kadar mı yakışır, bir grup birbiriyle bu kadar mı bütünlük sağlayabilirdi…
Fizikse fizik, yüz güzelliği ise yüz güzelliği, zarafetse zarafet, asaletse asalet, mükemmeliyetse mükemmelll bir sahne performansı…
Gözüm ve kulağım sadece bu grubun üzerinde ve müziğindeyken, bir taraftan da Keşanlı erkeklerin neler kaçırdığının hesabını yaptım!.. Hani şu pavyonlara gidip de, bir gecede milyarları bırakanların… Bilezik başına alkol içip, cebi boşaltıp kazıklananların… Loş ışıkta kendilerini huriler diyarında görenlerin… Anlayacağınız bizim kerizlerin!..
Böyle bir fırsat ayaklarına gelmişken, hem de bedavayken kaçıranların… 1 buçuk saat sahnede kalan, kemanlarını adeta konuşturan, sanatlarını icra ederken bir taraftan da göz kamaştıran bayanları izleme fırsatını kaçıran enayilerin… Eğer bu grubu izleseydiniz, 1 gecede döktüğünüz milyarlar bir sene boyunca cebinizde kalacak, bu kışı cebi dolu geçirecektiniz… Böyle enfes bayanları beş kuruş vermeden izleme fırsatına nail olsaydınız, bir daha sopayla kovalasak gidip alkol başına para basmazdınız mekanlarda…
Bu arada afişlerde görseydiniz eğer ‘falanca pavyondan falanca hanım sahne alacak’ diye, hepiniz koşarak gelirdiniz Cennet’e…
Doğruya… Eşek hoşaftan ne anlar!..

ŞİFRE DE ŞİFRE!..

Sülalemi seviyorum ya… Hani kimisi sülalesinin methini yapar: ‘Benim sülalemden şöyle kişiler çıktı, doktora yaptı, profesör oldu, fabrikaları var vs’ diye… Ben de sülalemin saflıklarını seviyorum… Hem de çook…
Hafta sonunu yine teyze kızlarıyla geçirdim… Ne zaman bir araya gelsek, geçmişi yad ederiz, bir de kırdığımız potları… Hani kırarken fark etmediğimiz ancak birisi bizi dürtünce farkına vardığımız saflıklarımızı…
Teyze kızlarının ikisi de öğretmen… Biri Isparta, diğeri de Çorlu’da ikamet ediyorlar… Anlayacağınız ikisi de devlet memuru…
Yaz tatiline gelmeden önce Çorlu’daki teyze kızına öğretmen arkadaşları misafir olmuşlar… Teyze kızı da geçtiğimiz kış yeni evine taşınmıştı. Apartmanın giriş kapısı, anahtar kullanılmadan şifre ile açılan cinsten… Aynı zamanda, gelenleri çok net görüp, konuşabileceği bir de kamera sistemi var girişte… Neyse… Öğretmen arkadaşları gelmiş kapıya, çalmışlar zili… Benim teyze kızı açmış kamerayı, görmüş arkadaşlarını… Başlamış şifreyi söylemeye… ‘3..8..4…’ diye… Söyleyecek şifreyi, kapı açılacak arkadaşlarına… Yani teyze kızı aşağıya inmek zorunda kalmayacak kendisine göre!.. Ancak her ne hikmetse arkadaşları bir türlü şifreyi doğru kodlayamamış ve yaklaşık 10 dakika kapıda kalmış… Ne zaman ki benim teyze kızı ‘şifre de şifre’ sendromundan kurtulup, direkt yukarıdan otomata basmayı aklına getirerek, arkadaşlarını boşuna kapıda beklettiğine uyanana kadar! Ama hiç pot kırmamış arkadaşlarına… Yukarı çıktıklarında hemen yapıştırmış cevabı onlara: ‘Siz benim canlarımsınız, şifreyi bilin ki, bir daha geldiğinizde kapıyı çalmadan direkt yukarı çıkın diye ısrar ettim şifre konusunda…’
Isparta’daki de simitçiye uygulamış benzer metodu… Yoldan geçen simitçiyi görünce seslenmiş, ‘Simitçi 2 simit getirir misin?’ diye… Simitçi ‘Hay hay ablam’ demiş ama bizim teyze kızı simitçiye hangi zile basacağını da söylemiş! ‘Sen bas şu zile ben açıyorum kapıyı’ demiş… Bakmış zile basan yok, çıkmış tekrar balkona, seslenmiş simitçiye, ‘Neden zile basmıyorsun’ diye!.. Simitçi ‘Abla gözlerim seçemedi zili, basamıyor musun sen otomata?’ deyince bizim teyze kızı, dumur olmuş orada…
Hani zaman zaman diyeceğim ama maalesef diyemiyorum çünkü çok sık yaşanıyor bu saflıklar sülalemizde… Hafta sonu biz bu sohbetleri edip, kahkahalar atarken, babalarımız da geldi yanımızda… Sonra ‘Siz bize değil, rahmetli annelerinize benziyorsunuz!’ dediler bize..
1960’lı yıllardaymış… Babamla rahmetli annem yeni evlilermiş… Babam annemi İstanbul’da İnönü Stadyumu’nda maça götürmüş. Yabancı takımla, Beyoğluspor’un karşılaşmasıymış… Maçın 2. devresinin sonlarında annem babama, ‘Be Salih… Herkes topun peşinden koşturuyor da, o iki direk arasındaki neden hiç kıpırdamıyor!’ demiş…
Rahmetli teyzem de çift katlı otobüslerin ilk çıktığı zamanlarda, İstanbul’dan Gelibolu’ya gitmek üzere binmiş bu otobüslere… Evleri caddeye yakın olduğu için rahmetli teyzemin, daha önceki yolculuklarında şoföre söyler, yakın bir yerde kendisini indirirlermiş evlerinin bulunduğu caddede… Çift katlı otobüse bindiği ilk yolculuğunda, üst kattan bilet verilmiş teyzeme… Evine yaklaştığında, bir yolcunun bulunduğu ön koltuğa doğru yönelip, ‘Şoför bey beni az ileride indirir misiniz?’ demiş benim teyze… Ancak her ne hikmetse caddeyi geçip, ilerlemiş otobüs sahile… Bir süre sonra muavin yukarı çıktığında rahmetli teyzem gayet kendinden emin ve rahat şekilde ‘Az önce şoföre söyledim ama durmadı, evimi geçtim, durma yasağı mı başladı caddede…’ demiş… Muavin de teyzeme, ‘Ah be teyzem o yolcu, şoför alt kattaydı!’ diye cevap vermiş…
İşte benim sülalem… Bizi yönetmenler hâlâ nasıl keşfetmedi hayret!.. Senaryoya falan da gerek yok!... Doğaçlama bir komedi filmi çıkarır, izleyenleri kahkahaya boğarız… Konuyla ilgilenenlere de buradan ilan ederiz!.. Ne sahne, ne set, ne figüran ne de masraf… Doğadan ekranlara yüzlerce komedi sahnesi… Haftaya mutlu ve gülümseyerek başlamanız dileğiyle… Sevgiler…

14 Temmuz 2012 Cumartesi

KAYIP VEKİL BUGÜN KEŞAN’DA!..

AK Parti Edirne Milletvekili Dr. Mehmet Müezzinoğlu, olağanüstü bir afet, kaza, bela vs. olmazsa, bugün Keşan’da olacak… Ben Sayın Vekilimizin Keşan’a geldiği son tarihi 20 Mayıs olarak hatırlıyorum… Yine kendisiyle en son bu tarihte görüştüm, bir daha irtibata geçemedim… Birkaç kez telefonla ulaşmaya çalıştım ancak bunda da başarılı olamadım… Anlayacağınız Sayın Vekilimizin kelamı kıymetli, yüzü de çok değerli… Öyle çok konuşup, çok görünmüyor ortalıkta… Gerçi ben de sohbet için değil, bilgi almak için arıyorum kendisini… Neyse bugün alacağız kısmetse bilgileri… Keşan’a yapılacak yeni hastanenin kamu-özel ortaklığı ile hangi şartlarda yapılacağını soracağız… TOKİ, bir firmaya ihale edecek de hangi şartlarda ihale edeceğini öğreneceğiz… Bizim yeni hastanenin otoparkını, cafesini, eczanesini kimler ve kaç yıllığına işletecek? Keşanlılar yeni hastaneye gelen vatandaşların sadece araçlarından çıkan egzozdan mı yararlanacak! Dumanı bize kalacak da parsayı eller mi götürecek?..
Yine 2 yıl önce sözü verilen, yer tahsisi yapılan, üstüne projesi çizilen Gıda Tarım ve Hayvancılık İlçe Müdürlüğü binasına ne olduğunu sorgulayacağız… Verilen sözler ne çabuk unutuldu… Rehabilitasyon Merkezi sözü nereye kaçtı?.. Hani tarım lisesi açılacaktı… Ankara ziyaretinde verilen sözlerden kaçı gerçekleşti?.. Yoksa o zaman sözü dönemin milletvekili Necdet Budak aldı da ayağı kaydırılınca sözler de mi unutuldu…
Vallahi siz unutursunuz da Keşanlılar kolay kolay unutmaz… Isıtıp ısıtıp koyar önünüze… Hani pişirilip pişirilip önümüze konulan sözler gibi…
Sayın Vekilimiz bugün Keşan’da olduğuna göre, bu sözlere de bir açıklama getirir herhalde…
Eğer Keşan’a gelecek olan İktidar Partisi Sayın Vekilimizi hatırlamakta güçlük çekenler olursa da… 1,75 boylarında, normal kiloda, siyah saçlı, siyah bıyıklı olduğunu hatırlatalım ki, karıştırıp, sarılmayın başkasına!..

12 Temmuz 2012 Perşembe

PARANIN YERİNİ ÖĞRENDİK, SIRA GELDİ İMANI BULMAYA!..

Keşan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı… Her ay 40-50 bin TL arasında para aktarılan ve ihtiyaç sahibi kişilere yardım yapılan Vakfımız… Bugüne kadar hemen hemen hepsine girdiğimiz (ilk 5 dakikasına) ve bize yapılan yardım miktarı ve cinsinin aktarılmasının ardından dışarı çıktığımız Vakıf toplantılarımız...
Bir gün de aklıma gelip ‘kasanızda ne kadar mevcut?’ diye sormadığım Vakıf toplantılarımız… Vakfın asıl söz sahibi olan Mütevelli Heyeti’nin suspus durduğu(!) Vakıf toplantılarımız…
Meğer para küpüymüşsünüz de bizim haberimiz yokmuş!.. Kasanızda 160 bin TL olası bir afet için bekletiliyormuş!.. Düğün yapana 100 TL, acından ölene kasa boş!..
Devletin kol kanat açması gereken ancak kasa boş olduğu için kol kanat açılamayan yardıma muhtaç ve ihtiyaç sahibi vatandaşlarımın Belediye kapısını aşındırmasına sebep olan Vakfımız…
Anlarım… yaş ilerleyince tutumluluk başlar, paranın kuruşu dahi hesaplanır ama yardıma muhtaç insanlar için gönderilen paranın da tutumluluğu yapılmaz ki… Devlet gönderiyor yardıma muhtaçlara, siz tutuyorsunuz kasanızda…
Biz de sanıyoruz Vali Bey Keşan’ı ve Keşanlıları sevmiyor, bizden parayı kıskanıyor… Meğer para geliyormuş da, bizim idareciler tutumluluk yapıyormuş… Muhtaç vatandaşım da boş yere Belediyenin kapısını aşındırıyormuş…
Ne demiş atalarımız: ‘Para ile imanın kimde olduğu belli olmaz.’
Paranın kimde ve nerede olduğunu öğrendik… sıra geldi imanı bulmaya!..

KORKULUKLAR DİKİZDEN BAŞKA İŞE DE YARIYORMUŞ!..

Dün yayımlanan “Korkuluklardan dikiz bir başka oluyor herhalde” başlıklı köşe yazımın ardından birçok vatandaşımız arayıp, çeşitli yorumlarda bulundu…
‘Güzele bakmak sevap’, ‘kadınlar da yarı çıplak giyinmesin’, ‘sigara yasaklandı, biz sigara içmeye çıkıyoruz, biz de öküz sınıfına mı giriyoruz?’ diyeninden, gün içinde yaşanan manzaraları anlatanına kadar vatandaşım dert yandı. Kimisi korkuluklarla ilgili koleksiyonunda sakladığı fotoğrafları gösterdi, kimisi cep telefonuyla çektiği ilginç fotoğrafları mail adresime gönderdi…
Kimisi ‘Keşan’ın stratejisinin belirlendiği nokta!’, kimisi ‘nereden buldular bunları, mezbahada inekleri bile bağlamazlar bu korkuluklara’ dedi, kimisi ise ‘Kaymakam veya Belediye Başkanı eşlerini alsın da şu korkulukların etrafında gün içinde bir tur atsın’ diye söylendi…
Meğer vatandaşımın korkuluklarla sıkıntısı büyükmüş de bizim haberimiz yokmuş… Benim belirttiğim ‘karı-kızı dikizleme’ olayı solda sıfır kalıyormuş!..
Korkuluklara atını bağlayan, yayım yaslım oturup da göbeğini ve bacağını kaşıyan! Yemeğini yeyip, bıyığını sıyıran! Geceleri yaslanıp, alem yapan… Anlayacağınız çok işe yarıyormuş bizim bu korkuluklar… Yaramadığı tek şey ise yayanın kaldırımı rahat kullanması olmuş… Daha önce kaldırımı kullanan yayalar, gördükleri manzaralar karşısında caddeyi kullanıyormuş…
Ancak bir vatandaşım öyle bir konuştu ki… Ne mülki amir dinledi, ne de yerel yönetici… Vatandaşım şunları söyledi: “Keşan Kaymakamı Stratejik Plan deyip, 2023’ten bahsediyor… Önce inecek Toyota marka makam aracından, geçecek korkulukların yanından… Korkuluklara bağlı atı görecek, göbeğini kaşıyanlara şahitlik edecek, ondan sonra geleceği düşünecek… Öyle makam arabasında gezip de stratejik plan hazırlamayacak… Bu manzarayı gören turistin ne düşüneceğini hesap edecek… Aynı şekilde Belediye Başkanı da bu korkulukları buradan kaldırtacak… Zabıtalarını görevlendirecek ve denetleyecek. Günlerini kahve köşelerinde geçiren zabıtalar, burada görev alıp, düzeni sağlayacak.”
Bu arada bir vatandaşım da BİMER’e bile konuyla ilgili şikayetini iletmiş… ‘Gelin de 2023’e hazırlanan Keşan’ın Tekel Meydanı’ndaki korkuluklarını görün’ demiş… Anlayacağınız herkes şikayetçiymiş de biz geç uyanmışız… Ne diyelim… Biz geç meç uyandık… Bakalım idareciler uyanacak mı, ben onu merak ediyorum… Eee.. uykudan bir tatlı tatlı uyanmak var, bir de kabus görüp uyanmak var… Kısmet hangi uyanışa olacak, bekleyip görelim!..








11 Temmuz 2012 Çarşamba

KORKULUKLARDAN DİKİZ BİR BAŞKA OLUYOR HERHALDE!

Anafartalar Caddesi ve Önder Caddesi’nin kesiştiği noktada bulunan korkuluklar… Tam köşede… Vatandaşın yola çıkmaması ve trafik açısından güvenliğin sağlanması için kaldırım kenarına konulan korkuluklar…
Ancak birçok şeyde olduğu gibi niyetinden farklı kullanılan korkuluklar…
Yılın her mevsiminde günde hiç geçmiyorsam 15 kere geçtiğim ve sadece birkaçında boş gördüğüm, diğerlerinde üj-bej erkek geçinen vatandaşın kollarını dayayıp, etrafı… özellikle de karı-kızı dikizlediği korkuluklar…
Öğlen arası ve mesai bitiminde memurundan aylakçı takımına kadar değişik değişik kişilerin mesken tuttuğu korkuluklar…
Hayatınızda hiç mi karı-kız görmediniz yoksa oradan dikizleyince daha mı güzel görünüyor gözünüze!.. Tabii sizin gözünüze nasıl görünüyor onu siz biliyorsunuz da, siz oradan geçenlere nasıl göründüğünüzün hesabını yaptınız mı ince ince… (Ben içimden ‘öküzzz’ diye geçiriyorum)
Bir gün birinin aklına gelip de… korkuluklara yaslanıp dikiz yapanları kameraya alırsa… sonra bu çekimi herhangi bir TV kanalına satarsa… TV kanalı da programında ‘bilin bakalım Keşan’da bu korkuluklar ne işe yarıyor ve bu adamlar nereye bakıyor?’ diye şamata yaparsa… biri de çıkıp doğru cevabı verirse… vay Keşan’daki erkeklerin haline… 15-20 soytarı, bütün erkekleri alacak çemberine…
Keşan’ın soytarı olmayan erkekleri… görürseniz korkuluklara yaslanmış birini… hemen çekip alın ki… sizi de etkilemesin onların rezillikleri…

10 Temmuz 2012 Salı

BANA DA KUŞLAR SÖYLEDİ!..

Son günlerde yerel basında, kesinleşmeyen birtakım atamaların haberleri yer almaya başladı… Keşan Devlet Hastanesi Başhekimi Necip Uluz’un istifa ettiği, Keşan Sağlık Grup Başkanı Ragıp Taş’ın da Başhekimliğe atandığı yazıldı…
Aslında bu söylentiler, Keşan’a yeni yapılacak Devlet Hastanesi yeriyle ilgili Necip Uluz’un ‘tek başına’ karar vermesinin akabinde hortladı… Yeni hastanenin Destek Kıtaları Kavşağı’na yapılmasını uygun görmeyenler, Uluz’un Başhekimliği görevine daha o gün son verdi!.. Tabii ki sebep sadece bu değildi… Hastane içinde yaşanan birtakım olumsuzluklar da bu dedikodunun ayyuka çıkmasını sağladı… Ancak neticede Necip Uluz istifasını vermedi…
Uzun süredir de ortalıkta Keşan Kaymakamı Ahmet Narinoğlu’nun tayin yeri söylentileri dolaşıyor… Orası, burası derken, dün kuşlar bana Ankara Merkez’e atandığını bildirdi… ‘Narinoğlu boşuna mı izne ayrıldı; gidip Ankara’da yerini ayarladı’ dedi…
Kuşlar ayrıca eski Keşan İlçe Emniyet Müdürü Harun Çil’in de İpsala Emniyet Müdürlüğü görevine atandığını bildirdi…
Anlayacağınız bizim kuşlar memleket memleket uçuyorlar, sonra da gelip bize fısıldıyorlar…
Onu bunu bilmem ama son kuş bana doğruyu söylediyse ve Sayın Kaymakamımız Ankara Merkez’e giderse; sağlık ve emniyet camiasında değişiklikler devreye girer… Koltuğundan edilenler döner, Kaymakama arkasını dayayanların da işi biter…
Ah bu kuşlar, bu kuşlar… Herkes gönlünden ne geçerse, kuşlardan o haberi bekleyip, gerçek olmasını ister…

9 Temmuz 2012 Pazartesi

KEŞANLILAR UYUDU, KÖŞEYİ BAŞKALARI DÖNDÜ!..

Geçenlerde, yıllardır görmediğim ancak çocukluk ve gençlik yıllarımızın birlikte geçtiği mahalle arkadaşlarım olan 2 kardeşle karşılaştık Keşan’da… Keşan’da diyorum, çünkü 25 yıl önce Keşan’dan ayrılarak Yalova’ya yerleştiler…
651. Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri’ni izlemek üzere Edirne’ye gitmek için yola çıkmışlar ancak hazır yolları bu tarafa düşmüşken, özlem duydukları, çocukluk ve gençlik hatıralarının bulunduğu Keşan’ı ve Keşan’da yaşayan akraba ile arkadaşlarını da ziyaret etmeyi planlamışlar… Benimle karşılaşmaları ise sadece tesadüftü, gazetemizin önünde… Önce biraz sohbet ettik, geçmişten ve hem benim ailemden hem de onların ailesinden söz ettik…
Sıra Keşan’a geldi… 25 yıl önce ayrıldıkları Keşan’da hiçbir şeyin değişmediğini belirttiler… Öyle bir Keşan hayal ediyorlarmış ki, değişiklik göremeyince yadırgamışlar…
Ben de yadırgamalarını yadırgadım doğrusu! Bizim gözümüz ne güzel alışmıştı yıllardır aynı Keşan’ı görmeye…
Hem mahalle arkadaşlarımın atladıkları vardı aslında da dillendirmedim ayaküstü sohbette… Halbuki 25 yıl önceki Keşan’la şimdiki Keşan, nerdeee…
O zamanlar Keşan’da bulunan birahaneler, yine aynı yerlerindeydi… Üstüne yenileri eklendi, bir de içlerinde huriler türedi!
Yollar aynı yollardı, genişlikleri de aynıydı… Ancak araç sayısı daha az olduğu için trafikte sorun yaşanmazdı… Şimdilerde ise trafik çekilmez bir hal aldı, sürücüler yolları bırakıp dükkân içlerine, bariyerlere, yayaların üzerine binmeye başladı!
Parke taşlarımız yoktu yollarımızda ama adım başı gebelik de görülmüyordu… Yollarımız asfalt olmasa da ‘Keşan’ın tozu ve kızı meşhur’ denilip kıvırtılıyordu! Şimdi ise yollarımız asfalt ve parke taşı oldu… Ancak asfaltlar ara ara çukurlarla süslenip, parke taşlarının da ağzı burnu kaydı!
Dahası mı?.. 25 senedir Keşanlılar uyudu… Köşeyi de başkaları döndü… Dönülecek köşe kalmayınca da, bizimkiler ‘köşe kapmaca’ yerine ‘koltuk kapmaca’ oynamaya başladı…
Doğal olarak Keşanlı olup da 25 yıl önce Keşan’dan ayrılanlar, 25 yıl sonra hatıralarıyla nostalji yaşamak için uğradıklarında işte böyle hayal kırıklıkları yaşar…
Çok şükür ne Keşan’dan ayrıldım, ne de hayal kırıklığı yaşadım!.. Ne mutlu bana ve benim gibi ayrılmayanlara!..

6 Temmuz 2012 Cuma

YOL YAPMAK, MICIR ATIP BIRAKMAK MIDIR?..

Keşan ile Erikli Sahili arasında yol çalışması yapıldı… Ellerinize sağlık! Yüzünüze gözünüze bulaştırmışsınız çok şükür… Ne zaman ki bir günde art arda bir sürü kaza meydana geldi, ondan sonra ‘biz ne yaptık?’ deyip, kafanıza dank etti… Çok şükür ki, kazalar hep maddi hasarlı ve yaralı olarak neticelendi, ölen olmadı…
Dün telefonum Erikli Sahili’ne giden vatandaşların emrindeydi!.. Yoldan geçen ‘mıcırı’ söyledi… Yaz sezonu nedeniyle trafiğin en yoğun olduğu bir dönemde, gelişigüzel atılan mıcırı… 3 gündür mıcırla cebelleşiyormuş sürücüler… ‘Gece karanlıkta kaptıkaçtı misali, mıcırı döküp, arkalarına bakmadan tüydüler mi?’ diye soruyor yoldan geçenler…
Altlarında dozer ve kamyonlarla mıcırı yola döküp, tüyenler… Ve yapılan bu işi denetlemeyen yetkililer… İnin o büyük araçlardan, binin otomobillere de salının mıcır attığınız yoldan sahile… Ancak o zaman anlarsınız yaptığınız işin kaç paralık olduğunu ve insan hayatının değerini…
Eğer bir yolda art arda kazalar oluyorsa… Sürücünün kabahati değil, hata yoldadır yolda…
Zaten kabahat yolda olmasaydı eğer, kazaların ardından yollamazdınız mıcır düzeltmeye süpürge!..

4 Temmuz 2012 Çarşamba

TEYZE KIZI UÇAK KANADININ ALTINDA TELLEMİŞ SİGARASINI!..

Geçen hafta sonu teyze kızı geldi yaz tatili nedeniyle Keşan’a… İlk durağı bendim… Cumartesi sabahı saat 06.30’da kahvaltı masasına oturduk birlikte… Şubat tatilinden bu yana yüz yüze görüşmemiştik… Epey hasret giderdik teyze kızıyla… Bir de gırgır şamata eklenince sohbete, hafta sonu şen şakrak geçti birlikte… Cem Yılmaz’ın stand up’unu izleseydim bu kadar gülmezdim herhalde…
Teyze kızı benim gibi iyi bir sigara tüketicisi… Ancak kayınvalidelerinin yanında sigara içmediği bir yana, 16 yıllık evli olmasına rağmen hâlâ içtiğini bile bilmiyorlar… Birkaç ay önce hafta sonu için Antalya’ya kayınvalidelerini ziyarete gitmiş çocuklarıyla… 2 gün boyunca sigara içememiş… Ziyaret bitiminde, kayınpederi ve kayınvalidesi havaalanına geçirmeye gelince, bizim akıllı teyze kızı yapmış vedasını, geçmiş uçağın kanadının altına… Siper almış uçağı kendisine, kayınpederi ve kayınvalidesi sigara içtiği görmesin diye… 1 saat daha dayanamayacağını düşünerek, ateşlemiş uçak kanadının altında sigarasını!.. Ne mi olmuş?... Tabii ki havaalanında alarm sistemi devreye girmiş, bütün havaalanı ayağa kalkmış… Teyze kızının sigarasını, pistte bulunan 3 tekerlekli araçla yıldırım hızıyla gelen görevli ağzından almış…
Anlayacağınız teyze kızının sigara sevdasını 16 yıl sonra kayınpederi ve kayınvalidesiyle birlikte Antalya Havaalanı’ndaki herkes öğrenmiş!..
Teyze kızı şok bir vaziyette uçaktaki koltuğunda yerini almış… Yeri cam kenarında ancak 2. sıradaymış… Pencereye yakın olan koltukta yine kendi yaşlarında başka bir bayan oturuyormuş… Havalandıktan 35-40 dakika sonra yanındaki bayan, teyze kızına ‘affedersiniz çok tedirginim sizinle bir şey paylaşmak istiyorum’ demiş. Teyze kızı hâlâ şokta olmasına karşın ‘buyurun’ diye cevap vermiş… Bayan, ‘kalktığımızdan bu yana bir uçak bizi takip ediyor, kimse bunu fark etmedi mi?’ diye teyze kızına dert yanmış… Teyze kızı bir an şaşalamış, içinden ‘mümkün değil’ demiş ama havaalanında kırdığı pottan sonra yanındaki bayanın işaret ettiği noktaya her ihtimale karşı bir göz atmış… Sonra kendinden gayet emin bir şekilde bayanın kulağına eğilip, ‘o bizim uçağın kanadı!’ diye cevap vermiş… İçinden de ‘benim gibi saflar varmış’ diyerek, pek bir rahatlamış!..
Yok yok, bu kadarla kalmamış bizim teyze kızının saflığı… Evine dönmüş, birkaç gün sonra öğretmen arkadaşlarına misafirliğe gideceklermiş topluca… Ve gitmişler… Hava sıcaklığı nedeniyle herkes suya sarılmış içeri girer girmez… Arkadaşının evinde de sebil varmış… Bardağı dayayan sebile, indirmiş soğuk suyu midesine… Teyze kızına sıra geldiğinde ise damacanadaki su tükenmiş bahtına… Ev sahibi arkadaşı ‘hemen değiştiriyorum damacanayı’ demiş… Teyze kızı damacana değiştikten 10 dakika sonra yoklama yapmış!... Damacanayı eliyle yoklamışJ, hâlâ su sıcak… Yanıyor susuzluktan ama illaki soğuk su içecek ya 10 dakika daha geçmiş yine yapmış damacana kontrolünüJ, yine sıcak!.. Üçüncü kez de aynı yoklamayı yapıp, suyun soğumadığını görünce, ‘aman be Fatma… Yok mu dolapta soğuk suyun, bu damacana soğumayacak, arıza yaptı herhalde…’ demiş… Fatma arkadaşı şaşkın bir şekilde ‘neden sebilden içmiyorsun’ diye sormuş… Teyze kızı damacananın sıcak olduğunu söyleyince de, Fatma Hanım damacananın sıcak, ancak sol taraftan akan suyun buz gibi olduğunu açıklamış… Tabii aynı anda bir kahkaha da kopmuş… Bizim teyze kızı dumur olmuş ama misafirliğe sonradan katılanlardan kendisine bir arkadaş arayıp, onun gibi düşünen olup olmadığını test etmiş… Ancak herkes soğuk suyun sol taraftaki çeşmeden aktığını ve damacananın soğuma ihtimali olmadığını bildiği için bizim teyze kızı tek ‘dumur’ ilan edilmiş… Eee.. zor beya… 15 senedir uğraş ilkokul öğrencileriyle, bir de kendin de 2 çocuk üstüne, kafa mı kalır öğretmende!..

BAŞ GÖVDEDEN KOPUNCA MI BİLGİ VERİLDİ!..

Keşan Mustafa Kemal Paşa Mahallesi Karanlıkdere mevkisinde yapımı süren TOKİ Roman ve yoksul konutlarında çalışan bir işçi, 2 Temmuz 2012 Pazartesi günü göçük altında kalarak hayatını kaybetti. Ve konuyla ilgili haber, yerel gazetelerin dünkü sayılarında yer aldı… Gazeteciliğin kuralı olarak da konuyla ilgili haberi, aldığımız bilgiler doğrultusunda yorum yapmadan aktardık. Ancak bana göre yaşanan olay tam bir sorumsuzluk ve Keşan’ın eksiğiydi… Hem de başından sonuna kadar…
Neden mi? Şimdi sizlere gözlemlerimi aktardığımda sanırım nedenini anlamış olacaksınız…
3 işçi, daha çok kayaların bulunduğu 4 metre çukura kanalizasyon borularını döşemek üzere iniyor… Ve bu çukurun kenarında da yine çoğunluğu kayalardan oluşan bir toprak yığını çevrili… Kazara biri kenarında gezinse, hemen aşağı kayacak şekilde kaya ve toprak parçaları… Bizzat dün gezindim ve kendim şahit oldum bu duruma…
Bu işçiler hiçbir önlem ve tedbir alınmayan bu alanda, ‘işin ehliyiz’ misali ekmek parası uğruna canlarını ortaya koyarak çalışıyor… Ancak yaşanan göçük karşısında ‘panik mi, cahillik mi, başlarında o an için sorumlu olmayışından mı’ dersiniz bilmem ama göçük altında kalan arkadaşlarını kendi çabaları ile kurtarmaya çalışıyor… Bunda da başarılı olamayınca kepçe operatöründen yardım isteyip, iş makinesini devreye sokuyor… Ne zaman ki gövdeden başın koptuğunu fark ediyorlar, o zaman en başta yardım istenilmesi ya da ulaşılması gereken mercilere bilgi veriyorlar…
Tabii ki bu arada olan da 41 yaşında ekmek parası uğruna memleketini terk edip Keşan’a gelerek hayatını kaybeden Cengiz Demirel adlı vatandaşa ve geride bıraktığı ailesine oluyor…
Demirel’in otopsi raporu, ben köşe yazımı yazdığım sıralarda henüz açıklanmamıştı… Ne şekilde geleceğini bilmiyorum ama başının gövdeden ayrılmasının, yukarıdan aşağıya düşen sert ve büyük bir kayanın darbesiyle de olma ihtimali var… Çünkü gördüğüm kayalar, hızlı bir şekilde düşmesi sonucu insanı ortadan ikiye ayırabilecek büyüklükte ve sertlikte… Tabii ki yine aynı şekilde iş makinesinin de baş ve gövdeyi birbirinden ayırma ihtimali büyük… Göçük olayı yaşandığı anda ilgili yerlere bilgi verilmemesi ve işçilerin kendi çabalarıyla arkadaşlarını kurtarmaya çalışmaları da bu çelişkiyi ortaya koyuyor
Ya bundan sonrası… Ölen öldü… Baş, gövdeden ayrıldı… Gövdenin yarısı hâlâ toprak altında…
Toprak altından cesedi çıkarmak için yine kimler kolları sıvadı… Tabii ki, şantiye işçileri… Nasıl? Kazma-kürekle… Başka… Yine iş makinesi ve kepçe operatörü devreye girdi… Anlayacağınız hiçbir yetkili ve ilgili yokken yapılan kurtarma çalışması, bütün ilgili ve yetkililer başındayken de devam etti!..
Anlayacağınız; Keşan’da acilen bir Gönüllü Kurtarma Ekibi kurulmalı ve eğitilmeli… Bu tür kazalar yaşanmasın ama yaşanmayacağının garantisi yok… Benim bir yakınımın işin ehli olmayan kişiler tarafından toprak altından çıkarılmasına seyirci kalmak istemeyeceğim gibi sizlerin de istemediğini düşünüyor ve ilgilileri bu konuda göreve davet ediyorum…
İnşaat sektörünün geliştiği Keşan’da ve yine olası bir deprem meydana geleceği düşünüldüğünde böyle bir ekibin kurulmasının şart olduğu, en kısa zamanda da oluşturulması gerektiği kanısındayım… Saygılarımla…

2 Temmuz 2012 Pazartesi

KÜÇÜK GELİNLER VE ÇOCUK ANNELER…

1 Temmuz 2012 Pazar… Keşan Devlet Hastanesinde bir kız çocuğu dünyaya geldi… Anne 14 yaşında… 13 yaşında hamile kaldığı öğrenilen ve 14 yaşında da bebeğini kucağına alan çocuk anne…
Çocuk anne, ifadesinde, geçen yıl bir okul bahçesinde bir gençle birlikte olduğunu ve o kişiden hamile kalmış olabileceğini belirtiyor… Aile ise çocuklarının hamile kaldığını, ancak karnının şişmeye başladığında anladıklarını dile getiriyor… Ve doğum anına kadar da hiçbir devlet görevlisine durum iletilip, yardım istenilmiyor…
14 yaşında bir çocuk, dünyaya getirdiği çocuğa ne kadar annelik yapabilir? Dünyaya gelen ve şu anda babası bile belli olamayan bir çocuk, ileride toplum içinde ne kadar kabul edilir? Bu suçu ve günahı olmayan çocuğun psikolojisi nasıl olur? Topluma nasıl fayda sağlar ya da sağlayabilir mi? Ve bütün bu yaşananların sorumlu ve suçlusu kim ya da kimler?
Ara ara yazar dururum geç saatlerde gördüğüm manzaraları… Hatta polislerimizin de oradan oraya koşturmalarına tanık olurum çoğu zaman… O okul bahçesinden içki içenleri uzaklaştırırlar, bu bahçede bali çekenleri tespit etmeye çalışırlar, şu kıyıdan diz dize buluşanları evlerine göndermeye uğraşırlar…
Nasılsa polis aylak ya kovalasın dursun çocuklarımızı… Aileler rahat… Dayamışlar polise kendilerini, saat 1’miş, 2’ymiş umurlarında değil… Eee… bizler modern aileleriz ve çocuklarımıza güveniriz… ‘Yapmaz benim çocuğum’ deyip, 14 yaşındaki çocuğumuzun kucağına bebeğini veririz…
Gerçi şu bizim yeni 4+4+4 eğitim sistemiyle çocuk gelinler ve çocuk anneler zaten artacak… 5 buçuk yaşında okula giden çocuk, 9 buçuk yaşında ilkokulu, 13 buçuk yaşında da ortaokulu tamamlayacak… Sıra meslek edinmeye gelince de, küçük yaşta eğitime başlayan çocuk okuldan soğumuş olacak… Okul ve hoca bölümü tamamlandığı için de tercihini ‘koca’dan yana kullanacak!..
‘Okul+hoca+koca’ eğitim sisteminin sonunda da böyle çook çocuk gelin ve annelere şahit olunacak… Bunlar işin staj kısmı, asıl uygulamaya geçildiğinde görün siz çocuk gelin ve anneleri!..




1 Temmuz 2012 Pazar

DİNSİZİN HAKKINDAN İMANSIZ GELİR!..

Çocuklarının yaşları beş buçuk-altı arasında olan birkaç veliyle sohbet ettim geçenlerde… Kara kara düşünüyorlar, çocuklarını okula gönderip göndermemekte… Haliyle hesap kitap yapıp, bütçe ayarlama peşindeler…
Ya günde 15 TL devlete vermeyi göze alıp çocuklarını okula göndermeyecekler, üstüne bir de kreş parası verecekler… Ya da okula gönderip, 15 TL’den yırtacak ama başka masraflarla karşı karşıya kalacaklar…
Malumunuz çalışan anne-babaların beş buçuk yaşında olan çocukları ya kreşe gider, ya anneanne veya babaanneleri tarafından bakılır, ya da eve bakıcı alınır… Hem bakıcı parası hem de çocuğunu okula göndermediği için günde 15 TL’yi ödemeye mecbur olacak velilerin bir maaşları gidecek çocuk parasına!.. AK Parti İktidarı sanıyorsunuz boşuna mı doğurttu ‘3 çocuk’ hane başına…
Hadi karar verip yolladı çocuğunu veli, beş buçuk yaşında okula… Mahallesindeki okul ilkokuldan ortaokul konumuna geçince, mecburen çocuğunu gönderecek başka mahalledeki okula… Servis ücreti, bezi, biberonu, sütü derken… Bir tek kreş parasından yırtacak veliler, çünkü o görevi de üstlenecek eğitimciler…
Yok öyle ‘A-B-C’...
4+4+4 yeni eğitim sisteminin ilk basamağının ilk sınıfını üstlenen eğitimciler, ‘çiş-kaka, bez, süt, uyku’ eğitimiyle baş başa kalacaklar… Okullardaki WC sayıları yetmeyeceği için, çocuklar altı bezlenip, okula gönderilecekler… Sıraların da mecburen eski sisteme döndürülmesi gerekecek… Malum uykusu gelen bebelerin biri sıraya, biri masaya kıvrılacak… Devlet ücretsiz süt dağıtacağı için bir tek sütten yırtacaklar…
Tatil, göz açıp kapatıncaya kadar geçecek… Ve bu manzaralar çok yakında izlenecek…
Eğitimciler bebeleri bakmaktan yılacak, istifalar başlayacak… Açık kadrolar da sanırım imamlarla doldurulacak… 4. sınıfa gelindiğinde ‘Kur’an-ı Kerim’ seçmeli ders olacak… Seçenler seçecek, seçmeyenler ‘dinsiz’ diye fişlenecek…
3 çocuk az size az… 5 çocuk doğurun ki, önce alın üç kuruş çocuk parasını, sonra ödeyin devlete aldığınızın yüz katını…
Gerçi ben de kime ne anlatıyorum ki… Zaten maaşlara yapılan yılda %3’lük zam oranına razı gelip; benzine, mazota, gıdaya, b.ka püsüre ayda gelen %30 zamları içimize sindiren ve sessiz kalan biz değil miyiz? Çocuk başına zam ne der ki bize!..
Bu arada Doğu’daki vatandaşım yapacak bol bol çocuğu, salacak 5 yaşında okula… Batı’dakiler de göndermeyip okula, ödeyecekler çocuk başına günlük 15’er TL devlete… Aman ne olacak sanki… Yıllarca Doğu’daki vatandaşım kullandı elektriği de ödemedik mi onların yerine parayı… Bir de çocuklarını okuttuk mu, tamamladık işte vazifeyi… Dinsizin hakkından imansız gelir misali!..