30 Haziran 2012 Cumartesi

VERDİK COŞKUYU, YAMADINIZ YOLLARI!..

Hatırlarsanız gazetemizin 18 Haziran 2012 Pazartesi günkü sayısında “22 Plakalı Araçlar Köçek Olmuş” başlıklı bir köşe yazısı yazmış, Keşan’da yollardaki çukurlara dikkat çekmiştim...
Bu köşe yazımın hemen akabinde, zaten Keşan Belediyesinin de programında yer alan yollardaki asfaltlama çalışmaları başladı… Yani benim yazının zamanlaması iyi oldu sadece…
Ancak dün, özellikle vurguladığım toplu konut alanındaki çukurlara yama yapmaya giden ekip, bana mesaj göndermiş!.. ‘Neşe Hanım yollar çukur diye yazdı ama yaparken de gelip fotoğraflasın da yapıldı diye yazsın’ demiş…
Aslında gidip fotoğraflayacaktım ama program yoğunluğundan dolayı kaçırdım… Akşam saatlerinde bir tur attım ve gerçekten çukurların yamandığını gözlerimle gördüm… Emeklerinize sağlık, desenize ‘verdik coşkuyu, yamadınız yolları!..”
Ancak bir şey beni korkutmuyor da değil… Sayın Kaymakamımıza da coşkuyu verip, asansörü yaptırdık ama uzun süre hasret kaldığımız asansöre binip, arıza yapınca ve içinde kalınca ‘yaşlı mısınız, engelli misiniz?’ diye çıkıştı...
Şimdi ben o yoldan geçerken, ola ki bir çukura rastlayıp size de ‘iyi yamayamamışsınız’ dersem, bana karşılığında ‘sana bu ehliyeti vereni de… seni trafiğe salanı da… bilmem kaç kilometrelik 5 metre genişliğindeki yolda bula bula bir çukuru mu buldun!’ demezsiniz inşallah…

28 Haziran 2012 Perşembe

VEKİLİ MERAK EDEN YOK MU?

İktidar Partisi Milletvekili Dr. Mehmet Müezzinoğlu… Aynı zamanda vizyon kent Edirne’mizin de milletvekili Sayın Müezzinoğlu… Ha bugün ha yarın bir ses çıkar, bir ıslık çalar, bir mesaj gönderir diye bekledim durdum… Ancak ses seda çıkmadı… Keşan’ın İktidar Partisi yetkilisinden bir açıklama gelir diye bekledim ama o da olmadı… Gerçi o şimdilerde, Halk Ekmek’le haşır neşir… Bir atıyor, iki tutuyor!.. Öyle vekil mekil düşünecek hali olmadığı da görülüyor…
Ben de bir iki aradım, ‘tık’ yok… Birkaç İktidar Partisi mensubuna sordum, yüzlerindeki ifadeyi görünce de sorduğuma pişman oldum!..
Hadi önceden Sayın Vekilimiz toplantı halinde olsa da Özel Kalemi Tarkan Bey cevap verir, birkaç gün sonra da olsa geri dönerdi… Şimdilerde o da iletişimi kesti…
Anlayacağınız 4 olan ve daha sonra nüfus sayımına göre 3’e düşen milletvekili sayımız, şimdilerde 2’ye indi!..
Neden mi? Hani bir şarkı vardır; ‘bana yar olmayan sevgiliyi neyleyim’ diye… Bizim vekil de bu hesap… Edirne’nin vekili ama öyle ‘yeter ki gel bana senede bir gün’le olmuyor… Bizimkiler o şarkıyı ancak kadehlerindeki rakıyı midelerine indirirken dinliyor…
Böyle, vekiller senede bir gün gelir, telefonlara cevap vermez, izini de kaybettirirse… Ben de gelecek seçimden önce bir şarkı besteler ve şöyle derim: “Yar saçların lüle lüle, İktidar Vekili sana güle güle!”

YAYALAR KULLANMAYINCA, HALILARA GÜN DOĞMUŞ!..

Paşayiğit beldesinde 9 Aralık 2010 tarihinde hizmete giren üst geçit…  Hizmete girmesi için ne dillerin döküldüğü, ne kadar ihtiyaç duyulduğu üstüne basa basa belirtilen üst geçit… Öğrenciler için çok önem arz ettiği, her an hayati tehlike ile karşı karşıya kaldıkları ifade edilen üst geçit… Paşayiğitli vatandaşımın caddeyi geçerken ne gibi badireler atlattığının anlatıldığı üst geçit… Bir an önce hizmete girmesi için kolların sıvandığı, hatta bir tane yetmeyeceği belirtilerek, en kısa sürede belde girişine ikizinin de yapılması önerilen üst geçit…
Maltepe rampasında sık sık yaşanan kazalardan dolayı yolumun düştüğü Paşayiğit beldesinden geçerken gördüğüm manzara karşısında ‘pes doğrusu’ dedirtecek üst geçit… Ve yine Paşayiğit beldesinden geçişlerde bir kere bile üzerinde bulunan vatandaşıma rastlayamadığım gibi, sürekli altından geçenlere rastladığım üst geçit!..
2 gün önce yolum yine Paşayiğit beldesine düştüğünde, gördüğüm manzara karşısında köşeme konu olmaya vesile olan üst geçit…
Demokraside çareler tükenir mi? Tükenmez… Bakmış Paşayiğitli vatandaşım, üst geçidi kullanan yok… O kadar yatırım boşa mı gidecek… Yıkamış halılarını, sermiş kurusun diye üst geçidin korkuluklarına!.. Özellikle yazdım ki, Keşanlı hemşehrime de örnek olması amacıyla… Beni arayıp da ‘üst kattaki komşum halılarını yıkayıp, balkona asıyor, bunu da bir köşenize yazar mısınız?diyen okurlarım… Paşayiğitli vatandaşları örnek alın ve komşunuza tavsiyede bulunun… Hani bizim de Keşan Şehirler Arası Terminali’nin hemen yanında, kullanılmayan bir üst geçidimiz var… Komşunuzu uyarın ve halılarını kurutmaları için ideal bir çözüm olduğunu söyleyin!..
Ben de yetkilileri uyarayım… Aman, bir yatırım yapmadan önce enine boyuna tartışın… Sorun, soruşturun… Ölçün, biçin… Tartın, hesaplayın… Hesaplayın ki, halıların kurutulması için üst geçitlere para harcamayın!..
Maazallah Keşan at etiyle, Noel Baba’sıyla derken şimdi de üst geçit üzerinde halı kurutmasıyla mı meşhur olacak?!..

27 Haziran 2012 Çarşamba

KEŞAN’DA MARKA OLMADIK BİR ŞEYİMİZ KALMAYACAK!..

Malumunuz hava sıcaklığı arttı… Hani işim olmasa kapı dışarı çıkmayacağım ama mecburiyetten dolayı da çıkmak zorundayım… Ancak her vatandaş gibi benim de işimi kolaylaştıracak, daha az yorulmamı sağlayacak her nimeti kullanmamın en doğal hakkım olduğunu da düşünüyordum… Düşünüyordum çünkü dün Keşan Kaymakamımız Sayın Ahmet Narinoğlu, buna hakkım olmadığını ifade eder bir cümle kullandı…
Öncelikle olayın nasıl geliştiğinden bahsetmek istiyorum… Dün, Keşan Kaymakamlığında düzenlenen bir toplantıya katılmak üzere Hükümet Konağı’nın önüne kadar yürüdüm… Sıcaktan bunalmış vaziyetteydim… Oradan oraya koştururken bunalmamak da mümkün değil zaten… Konağın önünde toplantı saatini bekleyen diğer gazeteci arkadaşlarla beraber içeri girdik ve 3 kat çıkmayı o anda gözümüz yemediği için asansöre binmeyi tercih ettik… Ancak asansör bir anda arızalandı ve kısa süreliğine içeride mahsur kaldık… Tabii ki mecburen 3 katı, çoğu zaman yaptığımız gibi merdivenleri kullanarak çıktık…
Asansörde mahsur kaldığımızı duymuş olmalı ki Sayın Kaymakamımız, hepimize birden ‘siz yaşlı mısınız, engelli misiniz?’ şeklinde bir soru yöneltti…
Sayın Kaymakamımızın bu ifadeyi, asansör kapısının yanında A4 kağıdına yazılı ‘ASANSÖR YAŞLI VE ENGELLİ VATANDAŞLARIMIZ İÇİNDİR!’ şeklindeki nottan dolayı sarf ettiğini düşünüyorum…
Ancak… şahsım olarak ben, bir A4 kağıdına yazılı olan bu gayri resmi uyarıyı dikkate almıyorum… Almam için de hiçbir sebep yok zaten… Bugüne kadar gittiğim, gördüğüm, bindiğim ve kullanıma açık olan hiçbir asansörün kapısında da bu şekilde bir ibare görmedim…
Bu sanırım bizim Keşan Hükümet Konağı’na özel bir tarife!.. Hadi biz anlarız, Keşanlıyız, hepimizin bu Konağa yolu düşmüş ve asansörün akıbeti hakkında bilgimiz vardır… Ya Keşan dışından gelen bir vatandaş… O demez mi ‘Keşanlılar asansörle de marka yapmış!’ diye… Anlatmaz mı ‘Keşan’da bir asansör var sadece yaşlı ve engelliye hizmet veriyor!’ diye…
Herkese cila veren, arızalarıyla sık sık gündeme gelen asansörün yanında asılı olan A4 kağıdında yazılı ibareleri tekrar gözden geçirmeniz ve geniş düşünmeniz dileğiyle…
                                                        ***
Not: İnsanların engelli ve yaşlı olduğu gözle görülebilir ancak fiziken genç olan ancak önemli sağlık sorunları bulunan insanlar ne yapacak? İlla bir rahatsızlığı bulunduğunu açıklamak zorunda mı kalacak?

26 Haziran 2012 Salı

MEDENİYET YERİNE BİZE YAMA!..

Yaz sezonu başladı… Saros Körfezi’ne sahili olan yerleşim birimleri yerli ve yabancı turist akınına uğradı… Tabii ki aynı zamanda çile de başladı…
Yol çilesi, konaklama çilesi, temizlik çilesi, görüntü çilesi, kamyon çilesi, kaza çilesi… Bu çileleri çeşitlendirmek mümkün…
Geçtiğimiz hafta sonu yine telefon trafiği yaşadım sahillerle ilgili şikayetleri dinlemek üzere… Vatandaşım halinden memnun değil… Erikli ve Mecidiye sahillerine gitmek için yola çıkan vatandaşım, trafikte seyreden kamyonlardan yılmış… Kamyonların yanı sıra diğer araçların da çokluğu, Erikli yolunun ‘yamamayla’ kurtaramayacağını gösteriyormuş… ‘Acilen yolun genişletilmesi ve alternatif yol aranması gerekiyor’ diyor vatandaşım… Mecidiye ve Erikli sahillerine giden araçların sayısı dikkate alındığında mevcut yolun yetersiz kaldığı belirtiliyor…
Hoş… yıllardır belirtildi de ne oldu? Her konuda olduğu gibi sahillerin durumu da her yıl gündeme getirilir, konuşulur, sezon biter, ama yerli ve yabancı turistler çektiği çileyle ve bastıkları paralarla kalır… Yetkililer de ‘-cak’larla, ‘-cek’lerle vakit öldürür…
Yolun ‘medeniyet’ olduğu herkes tarafından bilinir ve söylenir ama bizim memlekete o ‘medeniyet’ bir türlü getirilmez… Bizim memleketimiz habire yamalanır, üstüne bir ütü, iş tamam… Genişletmeye ise hiç gerek duyulmaz… Olası kazalarda toprak yol garanti!.. Yoldan çıkan araçlar, toprak zemine uçup, maddi zarardan yırtıyor!.. Yoksa yetkililer önlem almaz mı, yolu genişletmez mi… Yetkililer, sırf sürücüleri fazla zarara uğratmamak için elini taşın altına koymuyor!.. Sizin içiniz fesatsa ben ne diyeyim Allah aşkına!..

22 Haziran 2012 Cuma

ROMANLAR ÇTP’Yİ KURMAYA HAZIRLANIYOR…

Roman vatandaşlarım işi çözmüşler… Hem de kökünden… Uzun süredir sohbette bulunamadığım Roman vatandaşlarımla geçen gün bir araya geldim… Laf lafı açtı, oradan buradan derken sohbetimiz siyasete dayandı… Yıllardır seçimden seçime hatırı sorulan ve oyu kıymetli olan Roman vatandaşım, siyasetin oyununa gele gele, sonunda kendi senaryosunu kendi yazmış… Karakterler ve başrol oyuncuları da belli… Romanlar, Kürtler ve melezler… Sıra kalmış oyunu sahneye koymaya… Hesap, kitap, her şey tamam… Hazırlık içinde Roman vatandaşım… Siyasette lider olmayı ve Türkiye’yi yönetmeyi planlıyorlar… Partilerinin ismini bile hazırlamışlar…
ÇTP… Açılımı; ‘Çingene Türkiye Partisi’… Telaffuzu ise ‘Çiçek Partisi’
‘Çiçek gibi açacağız’ diyor Roman vatandaşım… Trakya ve İzmir’de lider olacaklarını söylüyor… Hele hele Keşan’da ise ‘hepsi bizden olacak’ diyor… Yakın bir tarihte nüfusun 3’te 2’sine sahip olacaklarını, 10 yıl sonra ise 4-3 öne geçeceklerini belirtiyor… ‘İnanmazsan git nüfus müdürlüğüne de çıkarsınlar istatistikleri’ diye ekliyor…
Arkasından ‘aman sizinkiler doğurmasın, biz de en az 3… 5’e 6’ya kadar da yolu var’ şeklinde konuşuyor. Gecede bilmem kaç tane yapılan Roman düğünlerini ve ardından gelen bebeleri anlatıyor… Bununla da kalmıyor… Artık tek olmadıklarını, yanlarında Kürtlerin de bulunduğunu söylüyor… Kürtlerin önceden sadece Roman kızı aldığından, şimdilerde ise kızlarını da Romanlara verdiğinden bahsediyor… ‘Sizden de alıyoruz ama yakında siz de bizden alacaksınız!’ diyor…
Altyapının hazırlandığını, sadece üstyapının yaş ortalamasına erişmesini beklediklerini belirtiyor… ‘Ondan sonra da başkan da, il genel de, belediye meclisi de, vekil de bizden olacak’ diyor… ‘merak etmeyin, yapacağız sizlere kömür yardımı, gıda yardımı, sevk için para yardımı!’ diye de gülümsüyor… Rollerin değişeceğini, iktidarın kendi ellerine geçeceğini ifade ediyor… 10 yıl sonra da AKP’den de CHP’den de eser kalmayacağını öne sürüyor…
Ne diyeyim… İktidar Partisi İlçe Başkanı Keşan’da %45’lerin hayalini kurar da, benim Roman vatandaşım kuramaz mı!.

21 Haziran 2012 Perşembe

ÇOK FENA DUMUR OLDUM…

Bu sefer yine bir değişiklik yapıp, yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşacağım… Doğrusu olay da denilmez… İşin öz Türkçesi ‘dumur olmak’ ya da ‘salaklık!’… Başka bir ifade bulamıyorum yaşadığım gerçeğe… Hem öyle çok uzun bir zaman da geçmedi, taş çatlasın 1 hafta - 10 gün önce…
O sahneyi izlemenizi isterdim ya da kelimelerle değil hareketlerle ifade edebilmeyi… Ancak mecburum bu sahneyi sadece kelimelere dökmeye…
Gazeteden çıktım, 15-20 metre gittim gitmedim… Bir otomobil durdu ve camı açılarak, içerisindeki bayan selam verdi… Gözlerinde de oldukça geniş, yani yüzünün neredeyse yarısını kaplayacak güneş gözlüğü vardı… O kadar samimi tebessümü ve hareketleri vardı ki, mesafemiz 2 metre olmasına rağmen hem trafikteki gürültüden onu tanıyamadığımı ifade ediyor, bir taraftan da el kol hareketlerine cevap veriyordum… Bu arada tebessümlerimi de eksik etmedim! Yaklaşık 5 dakika, tanımaya çalıştığım ancak bir türlü gözündeki güneş gözlüklerinden kim olduğunu çıkaramadığım bu bayanla el kol hareketiyle konuşmaya çalıştım…
Tam içimden geçiriyordum; ‘bu kadar samimi konuşuyor, otomobilin yanına gidip, kendisini çıkaramadığımı söyleyeyim’ demeyi, el hareketimi o kadar geniş kullanmışım ki, arkamda yani yanı başımda duran bir beyin varlığını hissettim… Bir de bakayım ki, hemen yanı başımda duran bu bey, benim 5 dakikadır el-kol hareketi yapıp arada da tebessüm ettiğim bayanla aynı şeyleri yapıyor!.. Şöyle bir etrafıma baktım… Gördüm ki, bizi izleyen bayağı kalabalık bir topluluk var… Hiç bozuntuya vermeden yoluma devam ettim… O gün sıcaklık 38 dereceyi gösteriyordu… Sanırım güneş başıma geçti… Gölgeli günler dileğiyle, esen kalın ama benim gibi güneşli havada çok gezip, salaklıklar yapmayın ve dumur olmayın!..

İNSAN HAYATI BU KADAR UCUZ MU?..

Aslında uzun süredir değinmek istediğim bir konuydu ama mazot, benzin, kısıtlama derken, bir de ben vurmayayım dedim yolcu taşımacılığı yapan esnafa…
Ancak son dönemde yaşanan ve özellikle de Keşanlı vatandaşımın hayatını kaybettiği trafik kazaları nedeniyle, konuyu gündeme taşımam farz oldu…
Kendim de bizzat şahit oldum bundan 2 ay önce sık sık yaptığım Edirne yolculuklarında ‘doblo’ denilen araçların hız ve dikkatsizliklerine… Yolcu doldurma uğruna çevrilen entrikalara… Polismiş, maliyeymiş, vız geliyor onlara!.. Hepsinin yerlerini ezberlemişler… Hatta birbirleriyle haberleşmeleri de hiç bitmiyor yol boyunca… Tabii ki hal böyle olunca, yolcuların da canı boğazında gidiyor, kelle koltukta oluyor yol boyunca…
Durulmayacak noktalarda duruluyor, sollama yapılmayacak yerde sollamalar yapılıyor, ara ara ralli yarışları sergileniyor.
Benim bildiğim transit taşımacılık yapması gereken bu araçlar (yani Keşan-Edirne arası taşımacılık yapıyorsa; Keşan’dan hareket ettiğinde sadece Uzunköprü’de indi-bindi yapacak ve Edirne’ye devam edecek), canları ve keyifleri nerede isterse orada yolcu da alıyor, yolcu da indiriyor… İndi-bindilerden kaybettiği zamanı da hızdan kazanıyor!.. Bas gaza basabildiğin kadar… Araçlarda takometre var mı? Yok… Neden yok? Bilmiyorum… Diyelim şikayet ettim ve aracın çok hızlı gittiği yönünde ihbarda bulundum… Hani kanıt? Yine yok… Polisi gördüğü yerde kesecek hızı, kurtaracak paçayı…
Bu yanlış işleyişin önüne nasıl geçilir bilmem ama birkaç ay içinde 4-5
Keşanlı vatandaşımın hayatına mal olan bu taşımacılık hizmetinde mutlaka tedbirler alınmalı… İnsan hayatının bu kadar ucuz olmadığını düşünüyor ve ilgililerin duyarlı davranarak, önlem almaları yönünde harekete geçmesini umuyorum…
Hepimiz can taşıyoruz, hepimizin bu araçlara bir gün ihtiyacı olabilir ve hayatımızı kaybedebiliriz… Giden canlar geri gelmez ama yapılan yanlışların önüne geçilebilir… Saygılarımla…

19 Haziran 2012 Salı

ŞİMDİKİLER 12’SİNDE MANİTA YAPIYOR!..

Yazıma nereden ve nasıl giriş yapacağıma karar vermekte zorlandım bu kez. Hani ‘pat’ diye içimden bir şey söylemek geçti ama yine de önce gözlemlerimi aktarıp, sonra konuya girmeyi uygun gördüm…
Bu sefer ne mülki amire, ne yerel yöneticiye, ne emniyete, ne de başka bir yetkiliye sesleniyorum… Bu sefer seslenişim; ailelere, anne-babalara… Özellikle de bir gecede yaşanan 3 intihar girişiminden sonra…
Evet Keşan’da aslında hemen hemen her gece yaşanan ancak çok şükür ki ölümle sonuçlanmadığı için, yer vermediğimiz intihar teşebbüsleri…
1 genç kız düşünün, 21 yaşında intihara teşebbüs ediyor… 291 promil alkollü çıkıyor ve onlarca ilaç içtiği belirleniyor…
Buna benzer birçok vakalarla karşı karşıya kalıyor, bilgisine ulaşıyor ancak gazetemizde konu etmiyoruz...
Yine yaşı tutmayıp, sürücü belgesi olmadığı halde ebeveynlerinin araçlarını alarak, trafiğe çıkan birçok genç…
Yine 15-20 yaş arası kız-erkek çocuklarının gecenin ilerleyen saatlerinde sokaklarda bulunmaları…
Burada bir anne olarak ben de dahil olmak üzere bütün sorumluluk ebeveynlerde… Bizler çocuklarımıza sahip çıkmazsak, onları kontrol altına almazsak; Kaymakam ne yapsın, Belediye Başkanı ne yapsın, polis ne yapsın… Bizim sorumluluğumuz altında olan çocuklara ancak suç işledikleri takdirde ilgili birimler kesilecek ceza neyse keser, gerisi de onları ilgilendirmez…
Köşe yazılarımı takip edenler hatırlayacaklardır, ‘Katık etme kızanım ye ekmeksiz ekmeksiz!’ başlıklı bir köşe yazısı yazmıştım aylar önce…
Ve bu köşe yazımda; şimdiki neslin çocuklarının, anne-baba, anneanne, babaanne ve dedeleri tarafından katıksız doyurulduğuna; bizim ve bizden önceki zamanda ise ebeveynlerimiz tarafından katık etmemiz için uyarıda bulunulduğuna değinmiştim… Aslında o köşe yazımda katıksız yemenin sakıncaları konusunda eksik bilgi vermişim… Son zamanlardaki gözlemlerim, katıksız büyüyen çocuklardaki gelişim!..
Katık ederek yiyen çocukların gelişimleri de geç olurdu… Sağlık yönünden sıkıntı yoktu ama yavaş gelişirlerdi… Ancak 18’inden sonra serpilmeye başlarlar, ergenlik yaşı ile uyumlu gelişirlerdi…
Zamane çocukları öyle mi peki? Tabii ki hayır… Çocuk 12 yaşında ama ebeveyni tarafından öyle bir katıksız beslenmiş ki, sanırsınız 17-18 yaşında… Bir de buna televizyon dizilerinde gördükleri karakterleri örnek almaları eklenince, dikkat çekmemesi mümkün değil…
Katık eden çocuklar, 16 yaşına kadar kağıttan şebnem bebek, saklambaç, körebe oynarken, şimdikiler 12’sinde manita yapıyorlar!.. 15’ine gelmeden alkol ve sigarayla tanışıyor, 16’sında da direksiyon başına geçiyorlar… Peki bütün bunlara müsaade eden kimler oluyor? Tabii ki biz ebeveynler…
Şöyle bir akşamları turlayın Keşan’ın uç noktalarında… Mehmet Gemici Cennet Bahçesi civarı, Keşan Anadolu Yusuf Çapraz Lisesi civarı, Keşan Orman Fidanlığı civarı, Bağ-Kur evleri civarı ve tabii ki yaz sezonunun gelmesiyle beraber sahiller… Ve yine çoğunluğunun yaşları 14-20 arasında olan çocuk ve gençler… Ellerinde bira şişeleri ve sigaralar… Bu gençlerin sayısı her geçen gün artıyor ve sonunda ise hemen hemen her gün yaşanan intihar teşebbüsleri ile karşı karşıya kalınıyor…
Ebeveynlerin çocuklarına sahip çıkması, takip etmesi ve bir yere kadar güvenmesi dileğiyle… Yanarsak biz yanarız, gerisi yalan yanar…

18 Haziran 2012 Pazartesi

22 PLAKALI ARAÇLAR KÖÇEK OLMUŞ!..

Trakyalı ve Keşan denilince akla ilk gelen Roman vatandaşlar ve kendilerine özgü oyunlarıdır… Kendilerine özgü derken; hani o ayaklarını sekerek öyle bir kıvırtırlar ki, çoğu kişi ne kadar aynı hareketi yapmayı denese de Roman vatandaşlarım kadar başarılı olamaz… Ayak sektirerek oynama ve Roman vatandaşı özleşmiştir adeta…
Tabii ki köşe yazımın esas konusu Roman vatandaşım ve oyun stili değil… Uzun süredir vatandaşımın şikayetçi olduğu, Keşan’ın cadde ve sokaklarındaki çukurlar… Yaklaşık 1 haftadır, cadde ve sokaklarda, vatandaşımın da yönlendirmesiyle ne kadar çukur gördüysem görüntüledim… Hatta bugünkü gazetemizde de vatandaşımın şikayetine yer verdik… Hazır haberi çıkmışken, ben de köşemde konu etmek istedim, birbiriyle bütünleşmesi açısından…
Bundan 3 gece önce… İsmail Saraç Caddesi’nde neredeyse park etmiş araç yok… Belki 2 tane var ama yok denecek kadar az sayılır… Hükümet Konağı önünden İsmail Saraç Caddesi’ne seyir halindeyim… 2. viteste gidiyor, aynı zamanda sakin sakin etrafı gözlemliyorum… Önümde aynı sakinlikte seyir halinde olan bir araç daha var… Birden ne göreyim, araç oradan oraya kıvrılıyor… 155 Polis İmdat Hattı’na haber verip, ‘alkollü sürücü her an tehlike saçabilir’ ihbarı yapmayı düşünüyordum ki, kıvırma yaptığı yerlerde çukurların olduğunu fark ettim… Buna rağmen aracı bir süre takip ettim… Çukur yokken düz, ancak çukur olduğu yerde kıvırmalar devam etti… Şeytan yine aklımı çeldi ve vatandaşımın daha önce bilgi verdiği tüm çukur olan cadde ve sokaklara gidip, aracımı park ederek, geçen araçları gözlemledim… Muhteşemdi!.. Hani hep insanları seyrederiz kıvırtırken, oynarken, göbek atarken… Ama ben bu sefer araçların kıvırtmasını, göbek atmasını, hoplamasını seyrettim…
Kendi kendime iç geçirdim daha sonra… Bizim yolların çukurlarının kapanacağından ümidi kesen araç sürücüleri, çareyi araçlarına kıvırtmayı öğretmekte bulmuş…
Demokraside çareler tükenmemiş ve 22 plakalı araçlar köçek olmuş!..



17 Haziran 2012 Pazar

ARIZA ASANSÖRDE DEĞİLSE NEREDE!..

Keşan Hükümet Konağı’nda bulunan asansör… Bulunan ancak çalıştığına bir türlü rast gelemediğimiz asansör… Ne zaman Hükümet Konağı’na gitsem, asansöre doğru yönelsem, ‘ARIZALI’ ibaresinin asıldığı A4 kağıdıyla karşı karşıya kaldığım asansör…
Çoğu zaman, Hükümet Konağı bahçesindeki banklarda oturan vatandaşımın dert yandığı ve benim de ‘yazmaktan bıktık’ dediğim arızalı asansör…
Giriş katını saymazsak, 4 katın yoğun bir şekilde hizmet verdiği ve engellisinden yaşlısına günde yüzlerce kişinin giriş-çıkış yaptığı kamu binasındaki arızalı asansör…
Vatandaşımın arkamdan seslenip, ‘şu arızalı asansörü de bir gündeme getirin, bıktık usandık’ dediği asansör…
Hele hele havaların ısınmasıyla beraber, 4 katı çıkıp inen, ter içinde kalan, nefes almakta güçlük çeken, vatandaşımı çileden çıkaran arızalı asansör…
Ve her ne hikmetse bir türlü randımanlı çalışması sağlanamayan asansör…
Asansör tamircilerinin suyu mu çıktı… Keşan’da asansör tamirciliği yapan mı yok…
Yaklaşık 1 yıldır şu asansörün 4 gün randımanlı çalıştığına şahitlik edemedik. 2 gün çalışırsa, 3. gün arızalı olan ve aylarca kapısında asılı ‘ARIZALI’ ibaresi yazılı A4 kağıdı bulunan asansör…
Anladık arıza var ama bu arıza nerede? Yapılması mümkün mü yoksa değil mi?
Devlette para yok ve asansörün arızası bu nedenle giderilemiyor ya da yenisi yaptırılamıyorsa, benden size tavsiye ‘kermes’ yapın… Adına da ‘Hükümet Konağı’ndaki asansör yararına’ deyin…
Bu olmadı asansör kapısı girişine bir yardım kutusu koyun ve üzerine ‘asansör tamiri için bağış kutusu’ yazın…
Bu da olmazsa ‘arıza asansörde değil, bizde!’ deyin de vatandaş da arızanın gerçek sebebini bilsin...

15 Haziran 2012 Cuma

GİZLİ OPERASYONDA BİR DAVUL-ZURNA EKSİKTİ!..

14 Haziran 2012 Perşembe günü, Edirne Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) ile Keşan İlçe Emniyet Müdürlüğü ekiplerince ortaklaşa uyuşturucu operasyonu düzenlendi.
Bu operasyon da Yenimescit Mahallesi, Mustafa Kemal Paşa Mahallesi ve Yeni Mahalle’de ikamet eden ve yaklaşık 6 aydır takip altında olan kişilere yönelikti…
Buraya kadar her şey normaldi… Ancak ya bundan sonrası… Başkalarına ve operasyonu yürütenlere yine normal gelebilir ama bana anormal geldi… En başta da gayet aşikar olan operasyonun gizli operasyon olarak nitelendirilmesi!..
Operasyon sabahı saat 05.00 itibarı ile telefonum çalmaya başladı… ‘Neşe Hanım, hayır olsun bir olay mı var? Emniyet’in önü polisten geçilmiyor’ denildi… Yine başka bir vatandaşım da ‘Abla, ne oldu be? Emniyet polis kaynıyor’ diye beni haberdar etti… Ve yine bir vatandaşım; ‘Neşe Hanım, Emniyet’te düğün mü var yoksa Emniyet mi yanıyor?’ dedi… Art arda gelen telefonlar nedeniyle de ben, yatağımdan kalkıp, soluğu Emniyet’in önünde aldım… Emniyet’in önüne vardığımda saat 05.30’du… Evimden Emniyet’e kadar olan mesafede ne kadar kahvehane varsa doluydu ve çayını yudumlayan vatandaşım aynı zamanda gazetesini okuyordu… Caddelerde 5-10 kişi olsa da hareketlilik başlamıştı… Pazarcı esnafı yolunu almış, bazı dükkan sahipleri güne başlamanın hazırlığındaydı… Anlayacağınız ‘gizli operasyonu!’ rahat rahat gözlemleyecek birçok kişi sokaklardaydı…
Ve benim gibi diğer gazeteci arkadaşlara da bilgi ulaştırılmıştı ki; saat 06.10’da düğmeye basılan operasyon adım adım takip edildi… Operasyon başlangıcından bitimine kadar hiç kimse gelip de ‘bu gizli bir operasyon, görüntü alamazsınız’ demedi… Zaten görüntüyü aldığımız yerler, gazetede yer vermesek de açık ve görüntü almada sakınca olmayan alanlardı… Yine görüntü aldığımız alanlar ‘koruma altına alınmayan ve serbest’ alanlardı…
Ancak operasyon bitti, diğer benzer olaylarda olduğu gibi bilgi almak üzere kimin kapısını çaldıysak, ‘gizli operasyon, bilgi veremeyiz!’ denildi… İşte burada film koptu… Denilseydi ki; ‘operasyon yaptık ama fiyasko çıktı, haberlik bir durum yok!’ anlardım… Denilseydi ki; ‘kenevirler daha hasat edilmemiş, birkaç ay sonra yapsaydık sonuca ulaşırdık!’ anlardım… Yine denilseydi ki; ‘arkadaşlar operasyonda istediğimiz amaca ulaşamadık, basına yansıtılacak bir konu mevzubahis değil’ çok daha iyi anlayıp, uykumuzdan çaldığımız 4 saati feda edip, ‘kısmet değilmiş, bize buradan ekmek çıkmadı’ deyip, bahtımıza küserdik…
Ancak durum böyle olunca da bana yine söyleyecek birkaç kelime çıktı: Gizli operasyonu, yaz mevsimi ve sabahın saat 05.00’inde Emniyet’in önüne 100 tane polisi yığarak yaparsanız, bu operasyonu sağır sultan bile duyar… Her şeyiniz tamdı, eksik olan sadece davul-zurnaydı!..
Bundan sonra yapılacak gizli operasyonlarda ‘gizliliğin’ ön plana alınmasını tavsiye eder; eğer ülkemdeki bütün gizli operasyonlar böyle yürütülüyorsa da vay ülkemin haline derim…

TOKİ KONUTLARININ KEŞANLILARA YAR EDİLMEYECEĞİ BELLİYDİ

Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) tarafından Keşan Yeni Mahalle’de yapımı sürdürülen toplam 504 konut için başvuran 217 kişi, konut seçimine başladı.
Konut seçimi ama öyle daireleri gezerek falan değil, sadece kağıt üzerinde bir seçim… Asmışlar şantiyenin köşesine dairelerin krokisini, beğen beğendiğini… Vatandaşım da ister istemez yapıyor tercihini…
Geriye kalan 287 konuta ise ülkemin acaba hangi vatandaşı yerleştirilecek belli mi… Tabii ki belli… Türk vatandaşı, Müslüman ama aynı zamanda AK Parti’li…
Hani verilen beyanatlara ne oldu… AK Parti Edirne Milletvekili Dr. Mehmet Müezzinoğlu, başvuruda aranan şartlarla ilgili çalışma yapılacağını belirtmişti… Ancak Müezzinoğlu’nun bu beyanatının ardından, kendisine ulaşmak mümkün olmadı…
Sevgili Keşanlılar… TOKİ konutlarının akıbeti en başından bu yana belliydi… Gerek başvuruların alınmasında yaşatılan gecikme, gerekse başvuru kabulünde istenilen şartlar, TOKİ konutlarının Keşanlılara yar edilmeyeceğine işaretti… Ve edilmedi de…
Ancak bu kadarla da yetinilmedi… Şimdi de Hastane Caddesi’nin en göbeğindeki yere göz dikildi… Yıkacaklar canım hastanemizi, yapacaklar yerine gökdelenleri… Ve oraya da yerleştirecekler ülkemin AK Parti’lilerini… Niyet belli…
Ne diyeyim… Hâlâ Keşan Devlet Hastanesinin yıkılmasına ses çıkarmaz ve her şeyde olduğu gibi buna razı olursanız, gelecekteki kaderinizi de kendi ellerinizle hazırlarsınız… Kalın sağlıcakla…

14 Haziran 2012 Perşembe

DAYAK YİYEN KADIN NE YAPACAK?

Vatandaşımın sıkıntıları bitmiyor… Biri giderilse, diğerine çözüm arıyor… Hoş; ortada somut olarak giderilen bir sıkıntı da henüz yok ama gündeme bile gelse vatandaşım bir nebze rahatlıyor… Birkaç gün basın yer veriyor, birkaç kişi düşüncelerini paylaşıp destekliyor… Yetkililer çok gaza gelirse(!) çözüm üretiyormuş gibi görünüyor…
Dün yine bir beyefendi yolumu kesti ve ‘dayak yiyen kadın ne yapacak?’ diye sorgulamamı istedi…
Açıkçası ilk anda ne demek istediğini algılayamadım… Çünkü en başta bunu soran bir erkekti… Hadi bir kadın yolumu kesse ve ‘dayak yiyen kadının hali nice olacak?’ dese, biraz biraz kafamda bir şeyler şekillenir ve yorumda bulunurdum ama karşımdaki erkek olunca birden dank etmedi…
Tabii ki sohbet ilerleyince beyefendinin derdini kafamda şekillendirdim… Meğer bıkmış artık her gece ağlayan bir kadın sesi duymaktan ve gürültüyle uykusundan uyanmaktan… Çoğu kez aile arasına girmenin tedirginliğini yaşasa da, kadının feryadına dayanamayıp bilgi vermiş 155 Polis İmdat Hattı’na… Tokat sesleri öyle bir kuvvetliymiş ki, uykusundan uyandırıyormuş her defasında…
Kısa süren sohbetimin sonunda mesajı almıştım… ‘Dayan yiyen kadın ne yapacak?’ sorusunun manasını da çıkarmıştım…
Diyelim kadın yedi sopayı, etti şikayetini… Karakola götürülüp, verdi ifadesini… Sonra, ya uzlaşı ya da kısa süreli tedbir…
Şiddet olaylarının sıkça yaşanmaya başlandığı Keşan’da; erkeklerin kaba kuvvetlerine güvenip dayak atmakla tatmin oldukları, kadınların ise yedikleri dayakların ardından sığınacak bir mekanları olmadığı için dayağa katlandıkları günlerin sona ermesi dileğiyle…
Çözüm mü? Çözüm tabii ki Keşan’da kısa sürede faaliyete geçirilmesi gereken Kadın Sığınma Evi… Ancak basın çağrılıp, yeri işaret edilmeden, kamuoyuyla paylaşılmadan hizmete sokulacak bir ev!..

12 Haziran 2012 Salı

KADIN, FİTİL FİTİL ÇIKARIR!..

Geçenlerde çok uzun süredir fırsat bulamadığım bir ev gezmesine katıldım… Gitmemdeki gaye ‘maksat yeşillik olsun ve vakit geçsin’ hesabınaydı ama öyle çok keyif aldım ki, kalkmak istemedim (Trakyaca; kalkasım gelmediJ)…
Bu ev gezmesinde eşi vefat etmiş ancak hayat dolu bir teyze de vardı… Sohbeti öyle tatlıydı ki, can kulağıyla dinledim… Diğer arkadaşlar kahkahalara boğulurken, ben, bu tonton teyzenin yüzündeki gülümsemeden ziyade, bu gülümsemenin ardındaki acısını hissettim…
Taş çatlasın 65 yaşlarındaydı bu tonton teyze… Severek evlenmiş… Hem öyle büyük bir aşk yaşamışlar ki, ağabeyinin tüm itirazlarına rağmen dikmiş kafasını, Yusuf da Yusuf demiş… Kurmuşlar yuvalarını, art arda 3 çocuk sahibi olmuşlar… Yusuf memur olduğu için de bol bol memleket gezmişler… Ancak evliliklerinin üzerinden 15 yıl geçmiş geçmemiş, Yusuf’un aşkı bitmiş… Tonton teyze, her şeyi sezinlemesine ve aldatmalarına birçok kez gizli gizli tanıklık etmesine rağmen, görmezden gelmiş ve evliliğini evlatları hatırına yürütmüş… Ancak yürütürken de ‘bir gün bunları senden fitil fitil çıkaracağım’ diye iç geçirmiş…
Çocuklar büyümüş, evlenmiş ve tonton teyze ile Yusuf Amca baş başa kalmışlar… Gel zaman git zaman, bizim Yusuf Amca yatağa düşmüş, tonton teyzenin şefkat ve bakımına ihtiyaç duymuş…
O güne kadar Yusuf Amca tarafından aldatıldığını bildiğini bir kez bile dillendirmeyen tonton teyzenin o günden itibaren dili çözülmüş…
- Yusuf Amca ilacını istemiş, tonton teyze cevap vermiş: Esra şimdi getiriyor ilacını!.. Yusufçuğum (Yusuf Amca tonton teyzeyi zamanında Esra adında bir bayanla aldatmış ve ‘Şimdi eşime Necati aradı, acil bana ihtiyacı varmış deyip geleceğim Esracığım…’  dediğine şahit olmuş.)
- Yusuf Amca tuvalete gitmek için yardım istemiş, tonton teyze cevap vermiş: Arabayı tamir etti Hatice şimdi geliyor seni tuvalete götürmeye!.. Yusufçuğum(Yusuf amca tonton teyzeyi zamanında Hatice adında bir bayanla aldatmış ve ‘Araba bozuldu dedim inandı hiç şüphelenmedi, sorun yok Hatice, yarın yine görüşürüz, öptüm…’ dediğine şahit olmuş.)
- Yusuf Amca, tonton teyzeden sıcak bir çorba istemiş, tonton teyze cevap vermiş: Gülümser’in böreklerini mi benim çorbayı mı tercih edersin!.. Yusufçuğum(Yusuf amca tonton teyzeyi zamanında Gülümser adında bir bayanla aldatmış ve ‘Börek enfesti Gülümser ama senin kadar tatlı değildi. Haftaya Pazar yine piknik yapalım seninle…’ dediğine şahit olmuş.)
- Yusuf Amca, üstünü örtmesi için yardım istemiş, tonton teyze cevap vermiş: Sana şimdi Ayşe’yi gönderiyorum, örtüye gerek yok, Ayşe ısıtır seni!.. Yusufçuğum (Yusuf amca tonton teyzeyi zamanında Ayşe adında bir bayanla aldatmış ve ‘Ayşe öyle sıcaktın ki, havanın ne kadar soğuk olduğunu eve gelince anladım…’ dediğine şahit olmuş.)
Ve Yusuf Amca, kendisini odanın içinde gezdirip, şöyle dünya gözüyle son bir kez pencereden dışarıyı izlemek istediğini söyleyip, tonton teyzeden yardım istemiş…
O anda tonton teyze, salondaki vitrinin gözünden aile albümünü çıkarıp, içerisinden 3 evladının yer aldığı fotoğrafı eline alarak, gözünden süzülen yaşlarla Yusuf Amca’ya şunları söylemiş: “Hatırlar mısın Yusuf, sonbahar akşamıydı. Söz vermiştin o akşam çocuklarımızla parka gidecek, dondurma yiyecektik. Saatlerce kapı önünde bekledi çocuklar seni. Sonra biri koridorda, biri televizyon karşısında, biri de kucağımda uyuya kaldı… İçeri girdin ve her zaman olduğu gibi yine bize yalan söyledin… Güya arkadaşının annesi hastalanmış, birlikte doktora götürmüştünüz onu. Arabası yoktu arkadaşının ve senden başka yardımına koşacak arkadaşı… Hiçbir zaman beceremediğin yalan söylemeyi yine becerememiştin… Ve ben her zaman inanmış gibi görünsem de yine kanmamıştım… Zaten yatak odasında çıkardığın tişörtündeki ruj izi ve üzerine dökülen uzun sarı saçlar bunun kanıtıydı…”
Tonton teyze vefat eden eşi Yusuf Amca’nın 10 yıl boyunca bu ve benzer olayları yaşayarak, kendisini aldattığına hep şahitlik etmiş, kısa dönemlik aşk maceralarının sona erdiğini hissettiği anda bile hiç dillendirmemiş… Tonton teyze, Yusuf Amca yatağa düşüp, kendisine muhtaç olduğuna ve kendisinden başka şansı bulunmadığına emin olduğu anda, geçmişte yaşadığı aldatmaları tek tek Yusuf Amca’nın yüzüne vurmuş… Yusuf Amca öyle mahcup bir şekilde hayata veda etmiş ki, tonton teyzeden helallik bile isteyememiş… Anlayacağınız; kadın kısmından korkun… Hisseder, salağa yatar… Sezer, canı istediği zaman söyler… Görür, zamanını bekler… İçine atar ama gün gelir fitil fitil de çıkarır!..

11 Haziran 2012 Pazartesi

BAKALIM NE KADAR UYGULAYACAKSINIZ…

Keşan’da yapılan konvoy ve sokak düğünleri bugüne kadar birçok kişi tarafından eleştirildi ve duyulan rahatsızlıklar dile getirildi. Her yıl, havaların iyileşmesi ile birlikte artan sokak düğünleri öncesinde, vatandaş serzenişte bulundu, basın yazdı, ben de köşe yazılarımda vurgulamaya çalıştım.
Son olarak Keşan Devlet Hastanesine yaklaşık 50 metre mesafede yapılan düğün ve beraberinde gelen eleştiriler, yetkilileri harekete geçirdi… Dün, alınan kararlar basınla paylaşıldı ve bugünkü gazetelerde yer verildi…
Şimdi bana deseniz ki ‘bu kurallara uyulacağına inanıyor musun ya da yaptırım uygulanacağını aklın kesiyor mu?’ diye; cevabım, ‘kısmen’… Ve sonrasında yine aynı hamam aynı tas!..
Çünkü bizim Keşan’da kodamanlar var… Elin garibine giderler… Düğününü vakti saati geldiğinde kestirirler… Ama işin içinde bir para babası varsa ve düğün onun ya da yakınınınsa, hemen bir telefonla işi çözerler!.. Haklı olarak da buna şahitlik eden gariban vatandaşım sesini basın yoluyla duyurur, ondan sonra ortalık karışır ve kural buharlaşır…
Tabii ki yine olan, düğünlerin etrafında evi barkı bulunup da bu eziyete katlanmak zorunda kalan vatandaşıma olur…
O nedenle; basın yoluyla yapılan duyurudaki kuralların yerine getirilmesi, getirilmediği takdirde vatandaşım arasında ayrım gözetmeden cezai işlem uygulanarak verilen rahatsızlığın ortadan kaldırılmasını temenni ediyor; herhangi bir ‘ayrım’, ‘kayırma’, ‘göz yumma’ gibi bir olaya tanıklık edersem, bunu tüm kamuoyuna ‘kararlar havada kaldı’ başlığıyla duyuracağımı belirtmek istiyorum…
Keşanlıların, havaların ısınması ile birlikte rahat bir nefes alıp serinlik hissetmek adına açtıkları pencerelerinden gelecek gürültü kirliliği ile psikolojilerinin bozulmaması için; kararların uygulanmasını ve düşüncemde haksız çıkmayı da diliyorum…

10 Haziran 2012 Pazar

ESKİ HASTANE… BİZ YİYEMEDİK SEN DOYA DOYA YE!..

Keşan’a yapılacak olan 150 yatak kapasiteli Devlet Hastanesinin yeri konusundaki tartışmalar uzun süre devam etti… Sonunda, hoca fetvayı verdi… Yeni hastanenin yapılacağı yer, Destek Kıtaları Kavşağı yakınındaki alan olarak belirlendi… Sözde bu kararı da Keşan kamuoyu verdi… Yalan… Hem de kocaman bir yalan… Keşan’da yaşayan bir vatandaş olarak ben, en başından beri bu alana hastane yapılmasını uygun görmedim… Hatta yeni hastane yapılmasına dahi gerek olmadığını söyledim… ‘Bize hastane değil; doktor lazım’ dedim… Ve benim gibi birçok vatandaşın da aynı düşüncede olduğunu gözlemledim… Ancak İktidar Partisi yetkilileri, Keşan’daki icraatları konusunda her zaman olduğu gibi bunda da çuvalladı… Çuvallaması çok normal çünkü her şeyden önce İlçe Teşkilatı’nda sağlam bir dikiş tutturulamadı… Dikti-söktü, söktü-dikti, sonunda yırtılınca yamamak zorunda kaldı!.. Hal böyle olunca, yeni hastane yeri için tespit edilen alanın kararının da Keşan kamuoyunun görüşüne göre verildiği söylendi… Keşan kamuoyunun, böyle bir karar vermesi için aklını kaybetmiş olması lazım… Neden mi?
1)     Mevcut Keşan Devlet Hastanesinin yatak kapasitesi yeni yapılacaktan daha fazla…
2)     Mevcut Keşan Devlet Hastanesinin ek binası 2005 yılında hizmete girdi…
3)     Mevcut Keşan Devlet Hastanesinin birçok bölümü yenilendi, milyonlarca TL masraf yapıldı ve bu para hepimizin cebinden farkında olmadan(!) çıktı…
4)     Her şeyden önce de yenilenen bölümler ve hastane içindeki hemen hemen bütün odalar Keşanlı hayırsever vatandaşların katkılarıyla düzenlendi… Yakınlarının, sevdiklerinin anısını yaşatabilmek adına…
Tabii ki bunlar sadece gözle görülen somut nedenler… Bunun dışında Keşan ekonomisine etkisi ise her şeyin üzerinde… Hastane etrafında bakkalından kahvehanesine, marketinden pastanesine, konfeksiyonundan lokantasına hepsi nasibini alıyor… Etrafını geçin, hele hele 700-800 metre ilerisindeki çarşı esnafı… Eczacıları da geçin… Onlar zaten kısmetini otomatikman alıyor… Alsınlar da zaten… Bizim eczacılarımızın cebine giren para, yine Keşan piyasasında dönüyor… Ama eczacılar dışındaki diğer esnaf… Şehir dışından Devlet Hastanesine gelip de şöyle çarşıda kısa süreliğine bile olsa turlayan bir hasta yakınını düşünün… Bir mobilyacının önünden geçse, almasa ama gözü takılsa, gittiği farklı bir ortamda anlatsa, bunun hemen olmasa da bir süre sonra geri dönüşü olur…
Hadi esnafı da geçtik, ekonomiyi de sildik… Gerçekten bizim yeni bir hastaneye ihtiyacımız olduğuna inanan var mı? Bizim hastanemiz dolup taşıyor da hastalar sokaklarda mı yatıyor? Çadırda mı tedavi ediliyor?
Saygıdeğer Keşanlılar; bizim hastalarımızın sadece bol bol nakli yapılıyor… Ancak yatak kapasitesi olmadığından değil, teknik donanım ve yeterli doktor bulunmadığından bu nakiller gerçekleşiyor…
Peki doktor ataması yapılsa, gelen doktorları mevcut hastanemizdeki doktorlar odasına mı sığdıramayacağız? Ya da gelen doktorlara Keşan’da yaşama imkanı mı veremeyeceğiz? Onları barındıracak yer mi bulamayacağız? Yine tam kapasiteli ve her şeye cevap verecek teknik donanım sağlansa hastanede koyacak yer mi hazırlanamayacak? Ve yine mevcut hastane aşağı taşınırsa Keşan’ın göbeğindeki en gözde alan kimlere peşkeş çekilecek… Keşan’ın göbeğine dikilecek apartmanlarda kimler saltanat sürecek… ‘Eski hastane; biz yiyemedik sen doya doya ye…’ diye kimlere denilecek…
Aklımızı başımıza alalım… Şu yeni hastanenin temeli atılmadan yanlıştan cayalım… Temel atılsın ama 150 yatak kapasiteli hastane için değil; acil trafik istasyonu için atılsın… Bize acilen bu gerekli… Ve bunun da hastaneden bağımsız hizmet etmesi önemli… Dört yol kavşağında bulunan, batıya açılan kapı olan, İstanbul’u İzmir’e bağlayan Keşan’ımızda acilen bu gerekli… Ve bölgede yaşanan kazalar ve acil vakalar ‘acil trafik istasyonunda’ çözülmeli… Trafik kazasından gelen acil bir vakaya sağlıklı müdahale edilmeli, hastane ile bağlantısı kesilmeli… Hem trafik açısından, hem hastanelerin acil servislerinde yaşanan yoğunluk açısından bu gibi durumlarda en güzel müdahale yeri, tam teknik donanımlı acil trafik istasyonları…
Keşan’da dikti-söktü ile yürüyen ve en sonunda yapılan yamayla ayakta tutulmaya çalışan iktidar yetkilileri… TOKİ konutlarında çuvalladınız… Hiç olmazsa geç olmadan bu konuda adım atın da Keşanlılara bir hayır yapın… Yoksa bunun vebalini nasıl taşıyacaksınız…
Not: 8 Haziran Cuma akşamı Anadolu Sağlık Meslek Lisesi bahçesinde ve aynı zamanda Keşan Devlet Hastanesine 50 metre mesafede yapılan düğün, Keşan’da hasta ve yakınlarına verilen değeri de bir nebze olsun ortaya koydu… Hastane bahçesinde düğün yapılmasına izin veren bir zihniyetten bize ne kadar fayda gelir, bunu da kamuoyunun takdirine bırakıyorum…

9 Haziran 2012 Cumartesi

ADAM GİBİ İÇMESİNİ BİLENLER ‘KADIN’ DEĞİL; ‘MEZE’Yİ TERCİH EDİYOR…

Zaman zaman dile getirdim Keşan’ın içkili eğlence yerlerini ve bu konuda hem kendimin hem de vatandaşımın düşüncelerini… Birkaç gündür yine bu eğlence mekanlarına yenilerinin eklenmek üzere olduğunu söylüyor vatandaşım ve ‘dur’ denilmesini istiyor…
Sakın ha… Bundan rahatsız olanların kadınlar olduğunu düşünmeyin… Rahatsız olan erkekler ve yine alkolü de tüketenler… Ancak ‘adam’ gibi içmesini bilenler… Alkolün yanında ‘meze’ tercih edip; ‘kadın’ istemeyenler… Alkol ve kadının aynı masada olduğunda, verdiği tehlikeyi görenler… İflaslara şahitlik edenler… Çok canların yandığına tanık olanlar… Bir köylünün 12.500 TL’yi 3 gecede alkol masasında tüketip, derbederliğini seyredenler… Hatta bu köylünün mekan sahibinden önce kapıya dikilip, açılmasını bekleyerek, öğlene kadar 4.500 TL’yi ‘bilezik takma’ usulü yok edişini görenler… Hem de koyunlarını satıp, cebine koyduğu 12.500 TL’yi… Ve yine yerin bilmem kaç metre altında hayati tehlikeyle her dakika karşı karşıya kalarak çalışan ancak cebine koyduğu maaşını bir gecede yol parası dahi ayırmadan tüketen ve sabaha karşı iş yerine tabanlara kuvvet giden işçilere şahitlik edenler… Bu ve benzeri davranışlar sergileyen kişileri üzülerek izleyenler…
Ancak vatandaşım yine bu iş yerlerinin açılmasına izin verenleri ve zemin hazırlayanları kınıyor… Ve hazırlamaya devam edenleri…
Bir telaş olduğunu söylüyor vatandaşım Efes yoluna yakın bir alanda… ‘Pavyon’ açma hazırlığı olduğunu söyleyip, ‘sanki mevcutlar yetmiyor!..’ diyor… Keşan’dan geçenlere de illaki ‘ışıklı pavyon tabelasını’ gösterip, ‘sonunda tescilimiz bu olacak’ diye ekliyor…
İçkili mekanlar için Birlik Sanayi Sitesi gösterilirken, bu alanın da açılmasına çanak tutulmasını eleştiriyor… Buna birilerinin ‘dur’ demesi gerektiğine işaret ediyor… ‘Anlıyoruz talep var ki arzı doğuruyor amma o meret içmesini bilmeyenin midesine indimi göz bir şey görmüyor’ şeklinde konuşuyor…
Ve yine vatandaşım Keşan esnafının sessizliğine bozuluyor ve şunları söylüyor: “Esnaf ağlaşır siftahsız kepenk kapatmaktan, piyasanın durgunluğundan… Oysaki gecede milyarlar dönüyor 6-7 mekan arasında… Bu mekanlar ne kadar az olursa, onların da cebine birkaç kuruş girer aslında… Bizim esnaf uykudan uyanıp gözünü açsa, olaya da biraz geniş baksa, sessizliğini bozacak sonunda… Tabii ki iş işten geçmeden uykudan uyanırsa!”

5 Haziran 2012 Salı

AZRAİL BİLE RÜŞVET İSTEDİ!..

Yıl: 2011… Tarih: 6 Haziran Pazartesi… Yani geçen yıl bugün… Mesai arkadaşım Neslihan Koç ile birlikte habere gitmek üzere çıktığımız İpsala’nın Koyuntepe yolculuğunda, aracımız 2 takla atmış ve bu kaza sonucu aracımız pert olduğu halde, biz yara almadan kurtulmuştuk.

Kazanın şokunu henüz atatmadan aynı hafta içerisinde 9 Haziran 2011 Perşembe gününü 10 Haziran Cuma gününe bağlayan gece saat 02.00 sıralarında da evimin içinden yıldırım geçmiş ve elektrik prizinden çıkan alevin ardından odamın 3-4 metre ilerisideki ağaca düşmüştü…

Anlayacağınız Azrail beni 1 hafta içinde 2 kere yoklamış, ancak başarılı olamamıştı… Çünkü Azrail’le yıllar öncesine dayanan bir anlaşmamız vardı… Belki ‘yuttururum’ dedi ama bende de öyle kolay kolay yutacak göz yoktu!..

Aksine anlaşmasına uymayıp, beni 2 yıl öncesi yoklama yaptığı için dün oturup, anlaşmayı tazeledim!.. Türkiye’nin karanlığa gittiğini ve benim gibi aydın insanlara ihtiyaç olduğunu söyledim… Benim vade 2013 Haziran’da doluyor ama gel şunu ‘5 yıl senden 5 yıl benden 2023’e çıkaralım’ dedim… Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunun 100. yılını görmek istediğimi belirttim…

Bre gidinin Azrail’i benden ‘rüşvet’ istedi… ‘Vadeyi uzatırım ama İstanbul’a yapılacak 3. Boğaz Köprüsü’nün yakınındaki araziden 5 dönüm yer vereceksin’ dedi… ‘A be ben çulsuz bir gazeteciyim… Ne arar bende hem de 3. Boğaz Köprüsü’nün yanında arazi’ desem de… Azrail, Nuh dedi Peygamber demedi… ‘Sen hele veriyorum de, gerisine karışma’ diye ekledi… Ben de verdim gitti…

Azrail giderken kulağıma; ‘O 5 dönüm araziyi, Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkmaya çalışanlara tapulayacağım… Bundan sonra 29 Ekimler, 23 Nisanlar, 19 Mayıslar 3. Boğaz Köprüsü’nde kutlanacak… Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalışanlar bu coşku ve heyecanı kabirleri sızlaya sızlaya izleyecek’ diye fısıldadı… Ben de Azrail’e ‘feda olsun sana böyle rüşvet, 5 dönüm az, 10 dönüm veriyorum’ diye bağırdım…

Her şeyin Azrail’le yaptığım anlaşma gibi olması dileğiyle…

4 Haziran 2012 Pazartesi

BEN UYANDIM, TÜM TÜRKİYE’NİN DE UYANMASI DİLEĞİYLE…

Bu sefer köşe yazımın konusu: Neşe TOSUN yani ben…
Daha önce birkaç köşe yazımda AK Parti üyesi olduğumu belirtmiştim hatırlarsanız. Ancak üyeliğime, AK Parti Keşan İlçe Başkanlığına yazdığım 2 Haziran 2012 tarihli istifa dilekçesiyle son verdim.
Meşhurdur bilirsiniz, bizim meslekte olup da herhangi bir siyasi partiye kaydı olanlar, genelde basın yoluyla yaptıkları istifa duyurularında, ‘mesleğimde tarafsızlık ilkesi nedeniyle’ veya ‘taraf olmayı ortadan kaldırmak ve mesleğime zarar verdiği düşüncesiyle’ gibi ifadeler kullanırlar... Ancak benim için bu ve benzer ifadelerin hiçbiri geçerli değil… AK Parti üyesi olduğum zamanlar da dahil olmak üzere, gözlemlediğim tüm yanlış ve hatalarını bütün açık yürekliliğimle kamuoyuyla paylaştım… ‘AK Parti’liyim’ deyip de, hiçbir zaman AK Parti’yi kayırmadım…
O nedenle de istifa etme lüzumunu; mesleğime zarar verdiği ya da tarafsızlığımı engellediği düşüncesi ile görmedim…
İstifa etmemin tek ve gerçek nedeni; ülkeme yapılmak istenenleri gözlemlememdir…
Eğer ülkem bölünmek isteniyorsa, eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti yok edilmeye çalışılıyorsa, eğer milli değerlerimiz her geçen gün koyulan engellerle bitirilmeye gayret ediliyorsa, ben; Türk vatandaşı, Atatürkçü ve Müslüman biri olarak bu siyasi partinin mensubu olamam, aksine karşısında dururum… Her Türk vatandaşının yapması gereken gibi…
İstifamın özeti de yukarıda belirttiğim üzere mesleğime bir engel veya aksi bir durum ortaya koymasından veya benim kalemimi engellemesinden değil; sadece ve sadece geç de olsa uyanmamdan(!) dolayıdır…
Şunu da belirtmek isterim ki; Keşan’da doğan ve büyüyen, Keşan’ın ve Trakya’nın kültürüyle yoğrulmuş bir insan; AK Parti’li de olsa, memleketine zarar verecek noktada hareket etmez, milli değerlerini satmaz… Bunu da ifade etmemin sebebi, Keşanlı AK Parti’lilerden korkmamanız içindir… Yakındır onların da uykudan uyanması benim gibi…
O nedenle bırakın Keşan ve Edirne’de mücadeleyi, Türkiye genelinde nasıl karşı dururuz bunu düşünmeli…
Bırakın evlatlarınız işsiz kalsın, bir kışı soğukta geçirin kömüre muhtaç olmadan, kuru ekmek yiyin gıda yardımı almadan, ‘vatan için canımız sağ olsun’ deyip, yeşil karta muhtaç olmadan… Elbet Allah bir kapı açar evladınıza iş için; elbet bir komşunuz size destek verir soğukta kalmamanız ve bir tas çorba getirir aç kalmamanız için; elbet bir doktorumuzun kapısını çalsanız paranız olmasa da derman bulur hastalığınıza… Yeter ki kararlı olun ve ‘mücadele edeceğim’ deyin…
2014 yerel seçimlerinde; demokrasi, laiklik, hak, eşitlik, bağımsızlık ve özgürlükten yana bir iktidara kavuşmak; 29 Ekimleri, 23 Nisanları, 19 Mayısları yeniden çocuklarımızla, gençlerimizle, tüm halkımızla stadyumlarda, alanlarda büyük bir coşku ve heyecanla kutlamak dileğiyle… Uyan Türkiye geç olmadan…

3 Haziran 2012 Pazar

ERDOĞAN İŞİ BİLİYOR DA SİZ NEDEN BAKIYORSUNUZ!..

:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Demek ki Tayyip Erdoğan, AK Parti’yi iktidara taşırken, basınla ilgili de bir takım politikalar üretmişti… En etkili politikası da kendisi ve yandaşlarına ses çıkaranları susturmak; çıkarmayanları da yandaşı şirketler aracılığı ile desteklemek…
Erdoğan ve AK Parti Hükümetine karşı duran basın mensupları teker teker içeri alınırken, kendilerine müdafaa hakkı bile tanınmazken, Kamer Genç’in bu suçlamalarında ne kadar haklılık payı vardı…
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Köşe yazımın tam metni Önder gazetesinin yarınki (4 Haziran 2012 Pazartesi) sayısında...