29 Şubat 2012 Çarşamba

KATKI MADDESİ LAĞIM SULARI OLAN TARIMIMIZLA MI ÖN PLANA ÇIKACAĞIZ...

    4 Mart 2012 Pazar günü Edirne’nin 3 milletvekilinin izleyici olarak katılacağı geniş kapsamlı bir toplantı düzenlenecek. Toplantıda; Keşan, İpsala ve Enez’in sorunları ve istekleri dile getirilecek, bölgemizin milletvekillerinden, dertlerine çare olmaları istenilecek…
Biz basın mensupları da bu toplantıyı takip ederek, konuşulanları, önerileri, dertleri, sorunları not edip, haberleştireceğiz ve siz değerli okuyucularımıza aktaracağız… Kısaca toplantı anını kamuoyuna iletmede köprü görevi yapacağız… Mikrofonu elimize alıp, ‘Aman vekillerim benim de bir istirhamım var, derdime bir çare’ diyebilme gibi bir lüksümüz de yok, ‘şık’ da olmaz zaten… Herkes görevini ve haddini bilecek… Toplantının amacı ve paydaşları aylar öncesinden belirlendi ve biletler kesildi…
Ancak… Ben… Karaborsadan bilet alıp(!)… Toplantı öncesinden taleplerimi ileterek, saygıdeğer vekillerimize şikâyet ve çağrıda bulunacağım…
Şikâyetime de Edirne’mizin en kıdemli mülki amiri Sayın Valimiz Gökhan Sözer’den söz ederek başlayacağım… Son aldığımız duyumlara göre bu toplantıya Sayın Valimiz de iştirak edecekler... En azından davet gideceğini biliyorum... Geleceği yönünde ise tereddütüm aşikâr... Şikâyetime gelince; Sayın Valimiz bu ay içinde kendisine gelen istekleri kıramayarak Bahçeköy’e parke taşı alımı için ihale yapılması talimatını verdi... Kanalizasyon, su, yol, çamur ve çukur gibi sorunları bulunan, her fırsatta bunu dile getirip dertlerine çare olunmasını isteyen muhtarlar dururken, hatta çizme siparişi bile verilmişken(!), Sayın Valimiz bütün bu muhtarlarımızı küstürüp, gücendirirken; sadece Bahçeköy muhtarını onore etti... Ancak ben bu mükâfatı az buldum... Sayın Valimiz; Bahçeköy’e bir havaalanı inşa edilmesi için de ihale açtırın... Seferler de Bahçeköy-Rusya arası olsun(!)... Nasılsa muhtar, yılın büyük bir bölümünü bu ülkede geçiriyor... Parke taşı da ne ki, 50-60 bin TL mükâfat ne der koskoca muhtara... Kanalizasyon sorununun giderilmesi için gerekli bütçeye İl Özel İdaresi’nden tasarruf yok... Peki, kanalizasyon sularının tarlalara karıştığını, orada ekilen biçilen ürünlerin sofralarımıza ve oradan da midemize indiğini bir düşünsenize... Yarın öbür gün baş gösteren hastalıkların vebali kimden sorulacak? Biçare muhtarlardan mı, yoksa bütün bu serzenişleri kulak ardı eden idarecilerden mi? Bunun cevabını istiyorum bir vatandaş olarak... Sağlığımız ne kadar tehdit altında ve siz en çok üstünde durup, düşünülmesi ve mücadele verilmesi gereken sağlığımızı nasıl hiçe sayıyorsunuz? Hem de öyle parke taşı için tasarruf edilen 50-60 bin TL’lik maliyetle, Keşan’daki kanalizasyon sorunu olan tüm köylerin tamamının sorununa çare bulunabilecekken... Parke taşı şöyle dursun Sayın Valim, biz kanalizasyon sularında yetişen sebze, meyve ve baklagiller tüketmek istemiyoruz... Biz, her şeyden önce yediğimiz ürünlerin yetiştiği toprakların kanalizasyon sularından arındırılmasını istiyoruz... Biz, sağlıklı besin tükettiğimizden emin olmak istiyoruz... Biz, hak, adalet, eşitlik... Ve gerçek öncelik neyse onun yerine getirilmesini istiyoruz... Sağlığa siyaset karışsın istemiyoruz... Hizmette siyasetin rol oynamasını istemiyoruz... Yancılık, ayrımcılık, bölücülük istemiyoruz Sayın Valim, istemiyoruz...
Keşan’a gelmenizi, sorunları yerinde görmenizi, herkesin özgürce konuşup, tüm sorunlarını iletmesini ve hakkaniyeti istiyoruz...
Bu arada Keşan’ın stratejik planı yapılıyor ve Keşan 2023’e hazırlanıyor... Keşan’da ne kadar amirim memurum varsa bu plan için seferber oldu... Günlerinin neredeyse büyük çoğunluğunu Keşan Kaymakamlığında geçirir oldular... İkincil adres bedelli olur ama bizde bedava... Hem de bizim amir ve memurlar birincil adreslerinin yolunu bulamayacak duruma geldiği halde(!)...
Stratejik planda da Keşan ve çevresinin tarım alanı olduğu ve Keşan’ın tarımla ön plana çıkıp, büyüyeceği öngörülüyor...
Hangi tarımla... İçinden kanalizasyon akan ve ürün yetişen tarlalarla mı tarımda büyüyeceğiz... Katkı maddesi lağım suları olan tarlalarla mı ön plana çıkacağız...
Sayın vekillerim, şimdi hepinize birden sesleniyorum; bu toplantıda başta Sayın Valimiz olmak üzere, İl Genel Meclisi üyelerimiz, kaymakamlarımız ve belediye başkanlarımız dahil, tüm STK’ların temsilcileri yer alacak... Toplantıda öncelikle bu konuyu ele alın ve ileride bölge insanının sağlığını tehdit edecek bu sorunun, Ergene Nehri Kirliliği gibi önü alınamayacak bir konuma gelmeden, el birliği ile giderilmesi için çaba sarf edin...
Hem doktor, hem de uzun yıllar sağlık kurumunda görev yapmış olan 2 milletvekilimizin bu konuya hassasiyet göstereceğini umuyor; saygılar sunuyorum...

KATKI MADDESİ LAĞIM SULARI OLAN TARIMIMIZLA MI ÖN PLANA ÇIKACAĞIZ...

"KATKI MADDESİ LAĞIM SULARI OLAN TARIMIMIZLA MI ÖN PLANA ÇIKACAĞIZ..." başlıklı köşe yazımı Önder Gazetesinin yarınki (1 Mart 2012) sayısında bulabilirsiniz...

23 Şubat 2012 Perşembe

BİZ PARALI KOVALAKLARDANIZ(!)...

Çok kıymetli Hikmet Bulut Hocam, gazetemizin 21 Şubat 2012 Salı günkü sayısında, benim 15 Şubat 2012 tarihli “Keşan’a Kültürden Önce Para Girmiş” başlıklı köşe yazıma katılmadığını belirterek, “Ben de Devletimin O Memurunu Çözdüm” demiş...
Ve yaşadığı bir anıyı paylaşmış satırlarında... Yine satırlarının sonunda “Paralı, kültürsüz insanlar yakıştırmasını asla kabul etmeyiz.” demiş...
Ülkede özgürlük var Hocam(!)... Keşan’da da demokrasi(!)... İsteyen istediği gibi düşünmekte serbest... Ben öyle düşünürüm, siz böyle düşünürsünüz, memurumun bazıları sizin gibi, bazıları da benim gibi düşünür...
Ben de memurum gibi düşünenlerdenim... Hem memurumun anlattıkları, sizin bahsettiğiniz gibi bir Keşanlının atıp-tutmasından kaynaklanmıyor, aksine bire bir şahitlik ettiği yaşanmışlar...
Hocam hocam... Haklısınız bize önce kültür, sonra para girdi(!)... Ve o nedenle bizler:
- Sokak ortasına rastgele tükürüyoruz...
- Araçlarımızı kaldırıma dahi park ediyoruz...
- Yaya geçitlerimizin üzerinde günün neredeyse her saati araçlar var...
- Konteynerler boş ama etrafında her zaman çöp görmeniz olası...
- Araçlarımızda müzik sistemini son ses açarak, havamız olsun diye camı da aralayıp, cümle aleme dinletiyoruz...
- Trafiğe ve yayalara açık olan yollarımızı sandalyelerle süslüyor, cemiyet yaparak, göbek atıyoruz...
- Trafik biraz sıkışsa, korna sesinden kıyameti koparıyoruz...
- Aldığımız kıyafetlerin markasını gösteriyor, hatta fiyatını sergilemek için etiketini bile çıkarmayı unutuyoruz(!)...
- Bir ev bakmakta zorlanıyoruz ama her zaman yedekte misafirhanemiz mevcut(!)...
Sayın Hocam... Bunlar sadece bize ‘paradan önce kültür girdiğinin(!)’ bazı örnekleri... ‘Kovalak’lık bizim doğamızda var... O nedenle de biz ‘paralı kovalaklardanız(!)...’
















22 Şubat 2012 Çarşamba

İNSANA HİÇ DİYENLER, ÇİNEKOPA NE DER Kİ(!)...

Dün sohbette bulunduğum bir Hocam, bana sitem etti. ‘Kaç gazeteciye söyledim ama biriniz yazmadınız...’ diye serzenişte bulundu... ‘Bütün haberler önemli de benim söylediğim önemsiz mi geldi size?’ diye yakındı...
Hocam bundan birkaç ay önce kapı önü sigara molamda bana; çinekop balığının, avlanması yasak olduğu halde tezgâhlarda boy gösterdiğini, denetleme yapılmadığını, bu konuda hem Keşan Belediyesi hem de Gıda, Tarım ve Hayvancılık İlçe Müdürlüğü yetkililerine bilgi verdiğini ancak herkesin kulağının üstüne yattığını(!) belirtmişti... Konunun üstüne gidilmesi gerektiğini söyleyen Hocam, “Yarın lüfer balığı yiyemeyeceğiz, balık nesli tüketiliyor” diye de eklemişti...
Ancak ben Hocam’ın bu şikayetini not aldığım halde gözümden kaçırmışım... Ya da kaçırmayı uygun görmüşüm(!)...
Neden mi saygıdeğer Hocam... Balık Hali yapıldı ama hâlâ seyyar satıcılar tam köşe başında ve yaya geçidinin tam üzerinde konuşlanarak, satışlarına devam ediyorlar... Ne zaman tezgâh yanından geçsem de alışverişi en çok zabıtaların yaptığını görüyorum(!)... Şimdi söyleyin bana ben kimi kime yazayım, kimi kime şikayet edeyim sayın Hocam...
Biz siyaseti öyle bir yapıyoruz ki, nimetini görmeyen vatandaşım kalmıyor...
Çok yakında Keşan sokaklarında; “1 oya 7 santim çinekop”, “1 oya bir torba kömür”, “1 oya sevk parası”, “1 oya kul hakkı”, “1 oya yetim hakkı”, “1 oya kızanına iş”, “1 oya ne istersen var” diye bağırmaya başlayacaklar...
O nedenle Sayın Hocam, insana hiç diyenler, çinekopa ne der ki(!)... İster 7 santimetre olsun, ister 10 santimetre, isterse 15 santimetre... Yeter ki oylar bize gelsin, balıkların isterse sülalesi tükensin...

19 Şubat 2012 Pazar

ŞİMDİKİ ZAMANIN VELİLERİ...

    Daha önce bir köşe yazımda şimdiki zamanın öğrencilerinden bahsetmiştim... Şimdiki zaman ile geçmiş zaman öğrencileri arasında kıyaslama yapmıştım... Yine bu yazımda şimdiki zamanın öğrenci velilerinden de örnekler göstermiştim... Ancak son zamanlarda karşılaştığım bazı durumlar, şimdiki zaman velilerine ayrıca bir gönderme yapma isteği uyandırdı bende...
    Öğrencilerine ‘ev ödevi’ adı altında sorumluluk yükleyen değerli öğretmenler... Bence bu uygulamadan bir an önce vazgeçin... Neden mi? Hani bizim şu çokbilmiş velilerimiz yüzünden... Öğrenci bütün gün bilgisayar başında ve anasını bellemiş bilgisayarın... Bilmediği yok... Ne isterseniz anında bulabilir... Ancak oyun alanında(!)... Çünkü zekasını sürekli oyun odaklı kullanıyor... Ve altından kalkmadığı, çözemediği bir sorun kalmıyor... Ancak iş ödev ve araştırmaya gelince, bizim meraklı ebeveynlerin de katkısıyla, öğrencilerin sorumlulukları ellerinden alınıyor... İnternet başına geçen anne, baba, teyze, abla veya ağabeyler, derin araştırmalar yaparak, öğrencilerini rahata kavuşturup, oyun alanında daha çok doktora yapsınlar(!) diye mücadele veriyor... Öğrenciyi hem rahata hem de sorumsuzluğa alıştırıyor... O öğrenci de araştırmada geçireceği vakti, yine internet başında ama oyunla ya da boyundan büyük işlerde geçiriyor... Tabii ki bu davranış veli tarafından ‘öğrenciye büyük bir destek’ olarak görülüyor...
    Saygıdeğer öğretmenler; öğrencilere boşu boşuna ev ödevi verip, anne-babaları yarıştırmayalım... Bu iş iyice çığırından çıktı gibi görünüyor... Bazı veliler çocuklarını da hiçe sayıp, ‘Sen mi güzel yaptın yoksa ben mi?’ kavgasına giriyor... Hatta verilen notları bile kendi hanelerine yazıyor(!)... Her şey aleni anlayacağınız... Öğretmenlerin verdiği ev ödevleri, ev gezmelerine bile konu oluyor...
    Eskiden çocuklar okula teslim edilirken veliler tarafından öğretmenlere ‘eti senin, kemiği benim’ denilirdi... Veli öğretmene güvenir, en güzel terbiyenin okulda verileceği inancıyla, hiçbir art niyet beslemeden çocuğunu teslim ederdi... Şimdilerde ise veliler bu teslimi yaparken ‘Çocuğum 35 kilo; yıl sonunda 45’i buldurmazsan vay haline(!)’ diyor...
    Ben de veliler bu şekilde devam ettiği ve çocuklarına hiçbir sorumluluk yüklemediği sürece ‘vay geleceğimize(!)’ diyorum...

ŞİMDİKİ ZAMANIN VELİLERİ...

“ŞİMDİKİ ZAMANIN VELİLERİ...” başlıklı köşe yazımı Önder Gazetesinin yarınki (20 Şubat 2012) sayısında bulabilirsiniz…
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
Eskiden çocuklar okula teslim edilirken veliler tarafından öğretmenlere ‘eti senin, kemiği benim’ denilirdi... Veli öğretmene güvenir, en güzel terbiyenin okulda verileceği inancıyla, hiçbir art niyet beslemeden çocuğunu teslim ederdi... Şimdilerde ise veliler bu teslimi yaparken ‘Çocuğum 35 kilo; yıl sonunda 45’i buldurmazsan vay haline(!)’ diyor...
Ben de veliler bu şekilde devam ettiği ve çocuklarına hiçbir sorumluluk yüklemediği sürece ‘vay geleceğimize(!)’ diyorum...

16 Şubat 2012 Perşembe

AŞKIMIZ ÇABUK BİTTİ(!)

     Keşan çevre yolunda, özellikle Kredi ve Yurtlar Kurumu’na ve Şehirler Arası Otobüs Terminali’ne yakın bir bölgede üst geçide ihtiyaç olduğu yıllarca dillendirildi. Karşıdan karşıya geçmek için kara yolunu kullanmak zorunda kalan kişilerin her an bir kaza yaşayabileceği belirtilerek, ‘Acilen üst geçide ihtiyaç var denildi.
Üst geçit yapıldığından bu yana da ne zaman o yolu kullansam üst geçitle göz göze gelip, ‘Aşkımız çabuk bitti(!)’ diye geçiririm içimden... Bu serzenişimin nedeni de, daha bir kez bile üzerinden geçen bir vatandaşıma rastlayamamış olmam, aksine üst geçidin tam altındaki yoldan ise mutlaka bir vatandaşın geçtiğine tanıklık etmemdir...
    Toplum olarak istemeyi biliyoruz, hatta istediklerimiz gerçekleştirilmediğinde yermekten, karalamaktan, şikayetten hiç kaçınmıyoruz ama elde ettiğimizde ise bizim için hiçbir önem arz etmiyor...
Bu arada Yenimuhacir ve Paşayiğit beldelerine yapılan üst geçitler ne alemde onu da bilmiyorum... Ancak çok sık olmamakla birlikte, o bölgeden geçtiğim zamanlarda da üst geçitlerin bana, benim üst geçitlere baktığımı görüyorum(!)...
Keşan’da önem arz eden ve ihtiyaç olan birçok şey varken; ilgili ve yetkililerin bundan böyle ‘Şıpsevdilerin(!)’ taleplerini dikkate almamalarını ve aklıselim insanlarla bir araya gelip değerlendirme yapmalarını öneriyorum... Yoksa bizim şıpsevdilerin aşkı çabuk bitiyor; paralar da çöpe gidiyor...
Ancak paraların çöpe değil, cebe girmesini istiyorsak da, dikelim oraya bir zabıta, keselim üst geçit varken alttan geçene ceza...


AŞKIMIZ ÇABUK BİTTİ (!)

“AŞKIMIZ ÇABUK BİTTİ (!)” başlıklı köşe yazımın metnini Önder Gazetesinin yarınki (17 Şubat 2012 ) sayısında bulabilirsiniz…

14 Şubat 2012 Salı

KEŞAN’A KÜLTÜRDEN ÖNCE PARA GİRMİŞ(!)

Geçtiğimiz günlerden birinde, Keşan’da görev yapan ancak Keşanlı olmayan bir devletimin memuru ile sohbetimiz oldu... Doğrusu bu sohbetten de oldukça keyif aldım... Öyle güzel gözlemlemiş ki Keşan’ı ve Keşanlıları, sanki anadan doğma Keşanlı gibi...
Köşe yazılarımı da takip ediyormuş bu devletimin memuru... Özellikle de içinde ‘alkol’ ve ‘alkolik’ geçen yazılarımdan bahsetti... Ancak bilmediğim daha çok şey olduğunu belirtti... Keyifle dinledim kendisini... Önce Keşan’ın kültüründen ve tarihinden söz etti... Bektaşilerden almışız kültürümüzü... Bugüne kalan ise o kültürün içinden sadece alkolmüş... O da mezesiz alkol(!)... Meze yerine ‘bayan’ eşlik ediyormuş bizdeki kadehlere... Alkolün yanında olması gereken meze çeşitlerinin haricinde bir küçük tabak çerez, cips ve çıtır bir bayan(!) varmış masada...
‘Aman’ diyor memurum... Hele o beş dakikada ‘aşkım, hayatım, karıcığım, kocacığım, bir tanem’ muhabbetlerini ise hâlâ çözemediğinden bahsediyor... ‘Dakikada aşk-ı muhabbet’ diye ekliyor ifadelerine... Sonrasında ise sarı sarı liralar(!)... ‘İşçisine asgari ücreti vermekte direnen ağalar; gecede 10 bin TL’yi su gibi harcarlar’ diyor devletimin memuru... Haa bir de ilk bizim bölgede görmüş prefabrikten pavyonu...
Bu memurumun dikkatini Roman vatandaşlarımızın oyunları da çekmiş... ‘Yok böyle kemiksiz oynayış’ diye anlattı izlenimlerini... Tüm konvoylarda Roman vatandaşların çaldığını, ancak düğün sahibinin Roman olup olmamasına göre ritimlerinin farklı olduğunu belirtti... ‘Sizinkilere çalıyorlar, bir ileri iki geri yapıyorlar ama kendi düğünleri olduğunda bir darbuka ve ince çıta ile ortalığı kırıp geçiriyorlar’ dedi... Roman düğünlerini seyretmenin tadına doyamadığını ifade etti...
Yine bu memurum 1 buçuk yılda Keşan’daki siyaseti de çözmüş olmalı ki; ‘Keşan’da CHP’li aday için orta yere bir kazık, üstüne de ceketi atın, yine de başka tercih olmaz(!)’ dedi...
Sohbetimizde oradan buradan derken, baktım ki devletimin memurunun Keşan’daki izlenimlerinden olumlu bir ifade çıkmayacak, hemen atlayıp lafa ‘Saros Körfezimize diyecek bir sözünüz olmaz herhalde’ dedim...
Aman keşke demez olaydım... Devletimin memuru aynen şu ifadeleri kullandı Saros Körfezimize: ‘Bereket Saros Körfezi kendi kendini temizliyor Neşe Hanım... Buradan yırtıyorsunuz işi(!)... Bizim anne-babalarımız dışarıda bir şey yediğimizde çöpünü bulunduğumuz yere bırakmayı değil, en yakın çöpe atmayı öğretti... Sizin Erikli Sahilindeki yerli turistleriniz mısırı afiyetle yiyor, ondan sonra koçanını kumun içine içine gömüyor... Ertesi gün bir tarafına batan şeyin kuma soktuğu kendi mısır koçanı olduğunu bile fark etmiyor(!)... Kumda insan kadar çerçöp de bulunuyor... Deniz kendi kendini temizlemese eğer, çöpten içine kimse giremez... Anlayacağınız Neşe Hanım... Keşan’a kültürden önce para girmiş... Paranın olduğu ancak kültürün olmadığı bir toplumda da bundan fazlasını beklemenin manası yok...”
Evet saygıdeğer Keşanlılar... Uzak memleketten gelip sadece 1 buçuk yıldır Keşan’da ikamet eden devletimin memurunun izlenimleri bundan ibaret... Paramız varmış ama kültürümüz yokmuş... Parayla her şeyin satın alınabileceğini düşünen hemşehrilerim... O zaman önce kültür alıp, yiyelim, sonra etrafta gezinelim... Yoksa gelen giden memurum tarafından ‘paralı kültürsüzler’ diye anılmaya devam ederiz...

13 Şubat 2012 Pazartesi

BAŞIMIZ SAĞOLSUN SAYIN MÜDÜRÜM(!)... ARZ EDERİM...

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken; bizim Keşan’da yaralamalı bir trafik kazası meydana gelmiş...
Kazayla ilgili bilgi 155 Polis İmdat Hattı’na verilmiş... Bilginin gelmesiyle birlikte de ilgili kurumun amiri ve memuru arasında şöyle bir diyalog geçmiş:
- Müdür: 82.... Kaza yerine vardınız mı?
- Polis memuru: Yoldayız efendim, ... caddesinden seyir halindeyiz.
- Müdür: Vardığınızda bilgi verin.
- Polis memuru: Emirleriniz alındı efendim.
- Müdür: Takviye ekip gerekirse, falancayla irtibata geçin.
- Polis memuru: Emredersiniz efendim.
- Müdür: 82.... Hâlâ varamadınız mı?
- Polis memuru: Vardık efendim.
- Müdür: Yaralılar nasıl, 112 Acil’e haber verdiniz mi?
- Polis memuru: Bakıyoruz efendim.
- Müdür: Bakın bakalım, yüzlerinde herhangi bir yara bere var mı? Bir ambulans yeter mi, takviye isteyelim mi?
- Polis memuru: Olumsuz efendim...
- Müdür: ‘Olumsuz’ kelimesini kullanmayalım, ‘var mıdır yok mudur; doğru mudur, değil midir; gerekli midir, gereksiz midir’ ifadelerini kullanalım...
- Polis memuru: Doğrudur efendim...
- Müdür: Yaralılar nasıl, ambulans geldi mi?
- Polis memuru: Olumsuz efendim olumsuz(!)... Size cevap vermekten ne ambulansı çağırabildim, ne de yaralıyla ilgilenebildim... O nedenle ‘Başımız sağolsun’ efendim(!)... Arz ederim...
                                                      *****
Ve diyorum ki; hareketlilik iyidir, nerede hareket orada bereket derler ama ateş olmayan yerden de duman çıkarmanın bir alemi yok ki... Her geçen ambulansı da kovalamaya başlarsanız; başa çıkamazsınız... Ambulans görevlileri de size bilgi aktarmaya kalkarsa bizim hastaların nakillerinde gecikme yaşanır... Olası trafik kazalarında zaten ya emniyet ya da jandarma ekiplerine bilgi anında ulaşıyor... Ulaşmayan bilgi varsa da onlar hasta sınıfına giriyor ve sağlık çalışanlarını ilgilendiriyor...
Bu arada kış mevsimi bitmek ve bahar mevsimi yaklaşmak üzere... Fazla enerjinizi sarf etmeyin çünkü cemiyetleri sonlandırmak üzere lazım olacak yakın zamanda...
En sağlıklı ve doğru bilginin işin tamamlanmasının ardından verilmesinin doğruluğuna; iş arasındaki diyalogların zaman kaybı ve işi geciktirmeden öte bir durum yaratmadığına olan inancımla; tüm emniyet camiasına sevgi ve saygılarımı sunuyorum...

BAŞIMIZ SAĞOLSUN SAYIN MÜDÜRÜM(!)… ARZ EDERİM…

"BAŞIMIZ SAĞOLSUN SAYIN MÜDÜRÜM(!)… ARZ EDERİM…" başlıklı köşe yazımın tam metnini yarınki (14 Şubat 2012) tarihli Önder Gazetesinde bulabilirsiniz...
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken; bizim Keşan’da yaralamalı bir trafik kazası meydana gelmiş…
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
Müdür: Yaralılar nasıl, ambulans geldi mi?
Polis memuru: Olumsuz efendim olumsuz(!)… Size cevap vermekten ne ambulansı çağırabildim, ne de yaralıyla ilgilenebildim… O nedenle ‘Başımız sağolsun’ efendim(!)… Arz ederim…
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

12 Şubat 2012 Pazar

BEN DE BİR ŞEREFSİZİ SEVDİM...

Bir mail geldi yine yakınlarda bir okurumdan... İçindeki birikmişliği ve duygularını paylaşmak istemiş yazdıklarında...
Rumuzunu da ‘papatya’ olarak belirlemiş... Uzun süre ‘seviyor mu, sevmiyor mu’ dileğinin sonucunu aradığı için bu çiçekte...
Sonra ‘sevgi yok’ demiş satırlarının başında... Sonuna doğru ise var olduğunu ancak hak edeni arayıp bulmak gerektiğini ifade etmiş düşüncelerinde...
Bu kadın okurum, erkeklerin zavallı olduğunu, kadınların onlara verdiği değerle yüceldiklerini, aslında bir hiç olduklarını da belirtmiş yazdıklarında...
Ne yalan söyleyeyim ki ben de aynı düşüncedeyim bu okurumla... Bazen sohbetler olur kadın kadına aramızda... ‘Ne buluyorsun da seviyorsun bu adamı?’ dediğimde karşı tarafa, ‘Çok çok seviyorum, o benim her şeyim, onsuz yapamam, ben onsuz bir hiçim’ cevabını alırım ekseriya... Bir kadını, bir de bahsettiği adamı tek başına hayal ettiğimde ise hafızamda, kadının ‘sevgi dolu’, adamın ise ‘bir hiç’ olduğuna inancım tamdır düşüncemde...
Neyse biz dönelim yine benim değil bu kadının düşüncelerine... Yazımın sonunda kendi düşüncelerime de yer vereceğim nasılsa... Bu arada sevgili Papatya, mailini beklettim özellikle ‘14 Şubat Sevgililer Günü’ne yakın bir tarihte yayımlamak üzere...
‘Papatya’ rumuzlu okurumdan gelen mailde yazılanlar şöyle: “Hayatımda ilk defa bir erkeğe aşık oldum. Benim için mükemmeldi. Biz birbirimiz için yaratılmıştık. Benim ona olan sevgim ne kadar büyükse, onun da bana karşı olan sevgisinin büyüklüğüne inancım o denli tamdı. Aldatmak, ihanet, ayrılık ise aklımın ucundan dahi geçmeyen düşüncelerdi. Sabah onunla güne başlayıp, geceyi onunla kapatıyordum... Her an birbirimizin yanında olmasak da sevgimizin ve aşkımızın büyüklüğü, uzakta olmasına rağmen bizi birbirimize daha fazla kenetliyordu...
Dostlarıma sevgimizin büyüklüğünü ve onun mükemmelliğini anlatıyordum çoğu zaman... Hatta öyle yüceltiyordum ki onu, dostlarım imrenip ‘keşke bizim de böyle bir sevgilimiz olsa’ diyordu... İlk defa bir erkeğin sıcaklığını hissetmiş ve tüm benliğimle güvenmiştim ona... Biz birbirimiz için yaratılmıştık kısaca... İhanet ise aklıma gelmeyen tek şeydi o dönemde...
Ancak bu yücelttiğim, değer verdiğim ve sevdiğim adam ilk uzaklaşmamızda ihaneti yapıştırdı alnıma... Önceleri inanamadım ya da inanmak istemedim... Bir açıklama bekledim uzun süre... Geri dönüş yoktu benim için ama bu bilmeceyi de çözecektim mutlaka...
1 yıldan fazla bir süre bekledim ve uzaktan takip ettim bu değer verdiğim adamı... Artık yanımda değil, karşımdaydı... O benim için özel değil, herkes gibi biriydi... İçimdeki sevgiyi bir kenara atıp, çıplak bir kalple izledim onu...
Ne mi gördüm; meğer o benim yücelttiğim kişinin aslında bir hiç olduğunu... Benim verdiğim değerle kendini adam sanıp, ortalıkta dolaştığını... Daldan dala atladığını ancak tuttuğu dalların hepsinin de ondan başka bir tercihleri olmasının ihtimali bulunmadığını(!)
Şimdi bekliyorum... Beklemedeyim... Son sevgilisi ile dünya evine girmesini... Sonra kendini bir darağacına asıp, bu dünyadan göçmesini... Ancak ihanetinin bedelini, önce bu dünyada çekmesini... Mezarına ‘Ben de bir şerefsizi sevdim’ yazılı çelenk göndermeyi... Bir de not düşüp; ‘sayemde kendini adam yerine koydun’ demeyi...
Ben ise çok mutluyum... Yarın 14 Şubat Sevgililer Günü... Bu günü yeni sevgilimle kutlayacağım... O ‘yarınında neler olacağının’ hesabını yaparken... Ben, mutluluğuma kadeh kaldıracağım...”
Sevgili Papatya... Seninki ne kadar şerefsizdi(!) bilemem ama... Herkesten duyduğum severken ya da sevdiğini zannederken onlardan kıymetlisi yok... Ancak yanındaki bayanların sevgi ve ilgisiyle kendilerini bir şey sanmaya ve adam yerine koymaya başlayıp, yeni sevgili arayışlarına girdiklerinde de ‘onlardan şerefsizi’...
Erkeklere bırakın hak etmediği, hak ettiği değeri bile vermeyeceksin... Çünkü hiçbiri verilen değeri taşıyamıyor ve ağırlığı karşısında sapıtıyor... Arada bir içlerinden adam çıksa bile onlarda 40’ından sonra azıtıyor(!)... O nedenle; iki satırlık adamları musallat etmeye gerek yok ömrümüze...
Gerçek ve çıkarsız sevgilerin çok az yaşandığı şu günlerde, ‘14 Şubat Sevgililer Günü’nü hak edenlerin; ‘günü kutlu olsun’ diyorum yine de...

11 Şubat 2012 Cumartesi

BEN DE BİR ŞEREFSİZİ SEVDİM...

"BEN DE BİR ŞEREFSİZİ SEVDİM..." başlıklı köşe yazımın tam metnini Önder Gazetesinin 13 Şubat 2012 Pazartesi günkü sayısında bulabilirsiniz...

::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Şimdi bekliyorum... Beklemedeyim... Son sevgilisi ile dünya evine girmesini... Sonra kendini bir darağacına asıp, bu dünyadan göçmesini... Ancak ihanetinin bedelini, önce bu dünyada çekmesini... Mezarına ‘Ben de bir şerefsizi sevdim’ yazılı çelenk göndermeyi... Bir de not düşüp; ‘sayemde kendini adam yerine koydun’ demeyi...

::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Erkeklere bırakın hak etmediği, hak ettiği değeri bile vermeyeceksin... Çünkü hiçbiri verilen değeri taşıyamıyor ve ağırlığı karşısında sapıtıyor... Arada bir içlerinden adam çıksa bile onlarda 40’ından sonra azıtıyor(!)... O nedenle; iki satırlık adamları musallat etmeye gerek yok ömrümüze...

10 Şubat 2012 Cuma

HALK EKMEK’İN HESAPLARI KIRMIZI KAR YAĞINCA MI AÇIKLANACAK(!)

Keşan Belediyesi bünyesinde faaliyet gösteren Halk Ekmek Şirketi... Bugüne kadar birkaç kez bazı siyasi parti mensupları ve kişilerce sorgulanarak, mali yönden açıklama getirilmesi istendi... İlgililerinden de ‘kalem kalem açıklama yaparız’ denildiği halde, bugüne kadar hiçbir açıklama yapılmadı...
Geçmiş dönemlerde ise Halk Ekmek’in her yıl mali tablosunun açıklaması Belediye Başkanının makamında yapılır, ‘kâr etti yine’ müjdesi verilirdi...
O zamanlarda Halk Ekmek’in faaliyet alanı da bu kadar geniş değildi... Ama yine de bizim şirket her yılı kârla kapatırdı... Yine ne olduysa Halk Ekmek Şirketi’nin kârla kapatılan bilançosu, İbrahim Kurulgan’ın müdürlükten ayrılmasının ardından, sır gibi saklanılmaya başlandı...
DSP’liler açıklama istedi... MHP’liler açıklama istedi, üstüne bir de Meclis’te önerge verdi ve önergeleri kabul edilmedi... Basın mensupları sordu... Ancak Halk Ekmek Şirketi’nin hesapları yine de ortaya konulmadı...
Şirket; Keşan Belediyesinin... Keşan Belediyesi; tüm Keşanlıların... Keşanlıların, her Keşanlı vatandaşın hakkı da; şirketin kârını ya da zararını bilmek ve harcamaların nerelere yapıldığını öğrenmek...
Şu ‘kalem kalem yapılan harcama ve kesilen faturaları’ masaya yatırın da... şaibeleri ortadan kaldırıp, kazançların nerelere gittiğini bilmeyen(!) hemşehrilerinizi rahatlatın... CHP İlçe Teşkilatı’nın Keşan Meslek Yüksekokulu karşısındaki yeni binasının giderlerine mi?... Sebze ve Meyve Toptancı Hali’nde düzenlenen yemekli fasıllara mı?... Yoksa Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan’ın fotoğrafının da yer aldığı ‘mavi renkli(!)’ yeni yıl takvimine mi?
Ha.. eğer ‘kırmızı kar yağınca açıklayacağız(!)’ diyorsanız, o zaman başka... Ama beyazı yağdıran Allah’ım adalet yerini bulsun diye kırmızıyı yağdırırsa da şaşmayın...






HALK EKMEK ŞİRKETİ’NİN HESABI KIRMIZI KAR YAĞINCA MI AÇIKLANACAK(!)

“HALK EKMEK ŞİRKETİ’NİN HESABI KIRMIZI KAR YAĞINCA MI AÇIKLANACAK(!)” başlıklı köşe yazımın tam metnini Önder Gazetesinin yarınki (11 Şubat 2012) tarihli sayısında bulabilirsiniz…

9 Şubat 2012 Perşembe

TANAL GELDİ, DÜZEN BOZULDU, MAVİ GÖMLEK DE BAHANE OLDU...(köşe yazımın tam metni)

CHP Keşan İlçe Teşkilatının merkez delege seçimi, 21 Ocak 2012 tarihinde gerçekleştirildi... Delege seçiminde Salim Yatıkçı’nın “Sarı Listesi” ile Ufuk Kanışkan’ın “Mavi Listesi” yarıştı...
Demokratik partinin seçimi de demokrasiye yakın oldu... Tam demokratik diyemeyeceğim çünkü seçim öncesi delegeler üzerindeki baskılar(!), işten çıkarılma tehditleri(!), kapı önünde kaş göz işaretleri(!) sayılmazsa... ‘Demokratik oldu’ diyebiliriz...
Ancak partinin önde gelen isimleri yani duayenleri(!) bu belirttiğim ince noktaları(!)  ‘kasıt ya da müdahale’ olarak görmedi... Ama PM Üyesi Mahmut Tanal’ın giydiği ‘Mavi Gömlek’, sarı listenin taraflarınca ‘kasıtlı’ olarak nitelendirildi...
Halbuki ben, Sayın Mahmut Tanal’ın ve CHP İl Başkanı Şükrü Ciravoğlu’nun giydiği mavi gömlekleri fark edip, esprili bir dille havayı ısıtmak istemiştim(!)... Ne bileyim birilerinin bu kadar içlenip, sıcak havada kar yağdıracaklarını...
Sayın Tanal, seçim süresi boyunca sandıkların olduğu odada bulunup, bir nevi uzaktan kontrol yaptı... Anlayacağınız, sarı listenin mavi listeye müdahale etmemesi ve herkesin özgür iradesine göre oy kullanmasına olanak tanıdı...
Kimsenin kulağına fısıldayıp ‘oyunu mavi listeye at’ demedi, ‘işinden olursun’ tehdidinde bulunmadı, mavi listeyi cebine koyup, kapıda takdim etmedi, delegelere yalnız mavi liste uzatıp, sarı listeyi saklamadı...
Ve bu nedenle de Mahmut Tanal, sarı liste yandaşları tarafından seçime davet edilmediği halde geldiği ve her zaman uygulanan düzeni bozduğu için, giydiği ‘mavi gömlek’ bahane edilip, ‘kasıtlı taraf’ olarak fişlendi...
Tanal, fişlenmesine fişlendi, gelişi kasıtlı olarak ilan edildi ancak bu sefer delegeler, daha önce yapılan tek tek sorgulama, tehdit ve her türlü baskıya rağmen inandığı doğru yoldan şaşmadı...
Anlayacağınız demokrasiyi savunan CHP’liler, demokrasiye doğru bir adım attı(!)...
Demokrasinin ikinci adımının kongre seçiminde yaşanması ve mavi gömleğin düzen bozma değil, demokrasiye bir adım olarak algılanması dileğiyle...

TANAL GELDİ, DÜZEN BOZULDU, MAVİ GÖMLEK DE BAHANE OLDU...

"TANAL GELDİ, DÜZEN BOZULDU, MAVİ GÖMLEK DE BAHANE OLDU..." başlıklı köşe yazımın metnini Önder Gazetesinin yarınki (10 Şubat 2012) sayısında bulabilirsiniz...

8 Şubat 2012 Çarşamba

BAHÇEKÖY’E VAR DA BİZE YOK MU?

Köylere Hizmet Götürme Birliği dün toplandı... Toplantıda 6 bin metrekare parke taşı alımı ihalesinin zarfları açıldı ancak yüklenici firmanın bir tanesinin malı nerede teslim edeceğini belirtmemesi ve nakliyenin de Birlik tarafından gerçekleştirilmesi halinde maliyet artırıcı unsur olmaması için ilgili firmaya yazı yazılması kararlaştırıldı.
Yani 6 bin metrekare taşı alacak olan Bahçeköy, biraz daha beklemek zorunda kaldı...
Bu ihalede diğer köylerin vatandaşının ahı mı tuttu, yoksa hak yerini mi buldu bilmem ama köylü vatandaşım bana ‘Bahçeköy’e var da bize yok mu?’ diye sordu...
Ben de onlara ‘AK Parti’ye Bahçeköy’den oy vardı ama sizden yoktu(!)’ şeklinde cevap verdim...
Bahçeköy’ün yolları yapılır, düğün salonu inşa edilir, parke taşlar döşenir... AK Parti’ye de oylar verilir... Haliyle parke taşta da öncelik başka köye değil, Bahçeköy’e tanınır...
Çobançeşme, Yerlisu, Küçükdoğanca, Türkmen ve daha birçok öncelikli hizmet alması gereken köyler bekleyedursun...  Sizden Kaymakamlığa bilgisayar mı hediye edildi de hizmet bekliyorsunuz(!)... Ya da AK Parti’ye ne kadar oy gitti?.. Sayın Vekilimizle köyünüzden kaç teyzemizin fotoğrafı çekildi de basında veya reklamlarda yer aldı...
Eee... Ne demiş atalarımız; ‘Verirsen bağ olur; vermezsen dağ olur.’
Bahçeköy bağ oluyor, diğer köyler ise yapılmayan yollarındaki çukurlar su doluyor; bu arada bizim İl Genel Meclisi üyelerimiz de bu gelişmelere uzaktan bakıyor(!)...

5 Şubat 2012 Pazar

GÖKTEN YAĞACAK PARAYI GÖRMEK İÇİN SAATİMİ 05.00’E KURDUM(!) (köşe yazımın tam metni)

GÖKTEN YAĞACAK PARAYI GÖRMEK İÇİN SAATİMİ 05.00’E KURDUM(!)


Keşan İlçe Emniyet Müdürlüğüne atanan Sayın Ahmet Yıldız, 31 Ocak 2012 tarihinde görevine başladı... Aynı gün basın mensuplarına yaptığı açıklamada, ‘1 hafta içinde esnaf, 2 ay içinde de halk rahatlayacak’ dedi... Ve ekledi, ‘mesleğim boyunca hiç yanılmadım.’ diye…
Müdür Bey’imizin bu açıklamasının ardından ben de bir iki esnafı ziyaret ettim... Esnafımıza, ‘hadi gene yaptınız kafayı, Müdür Bey, 1 hafta içinde gökten para yağdıracak(!)’ şeklinde espride bulundum... Hatta ‘darısı da 2 ay içinde halkımızın başına(!)’ dedim... Bugün Müdür Beyimizin taahhütte bulunduğu süre dolacağı için de dün akşamdan saatimi 05.00’e kurdum... Bu sabah çarşıya erkenden çıktım... Hani esnafımız gökten düşen paraları toplayacak ya(!), ben de bu mucize tabloyu görüntüleyeyim dedim...
Ancak nafile... Ne gökten para yağdı... Ne de bizim esnaf rahatladı... Aksine birkaç gündür baş gösteren soğuk hava nedeniyle, olmayan rahatlarının, daha da gerilediğini duydum... Hatta çarşı merkezindeki kalabalığı görünce de heyecanlanıp, Müdür Bey’imizin söyleminin tuttuğunu düşündüm... Meğer kalabalık yarıyıl tatilinin sona ermesi ve bizim öğrencilerin okula gitme telaşıymış... Hal böyle olunca da ‘mesleğim boyunca hiç yanılmadım’ diyen müdürümüzün de Keşan’da ilk yanılgısına şahit oldum(!)...
Ah be müdürüm... Keşan böyledir işte; adamı hem yanıltır hem de şaşırtır... Keşanlıların fendine ermek zordur... Dikkatlidirler... Takipçidirler... Gözlemcidirler... Söyleneni hiç unutmazlar... Anlayacağınız şeytan gibidirler(!)... Ne endine erersiniz ne de fendine...
Keşanlıları ve Keşan esnafını rahatlatmak istiyorsanız eğer, size de şöyle bir önerim olacak benim: Öncelikle belirtmek isterim ki; Keşan’ın bugüne kadar yaşanmış en büyük terör olayları; Yenimescit Mahallesi’nde 1 gecede 3 araç ve 5 evin yanması(!); içinde bir kutu boş diş macunu ile çöpe atılan valizi, bir vatandaşımın, başka bir vatandaş kullanır diye Tugay Lojmanları karşısındaki durağa bırakması(!); bir de olaysız sonuçlanan yürüyüşlerimiz(!)... İşte tüm yaşanan terör olaylarımız bundan ibaret...
Ha... bir de alkol terörü var Keşan’ımızda... İçip içip esnafın dükkânına araçlarıyla giren vatandaşımız... Kaldırımlarda bulunan ağaç ve tabelalara zarar veren sürücülerimiz... Gökten yağan paraları bilezik karşılığı yapıştıran erkeklerimiz...
Eğer işe buradan başlarsanız... 1 hafta içinde esnaf, 2 ay içinde de halkımızın rahatlayacağından şüpheniz olmasın...
Tabii bu arada sizden önceki müdürümüz çok saygıdeğer Harun Bey’in, işleri yoluna koymak isterken gümbürtüye gittiği gibi sizin de her an ayağınız kaydırılabileceğini yabana atmayınız... Anlayacağınız, devletin siyasetine burnunuzu sokmayacaksınız... Siyasetçi alkollü araç kullanır; serbesttir... Siyasetçi karıya kıza bulaşır; mübahtır... Siyasetçi yolun orta yerine park eder; doğaldır... Siyasetçiye her şey sevap; vatandaşıma günahtır...
Bu arada bugüne kadar Keşan’ımızda polisimizin görevini en iyi şekilde yaptığından şüphe etmedik... Yaşlının derdine koşarlar... Cemiyetlerde gürültü kovalarlar... Sokak ortasında sızanları takip ederler... Alkolikleri evlerine taşırlar... Hırsızları kısa sürede yakalarlar... Anlayacağınız, üstüne vazife olan ve olmayan bütün işleri, kısıtlı sayıdaki polisimiz halletmeye çalışır... Bütün bunları da hiçbir ‘emir’ olmaksızın, ‘görevlerinin bilinciyle’ yaparlar...
Bana eğer patronum bir işi çok iyi yaptığım ve sorumluluğumun bilincinde olduğum halde, yaptığım görevi hatırlatıp, ‘bunu yap’ dese... İçimden çok şey geçiririm(!)...
2 ay içinde tüm halkımızla birlikte benim de rahatlamam ve terör olmayan Keşan’da terör estirmeye gerek duymamanız dileğiyle(!)...
Yoksa bilmem kaç şiddetinde estirdiğiniz bu rüzgâra; devletimin mazotu da yetmez, polisimin de enerjisi kısa sürede tükenir haberiniz ola...

GÖKTEN YAĞACAK PARAYI GÖRMEK İÇİN SAATİMİ 05.00’E KURDUM(!)

"GÖKTEN YAĞACAK PARAYI GÖRMEK İÇİN SAATİMİ 05.00’E KURDUM(!)" başlıklı köşe yazımın tam metnini Önder Gazetesinin yarınki (6 Şubat 2012 tarihli sayısında bulabilirsiniz...



Keşan İlçe Emniyet Müdürlüğüne atanan Sayın Ahmet Yıldız, 31 Ocak 2012 tarihinde görevine başladı... Aynı gün basın mensuplarına yaptığı açıklamada, ‘1 hafta içinde esnaf, 2 ay içinde de halk rahatlayacak’ dedi... Ve ekledi, ‘mesleğim boyunca hiç yanılmadım.’ diye…
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
Keşanlıları ve Keşan esnafını rahatlatmak istiyorsanız eğer, size de şöyle bir önerim olacak benim: Öncelikle belirtmek isterim ki; Keşan’ın bugüne kadar yaşanmış en büyük terör olayları; Yenimescit Mahallesi’nde 1 gecede 3 araç ve 5 evin yanması(!); içinde bir kutu boş diş macunu ile çöpe atılan valizi, bir vatandaşımın, başka bir vatandaş kullanır diye Tugay Lojmanları karşısındaki durağa bırakması(!); bir de olaysız sonuçlanan yürüyüşlerimiz(!)... İşte tüm yaşanan terör olaylarımız bundan ibaret...
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
2 ay içinde tüm halkımızla birlikte benim de rahatlamam ve terör olmayan Keşan’da terör estirmeye gerek duymamanız dileğiyle(!)...
Yoksa bilmem kaç şiddetinde estirdiğiniz bu rüzgâra; devletimin mazotu da yetmez, polisimin de enerjisi kısa sürede tükenir haberiniz ola...

 

3 Şubat 2012 Cuma

KÖRLE YATAN ŞAŞI KALKAR...

Keşan’a o veya bu sebeple başka şehirlerden gelen vatandaşlar...
Şu ana kadar 1 ya da 2 kişi hariç, ‘Keşan’a geldik de beğenmedik’ diyenini duymadım... Aksine hep beğenilmiştir Keşan’ımız... Keşan’ımızda görev yapan memurların ayrılışları hep hüzünlü olmuştur... Emeklilik vakti geldiğinde Keşan’la hiçbir bağı olmayıp, yerleşenleri de çok bilirim eskiden beri... Doğası mı, Saros’u mu, tozu mu, kızı mı, alkolü mü bilmem ama bir çekim gücü var bizim şu Keşan’ın...
Geçtiğimiz haftalarda, yine benim şu meşhur kapı önü sigara molalarımın birinde, Keşan’a tayini çıkan bir bayan arkadaşla sohbetimiz olmuştu... Keşan’a çok çabuk alıştığından ve Keşanlıları çok çabuk benimsediğinden bahsetti bu arkadaş... Ancak tuhafına giden ya da alışık olmadığı bir durumdan da bahsetti... Keşan’da bayanların da alkol almalarını ve bunu alışkanlık haline getirmiş olmalarını yadırgamıştı... Veya alışık olmadığı bir durumdu... Şimdiye kadar bulunduğu ortamlarda bayan dost veya arkadaşlarıyla hiç kafayı çekmemiş bu arkadaş... Dolayısı ile de tuhafına gitmiş Keşan’daki manzara... Kendisine misafirliğe gelen bayan arkadaşlarının çantasından bir-iki bira çıkıyormuş, hani ‘Ya ev sahibinde bulunmazsa’ diye... Çay, kahve, kola, meyve suyu, şeker, kolonya bulunur da... ‘Ya bira bulunmazsa’ hesabı... Alkolün tadını biliyormuş bu arkadaş da ama müptelası değilmiş... Yılda bir ya da iki biraymış içtiği topu topu...
Kapı önü muhabbetimizin sonunda, kulağına fısıldayıp arkadaşa ‘Ah bu meret bir de şişede durduğu gibi dursa ya’ dedim... Sonra da aradaki mesafeyi koruması ve yılda bir-iki defa alkol almasında artış olmaması dileğinde bulundum...
Ancak... Benim dilek tutmamış... Bu alkolü yadırgayan arkadaş, bir göreyim ki, Keşanlıdan çok Keşanlı olmuş... Bu halini de görünce yanına yaklaşıp usulca, ‘Ne oldu senin yadırgadıklarına... Hani yılda en fazla bir ya da iki bira(!)’ dedim ona...
Arkadaş ise aynen şu cevabı verdi bana: “Bizim kültürümüzde misafiri ağırlamak, onu memnun etmek, rahat ettirmek vardır. Gelen misafirlerime eşlik ederek, hem Keşanlıların kültürünü tanıyorum, hem de misafirperverliğimi gösteriyorum... Memnun olmaları için de önce ben kadehi kaldırıyor, Keş’han’ın şerefine(!) diyorum.”
Ne diyelim; Keşan’a gelip de Keşan’ın alkol kültürünü almadan gidenler azınlıkta... ‘Körle yatan şaşı kalkar’ ve ‘Üzüm üzüme baka baka kararır’ atasözleri de tam Keşanlıma ve dışarıdan gelen vatandaşıma yakışa...


KÖRLE YATAN ŞAŞI KALKAR...

"KÖRLE YATAN ŞAŞI KALKAR..." başlıklı köşe yazımın tam metni Önder Gazetesi'nin yarınki (4 Şubat 2012) sayısında...

:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
Emeklilik vakti geldiğinde Keşan’la hiçbir bağı olmayıp, yerleşenleri de çok bilirim eskiden beri... Doğası mı, Saros’u mu, tozu mu, kızı mı, alkolü mü bilmem ama bir çekim gücü var bizim şu Keşan’ın...
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
Ne diyelim; Keşan’a gelip de Keşan’ın alkol kültürünü almadan gidenler azınlıkta... ‘Körle yatan şaşı kalkar’ ve ‘Üzüm üzüme baka baka kararır’ atasözleri de tam Keşanlıma ve dışarıdan gelen vatandaşıma yakışa...